بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
اَغْنٰى önceki ayetteki رَاَيْتَ ‘nin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. مَٓا istifham ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَغْنٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
عَنْهُمْ car mecruru اَغْنٰى fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel amili اَغْنٰى ‘nın faili olarak mahallen mansubdur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يُمَتَّعُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُمَتَّعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
يُمَتَّعُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
Ayet, 205. ayetteki رَاَيْتَ fiilinin ikinci mef’ûlü olarak fasılla gelmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır.
مَا istifhâm ismi, اَغْنٰى fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Takrirde muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle mazi fiille gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اَغْنٰى fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası, كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ cümlesidir. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُمْ, ihtimam için fail olan ism-i mevsûle takdim edilmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103, Âşûr)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Ayette farklı görevdeki iki مَٓا arasında, tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَغْنٰى - يُمَتَّعُونَۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يُمَتَّعُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayet-i kerîme’de geçen مَٓا lafzı, istifhamiye olup أيَّ شَيْءٍ manasındadır. (Celâleyn Tefsiri)
Bu ayetteki birinci مَٓا takrir anlamını ifade eden bir istifhamdır. Bu, اَغْنٰى fiiliyle nasb mahallindedir. İkinci مَٓا ise ref mahallindedir. Buna göre ayetin manası şu olur: Faydalandırıldıkları şeylerin kendilerine ne faydası olur?
İkincisinin irabdan mahalli olmayan nefy edatı olması da mümkündür. Bu takdirde manası: ‘’Onlara ne faydası olur ki. Onlar faydalandırılıyor değillerdi’’ olur.
Bir diğer görüşe göre birinci nefy edatı, ikincisi ise اَغْنٰى fiili ile ref mahallinde, aid olan هُ ise hazf edilmiştir. İfadenin takdiri de; Kendisinden yararlandırıldıkları sürenin onlara faydası olmaz, şeklindedir. (Kurtubî)
Bu kelam, onların "Bize mühlet verilir mi acaba?" sözlerine terettüp etmektedir. Bu iki kelam arasındaki cümleler, bir ara kelam mahiyetinde olup kınama ve susturma anlamındadır. (Ebüssuûd)
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَٓا nef harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. قَرْيَةٍ lafzen mecrur, mef’ûlü bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا hasr edatıdır.
لَهَا مُنْذِرُونَ cümlesi قَرْيَةٍ ‘nin sıfatı veya hali olarak mahallen mansubdur.
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُنْذِرُونَ muahhar mübteda olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُنْذِرُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
وَ istînâfiyyedir. Cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Mef’ûl olan مِنْ قَرْيَةٍ ’deki مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
مَٓا ve اِلَّا ile oluşmuş kasr, mef’ûlle onun hali arasındadır. Kasr üslubuyla kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olan kasrda قَرْيَةٍ maksûr/mevsuf, لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ maksûrun aleyh/sıfattır.
قَرْيَةٍ ’deki tenvin, kıllet ifade eder. Zaid harf مِنْ kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Olumsuz siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
وَ ‘la gelen لَهَا مُنْذِرُونَ cümlesi, قَرْيَةٍ ’den haldir. Sıfat olduğu da söylenmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat ve hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهَا mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُنْذِرُونَۗۛ , muahhar mübtedadır.
İsm-i fail vezninde gelen مُنْذِرُونَۗۛ , nekre gelerek özel bir nev olduğuna işaret etmiştir.
İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübût (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ [biz herhangi bir beldeyi yok etmedik] cümlesinde mecâz-i mürsel vardır. Zira قَرْيَ 'den maksat oranın halkıdır. (Safvetü’t Tefasir)
Şayet وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّاوَلَهَا كِتاَبٌ مَعْلُومٌ [Biz, hiçbir şehri bilinen bir yazgısı olmaksızın helâk etmedik.] (Hicr 15/4) ayetinde اِلَّا ‘dan sonra وَ zikredildiği halde burada وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَ neden zikredilmemiş? dersen şöyle derim: Aslolan وَ ’ın hazfidir; çünkü cümle قَرْيَةٍ ’nin sıfatıdır. وَ eklendiğinde bu, tıpkı سَبْعَةٌ وَسَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ (Kehf 18/22) ayetindeki gibi sıfat-mevsuf birlikteliğini pekiştirmek için olur. (Keşşâf, Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Peygamberler uyarıcı sıfatıyla ifade edilmişlerdir. Çünkü böyle zikredilmeleri, kavimlerini helak olmakla tehdit etmeleri bakımından en uygun vasıflandırmadır. (Âşûr)
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
ذِكْرٰى۠ۛ kelimesi önceki ayetteki ism-i mef’ûl olan مُنْذِرُونَ ‘nin mef’ûlun lieclihi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
İsmi mef’ûl; Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa ism-i meful de mazi meçhul gibi tercüme edilir.
İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
İsm-i mef’ûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la مُنْذِرُونَ ‘ye matuf veya لَهَا ‘daki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamir كُنَّا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
ظَالِم۪ينَ kelimesi كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ظَالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
ذِكْرٰى۠ۛ , önceki ayetteki ism-i mef’ûl olan مُنْذِرُونَ ‘nin mef’ûlun lieclihi veya مُنْذِرُونَۗۛ ’deki zamirden haldir.
Ya da mahzuf bir mübteda için haberdir. Takdiri; هذه ذكرى (Bu bir öğüttür.) şeklindedir. Bu takdire göre cümle itiraziyyedir.
وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ cümlesi وَ ’la gelen hal cümlesidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كُنَّا ’nin haberi olan ظَالِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır.(Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Diyecekleri bir şey kalmasın diye delille susturulmuşlardır. تذْكِرَةً öğüt vermek için demektir ki mef’ûlun leh yahut mef'ûlu mutlak olarak mahallen mansubdur.
Ya da مُنْذِرُونَۗۛ 'nin sıfatı olarak ذُو ذكري veyahut هُمْ ذِكْري takdiri ile mahallen merfûdur. Son tevcihte hatırlatmada çok ileri gitmiş olunur.
Ya da mahzuf mübtedanın haberidir (هذه الذكري). Cümle itiraziyedir.
[Bizler zalimler olmadık] cümlesi zalimlerden başkasını ya da uyarmadan önce kimseyi helâk etmeyiz demektir. (Beyzâvî)
ظَالِم۪ينَ ‘nin mef’ûlunün hazf edilmesi, ولا يَظْلِمُ رَبُّكَ أحَدًا [Kehf / 49] ayetinde de olduğu gibi genelleme amacıyladır. (Âşûr)
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَنَزَّلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
بِهِ car mecruru تَنَزَّلَتْ fiiline mütealliktir. الشَّيَاط۪ينُ fail olup lafzen merfûdur.
تَنَزَّلَتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
وَ istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
تَنَزَّلَتْ fiiline müteallik olan بِهِ ’deki zamir Kur’an’a aittir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِ , ihtimam için fail olan الشَّيَاط۪ينُ ‘ya takdim edilmiştir.
Bundan önce Kur’an'ın, Hz. Cebrail (as) tarafından indirildiği beyan edilerek hak, tahkik edildikten sonra bu kelam da kâfirlerin, Kur’an hakkında, onun, şeytanın kâhinlerin aklına getirdiği şeyler kabilinden olduğu şeklindeki iddialarını reddetmektedir. (Ebüssuûd)وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَنْبَغ۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُمْ car mecruru يَنْبَغ۪ي fiiline mütealliktir. مَا يَسْتَط۪يعُونَ atıf harfi وَ ‘la مَا يَنْبَغ۪ي ‘ye matuftur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَسْتَط۪يعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَط۪يعُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi طوع ‘dır.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يَنْبَغ۪ي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
Atıfla gelen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ilk cümle وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari sıyga, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen ikinci cümle وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ , ilk cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Nefy harfi مَا ’nın tekrarı olumsuzluğu kuvvetlendirir. Bu cümle de menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا ’nın tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَسْتَط۪يعُونَۜ - يَنْبَغ۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yani Kur’an'ı indirmek şeytanlara düşen bir iş değil ve zaten buna güçleri de asla yetmez. (Ebüssuûd)
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَنِ السَّمْعِ car mecruru مَعْزُولُونَ ‘ye mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَعْزُولُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مَعْزُولُونَ kelimesi, sülâsi mücerredi عزل olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Car mecrur عَنِ السَّمْعِ , siyaktaki önemine binaen amili olan مَعْزُولُونَ ’ye takdim edilmiştir.
İsm-i mef’ûl vezninde gelerek haber olması, لَمَعْزُولُونَۜ ‘nin müteallik almasını mümkün kılmıştır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Tekid lâmı diye isimlendirilen bu lâmın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Çünkü (onlar meleklerin kelâmını) dinlemekten, elbette azledilmişlerdir; çünkü o; zatın arılığında, füyuzat-ı hakkın kabulünde ve manevi suretlerin nakşında ortak olmak şartına bağlıdır. Onların nefisleri ise pistir, karanlık ve bizzat kötüdür; bunu kabul etmez. Kur'an ise öyle gerçekleri ve öyle gaib şeyleri içine alır ki bunları meleklerden başkasından almak mümkün değildir. (Beyzâvî)
السَّمْعِ ifadesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
فَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَدْعُ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. مَعَ mekân zarfı olup اِلٰهاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلٰهاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel öncesinden anlaşılan mahzuf masdara matuf olup mahallen merfûdur. Takdiri; لا يكن منك دعوة لعبادة إله آخر فحصول العذاب لك (Sizden başka bir ilâha kulluk etmeye davet yoktur, yoksa size azap dokunur.) şeklindedir.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir. مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مُعَذَّب۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
فَ istînâfiyyedir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu ayette muhatab görünüşte Hz. peygamber olsa da hitap tüm insanlaradır.
اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
اٰخَرَ kelimesi اِلٰهاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Masdar-ı müevvel, كان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır. مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ , nakıs fiil كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber'e hitaben [sakın, Allah ile beraber diğer bir tanrı daha çağırma] buyurmuştur, Aslında bu hitap, başkalarınadır. Çünkü hikmet sahibi olan zat, başkasına tekitli bir şekilde hitab etmek istediğinde, bu hitapla maksad esasen hitab edilenin tabileri ise zahiren bu hitap, idareci durumunda olanlara yöneltilir. Bir de Cenab-ı Hak peşi sıra, buna uygun olan hususları bildirmek için bu ifadeyi Hz. Peygamber'e hitaben getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd )
Bu cümlede teşvik ve heveslendirme vardır. Çünkü bu hitap Peygamberin ihlas ve takvasını artırmasına teşvik yoluyla yapılan bir hitaptır. (Safvetü’t Tefasir)
Böyle bir şeyin (Peygamberden sadır) olmayacağını bilmektedir; fakat ihlas ve takvasını artırmak için onu hareketlendirmek istemektedir. [Şayet (o elçi) bazı sözler uydurup da Bize mâl etmeye kalksaydı…”] (Hâkka 69/44) ve [Sana indirdiklerimizden şüphe ediyorsan…] (Yûnus 10/94) ayetlerinde buyurduğu gibi bunda diğer mükellefler için bir lütuf vardır. (Keşşâf)
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَنْذِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
عَش۪يرَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَقْرَب۪ينَ kelimesi عَش۪يرَتَكَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذِرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
Önceki ayete وَ ’la atfedilmiş bu ayet, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından tenasüp vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen عَش۪يرَتَكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamire muzâf olan عَش۪يرَتَ şan ve şeref kazanmıştır.
اَقْرَب۪ينَۙ kelimesi عَش۪يرَتَكَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَش۪يرَتَكَ - الْاَقْرَب۪ينَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الأمِينُ ifadesi عَلى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ المُنْذِرِينَ sözüne atfedilmiştir. Umumi ifadeden sonra gelen bu husus ifadesi, yapılan tahsisin önemi itibariyledir. (Âşûr)
En yakın akrabalarını uyar yani en yakından başlayarak onları uyar; çünkü onlarla ilgilenmek çok önemlidir. Rivâyete göre bu ayet inince Efendimiz Safa tepesine çıktı ve onlara kol kol seslendi; onlar da toplanınca: Size şu dağın eteğinde düşman atlıları olduğunu haber versem bana inanır mısınız, dedi? Onlar da: Evet, dediler. O da: Öyleyse ben sizi şiddetli azâp gelmeden önce uyarıcıyım, dedi. (Beyzâvî)
En yakın hısımlarından maksat, Haşimoğulları ve Abdülmuttalipoğulları’dır. Hz. Peygamber'e en yakın hısım ve akrabalarını uyarmasının emredilmesi, onlarla ilgilenmenin daha önemli olmasından kaynaklanmaktadır. (Ruhu’l Beyan)
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Ceneha جنح : جَناحٌ kelimesi kuş kanadı demektir. İnsanın haktan uzaklaşıp başka bir tarafa meyletmesine sebep olan günah جُناحٌ olarak adlandırılmış ve sonradan da her tür günaha جُناحٌ denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 34 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri günah, cenah ve cunhadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Fiil cümlesidir.
اخْفِضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
جَنَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَنِ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle اخْفِضْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اتَّـبَعَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّـبَعَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ car mecruru اتَّـبَعَ ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.
اتَّـبَعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Önceki ayete matuf bu ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından tenasüp vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنِ , harfi-cerle birlikte اخْفِضْ fiiline mütealliktir. Sılası olan اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
مِنَ edatı beyaniyyedir, çünkü ona tabi olanlar içinde din için olan ve olmayan vardır ya da bazı manasınadır, o zaman müminlerden iman etmeye yaklaşanlar ya da dili ile tasdik edenler murad edilmiş olur. (Beyzâvî)
Eğer, peygambere uyanlar müminler olduğu halde aksi de yine böyle iken, daha niçin Cenab-ı Hak, [müminlerden sana tabi olanlara…] demiştir? denirse, buna şu şekilde cevap veririz: Biz, Peygamber'e uyanların sadece müminler olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü akrabalarından da pek çoğu, peygambere din için değil, akrabalık ve nesep sebebiyle uyuyorlardı. (Keşşâf)
Bu müminlerden murat, ya bütün müminlerdir, yahut iman etmek üzere olanlardır, ya da yalnız diliyle tasdik edenlerdir. (Ebüssuûd)
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ tabiri istiaredir. İstiâre-i mekniyye-i tahyiliyyedir. Metafor, yavrularını korumak için üzerlerine kanatlarını indiren bir kuşun hareketine teşbihe dayanmaktadır. Bununla kastedilen, “Onlara yumuşak davran, onlara yumuşak davranmaya devam et.” anlamıdır. Allah Teâlâ burada خفض الجناح (kanat indirme) tabirini Arapların sözlerine karşılık olarak ifade buyurmuştur. Onlar, öfkelenen birisinin hiddet ve sertliğini tasvir etmek üzere قَدْ طَارَ طَيْرُهُ َ هَفَا حِلْمُهُ وَقَدْ طَاشَ وَقَارُهُ (Adamın kuşları uçtu, dengesi bozuldu, vakarı gitti.) derler. Şu halde قَدْ خَفَضَ جَنَاحِهِ (Kanadını indirmiştir.) denildiğinde bununla kastedilen, insanın yumuşak kalplilikle ve öfkelendiğinde öfkesine hakimiyetle nitelendirilmesidir. Bu ise onun öfkesinin uçması (kabarması), gazabının sıçraması ile nitelenmesinin zıddıdır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Beyzâvî ayetin tefsirinde şöyle der: Bu ifadenin manası müminlere karşı yumuşak ol şeklindedir. Kanadını indir sözü, kuşun, konmak istediği zaman kanadını indirmesinden müsteardır (istiâre yapılmıştır).
Yani Allah Teâlâ, burada tevazu ve yumuşaklığı, kuşun, konmak istediği zamandaki kanadını indirmesine benzetmiştir. Ve istiâre-i tasrîhiyye olmak üzere, indirmek manasındaki حفض lafzı, müşebbeh (tevazu ve yumuşaklık) için kullanılmış ve sonra حفض َkelimesinden اخْفِضْ (indir) emri türetilmiştir.
Bu durumda burada müşebbeh hazf edilip müşebbehün bih açıkça zikredildiği için istiâre-i tasrîhiyye, müstear lafız fiil cinsinden olduğu için de istiâre-i tebeiyye vardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
"Kanadını indir." Kanat indirmek alçak gönüllülükle merhamet ve şefkat manasına istiaredir. (Elmalılı, Âşûr)
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.
عَصَوْكَ fiili şart olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte بَر۪ٓيءٌ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
فَ atıf harfiyle 213. ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından tenasüp vardır.
Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan عَصَوْكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte بَر۪ٓيءٌ ‘e mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ [Muhakkak ben yaptıklarınızdan uzağım] yani sizin bana isyan etmenizle benim bir ilgim yoktur. Çünkü onların yüce peygambere isyan etmeleri, Yüce Allah'a isyan etmeleri demektir. Zira Peygamber (sav) ancak Allah'ın razı olacağı şeyleri emreder. Peygamberin uzaklaştığı kimseden Allah da uzaklaşır. (Kurtubî)وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la اَنْذِرْ ‘e matuftur. Fiil cümlesidir.
تَوَكَّلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَلَى الْعَز۪يزِ car mecruru تَوَكَّلْ fiiline mütealliktir. الرَّح۪يمِۙ kelimesi الْعَز۪يزِ ‘in sıfatı olup lafzen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَكَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
عَز۪يزِ ve الرَّح۪يمِۙ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
Atıfla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. …أنذر cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından tenasüp vardır.
الرَّح۪يمِ kelimesi الْعَز۪يزِ ’nin sıfatıdır. Allah Teâlâ’nın Azîz ve Rahîm sıfatlarının seçilmesi, lafızla siyak uyumu olan teşâbüh-i etrâf sanatının güzel örneklerindendir.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
الْعَز۪يزِ - الرَّح۪يمِۙ kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Fahreddin Râzî şöyle der: Ayette, Allah'ın الْعَز۪يزُ (güçlü) sıfatının الرَّح۪يمُ۟ (merhametli) sıfatından önce gelmesinin sebebi şudur: Akla gelebilir ki Allah, onları cezalandırmaktan aciz olduğu için merhametlidir. İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için üstün ve güçlü manasına gelen الْعَز۪يزُ sıfatı zikredilmiş, böyle olmasına rağmen kullarına merhametli olduğu bildirilmiştir. Çünkü merhamet, üstün güçle birlikte bulunduğunda daha etkili olur.
Tevekkül, kişinin işini, o işi yapabilecek ve kendisine fayda ve zarar verebilecek kimseye bırakması demektir. Ayet "izzeti, kudreti ile düşmanlarını ezecek, rahmeti ile onlara karşı sana yardım edecek Zat'a güven" demektir. (Fahreddin er-Râzî)اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl الْعَز۪يزِ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَرٰيكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرٰيكَ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ح۪ينَ zaman zarfı يَرٰيكَ fiiline mütealliktir.
تَقُومُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
Fasılla gelen ayet, önceki ayetteki الْعَز۪يزِ için ikinci sıfat konumundadır. Has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ي ‘nin sılası olan يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُ cümlesi, müspet muzari fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Zaman zarfı ح۪ينَ ’nin müteallakı يَرٰيكَ fiilidir. Muzâfun ileyh konumundaki تَقُومُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
O seni kalkınca da görür ifadesi müfessirlerin çoğunluğunun yani İbn Abbâs ve diğerlerinin görüşüne göre ‘’namaza kalktığın zaman’’ demektir. Mücahid ise: ‘’Nerede olursan ol, kalktığın zaman’’ anlamındadır der. (Kurtubî)وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la يَرٰيكَ ‘nin mef’ûl olan zamirine matuf olup mahallen mansubdur.
تَقَلُّبَ muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي السَّاجِد۪ينَ car mecruru masdar olan تَقَلُّبَ ‘ye müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
السَّاجِد۪ينَ sülâsi mücerredi سجد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
Ayet, önceki ayetteki يَرٰيكَ fiilinin mef’ûlüne matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.
فِي السَّاجِد۪ينَ car mecruru, تفعّل babından, masdar veznindeki تَقَلُّبَ ‘ye mütealliktir. Masdar bütün cinslere delalet eder.
فِي السَّاجِد۪ينَ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla السَّاجِد۪ينَ içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü secde edenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun önemini tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
السَّاجِد۪ينَ ile kastedilen namaz kılanlardır. Cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
تَقَلُّبَ ifadesinde istiare vardır. Çünkü bununla kastedilen, Hz.Peygamber’in rükûya varmak, secde etmek, kıyamda durmak ve oturmak suretiyle namaz kılanlar arasında dolaşmasıdır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
تَقَلُّبَ ifadesi, نُقَلِّبُكَ şeklinde de okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olaraak mahallen mansubdur.
هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ isim cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir اِنَّ ‘nin ismini tekid eder.
السَّم۪يعُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
السَّم۪يعُ ve الْعَل۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
Munfasıl zamir, اِنَّ ’nin ismini tekid için gelmiştir. (Mahmud Safî, Âşûr)
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.
"O, senin söylediklerini hakkıyla duyan, niyet edip yaptıklarını hakkıyla bilendir" demek olup Cenab-ı Hakk'ın semî olmasının, duymak suretiyle bildiği şeylerden başka birşey olduğuna delalet eder. Aksi halde alîm lafzı, zaten bu manayı ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ifadesindeki fasıl zamiri takviye içindir. (Âşûr)هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
İstifhâm harfidir. هَلْ : Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
اُنَبِّئُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi عَلٰى harf-i ceriyle تَنَزَّلُ fiiline mütealliktir.
تَنَزَّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الشَّيَاط۪ينُۜ fail olup lafzen merfudur.
اُنَبِّئُكُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. تَنَزَّلُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَلْ inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu soru, haberin söylenmesine izin verilen bir şey olduğu manasında kinaye olarak kullanılmıştır. Onun için durumun gerçekleştiğine işaret eden هَلْ istifham harfi tercih edilmiştir. Çünkü bu harf قَدْ ve mukadder bir istifham manasında hemze ifade eder. Mana أُنَبِّئُكم إنْباءً ثابِتًا مُحَقَّقًا (Size sabit ve doğrulanmış haberler söylüyorum) şeklindedir. Cevap beklenen hakiki bir soru değildir. (Âşûr)
نَبأ , büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zann-ı galib oluşan haberdir. Bu iki özelliği taşımayan habere نَبأ denmez. نَبأ diye tanımlanan haberin hakkı, yalandan arınmış olmasıdır. (Müfredat) Her نَبأ haberdir, fakat her haber نَبأ değildir.
مَنْ , istifham edatı, mecrur mahalde olup تَنَزَّلُ fiiline mütealliktir.
تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُ cümlesi اُنَبِّئُكُمْ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ ifadesinde soru edatı cümlenin başında olduğu halde istifham anlamı içeren مَنْ ’in önüne nasıl harf-i cer getirilebilmiş? Dikkat edersen, على أ ذيدٍ مَرَرْتَ demez de, أعلى ذيدٍ مَرَرْتَ ?” dersen şöyle derim: İçermek demek, ismin isim ve harf olmak üzere iki manayı birden içermesi demek değildir. Bunun anlamı şudur: İfadenin aslı أ مَنْ ’dir; istifham harfi hazf edilmiştir. Tıpkı aslı آ هَلْ olan kelimeden Hemze’nin atılıp هَلْ olması gibi hazif üzere kullanıma devam edilmiştir. O halde sen de مَنْ ’in önüne harf-i cer getirdiğin zaman, harf-i cerden önce -içinden- bir Hemze takdir et. Tıpkı أعلى ذيدٍ مَرَرْتَ (Zeyd’e mi uğradın?) dediğin gibi ayette de sanki أعلى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّياطِينُ (Şeytanlar kime iniyor) demiş olursun. (Keşşâf)
Bu ayette muhataplara şeytanların kendisine uğradığı kişiyi haber vermeyi isteyip istemedikleri sorusunu yöneltmek söz konusu değildir. Çünkü bir sonraki ayette [Onlar, her günahkâr yalancıya inerler] manasındaki (Şu’ara /222) ifadesine yer verilerek sorunun cevabı, müstefhim tarafından verilmiştir. Halbuki müstefhim, sorduğu sorunun cevabını ancak herkes tarafından bilindiği zamanlarda verir. Burada ise cevap herkes tarafından bilinecek kadar belli değildir. Demek ki bu ifadeden, soru sormak değil de tevbih ve tekzip kastediliyor. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
Ayet, ilk تَنَزَّلُ ‘den bedel olarak gelmiştir.
تَنَزَّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. عَلٰى كُلِّ car mecruru تَنَزَّلُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اَفَّاكٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَث۪يمٍ kelimesi اَفَّاكٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنَزَّلُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَفَّاكٍ - اَث۪يمٍۙ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
Önceki ayetteki تَنَزَّلُ fiilinden bedel olan bu ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
Allah Teâlâ, önceki ayetteki sorunun cevabını vermiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَث۪يمٍ kelimesi, اَفَّاكٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَفَّاكٍ - اَث۪يمٍۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki اَث۪يمٍۙ sıfatı, اَفَّاكٍ ‘i nitelemek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ [Çok yalan söyleyen, çok günahkâr] kipleri çokluk ifade eden kiplerdir. Zira فَعَالٌ ve فَعيِلٌ kalıpları mübalağa kiplerindendir. اَفَّاكٍ ’deki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.
تَنَزَّلُ fiili تفعّل babındadır. تَ ‘lerden biri tahfif nedeniyle hazf edilmiştir..
Yani şeytanlar, çok iftira etmek ve çok günah işlemek vasıflarına sahip olan kâhinlere ve yalancı peygamberlere inerler; başkalarına ise inemezler. Peygamberimizin sahası, bu vasıfların şaibesinin bile, etrafında dolaşmaktan münezzeh olduğuna göre, şeytanların, onun üzerine inmesinin imkansız olduğu gerçeği apaçık olarak anlaşılmış olur. (Ebüssuûd)
Burada كُلِّ ifadesi, teksir(çokluk) manasında kullanılmıştır.(Âşûr)
Bu ayette; تَنَزَّلُ (İnerler) denilmesi, çoğunlukla onların havada oluşlarından ve rüzgâr arasında gidip gelmelerinden dolayıdır. (Kurtubî)
Allahu Teâlâ bu ayetlerde, Kur'an-ı Kerim'i Resulullah'ın uydurduğunu ve şeytanın vesvesesi ile ortaya çıkardığını iddia eden müşriklere cevap veriyor. Şeytanların, ancak iftiracı ve yalancı kişilere vesvese verebileceklerini, zira şeytanların, kendilerini dost edinenlere musallat olacaklarını beyan ediyor. (Taberî)
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
يُلْقُونَ fiili الشَّيَاط۪ينُ ’nün hali olarak mahallen merfudur veya اَفَّاكٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُلْقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. السَّمْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَكْثَرُهُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَاذِبُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُلْقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَاذِبُونَ sülâsi mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Önceki ayette geçen الشَّيَاط۪ينُ ’den, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ cümlesi makabline matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010 S. 190 191)
Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada kulak verirler ifadesi şeytanların sıfatlarıdır. Onların çoğu ise kâhinlere racidir, şeytanlara raci olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
Şayet يُلْقُونَ ‘nin îrabdaki konumu nedir?” dersen şöyle derim: Hal olarak mansub konumda olması caizdir; yani kulak kabartıcı olarak inerler. Veya كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ ifadesinin sıfatı olarak cer konumundadır; çünkü كُلِّ اَفَّاكٍ çoğul anlamındadır. Yahut cümleye onunla başlanıldığından dolayı, bir mahalli olmaması da caizdir; sanki (Palavracılara niçin inerler?) (İstinaf cümleleri, mukadder bir soruya cevap niteliğindedir) denmekte; (Şöyle şöyle yaparlar) diye cevap verilmektedir. (Keşşâf)
إلْقَي السَّمْعَ ifadesi iki tevilden birine göre istiâredir. O da bu istiare ile yer halkından bazılarını doğru yoldan saptırmak amacıyla süsleyip püsleyecekleri, batılı hak gösterecek şekilde değiştirecekleri gök haberlerini işitmek için kulaklarını meşgul etmeleri, dinlemeyi sürdürmelerinin kastedildiğidir. Halbuki onlar, bunları işitmekten ve bilmekten uzaktırlar. Bu ifade söz sahibinin, diğerine, ألْقَيْتُ إلَيْكَ السَمعَ (Sana kulak verdim) demesi gibidir ki kulağımı senin konuşmana verdim, onu senin konuşmanı dinlemenin dışında hiçbir şeyle meşgul etmedim demektir.
Ayetin diğer tevili ise buradaki işitmenin (السَّمْعَ) işitilen şey (مسموعَ) anlamında olmasıdır. Tıpkı علم ‘in (bilmek, bilgi) معلوم (bilinen şey) anlamında olması gibi. Buna göre ayetin tevili şöyle olur: Şeytanlar, Mele-i a'ladan işittiklerini iddia ettikleri haberleri, vesvese yoluyla ve şeriati kötülemek amacıyla Hz. Peygamber’in -ona ve ehline selam olsun- düşmanlarından olan bir müfteri ve günahkâra aktarırlar. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Eğer, "Cenab-ı Hak, onların her birinin yalancı olduklarını bildirdikten sonra, daha niçin, Onların çoğu yalancıdır buyurmuştur" denilirse, ben derim ki: اَفَّاكٍ , hep yalan söyleyen manasında değil, çoğu zaman yalan söyleyen demektir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, onların cinlerden şeytanlardan naklettikleri şeyler hususunda, söyledikleri sözlerinin bazısının doğru olduğunu, ama çoğunun bir iftira olduğunu bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
وَ istînâfiyyedir. الشُّعَرَٓاءُ mübteda olup lafzen merfûdur. يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
الشُّعَرَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَّبِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْغَاوُ۫نَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يَتَّبِعُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
الْغَاوُ۫نَۜ sülâsi mücerredi غوي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
Ayete dahil olan وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الشُّعَرَٓاءُ mübteda, يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ da onun haberidir. Anlamı şudur: Uyduran, yalan söyleyen, boş konuşan, haksız yere hicveden, kişilerin haysiyetiyle oynayan, nesepleri kötüleyen, kadınlarla ilgili şiir söyleyen, cilveleşen, caka satan, övülmeyi hak etmeyen kimseleri öven şairlere sadece bu konuda onları onaylayan, onların sözüyle coşan azgınlar, aptallar ve ahlaksızlar uyar! (Keşşâf)
Müsnedün ileyhin fiil cümlesi olarak gelen müsnede takdim edilmesi, müsnedün ileyhin öneminin belirtilmesi ve bu mananın güçlendirilmesi, dikkatleri yalnızca ona çekmek içindir. Burada ifadenin konumu itibariyle hasra ihtiyaç yoktur, çünkü eğer onların, peşlerinden gidenler azgın kimseler ise, o halde bu tabiilerin içerisinde salihler bulunmamaktadır. Çünkü meclislerin özelliklerinden birisi de, içerisinde bulunanları aynı gidişatta birleştiriyor olmasıdır. (Âşûr)
Bundan önce o kâfirlerin, Kur’an'ın, şeytanların kâhinlere ulaştırdıkları batıl kabilinden olduğu şeklindeki sözleri, onların hallerinin Peygamberimizin hallerine zıt olduğu beyan edilerek çürütüldükten sonra burada da, onların Kur’ân-ı Azîm hakkında onun şiir kabilinden olduğu ve Resulullah'ın (sav) da şairlerden olduğu şeklindeki söylemleri, şairlerin hallerinin, Peygamberimizin haline zıt olduğu beyan edilerek çürütülmektedir. (Ebüssuûd)
الشُّعَرَٓاءُ (Şairler) kelimesi شاعر ‘in çoğuludur. "Cahil" kelimesinin çoğulunun, جهلاء şeklinde gelmesi gibi. İbn Abbâs dedi ki: Burada kastedilenler kâfirlerdir, onlara cin ve insanlar arasından sapık olanlar "uyar."
"Azgınlar (el-ğâvûn)"ın haktan uzaklaşmış olanlar anlamında olduğu söylenmiştir. Böylelikle şairlerin de aynı şekilde azgın kimseler olduklarını göstermektedir. Çünkü şairler azgın kimseler olmasalardı, kendilerine uyanlar da onlar gibi olmazdı. (Kurtubî)
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
Hemze istifhâm harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel تَرَ fiilinin mefûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ف۪ي كُلِّ car mecruru يَه۪يمُونَۙ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. وَادٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَه۪يمُونَۙ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَه۪يمُونَۙ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
Ayet, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıyga cümleye istimrar, teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır.
Hemze takriri istifham harfidir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’an'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر tabirinin de çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifham ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’an’ın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Musa, Gâfir Sûresi Belâgî Tefsîri, S. 343)
Masdar cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي كُلِّ وَادٍ , müteallakı olan haber يَه۪يمُونَ ‘ye siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen takriri mana taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrîr: Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَادٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir içindir. Teksir kemiyet bakımından, tahkir ise keyfiyet bakımından düşüklüğü ifade eder.
Şairlerin kullandıkları üslup anlamına gelen ف۪ي كُلِّ وَادٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Zarfiyyet manası olan ف۪ي harfi sebebiyle وَادٍ , içi olan bir şeye benzetilerek bu konudaki aşırılıklarına işaret edilmiştir.
Vadi ve vadiye dalma kavramlarının zikredilmesi, şairlerin düşüncedeki aşırılıklarına ve haddi aştıklarına bakmadan her konuda bilir bilmez atıp tuttuklarından kinayedir. (Keşşâf)
Müsteâr وَادٍ kelimesidir, hissîdir. Müstearun leh şairin tuttuğu yoldur, aklîdir. Temsîlî bir istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
هَياَماً ف۪ي كُلِّ وَادٍ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, -Allahu âlem- şairlerin söyledikleri söz ve şiirlerinde çeşitli anlatım tarzlarını ve türlü ifade yollarını kullanmalarıdır. Bir kimsenin arkadaşına, görüşünün farklı veya onun sözünden uzak olduğunu belirtmek üzere أنا ف۪ي وَادٍ وَ أنْتَ ف۪ي وَادٍ (Ben bir vadide, sen bir vadi de) demesi gibidir ki (Ben bir yolda gidiyorum sen bir yolda gidiyorsun) demektir. Arapların فَلاَنٌ
يَحُبُّ مَعَ كُلِّ رِيحٌ يَتِرُ بِكُلِّ جَناحٍ (Falanca her rüzgârla eser, her kanatla uçar) sözleri de bu ifadeye benzemekte olup her kılavuzun ardına düşer, her seslenene cevap verir demektir. Denildiğine göre bu ifadenin anlamı, şairin, övgü, yergi, azık talebi (istizâde), sitem (ıtab), gazel, nesib, teşbib ve mersiye gibi söz çeşitlerini kullanmasıdır ki böylece bu söz çeşitleri, dere dere vadilere ve çeşitli yollara benzetilmiştir. Şairlerin bu şiir konularında serserice dolaşmak (ألْهَيَمًا ) ile nitelenmesi, onların türlü söz çeşitlerini kullanma, bu kullanımı son noktasına kadar götürme becerilerini anlatan ileri derecede mübalağa ifadesidir. Çünkü Yüce Allah’ın serserice dolaşırlar (يَه۪يمُونَۙ ) ifadesi, bu anlamdaki koşarlar (يَسْعُونَ) ve giderler ( هَياَماً ) ifadelerinden daha edebi bir anlatımdır. Üstelik serserice dolaşma (هَياَماً), kâmil aklı ve ağırbaşlılığı olmayan kimsenin niteliğidir ki bu, sağlam akıl, vakar ve hilim sahibi olan kimsenin vasıflarına aykırıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
أَنَّ ve masdar-ı müevvel atıf harfi وَ ‘la ilk masdar-ı müevvele matuftur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
يَقُولُونَ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَقُولُون fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki هُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ cümlesi, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan يَقُولُونَ cümlesinin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt (yenilenme, zaman zaman tekrarlanma) ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan لَا يَفْعَلُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِلَّا | ancak hariç |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | وَذَكَرُوا | ve ananlar |
|
7 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
8 | كَثِيرًا | çokça |
|
9 | وَانْتَصَرُوا | ve üstün gelmeğe çalışanlar |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | بَعْدِ | sonra |
|
12 | مَا |
|
|
13 | ظُلِمُوا | kendilerine zulmedildikten |
|
14 | وَسَيَعْلَمُ | ve yakında bileceklerdir |
|
15 | الَّذِينَ | kimseler |
|
16 | ظَلَمُوا | zulmeden(ler) |
|
17 | أَيَّ | nasıl |
|
18 | مُنْقَلَبٍ | bir devrimle |
|
19 | يَنْقَلِبُونَ | devrileceklerini |
|
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ
اِلَّا istisna edatıdır. İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
ذَكَرُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. ذَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَث۪يراً mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْتَصَرُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مِنْ بَعْدِ car mecruru انْتَصَرُوا fiiline mütealliktir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
ظُلِمُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
وَ atıf harfidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيَّ istifham ismi, amili يَنْقَلِبُونَ olan mef’ûlü mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. مُنْقَلَبٍ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. يَنْقَلِبُونَ fiili, يَعْلَمُ ‘nun ikinci mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
يَنْقَلِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَنْقَلِبُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil infiâl babındadır. Sülâsîsi قلب ’dir.
مُنْقَلَبٍ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i mef'ûludur.
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ
Önceki ayetten istisna edilen bu ayette de mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müstesnanın ism-i mevsûlle ifade edilmesi bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında o kimselere tazim ifade eder.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ ve وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً ve وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا cümleleri, sılaya, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi مَا ‘nın sılası olan ظُلِمُواۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ظُلِمُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cenab-ı Hak şu dört vasfı taşıyan şairleri, önceki ayetlerde kötü özelliklerini saydığı şairlerden istisna etmiştir: İman edenler, salih amelde bulunanlar, Allah'ı çok zikredenler, zulme uğratıldıktan sonra öcünü alanlar.
الَّذ۪ينَ ’de cem’ edilen müstesna şairlerin özelliklerinin sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.
انْتَصَرُوا - ظَلَمُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
وَ ’la, 224.ayetteki …الشعراء يتّبعهم cümlesine atfedilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder.
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُٓوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham ismi اَيَّ ; amili يَنْقَلِبُونَ olan mef’ûlu mutlaktan naib olarak gelmiştir. اَيَّ ’nin muzâfun ileyhi olan مُنْقَلَبٍ ’deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan يَنْقَلِبُونَ cümlesi, سَيَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
سَ , istikbal harfidir. Yakın gelecek bildiren bu harf, muzariye dahil olur. Bu ayette olduğu gibi siyak vaîd bildiriyorsa tekid ifade eder.
مُنْقَلَبٍ - يَنْقَلِبُونَ ve ظُلِمُواۜ - ظَلَمُٓوا kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَيَعْلَمُ - عَمِلُوا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
Bu cümle haberi isnad formunda gelmiş olmasına rağmen çok şiddetli bir tehdit ve pek kuvvetli bir vaîd anlamı taşıması sebebiyle lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
مُنْقَلَبٍ (devrilecek yer) ile مرجع (dönüş yeri) arasındaki farka gelince, مُنْقَلَبٍ içinde bulunduğu halin zıttına geçiştir. مرجع ise içinde bulunduğu halden daha önce bulunduğu hale dönüş demektir. Dolayısıyla her bir dönüş yeri مرجع de مُنْقَلَبٍ (devrilecek yer) demek olur. Fakat her مُنْقَلَبٍ , bir مرجع değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bunu da el-Maverdî zikretmiştir.
اَيَّ (Nasıl) lafzı يَنْقَلِبُونَ ile nasb edilmiştir ve masdar manasınadır. Bunun ‘’bileceklerdir’’ anlamındaki lafız ile nasb olması caiz değildir. Çünkü bu edat ile diğer istifham edatlarında nahivcilerin naklettiklerine göre makabli yani kendisinden önceki amiller amel etmezler. Nehhâs dedi ki: Bu hususta gerçek şudur: İstifham bir manadır, onun makabli de bir başka manadır. Eğer makabli onda amel edecek olursa bu sefer manalar birbirine karışır (içinden çıkılamaz). (Kurtubî)
Ayet sonlarında يَه۪يمُونَۙ - يَفْعَلُونَۙ - يَنْقَلِبُونَ , kelamın güzelliğini artıran mürâât-ı fasıla sanatı vardır.
ظُلِمُواۜ (zulme uğradılar) - ظَلَمُٓوا (zulmettiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Allah Teâlâ sureyi öyle bir ifade ile sona erdirmiştir ki ondan daha ürperticisi, daha korkutucusu yoktur; işin ilerisini düşünenlerin kalbini ondan daha fazla yaralayan, işin arka-planını düşünenlerin yüreğini ondan çok dağlayan yoktur… Bu da [Yakında öğrenecek!] ifadesi ve bundaki etkili tehdit, zulüm edenler ifadesi ve bunun mutlak bir şekildeki kullanılması; [nasıl bir devrilişle devrilecekler] ifadesi ve bunun müphem olarak getirilmesidir. (Keşşâf)
Bu sayfada olduğu gibi surenin bütününde, ayet sonlarındaki kelimeler ağırlıklı olarak cemi müzekker salim kalıplarında gelerek, harika bir seci ahengi oluşturmuştur
Surenin sonunda hüsn-i intihâ sanatı vardır. Hüsn-i intihâ; mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir.
Ayeti kerime’nin son bölümünde, zulmedenlerin akıbetlerinin korkunç olduğu beyan ediliyor. Zalimin, sonunda, yaptığı zulmün cezasını çekeceği açıklanıyor. (Taberî)
Kurtubi, bu surenin ve Nur Suresinin tefsirinde, şiirin iki hali arasındaki farkı açıklamıştır. Aynı şekilde bu konuyu, Şeyh Abdul Kahhar El-Cürcani’de Delailül El-İ’caz kitabının ilk bölümünde izah etmiştir.
Bu hususta, yani şair ve şiirlere bakışımızda dikkat edilmesi gerekenler, şiirdeki gizli ve açık manalar ile şairlerin hususiyetleridir. İslam alimleri, Arapların ve onlardan sonrakilerin şiirlerine ciddi derecede önem vermişler, halen de vermektedirler. İşte bu şiirler, Arap dilinin belâgat ve fesahatine meth-ü sena ile birlikte bir özendirme ve teşvik barındırmaktadır. Bu durum ise Kur'an'ı Azimüşşanın belâgatını anlama ve kavrama noktasında meşru bir gayeye hizmet etmektedir. (Âşûr)
Yeryüzünde, Allah’ın rahmeti ile, insan için yanlışlardan geri dönüş kapısı açıktır. Kapandığı zaman dönmeyenlerin pişmanlığı faydasızdır. Onlar ki; Dünyalık heveslere kapılıp, mahşerde hepsinin geçici oluşunu idrak eder ve eli boş çıkar. Dünya yolunda karşısına çıkan hakikat davetlerine yüz çevirip, icabet etmeyişine ağlar. Zamanında yaptığı haksızlıklardan ve işlediği günahlardan yırttım sanıp, onların hesabıyla baş başa kalır. Türlü bahanelerin arkasına gizlenip, ibadetlerine zaman ayırmamanın ağırlığında ezilir. Kapandığı zaman kalbi Allah’a dönük olanların sevinci başkadır. Onlar ki; Dünyalık nimetlerden helaliyle faydalanıp, ahiret için yaptığı hazırlığın karşılığını da alır. Dünyanın ve nefsinin vesveselerinden Allah’a sığınıp, Allah’ın sınırlarına uymanın mutluluğunu yaşar. Karşısına çıkan hakikate yaklaştırıcı fırsatları değerlendirip, Allah’ın rızasına kavuşma heyecanıyla bekler. Allah yolunda yaşayıp, O’nun merhameti ile ahirette sona eren tasa ve üzüntüleri için hamd eder.
Ey her şeyi işiten ve bilen Allahım! Bizi, sevdiklerimizi, ailelerimizi ve bütün müslümanları dosdoğru yoluna ilet. Bizi affet. Kalplerimizdeki imanı ve yolundaki adımlarımızı sağlamlaştır. Bize; Sana hakiki manada güvenmenin huzuruna ulaştır. Bizi; hakikate kulak verenlerle, Sana ihlasla secde edenlerle ve samimiyetle tövbe edenlerle beraber kıl.
Amin.
***
Yanlış işlerin yapıldığı yerlerden ve onları yapan kişilerden uzaklaşmak irade ister. Bunu başarmak, kalbini korumak isteyen bir mümin için önemlidir. Her ne kadar dünyalıklara meyil eden nefsi, kendisini koruyabileceğini iddia etse de doğru seçimin hangisi olduğu bellidir.
Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şeytanların kendilerine benzeyenlere yani yalancılara, iftiracılara ve günah işlemekten çekinmeyenlere yaklaştığını buyurur. Bunu bilen bir müminin ise bu tür ortamlarda ısrarla isteyerek bulunması imanının barındığı kalbine yaptığı bir haksızlıktır.
Kişinin, zamanla gözleri ve kulakları Allah’ın emirlerine aykırı davranılmasına alışır. Sanki havuza girmeyeceğini söyleyip havuzun kenarında yürümeye devam eden, yorulunca oturup ayaklarını suyun için daldıran gibidir. Bir an gelir, nasıl olduğunu anlamadan kendisini suda bulur.
Bir müslümanın ayakları daima sağlam basmak için çabalamalıdır. Yürüdüğü yolda, maddi ve manevi engellere karşı uyanık olmalıdır. Gittiği mekanlar ve görüştüğü insanlar hakkında seçici davranmalıdır. Herkesle görüşüp, her fikre kabul demek kimseyi daha üstün kılmamaktadır.
Allah rızası için seçici olmak belki de bir müslümanın süsüdür. Yani Allah’a daha iyi bir kul olmak isteyen kişinin ilk yapması gerekenlerden biri, dış dünyadan içeriye taşıdıklarını gözden geçirmek olmalıdır. İşittiklerini ve gördüklerini kontrol edemediğinde de algı açısını değiştirmelidir.
Ey Allahım! Bizi şeytanın bulunduğu yerlerden ve yaklaştığı kişilerden muhafaza buyur. Şeytandan ve şeytanın şerrinden Sana sığınırız.
Bizi Sana layık bir kul olmak için elinden geleni yapanlardan eyle. Senin rızanı gözeterek bakanlardan ve dinleyenlerden eyle. Bulunduğumuz her yerde bizi Sana ulaştıracak şekilde etrafını algılayanlardan ve Seni ananlardan eyle.
Seçim yapmamız gerektiğinde doğruyu seçenlerden olmamız için merhametinle yol göster. Bize, Sana itaati muhabbetin ile kolaylaştır, nurun ile eksikliklerimizi gider ve mağfiretin ile günahlarımızı bağışla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji