فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
فَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَدْعُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. مَعَ mekân zarfı olup اِلٰهاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلٰهاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel öncesinden anlaşılan mahzuf masdara matuf olup mahallen merfûdur. Takdiri; لا يكن منك دعوة لعبادة إله آخر فحصول العذاب لك (Sizden başka bir ilâha kulluk etmeye davet yoktur, yoksa size azap dokunur.) şeklindedir.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مُعَذَّب۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
فَ istînâfiyyedir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu ayette muhatab görünüşte Hz. peygamber olsa da hitap tüm insanlaradır.
اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Masdar-ı müevvel, كان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır. مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ , nakıs fiil كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber'e hitaben [sakın, Allah ile beraber diğer bir tanrı daha çağırma] buyurmuştur, Aslında bu hitap, başkalarınadır. Çünkü hikmet sahibi olan zat, başkasına tekitli bir şekilde hitab etmek istediğinde, bu hitapla maksad esasen hitab edilenin tabileri ise zahiren bu hitap, idareci durumunda olanlara yöneltilir. Bir de Cenab-ı Hak peşi sıra, buna uygun olan hususları bildirmek için bu ifadeyi Hz. Peygamber'e hitaben getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd )
Bu cümlede teşvik ve heveslendirme vardır. Çünkü bu hitap Peygamberin ihlas ve takvasını artırmasına teşvik yoluyla yapılan bir hitaptır. (Safvetü’t Tefasir)
Böyle bir şeyin (Peygamberden sadır) olmayacağını bilmektedir; fakat ihlas ve takvasını artırmak için onu hareketlendirmek istemektedir. [Şayet (o elçi) bazı sözler uydurup da Bize mâl etmeye kalksaydı…”] (Hâkka 69/44) ve [Sana indirdiklerimizden şüphe ediyorsan…] (Yûnus 10/94) ayetlerinde buyurduğu gibi bunda diğer mükellefler için bir lütuf vardır. (Keşşâf)