قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبُّ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri هو ‘dir. Aynı zamanda muzâftır. الْمَشْرِقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمَغْرِبِ atıf harfi وَ ‘la الْمَشْرِقِ ‘a matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la الْمَشْرِقِ ‘a matuftur.
بَيْنَهُمَا mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri; فَآمَنُوا بِهِ وَحْدَهُ (Ve O’nu tevhid ile iman ettiler.) şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَعْقِلُونَ fiili, كُنْتُمْ ‘ün haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayet, Hz. Musa’nın, Firavun’a cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlinde icâz-ı hazif sanatı vardır. رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ ifadesi, takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّ الْمَشْرِقِ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması, الْمَشْرِقِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Cümlede müsnedün ileyh, bir sorunun cevabında (isti'naf cümlelerinde) hazf edilebilir. Fakat bu ayette, müsnedün ileyhin o olduğu son derece açık olduğu için hazf olunmuş olması daha beliğdir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , muzâfun ileyh olan الْمَشْرِقِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şayet: ‘’göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin zikredilmesi yaratılmışların tamamını içine alır. Bundan sonra onları, atalarını, doğuyu, batıyı zikretmenin anlamı nedir?’’ dersen şöyle derim: Önce genel olarak söylemiş; sonra açıklamak için onları ve atalarını özel olarak zikretmiştir; zira akıl sahiplerinin ilk baktıkları şey kendileri ve atalarıdır; sanatkârane Yaratıcıya kişiyi doğumundan ölümüne kadar şekilden şekle, halden hale sokan Zat’a delalet eden şeylerdir. Sonra doğu ve batıyı da özel olarak zikretmiştir; zira güneşin yılın mevsimlerinde düzgün bir hesapla, doğru bir yol üzere gidişi, doğu ve batı ufkundan biri üzere doğup diğerinden batışı, delil getirdiği şeyin en açıklarındandır. (Keşşâf-Ebüssuûd)
Ayette umundan sonra hususu zikretme şeklinde yapılmış ıtnâb vardır.
مَشْرِقِ - مَغْرِبِ kelimeleri arasında tıbâk îcab sanatı vardır.
Burada Firavun âlemlerin Rabbinden sual ederken O’nun zatını tanımak istemiştir. Yani “O’nun mahiyeti, cinsi, nevi nedir?” demek istemiştir. Aldığı cevaba şaşarak etrafındakilere, “Duyuyor musunuz?” demiştir. Sonra kelamını pekiştirerek Musa’nın (as) mecnun olduğunu söylemiştir. Buna karşılık Musa (as) onun her sözüne
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ وَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ gibi asıl önemli olan haberle karşılık vermiştir. Burada Rabbinin kimlerin, neyin Rabbi olduğunu ifade etmiş, asıl bekledikleri şeyleri söylememiştir. Çünkü Rabbimizin zatı bizim idrak kapasitemiz dahilinde değildir. Ama O her şeyin rabbidir. Bu üslup; daha önemli olanı terk ettiği için, söz söyleyeni kınayarak, daha önemli olanı zikretmek şeklinde tarif edilen üslubul hakîm sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
Ayetin fasılası olan şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri فَآمَنُوا بِهِ وَحْدَهُ (O’na tevhid ile iman edersiniz.) şeklinde olabilir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hûdûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu kelam, bu durumun, asgari akla sahip olan kimsenin şüphe etmeyeceği kadar yani son derece açık olduğunu bildirmekte ve o kâfirlerin, akıl dairesinden uzak olduklarına ve Hazret-i Mûsa'ya isnad ettikleri deliliğin kendilerinde olduğuna işaret etmektedir.
(Ebüssuûd)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında
2. Bilmezden gelinen durumlarda da: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edildiğinde: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Şart edatı إِن , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Hz. Musa, peygamber olduğunu iddia edişinin doğruluğu hususunda, ancak buna yetecek kadarını ispat edecek deliller getirmiş, Firavun ise ondan o mahiyetin bizzat kendisini ortaya koyup anlatmasını istemiştir. Musa (as) da bu soru ve isteğin, peygamberliği ispat hususunda, olumlu veya olumsuz bir alakası bulunmadığını bildiği için, Firavun'un Cenab-ı Hakk'ın mahiyetini soran sorusuna doğrudan doğruya cevap vermemiştir.(Fahreddin er-Râzî)
إِن كُنتُمۡ تَعۡقِلُونَ [Eğer aklederseniz] cümlesi tezyîl olup onların görüşlerini yeniden gözden geçirmeleri ve çıkarımları idrak etmeleri için bir tenbihdir. (Âşûr)