Furkan Sûresi 7. Ayet

وَقَالُوا مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يراًۙ  ...

Dediler ki: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 مَالِ ne oluyor ki?
3 هَٰذَا bu
4 الرَّسُولِ elçiye ر س ل
5 يَأْكُلُ yiyor ا ك ل
6 الطَّعَامَ yemek ط ع م
7 وَيَمْشِي ve geziyor م ش ي
8 فِي
9 الْأَسْوَاقِ çarşılarda س و ق
10 لَوْلَا değil mi?
11 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
12 إِلَيْهِ ona
13 مَلَكٌ bir melek م ل ك
14 فَيَكُونَ olsun ك و ن
15 مَعَهُ kendisiyle beraber
16 نَذِيرًا uyarıcı ن ذ ر
 
Müşrikler, aslında alay maksadı taşıyan bu sözleriyle Hz. Muhammed’in sıradan insanlarda görülen özellikleriyle peygamber olamayacağını iddia ediyor; kendisine inanmaları için yanında bu tür beşerî özellikler taşımayan bir melek bulunması ve Resûlullah’ın sürdürdüğü uyarıcılık görevini bu meleğin üstlenmesi gerektiğini veya genellikle yoksulluğun hüküm sürdüğü Mekke şartlarında, kendilerinden farklı olarak Resûlullah’ın krallar gibi özel hazinelere, mülklere sahip olması gerektiğini savunuyor; bunların hiçbiri yokken peygamberlik davasında bulunmasının ancak büyü yapılmış birinin saçmalıkları olduğunu ileri sürüyorlardı. Âyetin sonunda bunlar “zalimler” diye anılmışlardır. Çünkü onlar öncelikle gönül dünyalarından Allah’ı silip, O’nun yerine düzmece tanrılar edinerek onlara bağlanmışlar; lâyık olana kulluk ve itaati bırakıp lâyık olmayana itaat etmişlerdir. İkinci olarak, Hz. Muhammed’in hak peygamber olup olmadığının ölçüsü olarak, onun getirdiği dinin ilkelerinin, insanlığın maddî ve mânevî, bireysel ve sosyal sorunlarını çözmeye elverişli olup olmadığını, ihtiyaçlarına cevap verip vermediğini dikkate almaları gerektiği halde onlar, peygamberlik misyonuyla ilgisi olmayan haksız ve yersiz isteklerde bulunmuşlardır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 110
 

وَقَالُوا مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ ‘dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. لِ هٰذَا  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الرَّسُولِ  muşârun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  يَأْكُلُ الطَّعَامَ  cümlesi  الرَّسُولِ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْكُلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الطَّعَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِ   atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. 


لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يراًۙ

 

Fiil cümlesidir. لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani: “değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir.  مَلَكٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ya da talep bulunması gerekir.  

يَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  يَكُونَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. 

مَعَهُ  car mecruru  يَكُونَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  نَذ۪يراً  kelimesi  يَكُونَ 'nin isminden hal olup fetha ile mansubdur. 

اُنْزِلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

وَقَالُوا مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ

 

Ayet önceki cümledeki mukaddem istînâfa  وَ ‘la atfedilmiştir. Allah Teâlâ bu ayette müşriklerin sözlerini bildiriyor.

قَالُوا  fiilindeki ayetindeki zamir Kureyşlilere aittir. (Kurtubî)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham ism-i  مَا , mübtedadır, haberi mahzuftur. Cümlenin müsnedinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لِ هٰذَا الرَّسُولِ , bu mahzuf habere mütealliktir. 

يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ  birbirine  atfedilmiş iki hal cümlesidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmişlerdir.

Müşriklerin bu soruyla amaçları cevap almak değil, istihanedir. İstifham amacından çıkıp alay ve küçümseme anlamı yüklenen cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca müşriklerin soru edatı  ماَ ’nın yanı sıra işaret ismi  هٰذَا  lafzını da kullanmaları ve Hz. Peygamber’in risaletini inkâr ettikleri halde onu resul diye isimlendirmeleri buradaki istifhamın küçümseme ve alaya alma anlamını daha da güçlendirmektedir.

مَالِ هٰذَا  ifadesindeki  ل  mushafta Arap yazım esaslarının dışına çıkılarak  هٰذَا ’dan ayrı yazılmıştır. Mushaf yazısı ise değiştirilemez bir gelenektir. “Bunda Peygamberi değersizleştirme ve onun durumunu küçültme anlamı söz konusudur. Hazret-i Muhammed’e peygamber demeleri de onunla alay etme, dalga geçme nev‘indendir. Bir tür “Şu peygamber olduğunu iddia eden kişiye ne oluyor?!” demektedirler. (Keşşâf)

مَالِ هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ  (Bu Peygambere ne oluyor da yemek yiyor?) sorusu, alay ve küçümseme ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr) 


لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يراًۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümleye  هلا  manasındaki tahdid harfi dahil olmuştur. Bu ayette tevbih manasına gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَوْلاَ , -meli/-malı, değil mi, ...olsaydı ya manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak, bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Mütekellimin alay amacına işaret eden haberî üsluptaki cümle, muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.  

Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu  فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يراًۙ  cümlesi, masdar teviliyle cümlenin öncesindeki masdar anlamına matuftur. 

كان ’nin dahil olduğu masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır.  مَعَهُ , nakıs fiil  كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

نَذ۪يراًۙ , haber veya müstetir zamirden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Bu ayetteki  sorunun cevabı aynı surede bulunmaktadır: [‘’Senden önce gönderdiğimiz bütün elçiler de yemek yerler, çarşılarda gezerlerdi.’’] Furkân/20 (İsmail Cerrahoğlu,Tefsir Usûlu, s.198.)