Furkan Sûresi 8. Ayet

اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً  ...

“Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı ya!” Zalimler, (inananlara): “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut değil mi?
2 يُلْقَىٰ atılmalı ل ق ي
3 إِلَيْهِ üstüne
4 كَنْزٌ bir hazine ك ن ز
5 أَوْ yahut
6 تَكُونُ olmalı değil mi? ك و ن
7 لَهُ kendisinin
8 جَنَّةٌ bir bahçesi ج ن ن
9 يَأْكُلُ yiyeceği ا ك ل
10 مِنْهَا ondan (ürününden)
11 وَقَالَ ve dediler ki ق و ل
12 الظَّالِمُونَ zalimler ظ ل م
13 إِنْ
14 تَتَّبِعُونَ siz uymuyorsunuz ت ب ع
15 إِلَّا başkasına
16 رَجُلًا bir adam(dan) ر ج ل
17 مَسْحُورًا büyülenmiş س ح ر
 
Müşrikler, aslında alay maksadı taşıyan bu sözleriyle Hz. Muhammed’in sıradan insanlarda görülen özellikleriyle peygamber olamayacağını iddia ediyor; kendisine inanmaları için yanında bu tür beşerî özellikler taşımayan bir melek bulunması ve Resûlullah’ın sürdürdüğü uyarıcılık görevini bu meleğin üstlenmesi gerektiğini veya genellikle yoksulluğun hüküm sürdüğü Mekke şartlarında, kendilerinden farklı olarak Resûlullah’ın krallar gibi özel hazinelere, mülklere sahip olması gerektiğini savunuyor; bunların hiçbiri yokken peygamberlik davasında bulunmasının ancak büyü yapılmış birinin saçmalıkları olduğunu ileri sürüyorlardı. Âyetin sonunda bunlar “zalimler” diye anılmışlardır. Çünkü onlar öncelikle gönül dünyalarından Allah’ı silip, O’nun yerine düzmece tanrılar edinerek onlara bağlanmışlar; lâyık olana kulluk ve itaati bırakıp lâyık olmayana itaat etmişlerdir. İkinci olarak, Hz. Muhammed’in hak peygamber olup olmadığının ölçüsü olarak, onun getirdiği dinin ilkelerinin, insanlığın maddî ve mânevî, bireysel ve sosyal sorunlarını çözmeye elverişli olup olmadığını, ihtiyaçlarına cevap verip vermediğini dikkate almaları gerektiği halde onlar, peygamberlik misyonuyla ilgisi olmayan haksız ve yersiz isteklerde bulunmuşlardır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 110
 

اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ 

 


Fiil cümlesidir.  اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُلْقٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يُلْقٰٓى  fiiline mütealliktir. كَنْز  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

تَكُونُ  damme ile merfû nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَهُ  car mecruru  تَكُونُ ‘nun mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جَنَّةٌ  kelimesi  تَكُونُ ‘nun muahhar ismi olup lafzen merfûdur.  يَأْكُلُ مِنْهَا   cümlesi  جَنَّةٌ ‘ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْكُلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.  مِنْهَا  car mecruru  يَأْكُلُ  fiiline mütealliktir. 

يُلْقٰٓى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


  وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الظَّالِمُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Mekulü’l-kavli  اِنْ تَتَّبِعُونَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَتَّبِعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır. 

رَجُلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مَسْحُوراً  sıfat olup fetha ile mansubdur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَتَّبِعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
 

اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ 

 

Ayet,  اَوْ  atıf harfiyle önceki cümleye atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ , cümledeki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

يُلْقٰٓى  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ ; öncesine matuf olan bu cümle,  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُ  car mecruruتَكُونُ ‘nün mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جَنَّةٌ , muahhar ismidir.

جَنَّةٌ  ve  كَنْزٌ ’daki tenvin, nev, tazim ve kesret ifade eder.

يَأْكُلُ مِنْهَا  cümlesiجَنَّةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede fiiller müspet muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Önceki ayetteki  اُنْزِلَ  fiili ile  يُلْقٰٓى  fiili arasında muzariden maziye geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 


وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً

 

7. ayetteki …قالوا  cümlesine matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bahsi geçen kimselerden, zamir makamında zahir isim zikredilerek bahsedilmesi, onların zalim olduğunu tekid etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلاً مَسْحُوراً  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Zalimlerin sözlerinde çok kararlı ve muhataplarını iknaya çalışmakta çok gayretli olduklarını gösterir.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s sıfat olması da caizdir. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Kasr cümlesinde çoğunlukla olumlu mana açıkça ifade edilirken olumsuz mana zımnen ifade edilir. Bu üslupta îcâz ve mübalağa vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah zalimler derken aynı müşrikleri kastetmektedir; ancak söyledikleri sözde zalim olduklarını tescillemek için, zamir yerine açık lafız kullanılmıştır. (Keşşâf)

مَسْحُوراً , mef’ûl olan  رَجُلاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Zalimlerin sözlerindeki  رَجُلاً  kelimesinin nekre gelmesi, cins ve tahkir amacına matuftur.

Burada  قالو  fiilinden sonra gelen  قَالَ  fiilinde; izhardan - izmar’a geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.