22 Temmuz 2025
Şuarâ Sûresi 20-39 (367. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şuarâ Sûresi 20. Ayet

قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ  ...


Mûsâ, şöyle dedi: “Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek) yaptım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ق و ل
2 فَعَلْتُهَا onu yaptığım ف ع ل
3 إِذًا zaman
4 وَأَنَا ben
5 مِنَ
6 الضَّالِّينَ dalalette idim ض ل ل

قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli  فَعَلْتُـهَٓا ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

فَعَلْتُـهَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl  zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  ـهَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِذاً  cevap harfidir. وَ  haliyyedir.

وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ  cümlesi,  فَعَلْتُـهَٓا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنَ الضَّٓالّ۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  الضَّٓالّ۪ينَ ‘nin cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الضَّٓالّ۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ضلل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Çünkü Firavun, konudan haberdardır.

Mekulü’l-kavle dahil olan  وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ  cümlesindeki cevap harfi  اِذاً , amel etmemiştir.  

وَ , haliyedir.  فَعَلْتُـهَٓا  fiilinin failinden hal olan cümle, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal sahibinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ , mahzuf habere mütealliktir.

الضَّٓالّ۪ينَۜ  cümlede  الجاهلين  manasındadır. (İbn-i Cerîr)

Şayet  اِذاً  hem cevap hem de cezadır. Oysa cümle Firavun’a cevap olarak gelmiştir. O zaman, nasıl ceza/karşılık cümlesi olabilir? dersen şöyle derim: Firavun’un (O yaptıklarını yaptın!) sözünde “Benim nimetime yaptığın bu işle karşılık verdin!” manası vardır. Musa da onun sözünü doğrulayarak “Tamam, bunu sana karşılık vermek üzere yaptım.” demiştir; zira ona göre onun nimetine bu şekilde karşılık verme uygundu. (Keşşâf) 

Burada,  اِذاً  kelimesi cevap ve karşılık harfi olup, nûn’u sakin tenvin değil kelimenin asli harfidir.  فَعَلْتُها  kelimesinin  إذَنْ ‘e takdim edilişi ise, cümledeki ikrarın süratle belirtilmek istenmesi ve bu ikrarın yapılmasından bir korku duyulmadığının kinaye yoluyla gösterilmesidir. (Âşûr) 


 وَأَنَا۠ مِنَ ٱلضَّاۤلِّینَ


Cümle  فَعَلْتُ ’nun zamirinden haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ ٱلضَّاۤلِّینَ , mahzuf habere mütealliktir.

Bu ayette Firavun’un Musa’yı (as) susturmak için korkutma ve tehdit içerikli kullandığı ifade aynıyla karşılık bulduğundan dolayı cesaret anlamı kazanmış ve el-ḳavlu bi’l-mûcib sanatının ikinci türü için güzel bir örnek oluşturmuştur. (İbn ‘Âşûr, et-tahrir ve’t-Tenvîr, XIX, 114.)

Ayette tevriye sanatı olabilir. Birden fazla anlamı bulunan dalalet kelimesinin ilk akla gelen manası doğru yoldan sapmak olduğu halde burada yanılma, unutma manaları kastedilmiştir.

Tevriye, lügatta bir şeyi gizleyip başka bir şeyi öne çıkarmak manasındadır. Istılah olarak da biri yakın, diğeri uzak iki manası olan bir kelimenin kullanılması ve hafî bir karîneye dayanarak uzak manasının murad edilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

Hazreti Musa, ona cevap verip öldürme meselesinde onu tasdik etti; kendisine küfür isnad etmesinde ise onu tekzip etti. Yani senin iftira olarak iddia ettiğin gibi ben kâfirlerden değilim; ancak ben o zaman bir cahillik ve düşüncesizlik ettim, yahut bir hata işledim demiştir.(Ebüssuûd)

 
Şuarâ Sûresi 21. Ayet

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ  ...


“Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden kıldı.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَفَرَرْتُ kaçtım ف ر ر
2 مِنْكُمْ aranızdan
3 لَمَّا
4 خِفْتُكُمْ sizden korkunca خ و ف
5 فَوَهَبَ sonra verdi و ه ب
6 لِي bana
7 رَبِّي Rabbim ر ب ب
8 حُكْمًا hükümdarlık ح ك م
9 وَجَعَلَنِي ve beni yaptı ج ع ل
10 مِنَ -den
11 الْمُرْسَلِينَ elçiler- ر س ل

فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَرَرْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. مِنْكُمْ  car mecruru  فَرَرْتُ  fiiline mütealliktir. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خِفْتُكُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خِفْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.


فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile  فَرَرْتُ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir.

وَهَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  ل۪ي  car mecruru  وَهَبَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. 

رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حُكْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

 وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile  وَهَبَ ‘ye matuftur. Fiil cümlesidir. 

جَعَلَن۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  الْمُرْسَل۪ينَ ‘nin cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُرْسَل۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.


فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ 

 

Musa  (as)’ın sözlerinin devamı olan bu ayet, önceki ayetteki …فعلتها  cümlesine  فَ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  خِفْتُكُمْ  şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.  حين  manasındaki  لَمَّا  bu mahzuf cevaba mütealliktir. 

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)  

لَمَّا ; mazi fiile dahil olduğunda iki ayrı cümlenin varlığını gerektirir. Birinci cümlenin bulunması ikinci cümlenin de bulunmasını gerektirir.  لَمَّا   harfi var olan birşeyden dolayı var olmayı gerektiren harftir. Bazı ulema bu takdirde  لَمَّا ’nın  حين manasında zarf olduğunu kabul eder. (Suyûtî, İtkan)

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)


فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

 

فَرَرْتُ ’ye matuf olan  فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ل۪ي , fail olan  رَبّ۪ي ’ye, siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. 

رَبّ۪ي  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

Mef’ûl olan  حُكْماً ’deki tenvin nev, tazim ve teşrif ifade eder.

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  

مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ , mahzuf ikinci mef’ûle mütealliktir.

Alimler, ayette bahsedilen hükmün ne olduğu hususunda, değişik görüşler belirtmişlerdir: Doğruya en yakın olan, bunun peygamberlikten başka birşey olmasıdır. Çünkü matuf, matufun aleyhden başkadır. Peygamberlik ayetteki, ‘’Beni peygamberlerden yaptı’’ ifadesinden anlaşılmaktadır. O halde ayetteki  حُكْماً  ile ilim ve anlayış kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 22. Ayet

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ  ...


“Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتِلْكَ ve işte
2 نِعْمَةٌ ni’met ن ع م
3 تَمُنُّهَا kaktığın م ن ن
4 عَلَيَّ başıma
5 أَنْ (yüzündendir)
6 عَبَّدْتَ köle yapman ع ب د
7 بَنِي oğullarını ب ن ي
8 إِسْرَائِيلَ İsrail
Firavun’un, nimet diye Hz. Mûsâ’nın başına kaktığı ve nankörlükle itham ettiği şey, bebekliğinde nehre bırakılmış bulunca alıp yetiştirmesi, özellikle onu diğer erkek çocuklar gibi öldürtmemesi idi. Hz. Mûsâ, üstü kapalı olarak onun yaptığının esasen bir nimet değil, kendisinin İsrâiloğulları’nı köle gibi kullanmasının bir sonucu olduğunu ifade etmektedir. Zira eğer Firavun İsrâiloğulları’na baskı uygulamasa, özellikle erkek çocukları öldürtmeye kalkışmasaydı Mûsâ’nın annesi onu nehre bırakmak durumunda kalmayacak, Mûsâ da Firavun’un eline düşmeyecekti. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 150-151
Firavun’un, nimet diye Hz. Mûsâ’nın başına kaktığı ve nankörlükle itham ettiği şey, bebekliğinde nehre bırakılmış bulunca alıp yetiştirmesi, özellikle onu diğer erkek çocuklar gibi öldürtmemesi idi. Hz. Mûsâ, üstü kapalı olarak onun yaptığının esasen bir nimet değil, kendisinin İsrâiloğulları’nı köle gibi kullanmasının bir sonucu olduğunu ifade etmektedir. Zira eğer Firavun İsrâiloğulları’na baskı uygulamasa, özellikle erkek çocukları öldürtmeye kalkışmasaydı Mûsâ’nın annesi onu nehre bırakmak durumunda kalmayacak, Mûsâ da Firavun’un eline düşmeyecekti. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 150-151

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

 

وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  نِعْمَةٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

تَمُنُّهَا  cümlesi  نِعْمَةٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَمُنُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلَيَّ  car mecruru  تَمُنُّهَا ‘ya mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mübteda için atf-ı beyan olarak mahallen merfûdur.

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَبَّدْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ‘ dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

اِسْرَٓائ۪لَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

 

Ayet  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin yani nimetin mertebesinin yüceliğini gösterir ve tazim ifade eder.

Hikmete ve risalete işaret eden  تِلْكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

 ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

تَمُنُّهَا عَلَيَّ  cümlesi kelimesi,  نِعْمَةٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ  cümlesi, takdir edilen ta’lil lamıyla nasb mahallindedir. Masdar-ı müevvelin  تِلْكَ  için atf-ı beyan veya bedel olduğu da söylenmiştir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَمُنُّهَا - نِعْمَةٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet-i kerîmede de istifhâm harfi hemze hazf olmuştur. Takdir şöyledir:  أَوَتِلْكَ نِعْمَةٌ (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şayet  تَمُنُّهَا  (başıma kaktığın) ve  عَبَّدْتَ (köleleştirmen) kelimeleri müfred olduğu halde  مِنْكُمْ  (sizden) ve خِفْتُكُمْ (sizden korktum) ifadeleri neden çoğul yapılmış?” dersen şöyle derim: Korkma ve kaçma sadece ondan değil, [Yetkililer seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar.] (Kasas 28/20) ayetinin gösterdiği üzere, hem ondan hem de önde gelenlerin öldürmek üzere toplanmalarından kaynaklanmakta idi. Başa kakma ise sadece Firavun’dan sadır olmuştu ki köleleştirme de böyle idi. (Keşşâf) 

Ayetteki [Benim başıma kaktığın o nimet, İsrailoğullarını kendine kul köle edinmenden dolayı olmuştur] ifadesi, Firavun'un, [Biz seni büyütmedik mi?] şeklindeki sözünün cevabıdır. Arapça'da birisi birisini kul-köle edindiğinde, denir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayette geçen  تَمُنُّهَا  lâfzı,  تَمُنُّ بِهاَ  takdirindedir.  اَنْ عَبَّدْتَ  cümlesi de  تِلْكَ ‘den atf-ı beyandır. (Celâleyn Tefsiri)
Şuarâ Sûresi 23. Ayet

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ  ...


Firavun, “Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 وَمَا nedir?
4 رَبُّ Rabbi ر ب ب
5 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م
Firavun’un alaycı tavırlarına rağmen Mûsâ’nın bütün ilâhî dinlerin en temel ilkesi olan tevhid akîdesini veciz ifadelerle ortaya koyduğu görülmektedir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 151

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la mukadder olan mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Takdiri; هل ثمة إله غيري وما ربّ (Benden başka ilâh var mı ve Rab kim?) şeklindedir.

مَا  istifhâm ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  رَبُّ الْعَالَم۪ينَ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  

الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْعَالَم۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

 

Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır.

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan  وَمَا رَبُّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ  cümlesi,  قَالَ  fiilinin mahzuf mekulü’l-kavline matuftur. Takdiri; هل ثمة إله غيري (Benden başka ilâh var mı?) şeklindedir.                                            

Firavun, aslında Musa (as)’a bilmediği bir şeyi sormuş değildir. Onu zor durumda bırakmak ve ona karşı çıkmak amacıyla yönelttiği bu soru cümlesi mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca bilmiyormuş gibi davranarak konuşması tecâhül-i ârif sanatıdır.

Mübteda konumundaki istifham ismi  مَا ’nın haberi olan  رَبُّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ , veciz ifade için izafet formunda gelmiştir. 

Firavun, Hazret-i Musa (as)'a, "Âlemlerin Rabbi (dediğin) nedir?" demiştir. Bil ki bir şeyi ‘nedir?’ ifadesiyle sormak, o şeyin hakikatini ve mahiyetini tarif etmeyi istemektir. Bir şeyin hakikatini tarif etmek ve açıklamak ise, ya o hakikatin bizzat kendisi ile yahut onun parçalarından bir şeyle; yahut o hakikatin dışında bir şeyle, hem onun harici ve dahili şeylerinden müteşekkil bir şeyle yapılır. O şeyin, hakikatini bizzat kendisiyle tarif etmek imkansızdır. Çünkü tarif eden tarif olunandan önce bilinir. Binaenaleyh eğer bir şey, yine kendisiyle tarif edilmiş olsaydı, onun daha önce malum olması gerekirdi. Bu ise imkansızdır. O şey; kendisine (zatına) dahil olan şeylerle tarif etmek de vâcibul-vücûd olan zat hakkında imkansızdır. (Fahreddin er-Râzî) 

 
Şuarâ Sûresi 24. Ayet

قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ  ...


Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 رَبُّ Rabbidir ر ب ب
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَمَا ve olanların
6 بَيْنَهُمَا ikisi arasında ب ي ن
7 إِنْ eğer
8 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
9 مُوقِنِينَ gerçekten inanan kimseler ي ق ن

  Yeqane يقن:   يَقِينٌ kelimesi, marifet ve dirayet gibi diğer bilgi çeşitlerinin üstündedir ve ilmi nitelemek için kullanılır. Yani yakîn,  hükmün değişmezliğiyle beraber olan anlayış dinginliğidir.

  Fiil olarak أيْقَنَ ve إسْتَيْقَنَ şeklinde kullanılır. Onu kat'i, kesin, şüphe götürmez bir şekilde bildi ya da o hale geldi manasına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 28 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli yakîndir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli, رَبُّ السَّمٰوَاتِ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبُّ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri هو ‘dir. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la  السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la  السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur.  بَيْنَهُمَا  zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri;  فَآمِنُوا بِهِ وَحْدَهُ (Bir olarak O’na iman edin.) şeklindedir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كُنتُم ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. 

مُوقِن۪ينَ  kelimesi  كُنتُم ’ün haberi olarak mahallen mansubdur. Nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُوقِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ  cümlesinde icâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هو olan mübteda mahzuftur. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl, Hz. Musa’nın Firavun’a cevabıdır.

Mekkî ve başkaları dediler ki: Ona cins isimler hakkında soru sorulduğu gibi " مَا : ne" ile soru sordu. Mekkî dedi ki: Bu hususta soru bir başka yerde "kim" diye varid olmuştur. Görüldüğü kadarıyla her bir yerde ayrı şekilde soru sormuştur. Firavun cins hakkında soru sormuştu. Oysa yüce Allah bir cins değildir. Çünkü cinsler sonradan yaratılmıştır. Musa (as) onun cahilliğini anladığından, onun bu şekilde soru sormasına iltifat etmeyerek, dinleyen kimseye Firavun'a bu hususta herhangi bir ortaklığının bulunmasının söz konusu olmayacağını açıkça ortaya koyan Allah'ın o pek büyük kudretini dile getirdi.(Kurtubî)  

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبُّ السَّمٰوَاتِ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  السَّمٰوَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

وَالْاَرْضِ , tezat nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. Bu iki kelime arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat, yeryüzünü gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette, Allah’ın, rabbi olduğu şeylerin yeryüzü, gökyüzü ve arasındakiler olarak sayılması taksim sanatıdır.

Ayette üslub-ul hakîm sanatı vardır. 

Bu sanatta mütekellim, muhatabın bir sorusu veya sözü üzerine kullandığı kelimelerden birini farklı bir konumda kullanır. Bu sanatı, “muhatabın sözünü başka bir vecihle tasdiklemek” şeklinde de tarif etmişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)


 اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, şarttır.

كَان ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde müsned  مُوقِن۪ينَ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.

Takdiri  فآمنوا به وحده  (Bir olarak O’na iman edin.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ  ifadesindeki cemi sıygada gelen zamir ile Firavun’un meclisinde bulunanların hepsi kastedilmiştir. Musa (as), çağrısının kapsayıcılığı ve kemaliyetinden dolayı onların da bu yüce çağrıya iştirak etmelerini istedi. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 25. Ayet

قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ  ...


Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) “dinlemez misiniz?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ق و ل
2 لِمَنْ kimselere
3 حَوْلَهُ çevresinde bulunan ح و ل
4 أَلَا
5 تَسْتَمِعُونَ işitiyor musunuz? س م ع

قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  لَ  harf-i ceriyle  قَالَ  fiiline mütealliktir.  حَوْلَـهُٓ  mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mekulü’l-kavli  تَسْتَمِعُونَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَلَا  tenbih harfidir. 

تَسْتَمِعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَسْتَمِعُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  سمع ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ

 

Ayette Allah Teâlâ, Firavun’un sözlerini bildirmektedir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Bu kez mekulü’l-kavlde muhatap, Firavun’un etrafındakilerdir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , harf-i cerle birlikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  حَوْلَـهُٓ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَلَا تَسْتَمِعُونَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَلَا تَسْتَمِعُونَ  (İşitiyor musunuz?) sorusu muhatabı hayrete sevketme kipidir.
Şuarâ Sûresi 26. Ayet

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ  ...


Mûsâ, “O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ق و ل
2 رَبُّكُمْ sizin Rabbinizdir ر ب ب
3 وَرَبُّ ve Rabbidir ر ب ب
4 ابَائِكُمُ atalarınızın ا ب و
5 الْأَوَّلِينَ önceki ا و ل

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Mekulü’l-kavli,  رَبُّكُمْ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبُّ  mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri  هو şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَبُّ اٰبَٓائِكُمُ  atıf harfi  وَ ‘la  رَبُّكُمْ ‘e matuftur.

اٰبَٓائِكُمُ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اٰبَٓائِ ‘nin sıfatı olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:  1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mekulü’l-kavlin mütekellimi Musa (as)’dır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavlinde icâz-ı hazif sanatı vardır.  رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ , takdiri هو  olan mukadder bir mübtedanın haberidir. 

الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اٰبَٓائِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Hz. Musa’nın yerin, göğün ve ikisi arasındakilerin Rabbi dedikten sonra, sizin ve atalarınızın Rabbi’dir demesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

رَبُّ  lafzının ayette iki kez geçmesi, muhatabın dikkatini onun üzerine çekmek ve önemini vurgulamak, manayı zihinlerde yerleştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Şuarâ Sûresi 27. Ayet

قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ  ...


Firavun, “Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ق و ل
2 إِنَّ şüphesiz
3 رَسُولَكُمُ elçiniz ر س ل
4 الَّذِي
5 أُرْسِلَ gönderilen ر س ل
6 إِلَيْكُمْ size
7 لَمَجْنُونٌ mutlaka delidir ج ن ن

قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  اِنَّ رَسُولَكُمُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

رَسُولَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّـذ۪ٓي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  رَسُولَكُمُ ‘ün sıfatı olarak mahallen mansubdur.  İsm-i mevsûlun sılası  اُرْسِلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُرْسِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اِلَيْكُمْ  car mecruru  اُرْسِلَ  fiiline mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

مَجْنُونٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

اُرْسِلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مَجْنُونٌ  kelimesi, sülâsi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mekulü’l-kavl, Firavunun sözleridir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَسُولَكُمُ  kelimesinin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan  اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

اُرْسِلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ [Size gönderilmiş olan bu elçiniz mut­laka delidir!] cümlesi, tekid edatı olan  اِنَّ  ve  لَ  ile tekid edilmiştir. Çünkü muhatap tereddütlüdür. Bu, belâgat ilmi sanatlarındandır.

Firavun, ‘’elçi’’ ifadesini alay için kullanmıştır. Aynı zamanda ‘’elçiniz’’ sözünü muhataplarına atfederek kendini hariçte tutmuş, böylece elçiye ihtiyacı olmadığını ima etmiştir.

رَسُولَ - اُرْسِلَ  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  vardır.

Hazret-i Musa'nın, zikredilen cevapla karşılık vermesi, Firavun’u öfkelendirdi ve Firavun, kavminin etkilenmesinden endişe etti. Bunun üzerine kavmini, Hazret-i Musa'nın söylediklerini kabul etmekten alıkoymak için, çirkin söylemini iki tekid ile pekiştirerek, Hazret-i Musa'nın söylediklerinin, akıl sahibi bir kimseden sadır olan bir şey olmadığını kavmine göstermek istedi, Firavun'un, bu sözünde Hazret-i Musa'ya, gönderilmiş elçi demesi, istihza yoluyladır. Size gönderilen demesi de, kendine gönderilmesini gururuna yedirmediği içindir. (Ebüssuûd)
Şuarâ Sûresi 28. Ayet

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ  ...


Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ق و ل
2 رَبُّ Rabbidir ر ب ب
3 الْمَشْرِقِ doğunun ش ر ق
4 وَالْمَغْرِبِ ve batının غ ر ب
5 وَمَا ve olanların
6 بَيْنَهُمَا bunlar arasında ب ي ن
7 إِنْ eğer
8 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
9 تَعْقِلُونَ düşünüyor ع ق ل

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبُّ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri هو ‘dir. Aynı zamanda muzâftır.  الْمَشْرِقِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْمَغْرِبِ  atıf harfi  وَ ‘la  الْمَشْرِقِ ‘a matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la  الْمَشْرِقِ ‘a matuftur.  

بَيْنَهُمَا  mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri;  فَآمَنُوا بِهِ وَحْدَهُ (Ve O’nu tevhid ile iman ettiler.) şeklindedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَعْقِلُونَ  fiili,  كُنْتُمْ ‘ün haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ayet, Hz. Musa’nın, Firavun’a cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavlinde icâz-ı hazif sanatı vardır.  رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ  ifadesi, takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبُّ الْمَشْرِقِ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması,  الْمَشْرِقِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Cümlede müsnedün ileyh, bir sorunun cevabında (isti'naf cümlelerinde) hazf edilebilir. Fakat bu ayette, müsnedün ileyhin o olduğu son derece açık olduğu için hazf olunmuş olması daha beliğdir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olan  الْمَشْرِقِ ’ye matuftur. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  بَيْنَهُمَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şayet: ‘’göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin zikredilmesi yaratılmışların tamamını içine alır. Bundan sonra onları, atalarını, doğuyu, batıyı zikretmenin anlamı nedir?’’ dersen şöyle derim: Önce genel olarak söylemiş; sonra açıklamak için onları ve atalarını özel olarak zikretmiştir; zira akıl sahiplerinin ilk baktıkları şey kendileri ve atalarıdır; sanatkârane Yaratıcıya kişiyi doğumundan ölümüne kadar şekilden şekle, halden hale sokan Zat’a delalet eden şeylerdir. Sonra doğu ve batıyı da özel olarak zikretmiştir; zira güneşin yılın mevsimlerinde düzgün bir hesapla, doğru bir yol üzere gidişi, doğu ve batı ufkundan biri üzere doğup diğerinden batışı, delil getirdiği şeyin en açıklarındandır. (Keşşâf-Ebüssuûd)

Ayette umundan sonra hususu zikretme şeklinde yapılmış ıtnâb vardır.

مَشْرِقِ - مَغْرِبِ  kelimeleri arasında tıbâk îcab sa­natı vardır.

Burada Firavun âlemlerin Rabbinden sual ederken O’nun zatını tanımak istemiştir. Yani “O’nun mahiyeti, cinsi, nevi nedir?” demek istemiştir. Aldığı cevaba şaşarak etrafındakilere, “Duyuyor musunuz?” demiştir. Sonra kelamını pekiştirerek Musa’nın (as) mecnun olduğunu söylemiştir. Buna karşılık Musa (as) onun her sözüne 

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ وَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ  gibi asıl önemli olan haberle karşılık vermiştir. Burada Rabbinin kimlerin, neyin Rabbi olduğunu ifade etmiş, asıl bekledikleri şeyleri söylememiştir. Çünkü Rabbimizin zatı bizim idrak kapasitemiz dahilinde değildir. Ama O her şeyin rabbidir. Bu üslup; daha önemli olanı terk ettiği için, söz söyleyeni kınayarak, daha önemli olanı zikretmek şeklinde tarif edilen üslubul hakîm sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

 

Ayetin fasılası olan şart cümlesi  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri  فَآمَنُوا بِهِ وَحْدَهُ  (O’na tevhid ile iman edersiniz.) şeklinde olabilir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hûdûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu kelam, bu durumun, asgari akla sahip olan kimsenin şüphe etmeyeceği kadar yani son derece açık olduğunu bildirmekte ve o kâfirlerin, akıl dairesinden uzak olduklarına ve Hazret-i Mûsa'ya isnad ettikleri deliliğin kendilerinde olduğuna işaret etmektedir.

(Ebüssuûd) 

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  

2. Bilmezden gelinen durumlarda da: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edildiğinde: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şart edatı  إِن , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Hz. Musa, peygamber olduğunu iddia edişinin doğruluğu hususunda, ancak buna yetecek kadarını ispat edecek deliller getirmiş, Firavun ise ondan o mahiyetin bizzat kendisini ortaya koyup anlatmasını istemiştir. Musa (as) da bu soru ve isteğin, peygamberliği ispat hususunda, olumlu veya olumsuz bir alakası bulunmadığını bildiği için, Firavun'un Cenab-ı Hakk'ın mahiyetini soran sorusuna doğrudan doğruya cevap vermemiştir.(Fahreddin er-Râzî)   

إِن كُنتُمۡ تَعۡقِلُونَ  [Eğer aklederseniz] cümlesi tezyîl olup onların görüşlerini yeniden gözden geçirmeleri ve çıkarımları idrak etmeleri için bir tenbihdir. (Âşûr)
Şuarâ Sûresi 29. Ayet

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ  ...


Firavun, “Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ق و ل
2 لَئِنِ andolsun ki eğer
3 اتَّخَذْتَ edinirsen ا خ ذ
4 إِلَٰهًا bir tanrı ا ل ه
5 غَيْرِي benden başka غ ي ر
6 لَأَجْعَلَنَّكَ seni mutlaka yapacağım ج ع ل
7 مِنَ -dan
8 الْمَسْجُونِينَ zindana atılanlar- س ج ن
Eski Mısır inancında Firavun hem kral hem de tanrının oğlu ve dolayısıyla tanrı sayılıyordu. Bu sebeple, onun tanrılığını kabul etmemek veya tanrısallığına karşı meydan okumak mevcut dine karşı çıkmak anlamına geliyordu (Firavun hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/103); Allah tarafından seçilerek gönderilmiş bir peygamberin, Firavun’un tanrılığını kabul etmesi ise söz konusu olamazdı. Hz. Mûsâ’nın getirdiği deliller karşısında çaresiz kalan Firavun, kaba kuvvete başvurarak onu zindana atmakla tehdit etti. Bununla birlikte Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un iman edeceği ümidiyle ona tatlı dille konuştu, Allah da mûcizeler gönderdi (32 ve 33. âyetlerde belirtilen mûcizeler hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/107-108; Tâhâ 22/22, 56-76). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 151

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اتَّخَذْتَ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  غَيْر۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder  ي  üzere kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İkinci  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اَجْعَلَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ  car mecruru  اَجْعَلَنَّكَ  fiiline müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

مَسْجُون۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  سجن  olan fiilin ismi mef’ûlüdür.

اتَّخَذْتَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ

 

Allah Teâlâ’nın, Firavun’un sözlerini bildirdiği bu ayette Firavun, Musa (as)’ı tehdit ediyor.

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي  cümlesindeki  لَ , mahzuf kasem fiiline işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.

Şart cümlesi olan  اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  اِلٰهاً ’deki tenvin, muayyen olmayan cinse delalet eder.

لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrârî teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Cümledeki kasemler ve şart üslubu, Firavun’un çok hiddetlendiğinin ve çok kararlı olduğunun işaretleridir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ  cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle  mahzuftur.

Şayet ‘’Seni zindana tıkarım!’’ ifadesi Seni zindana tıkılanlardan eylerim! ifadesinden daha kısa değil mi, onunla aynı anlamı vermiyor mu? dersen şöyle derim: Kısa olması açısından doğru, anlam açısından ise hayır. Zira bunun anlamı ‘’Seni benim zindanlarımdaki -hani şu (içler acısı) durumu bilinen- kimselerden yaparım!”dır. Firavun’un bir âdeti de şuydu: Zindana atmak istediği kişiyi alıp onu yerin derinliklerine inen bir deliğe tek başına attırır, orada artık o, ne duyulur ne de görülürdü! Bu ise ölümden daha zor ve ağır bir durumdur. (Keşşâf)

 
Şuarâ Sûresi 30. Ayet

قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ  ...


Mûsâ, “Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ق و ل
2 أَوَلَوْ
3 جِئْتُكَ sana getirsem de mi? ج ي ا
4 بِشَيْءٍ bir şey ش ي ا
5 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Takdiri , أتفعل ذلك بي في حال مجيئي بشيء يبيّن صدق دعواي (İddiamın samimiyetini kanıtlayan bir şey bulursam bana bunu yapar mısın?) şeklindedir.

Mekulü’l-kavli  اَوَلَوْ جِئْتُكَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, mukadder fiilin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Hemze istifhâm harfidir. وَ  haliyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. 

جِئْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِشَيْءٍ  car mecruru  جِئْتُكَ  fiiline mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi,  شَيْءٍ ‘nin sıfatı olup lafzen kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:  1. Hakiki sıfat   2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Allah Teâlâ, Musa (as)’ın, Firavun’a verdiği cevabı bildiriyor. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hemze istifham, وَ  hal ve لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

مُب۪ينٍ  kelimesi  بِشَيْءٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

جاء  geldi anlamındaki fiil,  بِ  harf-i ceriyle kullanıldığında ‘getirdi’ manasına gelir. Bu, tazmin sanatıdır.

اَوَلَوْ جِئْتُكَ ’deki  وَ , hal vav’ı olup başına hemze-i istifhamiyye getirilmiştir; ‘Sana aşikar bir şey getirmiş olsam da bunu bana yapar mısın?!’ anlamındadır; yani bir mucize getirsem de mi?! (Keşşâf-Beyzâvî)
Şuarâ Sûresi 31. Ayet

قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ  ...


Firavun, “Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu,” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ق و ل
2 فَأْتِ getir ا ت ي
3 بِهِ onu
4 إِنْ eğer
5 كُنْتَ isen ك و ن
6 مِنَ -dan
7 الصَّادِقِينَ doğrular- ص د ق

قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  فَأْتِ بِه۪ٓ  ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كنت صادقا فأت به (Eğer sen sadıksan, onu getir) şeklindedir.

فَأْتِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

بِه۪ٓ  car mecruru  أْتِ  fiiline mütealliktir.


  اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنْتَ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تَ  muttasıl zamiri  كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَ الصَّادِق۪ينَ  car mecruru  كُنْتَ  mahzuf haberine müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; فأت به (Onu getir.) şeklindedir.

الصَّادِق۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olarak mansub mahaldeki   فَأْتِ بِه۪ٓ  cümlesine dahil olan  فَ , rabıta içindir. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan bu cümle, takdiri  إن كنت صادقا (Sadık isen) olan mahzuf şartın cevabıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Sîbeveyhi’ye göre bu ifadede şartın cevabına gerek yoktur. Çünkü bundan önce ona ihtiyaç bırakmayacak ifadeler gelmiştir. (Kurtubî)  

Arka arkaya gelen 23-31. ayetlerinin hepsi öncekinden kaynaklanan bir sorunun cevabıdır, onun için de fasl yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


  اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

 

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّـٰدِقِینَ  cümlesi, cevabı mahzuf, şart cümlesidir.  

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الصَّادِق۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri;  فأت به (Onu getir.) şeklindedir. 

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّـٰدِقِینَ [Doğru söyleyenlerdensen] ifadesinde mucizeyi ancak davasında doğru olanların getirebileceği anlamı bulunmaktadır; zira mucize nübüvvet iddia eden kişiyi Allah’ın tasdik etmesidir. Hikmet sahibi biri, yalancıyı doğrulamaz.(Keşşâf)

 
Şuarâ Sûresi 32. Ayet

فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ  ...


Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَلْقَىٰ sonra attı ل ق ي
2 عَصَاهُ asasını ع ص و
3 فَإِذَا bir de (baktılar ki)
4 هِيَ o
5 ثُعْبَانٌ bir ejderha ث ع ب
6 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اَلْقٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

عَصَا  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında mufacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ثُعْبَانٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

مُب۪ينٌ  kelimesi  ثُعْبَانٌ ‘nın sıfatı olup lafzen merfûdur. 

اَلْقٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi  اَلْقٰى عَصَاهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Makabline takip anlamı ihtiva eden  فَ  ile atfedilen  فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümleye dahil olan  اِذَا , müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları olur. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kur’an’da yılan için farklı kelimeler kullanılmıştır.  جآن  , ثُعْبَانٌ  , حيَّ  gibi. Bunun sebebi vurgulanmak istenen mananın farklı olmasıdır.

مُب۪ينٌۚ  kelimesi  ثُعْبَانٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Hazreti Musa 'nın, 30. Ayetteki [Sana apaçık bir şey getirirsem de mi?] sözü, Allah Teâlâ’nın, asasını yere atmazdan önce ona bu asanın bir ejderha olacağını bildirdiğine delalet eder. Eğer böyle olmasaydı, Hazret-i Musa  bunu söyleyemezdi. Binaenaleyh o asasını atınca, Allah Teâlâ’nın ona vadettiği gerçekleşti ve o asa apaçık bir ejderha oluverdi. (Fahreddin er-Râzî) 

Cenab-ı Hak burada  ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ [apaçık bir ejderha] buyurmuş, bir başka ayette  حيَّ [koşan bir yılan] (Taha, 20); bir diğer ayette ise,  كَاَنَّهَا جَٓانٌّ  [sanki o hareketli yılandır]  (Kasas, 31) buyurmuştur. ‘’Halbuki  جآن  küçük oluşa,  ثُعْبَانٌ  ise büyük oluşa delalet eden bir ifadedir" denirse, şöyle cevap verilir:  حيَّ  bütün yılan cinsini içine alan bir isimdir. Bu isim, o yılan büyük olduğu için  ثُعْبَانٌ  diye ifade edilmiş, hafif ve süratli bir yılan olduğu için de  جآن  diye ifade edilmiştir. Binaenaleyh her iki ifade de doğrudur. Bunun şeytana benzetilerek, جآن  ismini almış olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî) 

 
Şuarâ Sûresi 33. Ayet

وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟  ...


Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَزَعَ ve çıkardı ن ز ع
2 يَدَهُ elini ي د ي
3 فَإِذَا işte
4 هِيَ o (da)
5 بَيْضَاءُ parıl parıl parlıyor(du) ب ي ض
6 لِلنَّاظِرِينَ bakanlara ن ظ ر

وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟

 

Ayet atıf harfi وَ  ile makabline matuftur. Fiil cümlesidir.

نَزَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

يَدَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında mufacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بَيْضَٓاءُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

بَيْضَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلنَّاظِر۪ينَ  car mecruru, mahzuf ikinci habere müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Takdiri  هي  ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

نَّاظِر۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  نظر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟

 

Ayet  وَ  atıf harfiyle önceki ayetteki  اَلْقٰى  fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  وَنَزَعَ يَدَهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Makabline takip anlamı ihtiva eden  فَ  ile atfedilen isim cümlesi  اِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleye dahil olan  اِذَا , müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman, ‘ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum’ anlamı verir.

Müfacee harfi  اِذَا , elinin renginin hızla değiştiğini işaret eder. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلنَّاظِر۪ينَ۟  (Bakanlar için) ifadesi, Musa’nın elindeki beyazlığın, bakma ile gözetlemenin birlikte gerçekleştiği bir şey olduğuna delildir; çünkü nura benzer bir beyazlık idi.

(Keşşâf)

لِلنَّاظِر۪ينَ۟  kelimesinin marife olarak gelmesi örfi istiğrak olmasındandır. Yani mana olarak; o mecliste olup da bu durumu müşahede eden herkes kastedilir. Bu ise ayette zikredilen hadisede Musa (as)’ın elinin beyazlığının ten rengi beyazlığından veya alaca hastalığındaki kişinin teninin beyazlığından çok farklı bir beyaz olduğunun açık ve belirgin olduğunu ifade etmektedir. (Âşûr)
Şuarâ Sûresi 34. Ayet

قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ  ...


Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ق و ل
2 لِلْمَلَإِ ileri gelenlere م ل ا
3 حَوْلَهُ çevresindeki ح و ل
4 إِنَّ şüphesiz
5 هَٰذَا bu
6 لَسَاحِرٌ bir büyücüdür س ح ر
7 عَلِيمٌ bilen ع ل م
Hz. Mûsâ’ya verilen mûcizeler karşısında şaşkına dönen Firavun, çevresindekilerin bundan etkilenmesini önlemek için Mûsâ’yı onlara becerikli, büyük bir sihirbaz olarak tanıtmaya çalıştı. Sihir yoluyla halkı tesir altına alıp yurtlarından çıkararak orada kendi hükümranlığını kurmak istediğini söyledi ve bunu önlemek için neler yapılabileceğine dair çevresindekilerin görüşlerine başvurdu. Onlar da ülkedeki bütün yetenekli sihirbazları toplayarak Mûsâ’ya karşı mücadele etmesini tavsiye ettiler. Bunun üzerine Firavun gereken emri verdi; ülkenin her tarafına görevliler gönderilerek sihirbazlar toplandı. Karşılaşma zamanı olarak da halkın bir araya toplandığı bayram günü kuşluk vakti tayin edildi (krş. Tâhâ 20/59). O dönemde Mısır’daki mevcut kültürde sihrin önemli yeri vardı; sihirbazlar bu kültürün rahipleri olarak saygın bir konuma sahipti. Dolayısıyla onların Hz. Mûsâ’ya galip gelmeleri, halkın gözünde bu konumlarını daha da pekiştirecekti. Bu sebeple devlet ileri gelenleri “Sihirbazlar üstün gelirlerse –ki ümidimiz budur– herhalde onların yolundan gideriz” diyerek halka moral vermeye çalıştılar (41-51. âyetlerin açıklaması için bk. A‘râf 7/113-126).

قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لِلْمَلَأِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir.  حَوْلَـهُٓ  mekân zarfı,  لْمَلَأِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

سَاحِرٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  kelimesi  سَاحِرٌ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَاحِرٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سحر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi belirtmesinin yanında tahkir ifade eder. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَل۪يمٌ , istimrar ifade eden ism-i fail kalıbındaki müsnedin sıfatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi  لَسَاحِرٌ ‘un, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat olarak kullanılan ism-i fail, isimleşse de zaman özelliğini kaybetmez. Mesela, المدرس  kelimesi ders veren anlamında bir sıfat fiildir. Bu kelime hoca anlamında kullanılsa da hocaya hoca adı ders vermesinden dolayı verildiğinden, sıfat fiil ve zaman özelliği devam eder ve muzari fiil anlamında kullanılır. İsm-i fail âdet/örf, hikmet ve ilmî kurallar gibi konularda kullanıldığında, zaman özelliği taşımaz. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55-90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)

İsm-i fâil, şimdiki zamanda hakîkat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fâil; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübût (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Şayet  حَوْلَـهُٓ ’deki amil nedir? dersen şöyle derim: O, iki nasb ile mansubdur; lafzen de mansubdur, mahallen de mansubdur. Lafzî mansubluktaki amil zarfta takdir edilen şey; -hal olmak üzere- mahallen mansub oluşundaki amil ise قَالَ ’dir. (Keşşâf)
Şuarâ Sûresi 35. Ayet

يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ  ...


“Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُرِيدُ istiyor ر و د
2 أَنْ
3 يُخْرِجَكُمْ sizi çıkarmak خ ر ج
4 مِنْ -dan
5 أَرْضِكُمْ toprağınız- ا ر ض
6 بِسِحْرِهِ büyüsüyle س ح ر
7 فَمَاذَا o halde ne?
8 تَأْمُرُونَ buyurursunuz ا م ر

يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ 

 

Fiil cümlesidir.  يُر۪يدُ  fiili  سَاحِرٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.  

يُخْرِجَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Fiili muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerimde çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını  (لَا)  görebiliriz.  لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının  (لَا)  hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ اَرْضِ  car mecruru  يُخْرِجَكُمْ  fiili mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِ  sebebiyyedir. 

بِسِحْرِ  car mecruru  يُخْرِجَكُمْ  fiili mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُر۪يدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

يُخْرِجَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

 

 فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَاذَا  istifhâm harfi olup, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

تَأْمُرُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ

 

Ayet, önceki ayetteki  سَاحِرٌ ’a ait sıfat cümlesi olduğu için fasılla gelmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki   يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ  cümlesi, masdar teviliyle  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

 فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

 

Öncesine matuf olan bu cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnadtır.  مَاذَا  istifhâm edatı olarak  تَأْمُرُون  fiilinin mukaddem mef’ûlü konumundadır.  

تَأْمُرُونَ  ifadesi müşavere etmek anlamındaki مُاَمَرَ ‘dan gelmektedir; nehyin zıttı olan emirden türemiş de olabilir. Böylece Allah, Firavun’u tamamen kaplayan aşırı dehşet ve şaşkınlık yüzünden, köleleri amir, rabblerini de memur konumuna getirmiş olmaktadır. 

مَاذَا  kelimesi ya masdar, yani  أيٌََ أمْرٍتَأْمُرُونَ (Ne emredersiniz?) manasında olduğundan, ya da  أمَرْتُكَ خيرًا  (sana hayrı emrettim) cümlesindeki gibi mef‘ûlun bih olduğundan dolayı mansubdur. (Keşşâf)

 
Şuarâ Sûresi 36. Ayet

قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ  ...


Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 أَرْجِهْ onu beklet ر ج و
3 وَأَخَاهُ ve kardeşini ا خ و
4 وَابْعَثْ ve gönder ب ع ث
5 فِي
6 الْمَدَائِنِ kentlere م د ن
7 حَاشِرِينَ toplayıcılar ح ش ر

قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli  اَرْجِهْ وَاَخَاهُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَرْجِهْ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  اَخَاهُ  harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ابْعَثْ  atıf harfi  وَ ‘la  اَرْجِهْ ‘a matuftur.  ابْعَثْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

فِي الْمَدَٓائِنِ  car mecruru  ابْعَثْ  fiiline mütealliktir.

حَاشِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اَرْجِهْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رجو ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

حَاشِر۪ينَ  sülâsi mücerredi حشر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Firavun toplumunun önde gelenlerinin sözlerini bildirmektedir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli   اَرْجِهْ وَاَخَاهُ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاَخَاهُ ’daki  وَ , vâvu’l-maiyyedir.

Mekulü’l-kavle matuf olan  وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

فِي الْمَدَٓائِنِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şehirler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şehir hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bütün şehirlerin her yerini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Mef’ûl olan  حَاشِر۪ينَۙ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

Araf’ta  أرْسِلْ , Şuarâ’da ise  وَابْعَثْ  buyurulmaktadır. Çünkü Araf Suresinde  إرْسَلْ (gönderme) fiili çokça tekrarlanmaktadır. Bu fiil, türevleriyle birlikte Araf’ta 30 kez; Şuarâ’da ise 17 kez tekrarlanmaktadır. Dolayısıyla  إرْسَلْ ’in, Şuarâ’dan farklı olarak Araf Suresinde zikredilmesi uygun düşmüştür. Öte yandan Şuarâ’daki bağlam  أرْسِلْ (Gönder) değil de, ابْعَثْ (Gönder!) fiilini gerekli kılmaktadır. Çünkü  بْعَثْ  kelimesi göndermenin yanı sıra bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek anlamlarına gelir. Şuarâ sûresindeki meydan okuma ile yüzleşmenin şiddetli olması, Firavun toplumunun önde gelenlerinin  وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ (Ve şehirlere toplayıcılar gönder!) demesini gerekli kılmıştır. Onlar göndermekle yetinmediler. Aksine kendisinden elçiliğin yanında toplumu kışkırtma görevini de yürütecek toplayıcılar göndermesini istediler. Zira gönderilen bu toplayıcıların bir görevi de insanları Musa’ya karşı kışkırtmaktı. Bu anlamı  أرْسِلْ  lafzı vermemektedir. Dolayısıyla her bağlam, içinde zikredilen lafzı gerekli kılmıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Ta’bîru’-l Kur’anî, s. 329)
Şuarâ Sûresi 37. Ayet

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ  ...


“Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَأْتُوكَ sana getirsinler ا ت ي
2 بِكُلِّ bütün ك ل ل
3 سَحَّارٍ büyücüleri س ح ر
4 عَلِيمٍ bilgin ع ل م

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ

 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَأْتُوكَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

يَأْتُوكَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِكُلِّ  car mecruru  يَأْتُوكَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. سَحَّارٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَل۪يمٍ  kelimesi  سَحَّارٍ ‘ın sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:  1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَحَّارٍ  ve  عَل۪يمٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ

 

ف  karinesi olmadan gelen  يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ  cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

سَحَّارٍ ’deki tenvin nev ve kesret içindir.  عَل۪يمٍ  kelimesi  سَحَّارٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki  عَل۪يمٍ , mübalağa ifade eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

‘Geldi’ manasındaki  أتي  fiili  بِ  harf-i ceriyle ‘getirmek’ manasını kazanır. Bu, tazmin sanatıdır.

(İleri gelenler) Firavun’un  إنَّ هَذاَ لَسَاحِرٌ [Bu, öyle bir büyücü ki…”] (Şu‘arâ 26/34) ifadesine  بِكُلِّ سَحَّارٍ  [ne kadar usta büyücü varsa] ifadesiyle karşılık vermişlerdir. Firavun’u sakinleştirip tedirginliğine son vermek için, kelimeyi sihrin her türlüsünü içine alan bir lafızla ve mübalağa sıygasıyla getirmişlerdir. (Keşşâf) 

Sana çok bilgili bütün sihirbazları getirsinler, yani bu fende üstün olanları demektir. İbn Âmir, Ebû Amr ve Kissâî, imâle ile  سَحَّيْرٍ  okumuşlardır. بِكُلِّ سَاحِرٍ  şeklinde de okunmuştur.(Beyzâvî)   

 
Şuarâ Sûresi 38. Ayet

فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ  ...


Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَجُمِعَ ve bir araya getirildi ج م ع
2 السَّحَرَةُ büyücüler س ح ر
3 لِمِيقَاتِ belirlenen vaktinde و ق ت
4 يَوْمٍ bir günün ي و م
5 مَعْلُومٍ belli ع ل م

فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; فبعث الحاشرين فجمع السحرة (Toplayıcıları gönderdi ve sihirbazları topladı.) şeklindedir.

جُمِعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  السَّحَرَةُ  naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir. لِم۪يقَاتِ  car mecruru  جُمِعَ  fiiline mütealliktir.  يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَعْلُومٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:  1. Hakiki sıfat   2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar   2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعْلُومٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ

 

Atıfla gelen ayet, mukadder istînâf cümlesine matuftur. Ayetler arasında, meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

جُمِعَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

مَعْلُومٍ  kelimesi  يَوْمٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Sihirbazlar belli günün belli vaktinde toplatıldı, yani belli bir günün tayin edilen saatlerinde ki, o da bayram gününün kuşluk vakti idi. (Beyzâvî-Fahreddin er-Râzî)      

م۪يقَاتِ , tayin edilen zaman ya da mekândır. İhrama girilen yerler manasındaki  مَوْقُوت da bunun gibidir. (Nesefî)

م۪يقَاتِ  , وَقَتَ  kelimesinden ism-i mekândır.
Şuarâ Sûresi 39. Ayet

وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ  ...


İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِيلَ ve denildi ق و ل
2 لِلنَّاسِ halka da ن و س
3 هَلْ musunuz?
4 أَنْتُمْ siz de
5 مُجْتَمِعُونَ toplanıyor ج م ع

وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ

 

وَ  atıf harfidir.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لِلنَّاسِ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.

هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ  naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُجْتَمِعُونَ  mübtedanın haberi olup ref alamet  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُجْتَمِعُونَ  kelimesi, sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ

 

Önceki ayete matuf olan ayet, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli  هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cevap bekleme kastı olmayan bir soru olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

لِلنَّاسِ ‘deki marifelik örfî istiğrak içindir. O kimseler Firavun’un (Menfis) veya (Tıybe) denilen beldesinin insanlarıdır. (Âşûr)

هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

"Onlar, her İki taraftan sudur edecek olan şeyi görüp müşahede etmeleri için toplanmaya teşvik olundular" anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)  

هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ [Siz de toplanıyorsunuz değil mi?] cümlesi, insanların yavaş toplandığını ifade etmekte olup maksat, acele etmelerini sağlamak ve onları buna teşvik etmektir. Nitekim bir adam kölesinin hızlı hareket etmesini ve süratli gitmesini teşvik etmek istediğinde  هَلْ أنْتَ مُنْطَلِقٌ (Hareket ediyorsun değil mi?) der; böylece ona, adeta kendisi dururken insanların oraya doğru gittiği izlenimi verilir. (Keşşâf)
Günün Mesajı
Firavun, idaresi altındaki herkesin en büyük rabbi olduğu iddiasında idi (Naziât Süresi/79: 24). Halk üzerinde dilediği gibi hükmediyordu. Hz. Musa (a.s.), Allah'ı Firavun'un, adamlarının, hepsinin atalarının, herkesin ve her şeyin Rabbi olarak takdim buyurunca, hakimiyetinin tehdit altına girdiğini hissetti. Bu bakımdan, her diktatörün yaptığı gibi tehdide yöneldi. Bundan da öte, kendisini ilâh da ilan etti. Rabb olmanın Uluhiyet'in, yani ilâh olmanın bir boyutu, bir hususiyeti olduğunu ve ancak ilâh olanın rabb olabileceğini kavramış olmalıydı ki, böyle yaptı. Firavun insanlar üzerinde ilâhlık ve rablık iddiasına rağmen, o dönemde Mısırlılar kâinat üzerinde hakim ve idareci pek çok “tanrı”ya tapıyorlardı ve bizzat Firavun da, aynı şekilde pek çok “tanrı”ya ibadet etmekte idi (A'râf Süresi/7: 12).
Rabb olma (Rubübiyet), itaat ister; Uluhiyet ise, daha çok ibadet ister. Cenab-ı Allah (c.c.), mutlak ve eksiksiz ilim, irade ve kudret sahibi olarak bütün varlıkların ilâhıdır ve Allah olduğu için ibadet edilmeye layıktır. Kendisine ibadet edilmelidir. Her türlü ibadet ancak O'na yapılır, peygamberler dahil başka hiçbir varlığa ibadet edilmez; ibadet manasında bir davranış sergilenmez. Mutlak Rububiyet de yine O'na aittir. O, yaratan, yaşatan, idare eden, besleyen, yani Rabb olarak bütün bir kainat ve tek tek her varlık üzerinde mutlak hakimiyet ve otorite sahibidir. İnsanlar üzerinde de mutlak hakimiyet yine O'na aittir. Şu kadar ki O, insanlara ve cinlere irade verdiği için onları Kendisi'ne mutlak itaate zorlamamış, itaatten sorumlu tutmakla birlikte, sonucuna katlanmak kaydıyla itaat edip etmemeyi iradelerine bırakmış ve yaptıklarından sorumlu tutulmak kaydıyla, hayatlarında bu iradelerini kullanabilecekleri sınırlı bir sahayı da onlara bahşetmiştir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Derler ki: 

İman etmek için şart koşana ve mucize siparişi verene bak. Halbuki, ister hz. Musa’nın, ister hz. Muhammed (sav)’in zamanın yaşa. Eğer kalbin ile; Bakmazsan, hakikati görmez gözlerin. Dinlemezsen, hakikati işitmez kulakların. Düşünmezsen, hakikati kavramaz aklın. 

Ey bizi doğru yola ileten ve peygamberlerini gönderen. Ey göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin rabbi olan. Ey bizim ve geçmiştekilerin rabbi olan. Ey doğunun, batının ve ikisi arasında kalanların rabbi olan Allahım! 

Bizi; zamanın firavunlarından, onların peşinden gidenlerden ve şerlerinden muhafaza buyur. Gönlümüzü; hakikat ile alay edenlerden, kendini üstün görenlerden ve yolundan çıkanlardan uzaklaştır. Nefsimizi; yanlışımız düzeltiğinde ve hakikat hatırlatıldığında önyargılarımızdan arındır. Bizi; doğruyu söyleyenlerden, hakikati görenlerden, ayetlerine iman ve itaat edenlerden eyle.

***

Zamanın birinde, şöyle yazılmış bir deftere:

Yaptığın yanlışlardan sonra umutsuzluğa düşme. Şeytanın vesveselerine kapılıp tövbe kapısından uzaklaşma. Nefsinin sözlerine güvenerek dünyaya geri dönme. Hatasız kul olmaz ama tövbesiz gidene de kurtuluş yoktur, unutma!

Karşına çıkan kimseyi küçümseme. Ez nefsini, onların senden üstün olduğu düşüncesiyle. Kendi haline bakıp da fazla beğenme. Şükür et bugününe, yarının için sığın Allah’a. Kimin yarın ne halde olacağını ancak Allah bilir, unutma!

Kölelerin arasından çıkıp, sarayda yetişen hz. Musa gelir akla. İşlediği hatadan dolayı aranırken, Allah’ın yardımıyla döndü bir zamanlar kaçtığı şehre. Mucizelerle ve ayetlerle dikildi zalimin ve adamlarının karşısına.

Zulmü ile bilinen firavunu ne ayıpladı, ne de küçümsedi. Davet etti, Allah’a itaate ve tövbe kapısına. Ne bağırdı, ne de hakaret etti. Yumuşak sözle anlattı hakikati, belki kalbi ürperir diye. Sözlerin en tesirlisi anlaşıldı işte.

Ey Allahım! Halimizi beğenmekten ve başkalarını küçümsemekten; tövbesizlikten ve şükürsüzlükten; cahillikten ve şımarıklıktan muhafaza buyur. Bizi bugünkü hali için Sana şükür edenlerden, yarınki hali için de Sana sığınanlardan eyle. Kalbimizi ve dilimizi merhametinle yumuşat. Tatlı söz ile hataları düzeltenlerden, gerçeği anlatanlardan eyle. Kendimize ve başkalarına doğru konuşanlardan eyle. Hakikat hatırlatıldığında itaat edenlerden ve kalbiyle Senin huzuruna koşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji