لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ cer mecruru يُؤْمِنُونَ fiili’ne müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَرَوُا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
يَرَوُا fiili ن ‘un hazfiyle mansub muzari fiilidir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَل۪يمَ kelimesi الْعَذَابَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
Ayet müstenefedir. Cümle önceki ayetteki الْمُجْرِم۪ينَ ‘den hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıyga, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki حَتّٰى ile birlikte يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
لْاَل۪يمَ kelimesi الْعَذَابَ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Azabı görmek ifadesinde, istiare vardır. Azap, görülecek değil hissedilecek, yaşanacak bir şeydir.
Bu ayette, (Kur’an’ın yabancıya indirilmesi) ile (suçluya indirilmesi) arasında müzâvece yapılmıştır. Zira her ikisi de acı azabı görünceye kadar iman etmeyecektir. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Keşşâf sahibi şöyle der: "Şayet sen, Cenab-ı Hakk'ın [Biz (küfrü) o günahkârların kalbine öyle bir soktuk ki..] ifadesine göre bu Ona (Kur'an'a) inanmazlar ifadesinin konumu nedir..." dersen, ben derim ki: Bunun konumu, onu izah eden ve açıklayan bir konumdur. Çünkü bu ifade onu beyan etmek ve onların kalplerindeki inkârı tekid etmek için getirilmiştir. Böylece Cenab-ı Hak bu ifadeyi "Onlar, Allah'ın vadettiği azabı bizzat gözleriyle görünceye kadar o Kur'an'ı yalanlamayı sürdürürler..." şeklindeki manayı anlatıp ortaya koyan şeyin peşinden getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)