Şuarâ Sûresi 214. Ayet

وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ  ...

(Önce) en yakın akrabanı uyar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْذِرْ ve uyar ن ذ ر
2 عَشِيرَتَكَ akrabanı ع ش ر
3 الْأَقْرَبِينَ en yakın ق ر ب
 
“Akraba” diye tercüme ettiğimiz aşiret kelimesi, terim olarak kabile karşılığı kullanıldığı gibi kabilenin altında daha küçük bir topluluğu da ifade etmektedir (Yûsuf Halaçoğlu, “Aşiret”, DİA, IV, 9). Önceki âyetlerde Hz. Peygamber’in genel anlamda insanlık için uyarıcı olarak görevlendirildiği ifade edilirken bu âyetlerde de özel olarak akrabalarını uyarması emredilmektedir. Bu buyruk Peygamber’in akrabası olmanın kimseye sorumluluğunu yerine getirmeme gibi bir ayrıcalık kazandırmadığını ifade etmesi bakımından önemlidir. Bu âyet inince Hz. Peygamber Kureyş kabilesine mensup inanan inanmayan, yakın uzak akrabasını veya temsilcilerini Safâ tepesinde toplayarak yakınlarından birinin peygamber olmasının Allah katında kimseye bir fayda sağlamayacağını, her şahsı ancak kendi imanının ve sâlih amelinin kurtaracağını haber vermiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 26). Allah Teâlâ 213-217. âyetlerde Hz. Peygamber’in şahsında bütün müminlere hitap etmekte, dini tebliğ hususunda her müminin kendisine en yakın kimselerden başlamasını emretmekte; özellikle din önderlerinin hakkı tebliğ konusunda başarılı olmaları için kendilerine tâbi olan müminlere kol kanat germelerini yani onlara karşı alçak gönüllü, şefkatli, merhametli olmalarını ve iyi davranmalarını; kendilerine karşı inanç bağlamında düşmanca bir tavır takındıkları takdirde ise onlara sahip çıkmamalarını istemektedir. İsyan eden akrabalardan uzak durmak, gerek Hz. Peygamber’in gerekse diğer din önderlerinin kalplerinde, yakınlarıyla olan münasebetlerinde soğukluk, belki de düşmanlık meydana getirebilir. Bu sebeple Allah önderlerin, karşılaşacakları düşmanca davranışlara aldırış etmemelerini ve Allah’a dayanıp güvenmelerini öğütlemekte, Allah’ın herkesten güçlü olduğuna ve rahmetiyle müminleri düşmanlardan koruyacağına işaret etmektedir. Bazı müfessirler, “Huzurunda durduğun ve secde edenlerle birlikte yere kapandığın zaman seni gören Allah’a güvenip dayan” meâlindeki 218-219. âyetleri “her nerede olursan ol seni gören” şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, XIX, 123-125). Ayrıca “secde edenlerle birlikte yere kapandığın zaman seni gören” ifadesini, “Seni Allah’ın birliğine inanmış olan bir peygamberin sulbünden diğer peygamberin sulbüne nakledip nihayet bu ümmette ortaya çıkaran” şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Şevkânî, IV, 116). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 177-178
 
Dâvete en yakınlarından başlaması emredilen Varlık Nûru -aleyhissalâtü vesselâm-, birgün Safâ Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabîlesine seslendi. Onlar da bu çağrıya icâbet ederek Safâ Tepesi’ne geldiler. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yüksek bir kayanın üzerinden onlara şöyle hitâb etti: “–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?” Onlar da hiç düşünmeden: “–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.[1] Oraya gelmiş bulunan herkesten bilâ-istisnâ bu tasdîki alan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onlara şu ilâhî hakîkati bildirdi: “–O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allâh’a inanmayanların o çetin azâba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim. Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve âilesine zarar vereceğin­den korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir. Ey Kureyş cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de diri­leceksiniz. Kabirden kalkıp Allâh’ın huzûruna varmanız, dünyâdaki her hareketinizin he­sâbını vermeniz muhakkaktır. Netîcede hayır ve ibâdetlerinizin mükâfâtını, kötü işlerinizin de cezâ ve şiddetli azâbını göreceksiniz! Mükâfât ebedî bir cennet; mücâzât da dâimî bir cehennemdir.” (Buhârî, Tefsîr, 26; Müslim, Îman, 348-355; Ahmed, I, 281-307; İbn-i Sa’d, I, 74, 200; Belâzurî, I, 119; Semîra ez-Zâyid, I, 357-359)
 

وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. اَنْذِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

عَش۪يرَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَقْرَب۪ينَ  kelimesi  عَش۪يرَتَكَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْذِرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نذر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ

 

Önceki ayete  وَ ’la atfedilmiş bu ayet, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından tenasüp vardır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  عَش۪يرَتَكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamire muzâf olan عَش۪يرَتَ  şan ve şeref kazanmıştır.

اَقْرَب۪ينَۙ  kelimesi  عَش۪يرَتَكَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَش۪يرَتَكَ - الْاَقْرَب۪ينَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الأمِينُ  ifadesi  عَلى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ المُنْذِرِينَ  sözüne atfedilmiştir. Umumi ifadeden sonra gelen bu husus ifadesi, yapılan tahsisin önemi itibariyledir. (Âşûr) 

En yakın akrabalarını uyar yani en yakından başlayarak onları uyar; çünkü onlarla ilgilenmek çok önemlidir. Rivâyete göre bu ayet inince Efendimiz Safa tepesine çıktı ve onlara kol kol seslendi; onlar da toplanınca: Size şu dağın eteğinde düşman atlıları olduğunu haber versem bana inanır mısınız, dedi? Onlar da: Evet, dediler. O da: Öyleyse ben sizi şiddetli azâp gelmeden önce uyarıcıyım, dedi. (Beyzâvî) 

En yakın hısımlarından maksat, Haşimoğulları ve Abdülmuttalipoğulları’dır. Hz. Peygamber'e en yakın hısım ve akrabalarını uyarmasının emredilmesi, onlarla ilgilenmenin daha önemli olmasından kaynaklanmaktadır. (Ruhu’l Beyan)