Şuarâ Sûresi 186. Ayet

وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ  ...

“Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değilsin
2 أَنْتَ sen
3 إِلَّا başka bir şey
4 بَشَرٌ bir insandan ب ش ر
5 مِثْلُنَا bizim gibi م ث ل
6 وَإِنْ ve
7 نَظُنُّكَ biz seni sanıyoruz ظ ن ن
8 لَمِنَ -dan
9 الْكَاذِبِينَ mutlaka yalancılar- ك ذ ب
 
Şuayb’ın insanları gerçeğe, doğruluk ve dürüstlüğe çağır­masına karşılık onlar peygamberi büyülenmiş biri olarak tanıtıp onun aklî melekelerini yitirdiğini, şuurunun bozulmuş olduğunu, bu sebeple Allah tarafından peygamber olarak gönderilmesinin mümkün olma­dığını söyleyerek onu halkın gözünde küçük düşürmeye çalıştılar. Ayrıca beşerden peygamber olamayacağı kanaatini taşıdıkları için onun peygamberlik davasında bulunmasını yalancılık olarak değerlendirdiler. Şayet iddiasında samimi ise Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğunu ispatlayacak bir delil getirmesini, meselâ üzerlerine gökten azap yağdırmasını istediler. Ancak Hz. Şuayb onların neye ve hangi azaba lâyık olduklarını Allah Teâlâ’nın daha iyi bildiğini ifade etti. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 171
 

وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır, munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır. بَشَرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

مِثْلُنَا  kelimesi  بَشَرٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ

 

وَ  atıf harfidir.  انْ  tekid ifade eden muhaffefe  انَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.  

نَظُنُّكَ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  car mecruru  نَظُنُّ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir.  الْكَاذِب۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْكَاذِب۪ينَۚ  kelimesi, sülâsi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا 

 

Ayet atıfla gelmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetin ilk cümlesi kasrla tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  اَنْتَ  mevsuf/maksûr,  بَشَرٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Yani, sen beşerden başka hiçbirşey değilsin demek istemişlerdir.

مِثْلُنَا  ibaresi  بَشَرٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Bu cümle, 104. ayetin ilk cümlesinin tekrarıdır. Cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

153-154. ayetler ile 185-186. ayetler arasında atıf  و 'ı dışında bir fark yoktur. Bu farkı inceleyen Zemahşerî, Eyke kavmiyle ilgili olan ve “و “ kullanılan ayetin; sihir ve beşeriyet vasıflarının her ikisinin de peygamberlik nitelikleriyle beraber düşünülmediği bir toplumun inancını yansıttığını belirtir. Atıf kullanılmayan ayet ise Semûd kavminin insanların peygamber olamayacağı yanlış inancına vurgu yapar. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)

Şuarâ Suresinde  اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَ  ayetinden sonraki bölüme bakılırsa; bir ayette fasl yapılırken, diğer ayette ise vasl olduğu görülür. İlk ayette fasl vardır çünkü; ilk ayetteki الْمُسَحَّر۪ينَ  kelimesinin manası, yediği ve içtiği bir ciğeri olduğu; yani insandan başka bir şey olmadığıdır. Araplar bu manada ‘’Senin yiyip içtiğin bir ciğerin olmaktan başka bir özelliğin yok’’ derler. Bu da onun için beşerî bir özelliktir. Yani, sihirlenmek peygamberlere değil, insanlara mahsustur. Bunun için arkadan bu manayı te'kîd eden  مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا  ayeti fasılla gelmiştir. İkinci ayete gelince burada  الْمُسَحَّر۪ينَ  kelimesi sihirlenmiş manasındadır. Yani; ‘’sen bir insansın, dolayısıyla insanların büyülenmesi gibi büyülenmişsin. Eğer peygamber olsaydın büyülenmezdin’’ demek istemişlerdir. Yani ‘’sende peygamberlikle bağdaşmayan iki sıfat var” manasındadır. Dolayısıyla bundan sonra gelen  مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا  ayeti bununla aynı değil, farklı manadadır. Bunun için de vasl yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şayet Semud kıssasında olmadığı halde burada  و  getirilmesi manada farklılığa yol açar mı? (Yani her iki kıssada da geçen مَٓا اَنْتَ  ifadelerinde, Semud’dakinde -153-154. ayetlerde -و ’sız; burada -Şuayb kıssasında- ise و ’lı gelmesi anlama ekstra bir incelik katıyor mu?)  dersen şöyle derim : و  getirildiğinde, onlara göre peygamberlikle bağdaşmayan iki özellik -sihirlenmişlik ve beşerlik- kastedilmiş, “Peygamberin sihirlenmiş olması da caiz değildir, beşer olması da caiz değildir” denilmiş olur. و  terkedildiğinde ise sadece bir özellik kastedilmiş olur ki o da sihirlenmişliktir. Kendileri gibi bir beşer olduğunu daha sonra ifade etmiş olurlar. (Keşşâf)


 وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ

 

Cümle atıf harfi öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  اِنْ  harfi,  اِنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri  ه  olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, onların mahcubiyetlerini belirtmek bakımından latiftir. 

Muhaffefe  اِنَّ ‘nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  إِنَّ ’nin haberi  نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ , nakıs fiil  ظنّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ , nakıs fiil  ظنّ ’nin ikinci mef’ûlune mütealliktir. (Mahmut Sâfî, https://tafsir.app/26/161)  

لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ‘ye dahil olan lâm-ı farika,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile sübut ifade ettiğinden, ilaveten  اِنَّ  ile tekid edilmesi cümlenin anlamını iki kat kuvvetlendirmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şayet  إِنَّ ’nin hafifletilmiş hali olan  اِنْ  ve ona ait olan  لَ , nasıl  ظنّ  fiiline ve  ظنّ ‘nin iki mef‘ûlünden birine (yani  الْكَاذِب۪ينَۚ ‘nin) dağıtılmış? dersen şöyle derim: Bunların asıl kullanımı, mübteda ve habere dağıtılmasıdır ki örneği:  إن زيد منطلق (Zeyd, kesinlikle gitmekte) ifadesidir. Bu iki bab yani  كَان   ve  ظنّ  fiilleri, ‘mübtedâ haber’ babı cinsinden oldukları için aynı şey, (söz konusu) iki babda da yapılarak  إن كان زيد لمنطلقا  ve ان ظننته لمنطلقا  denmiştir. (Keşşâf)

اِنْ  harfi, fiil cümlesinin başına geldiğinde, fiil çoğunlukla nevasıb fiillerinden, mazi sıygasıyla gelir. Bu ayette olduğu gibi bazen de muzari sigasıyla gelir. Cümlede  اِنْ  bulunur ve kendisinden sonra meftuh olan lâm gelirse, şeddeli  اِنَّ ‘den muhaffefedir. (Suyuti/İtkan)