21 Temmuz 2025
Şuarâ Sûresi 1-19 (366. Sayfa)
Şuarâ Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 227 âyettir. Sûre, adını 224. âyette geçen “eş-Şu’arâ” kelimesinden almıştır. “Şu’arâ” şairler demektir. Sûre de başlıca Mûsâ, İbrahim, Nûh, Hûd,Salih ve Şu’ayb peygamberlerin kıssaları dile getirilmekte; müşriklerin, Kur’an’ın vahiy dışı bir kaynağa dayalı olduğu iddialarına karşılık, onun bir vahiy eseri olduğu vurgulanmakta, söz konusu kaynakların Kur’an üzerinde hiçbir etkisinin bulunamayacağı ifade edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada yirmi altıncı, iniş sırasına göre kırk yedinci sûredir. Vâkıa sûresinden sonra, Neml sûresinden önce Mek­ke’de inmiştir. 197. âyeti ile son dört âyetinin (224-227) Medine döneminde indiğine dair rivayetler de vardır (Süyûtî, el-İtkān, I, 12; İbn Âşûr, XIX, 89-90).
Ağırlıklı olarak Allah’ın birliği, peygamberlik, vahiy ve âhiret inancı gibi konular ele alınmaktadır. Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’den, onun kaynağından, şanının yüceliğinden ve müşriklerin Kur’an karşısındaki tutumundan bahsedilmekte, örnek ve ibret alınması için bazı peygamberlerin kıssaları ve tebliğlerinden kesitler verilmektedir. Bu kıssalarda tarih sürecinde insan karakterinin değişmediğine, bu sebeple insanda gerçeği inkâr etme eğiliminin her dönemde görülebileceğine, insanoğlunun zenginlik, iktidar, nüfuz ve şöhret düşkünlüğüne, kitlesel kültür ve ideolojilere körü körüne bağlılığına dikkat çekilmektedir. Kur’an’ın bir şair tarafından meydana getirildiği iddiaları çürütülmekte; gerçeği kabul etmeyen dönemin şairleri yerilmekte, ancak mümin ve makbul şairlerin de bulunduğu ifade edilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şuarâ Sûresi 1. Ayet

طٰسٓمٓۜ  ...


Tâ Sîn Mîm.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 طسم Ta sin mim

Bazı sûrelerin başında bulunan bu tür harflere “hurûf-ı mukattaa” adı verilmektedir (bilgi için bk. Bakara 2/1).

Sûre başlarındaki hurûf-ı mukattaadan sonra genellikle kitaptan, âyetlerden veya vahiyden söz edilmektedir. Nitekim burada da aynı üslûp kullanılmıştır. “Apaçık kitap” ifadesinden kastedilenin hangi kitap olduğu konusunda farklı görüşler olmakla birlikte müfessirlerin çoğunluğu bunun Kur’an olduğu kanaatindedir (Râzî, XXIV, 118; Şevkânî, IV, 91; İbn Âşûr, XIX, 92; bu konuda bilgi için ayrıca bk. Ra‘d 13/1; Hicr 15/1). “Apaçık” diye tercüme ettiğimiz mübîn kelimesi “açıklayıcı” anlamına da gelmektedir. Buna göre Kur’an âyetleri gelişigüzel söylenmiş sözler değil; anlamı açık, doğruluğunda şüphe olmayan ve gerçekleri açıklayan ilâhî kitabın âyetleridir. Bu sebeple ona şanına yakışır bir şekilde saygı gösterilmesi ve emirlerinin yerine getirilmesi gerekir.

طٰسٓمٓۜ

 

طٰسٓمٓ  hurûf-u mukattaa harfleridir.

طٰسٓمٓۜ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Kur'an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

Başında hurûf-u mukattaa bulunan surelerin hepsi vahiy ve nübüvvetin ispatıyla ilgili ayetlerle söze başladığı halde yalnızca üç tanesi; Meryem, Rûm ve Ankebût sûreleri bu genel üslubun dışında kalır. Meryem sûresi Hz. Zekeriya’nın, Rûm sûresi, uğradığı mağlubiyetten sonra Bizans’ın yakın bir gelecekte kazanacağı zaferin müjdesiyle başlamaktadır. Ankebût ise müminlerin birtakım fitne ve belalara uğratılıp imtihana çekileceklerini bildiren ayetlerle başlar ve kendisinden sonra yine başında “elif-lâm-mîm” bulunan diğer üç sure ile birlikte bir grup oluşturur. (TDV İslam Ansiklopedisi) 

طٰسٓمٓۜ  ifadesi,  ط ’daki uzatma sesinin kalın telaffuz edilmesi veya  ى ’ya meylettirilmesi ile; س ’deki  ن ’un izhar veya idgamıyla okunmaktadır.

Bu surenin ismi, manasını Allah bilir. … den, …den,… dan diye Muhammed b. Kâ'b'dan bir rivayet de vardır. Şiddet harflerinin en şiddetlisi, kalkale harflerinin en serti, isti'lâ harflerinin en kalını olduğundan, ilk seste bu surenin şiddetli bir korkutma ifade ettiğini hissettirir. "Ta"nın Tûr Dağına, "sîn"in Mûsa'ya, "mîm" in Muhammed'e işaret olduğu da zihne çarpar. (Elmalılı)
Şuarâ Sûresi 2. Ayet

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ  ...


Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ şunlar
2 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
3 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
4 الْمُبِينِ apaçık ب ي ن

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اٰيَاتُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْـكِتَابِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. الْمُب۪ينِ  kelimesi  الْـكِتَابِ ’nin sıfatı olup lafzen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. 

Burada  مُب۪ينٌ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينِ۠  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ

 

Sûrenin ilk ayeti ibtidaiyyedir.

Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin yani ayetlerin mertebesinin yüceliğini gösterir. 

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

اٰيَاتُ الْـكِتَابِ  izafeti hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ  mübtedanın haberidir. Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında tazim ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

الْمُب۪ينِ۠  kelimesi,  الْـكِتَابِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bu ayetteki Kitap ile Kur'ân'ın kastedildiğinde şüphe yoktur. Mübîn (açıklayıcı) olan da, gerçekte konuşabilen bir varlığın sıfatı olsa bile, kendisine bakılıp-okunduğunda, bazı şeylerin açıklığa kavuşmuş olması bakımından, bazen bir söz veya yazı için de kullanılabilir. (Fahreddin er-Râzî)

Mucizeliği ve Allah katından olduğunun doğruluğu apaçık olan kitabın ayetleridir. Apaçık kitaptan kasıt, bu sure veya Kur’an’dır. Mana ‘’Böyle müstakil harflerden oluşan bu şeyin ayetleri, apaçık kitabın ayetleridir’’ şeklindedir. (Keşşâf)

الْمُب۪ينِ۠  : "Bâne" manasına  أبانَ den "beyyin" gayet açık, parlak demek olduğundan; kitab-ı mübîn, i'cazı açık olan kitap demek olur ki, kastedilen Kur'an'dır. Hakkı açıklayan demek dahi olabilirse de buraya uygun olan öncekidir. (Elmalılı)

 
Şuarâ Sûresi 3. Ayet

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ  ...


Ey Muhammed! Mü’min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَعَلَّكَ sen neredeyse
2 بَاخِعٌ helak edeceksin ب خ ع
3 نَفْسَكَ kendini ن ف س
4 أَلَّا diye
5 يَكُونُوا etmiyorlar ك و ن
6 مُؤْمِنِينَ iman ا م ن

Bu âyetlerde müşriklerin Kur’an’a inanmamalarından ve ona karşı gösterdikleri düşmanca tavırdan dolayı üzülen Hz. Peygamber ve müminler teselli edilmektedir (krş. Kehf 18/6; Fâtır 35/8). Çünkü Peygamber’in görevi onları zorla iman ettirmek değil, Kur’an’ı tebliğ edip doğru yolu göstermektir (Nahl 16/82). 4. âyette ifade edildiği üzere Allah Teâlâ isteseydi inkârcıları iman ettirecek bir mûcize ve bir felâket göndererek onların boyun eğmelerini sağlardı. Ancak böyle bir zorlama imtihan hikmetine aykırıdır. Allah dünyayı, hayatı ve ölümü imtihan için yaratmıştır. İnsanın bu imtihanı kazanması serbest ve özgür iradesiyle Allah’a inanmasına ve itaat etmesine bağlıdır.

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 144

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  بَاخِـعٌ  kelimesi  لَعَلَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

نَفْسَكَ  kelimesi ism-i fail olan  بَاخِـعٌ ’un mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

أَنْ  masdar harfidir. لاَ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  أَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cerle mecrurdur.  بَاخِـعٌ ‘e müteallıktır. 

يَكُونُوا  mansub nakıs muzari fiildir.  يَكُونُوا ‘nun ismi  zamir olan çoğul و ‘ı olup mahallen merfûdur.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  يَكُونُوا ‘nun haber olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

بَاخِـعٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بخع  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfi  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu ayet, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir.  Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

لَعَلَّ ; şefkat gösterme anlamı vermektedir; kavminin İslâm’a girmemesindeki başarısızlığa üzülerek, ölürcesine kendini harap etme, kendine acı çektirme demektir. (Keşşâf)

Ayetteki  فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ  [Belki de helak edeceksin/Helak mi edeceksin?] ifadesi istifham-ı inkârî olup nehiy anlamındadır. Yani onların imandan yüz çevirmelerine üzülerek kendini helak etme/tüketme demektir. Nitekim İbni Âşûr da şöyle demektedir.  لَعَلَّ , gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. Zira istenilmeyen bir işin vukuunun beklenilmesi için zaman söz konusu değildir. İşte burada da  لَعَلَّ  Resulullah’ı (sav), kavminden iman etmeyenlerin imansızlığına kederlenip hüzünlenmekten sakındırmak için kullanılmıştır. Bu, aynı zamanda Hz. Peygambere bir teselli anlamı da taşımaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

لَعَلَّ ’nin haberi  بَاخِعٌ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. 

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

بَاخِعٌ  boğazlarken en derindeki  البخاع  denilen damara ulaşılmasıdır. Keserken ulaşılan en uç nokta burasıdır. (Beyzâvî)

Masdar harfi  أن , müteakip  لا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ cümlesini masdara çevirmiştir. Menfi  كانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, takdir edilen  لِ  harfiyle birlikte  بَاخِـعٌ ‘e mütealliktir. 

Peygamberin muhataplarının iman etmemesi kendisini üzmekte ve yıpratmaktadır.

Kur'an'ın onları imana sokucu olamayacağına dikkat çekmek için “Onlar mümin olmayacaklar diye, neredeyse kendine kıyacaksın. Binaenaleyh bu hususta, fazla üzülüp esef etme. Çünkü eğer çok ileri gider fazla üzülürsen, kendini öldüren, canına kıyan kimse gibi olursun ve böyle yapmakla da bir şey elde edemezsin “ buyurdu ve Hz Peygamber (sav)'i sabra davet edip, kalbini takviye etti. Açıklama ve izah özelliği çok ileri seviyede bir kitabın bulunmasına rağmen, onların bundan istifade edemeyeceklerini beyan ettiği gibi, bu husustaki keder ve üzüntüsünün de hiçbir fayda vermeyeceğini Hz Peygamber'e bildirdi. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 4. Ayet

اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ  ...


Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 نَشَأْ dilesek ش ي ا
3 نُنَزِّلْ indiririz ن ز ل
4 عَلَيْهِمْ onların üzerine
5 مِنَ -ten
6 السَّمَاءِ gök- س م و
7 ايَةً bir mu’cize ا ي ي
8 فَظَلَّتْ ve oluverir ظ ل ل
9 أَعْنَاقُهُمْ boyunları ع ن ق
10 لَهَا ona
11 خَاضِعِينَ eğilip kalmış خ ض ع

اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  نَشَأْ  şart fiili olup meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

نُنَزِّلْ  meczum muzari fiili, cevap cümlesidir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  نُنَزِّلْ  fiiline mütealliktir.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  نُنَزِّلْ  fiiline mütealliktir.  اٰيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَلَّتْ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  

اَعْنَاقُهُمْ  kelimesi  ظَلَّتْ ‘in ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَهَا  car mecruru  خَاضِع۪ينَ ‘e mütealliktir.

خَاضِع۪ينَ  kelimesi  ظَلَّتْ ’in haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

نُنَزِّلْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

خَاضِع۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خضع  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Şart cümlesi  نَشَأْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

اٰيَةً  kelimesindeki tenvin, kesret manasının yanında tazim de ifade eder.

نَشَأْ  ve  نُنَزِّلْ  fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ  cümlesi, cevap cümlesine atfedilmiştir. Bu cümlenin, istînâfiyye olması da caizdir. İstimrar ifade eden nakıs fiil  ظَلَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ظَلَّ ’nin haberi  خَاضِع۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına ve istimrara  işaret etmiştir.

Sıfat, (ضارب) ve (مضروب) gibi, ism-i fail ya da ism-i mef’ûl şeklinde bir fiili tavsif etmek için gelirse, hudûs (sonradan meydana gelme, zaman zaman meydana gelme) ifade eder. Ama böyle olmaz da sıfat-ı müşebbehe olursa, sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Şuara/56)

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهَا , amili olan  خَاضِع۪ينَ ‘ye ihtimam için takdim edilmiştir.

نُنَزِّلْ - فَظَلَّتْ  kelimeleri arasında muzari fiilden mazi fiile geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. 

عَلَيْهِمْ - لَهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  

فَظَلَّتْ  fiili,  اَعْنَاقُهُمْ  kelimesine isnad edilmiştir. Eğilerek kalmanın boyunlara isnad edilmesi, mecazi bir isnaddır. Gerçekte eğilen boyunlar değil, boyunların sahipleridir. Azaya isnat alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

Bu ifadeyle ayet, onu kontrol altında tutarak imana mecbur etmeyi kastetmiştir. (Keşşâf)

فَظَلَّتْ  cümlesi  نُنَزِّلْ  ile başlayan cevap cümlesine atfedilmiştir; ancak  انزلنا  denilseydi de doğru olurdu. Bunun benzeri  فصدق  ve  أكن  [tasaddukta bulunsam ve salihlerden olsam…] (Münâfikūn 63/10) ayetidir; sanki  فصدق (tasaddukta bulunayım) denilmiştir. Ayet (mazi muzari değişikliğiyle)  لو شأنا لو أنزلنا و فتظل أعناقهم  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)

Ayet-i kerîme’de geçen  فَظَلَّتْ  lafzı, muzari manasında olup cümle  تظل تدوم  takdirindedir. Ayrıca  اَعْنَاقُ  kelimesi, haddizatında sahiplerinin sıfatı olan  خضع۪ (teslim olmak) ile sıfatlanınca, sıfat da akıl sahiplerine mahsus olan sıyga ile cemi oldu. (Celâleyn Tefsiri)

Şayet  خَاضِع۪ينَ ’nin haberi olarak gelmesi nasıl doğru olur? dersen şöyle derim: Kelamın aslı  فظل لها خَاضِع۪ينَ  şeklindedir. İşin boyun eğilerek yapıldığını açıklamak için boyunlar kelimesi eklenmiş ve ifade aslı üzere bırakılmıştır; tıpkı  ذهبت أهل اليمامة  (Yemame ehli gitti) cümlesindeki gibi ki sanki ehli zikredilmemiş gibidir. Ya da boyun eğme fiiliyle akıl sahipleri nitelendiğinden, tıpkı  َلِي ساجِدِينَ […bana secde ediyorlar] (Yûsûf 12/4) örneğinde olduğu gibi boyunlardan, akıllıymışlar gibi  خَاضِع۪ينَ  şeklinde bahsedilmiştir. Şu da söylenmiştir:  عنق من الناس insanların liderleri ve önde gelenleridir; onlardan baş, alın/perçem, göğüs (sadr) kelimeleriyle bahsedildiği gibi, onlar boyunlara da benzetilirler. (Keşşâf) 

اَعْنَاقُ  lafzı,  عُنُقٍ un cemisidir. Denilir ki “ Burdaki nun harfi damme olursa müennes, sukun olursa müzekkerlik ifade eder”. (Âşûr)


فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ  [Boyunları ona eğilir] cümlesinde güzel bir kinaye vardır. Yüce Allah, bu sözüyle, daha önce izzetli ve şerefli iken on­lara gelen zillet ve horluğu kinaye etti. (Safvetü’t Tefâsir)

الخُضُوعِ lafzının,  الأعْناقِ  lafzına isnad edilmesi mecazî aklîdir. (Âşûr)

“Boyunlar”  اَعْنَاقُ  ancak akıllı varlıklara nisbet edilerek “hudû” (itaat etme) sıfatı ile tavsif edilince, tıpkı “(O yıldızları) bana secde ediyor gördüm” (Yusuf, 4) ayetinde olduğu gibi, cemi müzekker olarak  خَاضِع۪ينَ  şeklinde getirilmiştir. Bu ifade ile kâfirlerin liderlerinin ve ileri gelenlerinin kastedildiği; tıpkı, “Onlar başlardır, göğüslerdir” denildiği gibi, ileri gelenlerin, “boyunlara” teşbih edildiği de ileri sürülmüştür. Yine bununla, insan topluluklarının kastedildiği, Arapça'da “bir grup insan” manasına geldiği de söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 5. Ayet

وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ  ...


Rahmân’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 يَأْتِيهِمْ onlara gelmez ا ت ي
3 مِنْ hiçbir
4 ذِكْرٍ Zikir (uyarı) ذ ك ر
5 مِنَ -dan
6 الرَّحْمَٰنِ Rahman- ر ح م
7 مُحْدَثٍ yeni ح د ث
8 إِلَّا
9 كَانُوا olmadıkları ك و ن
10 عَنْهُ ondan
11 مُعْرِضِينَ yüz çevirici ع ر ض

6. âyet, inkârcıların şimdi yalan saydıkları gerçeklerle bir gün karşı karşıya kalacaklarını haber vererek onları tehdit etmektedir. Halbuki akıllarını kullansalar inkâr ettikleri şeylerin gerçek olduğunu onlara gösterecek nice deliller vardır. Hayata elverişli kılınmış olan yerküre ve onda her türden bitkilerin, canlıların üremesi Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren apaçık deliller değil midir? Şüphe yok ki toprağı, suyu, havası ve iklimi aynı olan bir arazi üzerinde bitki türlerinin yaratılmasında; tadı, rengi ve şekli ayrı olan meyve ve ürünlerin meydana gelmesinde üstün bir iradenin, sonsuz bir bilgi, hikmet ve kudretin mevcudiyetini gösteren deliller vardır. Bununla birlikte insanların çoğu inanmaz. Oysa 9. âyette ifade buyurulduğu gibi Allah’ın gücü de rahmeti de sonsuzdur; inkârlarından dolayı onları cezalandırma gücüne sahip olduğu gibi, tövbe edip iman eden ve iyi işler yapanları bağışlayacak merhamete de sahiptir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 144-145

وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْت۪يهِمْ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.

 مِنْ  harfi zaiddir.

ذِكْرٍ  lafzen mecrur,  يَأْت۪يهِمْ ‘in faili olarak mahallen merfûdur.  مِنَ الرَّحْمٰنِ  car mecruru ذِكْرٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  مُحْدَثٍ  kelimesi ذِكْرٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِلَّا  istisna edatıdır.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.  عَنْهُ  car mecruru  مُعْرِض۪ينَ ’ye mütealliktir.

مُعْرِض۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ‘nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُعْرِض۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ

 

وَ  atıf,  مَا  nafiyedir. Ayet, önceki ayetteki …إن نشأ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Ayet, kasr ve zaid harf olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

Muzari fiil ile gelmesi teceddüd ve istimrar ifade eder. (Âşûr)

Nefy harfi  مَا  ve  istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, hal sahibiyle hali arasındadır. 

Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olan kasr üslubu, onların  الرَّحْمٰنِ ’dan yeni bir zikir gelmesiyle, muhakkak yüz çevirdiklerini, kesin bir dille belirtmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahmân isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

مِنْ ذِكْرٍ , lafzen mecrur mahallen merfû olarak  تَأْت۪يهِمْ  fiilinin failidir.  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir.

مِنْ ذِكْرٍ deki  مِنْ  umumun nefyini tekid eder.  مِنَ الرَّحْمٰنِ  daki مِنَ da ibtidaiyyedir. (Âşûr)

Ayet-i kerîme’de geçen  مُحْدَثٍ  lâfzı, sıfat-ı kâşifedir. (Celâleyn Tefsiri) 

مُحْدَثٍ  kelimesi, مِنْ ذِكْرٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bu ayet, Peygamberimizin yüksek fazilet ve şerefine ve kavminin kendisine karşı olan tutumlarının pek çirkin olduğuna delalet etmektedir.  الرَّحْمٰنِ  ünvanının zikredilmesi de, onların şenaatlerinin pek büyük ve cinayetlerinin pek korkunç olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)

كَانُوا۟ عَنۡهُ مُعۡرِضِینَ  cümlesi,  يَأْت۪يهِمْ  fiilindeki mef’ûlden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنۡهُ , önemine binaen amili olan  كَان ’nin haberine takdim edilmiştir.

كَانَ ’nin haberi  مُعْرِض۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin onlarda sabit olduğuna işaret etmiştir.

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَانَ  fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Râgıb el-İsfahânî)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.

(KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)

Bu ayet, Peygamberimizin yüksek fazilet ve şerefine ve kavminin kendisine karşı olan tutumlarının pek çirkin olduğuna delalet etmektedir. Rahmân unvanının zikredilmesi de, onların şenaatlerinin pek büyük ve cinayetlerinin pek korkunç olduğunu göstermek içindir. Zira Allah (cc) tarafından mutlak olarak onlara gelen şeylerden yüz çevirmeleri, ne kadar feci ve çirkindir. Allah'ın rahmeti mucibince ve sırf onların menfaati için gelen şeylerden yüz çevirmeleri ise daha feci ve daha çirkindir. (Ebüssûd)

 
Şuarâ Sûresi 6. Ayet

فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  ...


Onlar (Allah’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَدْ şüphesiz
2 كَذَّبُوا yalanladılar ك ذ ب
3 فَسَيَأْتِيهِمْ ama kendilerine gelecektir ا ت ي
4 أَنْبَاءُ haberleri ن ب ا
5 مَا şeyin
6 كَانُوا oldukları ك و ن
7 بِهِ onunla
8 يَسْتَهْزِئُونَ alay edip duruyor(lar) ه ز ا

فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

فَ  ta’liliyyedir.  قَدِ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن يكذّبوا ( kim yalanlarsa) şeklindedir.

 يَأْت۪يهِمْ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يَأْت۪يهِمْ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنْبٰٓؤُ۬ا  fail olup lafzen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye mütealliktir.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَذَّبُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  هزأ ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

فَقَدْ كَذَّبُوا 

 

فَ , ta’liliyyedir. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.

Fiilin mef’ûlü yani yalanladıkları şey belirtilmemiştir.  كَذَّبُوا  fiili, müteaddi olduğu halde mef’ûlünün hazf edilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkân sağlar.  كَذَّبُوا  fiili,  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.


 فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

 فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri;  من يكذّب (kim yalanlarsa) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ , istikbal harfi ile tekid edilmiştir. İstikbal harfi  سَ , vaat ve vaîd siyakında tekid ifade eder.

Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

اَنْبٰٓـؤُ۬ا ’nun muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ’nin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Car mecrur  بِه۪  önemine binaen amili olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye takdim edilmiştir.

كان ‘nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayette iki farklı görevdeki  فَ ’lerde tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.  

فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  (Alay edip durdukları şeyin haberleri, yakında kendilerine gelecektir) cümlesi tehdit ve korkutma ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

Alay ettiklerinin haberleri, dünyada ve ahirette uğrayacakları cezalardır. Bu cezaların haberler olarak ifade edilmesi, ya Kur’an-ı Kerîm'in haber verdiği hususlardan olmasından dolayıdır yahut onlar, haberlerini duymakla gizli şeylere vâkıf oldukları gibi, bu cezaları görmekle de, Kur’an'ın hakikatine vâkıf olacaklardır. Bu ifade, cezanın korkunçluğunu bildirmektedir. Zira ayetin metninde zikredilen  نبأ (Haber), korkunç büyük haberler için kullanılmaktadır. (Ebüssuûd)

Bu ifade tıpkı, "Onun haberini (gerçek olduğunu) bir müddet sonra öğreneceksiniz" (Sad, 88) ayeti gibidir. Kötülük eden kimselere bir tehdit olmak üzere, "Artık sen gününü görürsün" demek adettir. (Fahreddin er-Râzî)

Allah Teâlâ kâfirleri önce yüz çevirme, ikinci olarak tekzip (yalanlama) ile, üçüncü olarak da, istihza etme ile nitelemiştir ki, bunlar, şekavette yol alanların mertebeleridir. Çünkü böylesi kimseler önce yüz çevirir, sonra açıkça tekzibe başlar, üçüncü olarak da onunla istihza edecek dereceye varır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 7. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ  ...


Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا bakmadılar mı? ر ا ي
3 إِلَى
4 الْأَرْضِ yeryüzüne ا ر ض
5 كَمْ kaç
6 أَنْبَتْنَا bitirmişizdir ن ب ت
7 فِيهَا orada
8 مِنْ çeşitten
9 كُلِّ her ك ل ل
10 زَوْجٍ çifti ز و ج
11 كَرِيمٍ güzel ك ر م

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ

 

 

 Hemze istifham harfidir.  Ayet atıf harfi  وَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri;  أجحدوا (İnkar mı ettiler?) şeklindedir.

 لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَى الْاَرْضِ  car mecruru  يَرَوْا  fiiline mütealliktir.  كَمْ  soru ismi mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْبَتْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  اَنْبَتْنَا  fiiline mütealliktir.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  كَمْ ‘in temyizidir. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَوْجٍ   muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.  كَر۪يمٍ  kelimesi  زَوْجٍ  sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ 

 

Atıfla gelen  اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ  cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri  أجحدوا  (İnkâr mı ettiler?) şeklindedir.

Hemze takrîri istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu cümle kınama ifade eder. Bu soru, ibret gözüyle bakmadıklarından dolayı onları kınamak için sorulmuştur. (Safvetü’t Tefâsir)


كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Soru harfi olan  كَمْ  haberiyyedir.  اَنْبَتْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûlü olarak mahallen mansubdur ve çokluktan kinayedir.

Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنْبَتْنَا  azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ  ibaresi  كَمْ ‘in temyizidir.

زَوْجٍ  kelimesinin nekre gelişi kesret, nev ve tazim ifade eder.

مِنْ كُلِّ  deki  مِنْ  tebidiyyedir. (Âşûr)

كَر۪يمٍ  kelimesi  زَوْجٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

كَمْ  kelimesi mebni bir isimdir, daima cümle başında bulunur. Müphemdir, temyize muhtaçtır. İstifham manası taşır. Fakat Kur’an’da bu manada kullanılmamıştır. Pek çok manasında haber olarak gelir, ekseriyetle iftihar makamında kullanılır. (Suyuti/İtkan)

Ayet-i kerîme’de geçen  كَمْ  lafzı, haberiyye olup  كثيراً  manasındadır. Keşşâf)

Ayetteki  كُلِ  kelimesi, bütün bitki çeşitlerini etraflıca içine aldığına delalet eder,  كَمْ (kaç) lafzı ise kuşatanların son derece çok olduğuna delalet eder. İşte Cenab-ı Hakk'ın bu iki kelimeyi birlikte kullanmasının hikmeti budur. O, bunları kudretinin mükemmelliğini göstermek için peş peşe kullanmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

كَر۪يمٍ  her şeyin iyisi, a'lâsı, faydalısına,  زَوْجٍ  burada sınıf, cins, neve, نَبْتًا  görünüşte sadece bitkilere has gibi görünürse de hayvanlara ve insanlara da işaret eder. Zira hepsinde artma gücü vardır. Bununla beraber yalnız bitkileri düşünmek de yeterlidir. Yani o yeryüzünde sınıf sınıf her türlüsünden ne kadar güzel ve faydalı bitkiler bitirmişiz ve bitirmekteyiz? Baksalar ya! Gerçekten yeryüzündeki o çeşit çeşit bitkileri güzel bir sınıflandırma ile gözden geçirmeli de bir bakmalı; o ne kadar hoş, ne kadar çeşitli, ne kadar faydalı çiftler? Aynı çevre içinde o türlü renkler, o türlü şekiller, türlü çiçekler ve meyveler türlü özellikleriyle o kadar değişik sınıflar, cinsler, neviler, çeşitler, o güzel çiftler nasıl tertip ve tanzim olunup çıkıyor? Hem ölüp kuruduktan sonra yeniden yeniye kaç kereler bitirilip bitirilip duruyor. Hiç bu mükemmel sanat, kör bir doğanın kendi kendine gelişmesi ile olur mu? (Elmalılı)

 
Şuarâ Sûresi 8. Ayet

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...


Şüphesiz bunlarda (Allah’ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 فِي vardır
3 ذَٰلِكَ bunda
4 لَايَةً bir ibret ا ي ي
5 وَمَا ama yine
6 كَانَ değillerdir ك و ن
7 أَكْثَرُهُمْ çokları ك ث ر
8 مُؤْمِنِينَ inanıcı ا م ن

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.


وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi  اَكْثَرُهُمْ  olup lafzen merfûdur.  مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

مُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, teksir ve tazim ifadesi içindir.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

İşaret ismi  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11) 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Şayet; çeşitleri zikredip, çokluk ve kapsamlılık kelimeleriyle de buna işaret edildiğinde -ki bu yönüyle onu sadece gaybı bilen sayabilir- neden bunda bir ayet vardır buyurdu da ayetler vardır buyurmadı? dersen şöyle derim: Bu iki şekilde açıklanabilir; burada  انبتنا (bitirdik) ifadesinin masdarına işaret edilmiş ve sanki “Bitkinin bitirilmesinde bir ayet var; ama ne ayet!..” buyrulmuştur. Ya da “Bu çiftlerin her biri bir ayettir” anlamı kastedilmektedir ki benzer birçok örnek daha önce geçmişti. (Keşşâf)


 وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

Cümle, önceki ayetteki  يَرَوْا ‘deki failin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانَ ’nin haberi olan  مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

مَا كَان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

Bir görüşe göre; Allah'ın ilminde ve takdirinde mümin olmadılar. Zira Allah (cc) ezelden biliyordu ki, teklifin ölçütü olan onların ihtiyarı (seçimleri), şer tarafına döndürülecek ve onlar, bu büyük ayetleri tefekkür etmeyeceklerdir. Sîbeveyhi'ye göre bu cümlenin Arapça metnindeki  كَان  fiili zait olup manası: fakat onların çoğu mümin değildir, şeklindedir. Onların iman etmelerini gerektiren birçok deliller kendilerine Allah (cc) tarafından geldiği halde kibir ile inatta azgınlık ve aşırılık gösterdiklerini beyan makamına en münasip olan mana budur. Birinci tefsire göre, onların küfrünü Allah'ın ilmine ve takdirine isnad etmek, zahire göre onların mazur oldukları vehmini uyandırabilir. Zira işaret edilen tahkik, takva sahibi mahir âlimlerce bile bilinmeyebilir. Bu tefsire göre sanki şöyle denilmiştir: bunda, imanı gerektiren gayet açık deliller vardır; fakat bununla beraber onların çoğu mümin değildir; çünkü onlar küfür ile dalalette çok ileri gitmişler ve azgınlık ile cehalete tamamıyla batmışlardır. (Ebüssûd)

Ayette imansızlık, onların hepsine değil çoğuna isnad edilmiş, çünkü onlardan bazıları iman edeceklerdi. (Ebüssûd)

 
Şuarâ Sûresi 9. Ayet

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟  ...


Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 لَهُوَ işte O
4 الْعَزِيزُ üstündür ع ز ز
5 الرَّحِيمُ merhamet edendir ر ح م

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

هُوَ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup mahallen mansubdur. 

الْعَز۪يزُ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ۟  kelimesi  إِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟

 

Ayet önceki ayetteki  اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً  cümlesine atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْعَز۪يزُ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Haber olan iki vasfın, aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)  

الرَّح۪يمُ  -  الْعَزٖيزُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayetteki "Şüphesiz ki senin Rabbin aziz ve rahimdir" ifadesinde Cenab-ı Hak burada Azîz oluşunu Rahîm oluşundan önce zikretmiştir. Çünkü eğer bunu önce zikretmemiş olsaydı, çoğu kez "Allah, onlara azap etmekten aciz olduğu için rahmet etmiştir" denilebilirdi. Böyle bir vehmi silmek için galip, üstün, kahir demek olan izzetinden bahsetmiş ve bu izzetine rağmen kullarına rahmetli olduğunu bildirmiştir. Çünkü rahmet, ne kadar tam ve mükemmel bir kudret sahibinden kaynaklanıyorsa konum bakımından o nispette değerli olur. O halde Cenab-ı Hakk'ın bundan muradı şudur: Onlar kâfir oldukları ve ben de onların cezalarını hemen verecek kudrette olduğum halde, daha önce zikrettiğim gibi, her kerim bitkiyi yaratıp insanların her birine sıhhat, akıl ve hidayet kabiliyeti vermem açısından onlara hep merhamet ettim. (Fahreddin er-Râzî)

Şuarâ Suresinde art arda gelen (8 ve 9) bu iki ayet sekiz yerde tekrarlanmıştır. İlki Hz. Muhammed'i (sav) ve Rabbi’nden gelenleri yalanlayanları tekzip açıklamasından sonra gelmektedir. Daha sonra her tekrarlanış önceki yalanlayanların kıssalarının hemen ardından her bir kıssadan sonra gelmiştir. Her birinin farklı bir durum için gelmesi, ifadenin zikredilişine güzel bir anlam katmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı'nda Itnâb Üslûbu)

Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri  Ahkaf/28)

Son iki ayet, kıssanın en güzel şekilde sona ermesi olan hüsn-i intihâ sanatına örnektir.

 
Şuarâ Sûresi 10. Ayet

وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ  ...


10-11. Ayetler Meal  :   
Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ hani
2 نَادَىٰ seslenmişti ن د و
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 مُوسَىٰ Musa’ya
5 أَنِ diye
6 ائْتِ git ا ت ي
7 الْقَوْمَ kavmine ق و م
8 الظَّالِمِينَ zalimler ظ ل م

Bulunduğu ortam ve dini tebliğle görevli olduğu muhatapları bakımından Hz. Mûsâ’nın durumu bir yönüyle Hz. Muhammed’in durumundan daha çetindi. Mûsâ aleyhisselâm köle gibi muamele gören bir kavme mensup olduğu halde bölgenin güçlü hükümdarı Firavun ve kavmini dine davetle görevlendirilmişti. Hz. Peygamber ise sosyal statü bakımından muhataplarıyla aynı seviyede bulunuyordu. Öte yandan Mekkeli müşrikler Arap yarımadasının hatırı sayılır kabilesi olmakla birlikte Firavun ve adamları kadar güçlü değillerdi. Bu âyetler, o zor şartlarda Hz. Mûsâ nasıl başarılı olduysa Hz. Peygamber’in de öyle başarılı olacağına işaret etmekte, müminlere ümit ve cesaret vermektedir.

Firavun İsrâiloğulları’nı köle gibi istihdam ediyor, onları ağır işlerde kullanıyordu. Nüfuslarının çoğaldığını görünce, kendi yönetimi için tehlike oluşturacakları endişesiyle yeni doğan erkek çocuklarını öldürtmeye başladı. İşte bu tutumları yanında Allah’ın varlığını ve birliğini de tanımamaları sebebiyle Allah onları “zalim kavim”olarak nitelendirmektedir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 149

  Nedeye ندي :  Nida نِداء  kavramı sesin yükselmesi ve ortaya çıkışı manasını taşır. Ayrıca bazen salt anlamda ses için de kullanılır.      نِداء sözcüğünün asıl anlamı ise rutubet/nemdir. Bu kelimenin müstear olarak (istiare yoluyla) ses manasında kullanılmasının temelinde bir kimsenin ağzının fazla rutubetli olduğunda sesinin de güzelleşmesi yatmaktadır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 53 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nida, münâdi ve Daru-n Nedve'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf olan  اذكر  fiiline mütealliktir.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a. إِذْ  mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c. بَيْنَا  ve  بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَادٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَادٰى elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى   kelimesi  قَالَ  fiilinin failidir. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ

 

اَنِ  tefsiriyyedir.  ائْتِ  illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sıfat olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الظَّالِم۪ينَۙ kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  اذكر  (Hatırla, düşün!) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. 

اِذْ  harfi ekseriyetle geçmiş zaman için kullanılan bir isimdir. 

رَبُّكَ  izafetinde, peygamber Efendimize ait zamire  رَبُّ  isminin muzâf olması, Hz. Peygambere tazim, teşrif ve destek anlamları içerir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Fasılla gelen  اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ  cümlesine dahil olan  اَنْ , tefsiriyyedir.  اَنِ ’in masdar harfi olmasına da cevaz vardır. O takdirde cümle masdar tevilinde mahzuf  ب  harf-i ceriyle birlikte  نادي  fiiline müteallik olur.

Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Zamir makamında zahir isim olarak gelen  الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ  izafetinde  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi   الْقَوْمَ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

ائْتِ  fiili kolay gelişi ifade eder. Hem somut hem soyut, hem hayır hem şer için  kullanılır. Getirmek, vermek anlamları için de bu fiil kullanılır. (Müfredat) Bu  ayette gitmek manasındadır.

Zalim kavim ifadesini öncelikle söyleyerek bunların zalimliğini tescillemiş oldu; sonra, zalim kavmin anlam ve çevirisi firavun kavmi imişçesine Firavun kavmine ifadesini ona atf-ı beyan yaptı. Sanki bunlar aynı manada olmak üzere peşpeşe gelmiş iki ibare imiş de, bunlardan bahseden biri, dilerse zalim kavim diyerek dilerse firavun kavmi diyerek aynı şeyi ifade ediyormuş gibi. Zalim ismini ise iki yönden hak etmişlerdir; inkârcılık ve kötülükleriyle kendilerine zulmetmeleri yönüyle; İsrâiloğullarını köleleştirmeye çalışarak onlara haksızlık etmeleri yönüyle. (Keşşâf)

 

Şuarâ Sûresi 11. Ayet

قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَوْمَ kavmine ق و م
2 فِرْعَوْنَ Fir’avn’ın
3 أَلَا
4 يَتَّقُونَ onlar korunmayacaklar mı? و ق ي

قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ 

 

قَوْمَ  önceki ayette geçen  الْقَوْمَ  kelimesinden bedeldir.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  اَلَا يَتَّقُونَ

 

اَلَا  taaccüp manasında arz edatıdır.  يَتَّقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ 

 

Fasılla  gelen ayetteki  قَوْمَ فِرْعَوْنَ  ifadesi  الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ’den bedeldir. Atf-ı beyan olması da caizdir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Muzâfun ileyh olan  فِرْعَوْنَۜ  kelimesi a’cemi alem olduğu için îrab kurallarına uymamıştır. Son harfin harekesi olan fetha kesradan naibdir.

Ayette, "O zalimler kavmi/güruh" ifadesinden sonra "Fir’avun kavmi" denilmesi, bu kavmin zulümde artık özel isim gibi olduğunu, sanki zalimler kavminin manasının ve tercümesinin Fir’avun kavmi, olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssûd)


 اَلَا يَتَّقُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Hemze istifhâm, لَا  nefy harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüb manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

أَلَا یَتَّقُونَ  ifadesi  نَ ‘un kesresiyle  أَلَا یَتَّقُونِ  şeklinde de okunmuş olup anlamı, ‘’Hala benden sakınmayacaklar mı?’’ şeklindedir. İki  نَ  yan yana geldiğinden dolayı  نَ , kesre ile yetinildiğinden dolayı da  ى  hazfedilmiştir. Şayet (Hala sakınmayacaklar mı?!) cümlesi neyle ilişkilidir? dersen şöyle derim: Bu, Musa’yı kendilerine uyarı için göndermenin akabinde getirilmiş yeni bir cümle olup; Firavun kavminin çirkin zulüm ve adaletsizlikleri, hiçbir akıbet endişesi taşımamaları, Allah’ın (azap) günlerinden az korkup az sakınmaları karşısında Hazret-i Musa’yı şaşkınlığa sevketmek için Hala sakınmayacaklar mı?! buyrulmaktadır. “Hala sakınmayacaklar mı?!’ ifadesinin ‘zalimler’ ifadesindeki zamirden hal olması da mümkündür; ‘Allah’tan ve O’nun cezalandırmasından korkmadan zulmeden kavme’ demektir; daha sonra bu hale, yadırgama ifade eden hemze eklenmiştir. İfadeyi muhatap sıygasıyla  أَلَا یَتَّقُونَ  (Hala sakınmayacak mısınız?!) şeklinde okuyanlara gelince, memnuniyetsizliklerini onların yüzüne yüzüne ifade etmek ve yadırgamalarını yüzlerine söylemek maksadıyla iltifat sanatı yapmışlardır. Şayet iltifatın anlamı nedir? Konuşmada Musa (as)’a hitap edilmektedir. İltifat edilen kimseler ise o an gaibdirler ve ne hissettikleri bilinmemektedir?” dersen şöyle derim: Bu sözün, onlara gönderilen zatla yapılan konuşmadaki varlığı, sözü bizzat onların yanında söylemek ve onların kulağına işittirmek anlamındadır; zira bu sözü tebliğ eden, insanlara ulaştırıp onlar arasında yayan odur. Bu ifadede onun takvasını arttırmaya yönelik bir teşvik ve incelik vardır. Kâfirler hakkında indirilen nice ayetler vardır ki onu düşünmek ve onun varlığından ibret almak noktasında en büyük pay müminleredir. (Keşşâf)

Bu iki ayette (10-11) tevbîh manası olmaksızın sadece tahdîd anlamı vardır. Son ayette ألا  edatı tahdîd manası için gelmiştir. Nitekim bu edat, tahdîd ve arz manalarının ikisi için de gelmektedir.  Ayrıca burada bir de emir manası vardır: ‘Savaşın!’, ‘Bize melekleri getir!’, ‘Korunsunlar!’.  (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Hz Mûsa'nın uyarı için gönderilmesinden sonra bunun zikredilmesi, onların zulümdeki taşkınlık ve düşmanlıklarındaki aşırdıklarından taaccüp ettirmek içindir. (Ebüssûd)

 
Şuarâ Sûresi 12. Ayet

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ  ...


Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Musa) dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 إِنِّي şüphesiz ben
4 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
5 أَنْ diye
6 يُكَذِّبُونِ beni yalanlayacaklar ك ذ ب

Çoğu zaman insanlar peygamberleri yalancılıkla itham etmişlerdir. Hz. Mûsâ böyle bir durumla karşılaşmaktan endişe ettiği için moralinin bozulacağını, bunun da dilinin dolaşmasına sebep olacağını (krş. Tâhâ 20/27), dolayısıyla peygamberlik görevini yerine getirirken rahat konuşamayacağını Allah Teâlâ’ya arzetmiş; ya kendisine yardımcı olmak veya tek başına Firavun’a elçi olarak gitmek üzere kardeşi Hârûn’un görevlendirilmesini niyaz etmiştir. Ayrıca İsrâiloğulları’ndan biriyle kavga eden bir Kıptî’yi öldürmüş olmasından dolayı kendisinin de öldürülmekten korkması böyle bir talepte bulunmasına sebep olmuştur (bu konuda bilgi için ayrıca bk. Kasas 28/15).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 149-150

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli  رَبِّ ’dir. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Nidanın cevabı  اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِ ’dur.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ى  muttasıl zamiri  إِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَخَافُ  kelimesi  إِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir  انا ’dir. 

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar, yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُكَذِّبُونِ fiili  نَ ‘un hazfıyla  mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

Merfû muzari fiillere  mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  ن  harfi getirilir.  يُكَذِّبُونِ  fiilinde olduğu gibi. Buna nun-u vikaye denir.

قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan   رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma isteği sebebiyledir.

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla  رَبّ  kelimesinden önce nida harfi hazf olur. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Musa şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet onun, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işaretidir.

Nidanın cevabı  olan  اِنّ۪ٓي اَخَافُ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi olup lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنّ۪ٓ ’nin haberi olan  اَخَافُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُكَذِّبُونِ  cümlesi, masdar tevili ile  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

يُكَذِّبُونِۜ  fiili,  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.
Şuarâ Sûresi 13. Ayet

وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ  ...


“Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn’a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap).”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَضِيقُ ve daralıyor ض ي ق
2 صَدْرِي göğsüm ص د ر
3 وَلَا ve
4 يَنْطَلِقُ açılmıyor ط ل ق
5 لِسَانِي dilim ل س ن
6 فَأَرْسِلْ onun için elçilik ver ر س ل
7 إِلَىٰ
8 هَارُونَ Harun’a da

وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَض۪يقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

صَدْر۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur.  Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْطَلِقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

لِسَان۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur.  Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, أصبح رسولا (Resul oldu) şeklindedir.

اَرْسِلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

اِلٰى هٰرُونَ  car mecruru  اَرْسِلْ  fiiline mütealliktir.  هٰرُونَ  gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha almıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْطَلِقُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  طلق ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. 

فَاَرْسِلْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي

 

وَ , istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. Ayetin ilk cümlesi , müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen  وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي  cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygadaki fiiller teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

صَدْر۪ي - لِسَان۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الضِّيقُ lafzı, السِّعَةِ nın zıttıdır. الغضب Öfke ve  الكَمَدِ keder anlamında istiare olmuştur. (Âşûr)

يَض۪يقُ  ve  يَنْطَلِقُ  cümleleri, اِنّ۪ٓي ’ deki  إِنَّ ’nin haberine atıfla merfûdur;  اَنْ يُكَذِّبُونِۜ ’deki  أَنْ ’in sılasına atfedilerek mansub da olabilir. Bu ikisi arasındaki anlam farkı şudur: Merfû olduğunda onda üç illet bulunduğunu ifade eder; yalanlanmadan korkmak, göğsünün daralması ve akıcı konuşamamak. Mansub olduğunda ise hissettiği korku her üçüyle de (yalanlama, göğsün daralması, akıcı konuşamama) ilişkili olmaktadır. (Keşşâf)

يَض۪يقُ صَدْر۪ي  (Göğsüm daralır) - وَلَا يَنْطَلِقُ (konuşamam) arasında güzel bir mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Hz Mûsâ, bu arzuhalini üç şey üzerine bina etmiştir: yalanlanma korkusu, kalbin daralması ve zaten kendisinde mevcut olan dil tutukluluğunun, sıkılması halinde ruhî bunalımın kalbini etkilemesiyle kendisini konuşamaz hale getirmesi. Zira bunlar bir araya gelince, dil tutukluğu tuttuğunda kendisini takviye edecek bir yardımcıya şiddetle ihtiyacı hasıl olur ki, davetine halel gelmesin ve hücceti inkıtaa uğramasın. Hazret-i Mûsa'nın bu gerekçeleri, İlâhî emri telakki etmesiyle bir ilgisi yoktur. Bu, emri yerine getirmek için yardımcı talep etmesi ve özür beyan etmesidir. (Ebüssûd)



فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ

 

Rabıta harfinin dahil olduğu  فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Takdiri,  إن أصبح رسولا  [Eğer rasul olursa] olan şartın cevabıdır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir (ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada, alt seviyede olandan üst makama yöneltilen emir, dua manası ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.  فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ (Harun'a da peygamberlik ver) cümlesinde îcâz vardır. Zemahşerî şöyle der: Bunun aslı şudur: Harun'a da Cebrail'i gönder, onu da peygam­ber yap, onunla beni kuvvetlendir ve destekle. Burada Yüce Allah çok güzel bir kısaltma yapmıştır. (Safvetü’t Tefâsir) 

Ayetin zahirinde Hz Musa'nın, Hz Harun'nun kendisiyle birlikte nebî olmasını İstediği hususu yer almamaktadır. Ancak ne var ki, Cenâb-ı Hakk'ın, “Biz alemlerin Rabbinin gönderdiği peygamberiz deyin" (Şuara, 16) şeklindeki ifadesi buna delâlet etmektedir. (Ebüssûd)

 
Şuarâ Sûresi 14. Ayet

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ  ...


“Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَهُمْ ve onların var
2 عَلَيَّ bana yükledikleri
3 ذَنْبٌ bir suç ذ ن ب
4 فَأَخَافُ korkuyorum خ و ف
5 أَنْ diye
6 يَقْتُلُونِ beni öldürecekler ق ت ل

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ

 

İsim cümlesidir.  و  istînâfiyyedir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

عَلَيَّ car mecruru  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  ذَنْبٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

فَ  atıf harfidir.  اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أناَ ‘dir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çevirir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يَقْتُلُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  ن  harfi getirilir.  يَقْتُلُونِۚ  fiilinde olduğu gibi. Buna nun-u vikaye denir.

وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Mekulü’l-kavle dahil olan ayetin ilk cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda olan  ذَنْبٌ  muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi tahkir içindir.

ذَنْبٌ  kelimesiyle o Kıptîyi öldürmesi kastedilmiştir. Anlam şöyledir: Üzerimde, onlara karşı işlediğim bir suçun sorumluluğu var; o da öldürme eylemine karşı bana kısas yapılmasıdır. Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkarım. Buna göre, cümlede muzāf (sorumluluğu) hazf edilmiş olmaktadır. Ya da kötülüğün cezası kötülük olarak isimlendirildiği gibi, (Muhtemelen, Şûrâ 42/40 daki Kötülüğün karşılığı dengi bir kötülüktür ifadesine telmihte bulunularak, kötülüğe verilen cezanın -aslında kötülük olmadığı halde- mecazen bu adla anıldığını ifade ediyor; sözgelimi ‘insanlara hayat bahşetsin diye konulan kısas cezasına kötülük denmez, demek istiyor. Oysa burada -Mekkî bir sure olduğundan- hukukî kurumsal bir cezadan ziyade, fertlerin birbirlerine kestikleri münferit cezalardan söz edilmekte; suçluyu cezalandırırken aşırıya kaçılmaması tavsiye edilmektedir; yani aslında mağdur ve mazlum durumdaki kişi de düşmanına hakiki manada bir kötülük etmektedir, suçun sorumluluğu da suç olarak isimlendirilmiştir. (Keşşâf)


 فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ

 

فَ  ile öncesine atfedilen bu cümle, müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı  faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  یَقۡتُلُونِ  cümlesi, masdar teviliyle  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bih olarak nasb mahallindedir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

یَقۡتُلُونِ  fiilinin sonundaki  نِ , vikayedir. Vikaye نِ ’ndaki kesra, fasılaya uygunluk gözetilerek hazf edilen mütekellim  یَ ’sından ivaz olarak gelmiştir.

Bu ayet peygamberlerin, fazilet sahibi kimselerin, velilerin Allah'ı tanımalarına, Allah'tan başka hiçbir failin olmadığını bilmelerine rağmen korkabileceklerini de göstermektedir. Çünkü yüce Allah dilediğini, dilediğine musallat kılar. فَأَخَافُ أَن یَقۡتُلُونِ [Beni öldürmelerinden korkuyorum] ifadesi peygamberlik görevimi yapmadan önce demektir. Bu da bahane uydurma değildir, sadece beklenen belayı def etmek istemektir, nitekim bunda davet işine karşı yardım isteme de vardır. (Kurtubî)

Hazret-i Mûsa'nın bu sözü de, emre uymamak için bir gerekçe belirtmek anlamında değil, fakat ancak vaki olmasından önce, beklenen belâyı def etmek içindir. (Ebüssûd)

 
Şuarâ Sûresi 15. Ayet

قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ  ...


Allah dedi ki, “Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Allah) dedi ق و ل
2 كَلَّا hayır
3 فَاذْهَبَا ikiniz de gidin ذ ه ب
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
5 إِنَّا şüphesiz biz
6 مَعَكُمْ sizinle beraberiz
7 مُسْتَمِعُونَ dinliyoruz س م ع

Yüce Allah, Firavun ve adamlarının Hz. Mûsâ’ya herhangi bir zarar veremeyeceklerini kendisine bildirerek tereddütlerini giderdikten sonra ondan kendisine dayanıp güvenmesini istemekte ve yardımlarıyla onların yanında olacağını bildirmektedir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 150

قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavl cümlesi ret ve caydırma harfinin delalet ettiği şeydir. Takdiri;  ارتدع عن الخوف (Korkudan uzak dur)… şeklindedir.

كَلَّا , red ve caydırma harfidir.

Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı ) 

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

فَ  atıf harfidir.  اذْهَبَا  fiili  نَ ‘un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru  اذْهَبَا ‘deki failin hali olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 

Mütekellim zamiri  ناً  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ناً  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مَعَكُمْ  car mecruru  مُسْتَمِعُونَ ‘ ye mütealliktir. 

مُسْتَمِعُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

مُسْتَمِعُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ كَلَّاۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Bu ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Cümlede îcâz-ı hazif  sanatı vardır. كَلَّا  ret ve caydırma harfidir.

Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı ) 

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)


 فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا 

 

فَ  atıf harfiyle mahzuf mekulü’l-kavle atfedilen bu cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

بِاٰيَاتِنَٓا  car mecruru,  اذْهَبَا  fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir. Car mecrurun müteallakının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

اٰيَاتِنَا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olan ayetlere, tazim ve teşrif ifadesi vardır.

Şayet  فَاذْهَبَا  sözü neye atfedildi?” dersen şöyle derim:  كَلَّاۚ 'nın işaret ettiği fiile atfedilmiştir. Adeta; “Ey Musa! Endişe ettiğin şeyi önemseme. Sen ve Harun gidin.” denmektedir. (Keşşâf)

Bu kelâmda, Allah (cc), Hz Mûsa'nın her iki talebine de icabet buyurduğunu beyan etmektedir: Onların şerrini def etmek ve kardeşi Harun'u da yanına katmak. Yani ey Mûsâ! O zannettiğin şeyleri bırak da, istediğin gibi kardeşinle beraber gidin... (Ebüssûd)

"Mûcizelerimizle" denilmesi, bu mucizelerin, Hz Mûsa'nın korktuğu şeyi def edeceğine işaret etmektedir. "Çünkü şüphesiz ki biz, sizinle beraberiz..." ifadesi de, Hz Mûsâ ile Hârun için ziyadesiyle teselli olup kâmil bir koruma altında olduklarını bildirmektedir. Nitekim diğer bir âyette de: Şüphesiz ben sizinle beraberim; her şeyi işitir ve görürüm." denilmektedir. (Ebüssûd)


اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مَعَكُمْ , amili olan  مُسْتَمِعُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  مُسْتَمِعُونَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat, (ضارب) ve (مضروب) gibi, ism-i fail ya da ism-i mef’ûl şeklinde bir fiili tavsif etmek için gelirse, hudûs (sonradan meydana gelme, zaman zaman meydana gelme) ifade eder. Ama böyle olmaz da, sıfat-ı müşebbehe olursa, sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Şuara/56) 

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

قَالَ  fiilinde zamir müfred gaib iken,  اِنَّا ’da cemi mütekellime iltifat edilmiştir. 

Allah Teâlâ’nın, ‘Biz sizinle beraber işiticiyiz’ sözünde ‘Biz size düşmanlarınıza karşı yardımcı olanız’ anlamı idmâc edilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘İşitiriz’ buyurularak ‘bunların gereğine göre hareket eder sizi koruruz’ demektir. 

Burada,  مَعَكُمْ  (sizinle be­raberim) terkibinde zamir çoğul kipinde olmakla birlikte, onunla iki kişi kastedilmiştir. Onlar Allah katında şerefli oldukları için, şereflerini daha da artırmak maksadıyla, o iki kişiye sanki çoğul kişilere hitap eder gibi hi­tap etmiştir. (Sîbeveyhi, Bahru’l Muhit)

Hz  Mûsa'ya vaad edilen, Firavun’un huzurunda gerçekleşeceği için bu hitapta çoğul zamiri kullanılmıştır. Yani biz, ikinizle Firavun arasında cereyan edecek olanların hepsini işitiriz; sonuçta sizi ona karşı muzaffer kılarız. (Ebüssûd)

Bu kelâmda Allah'ın hali, dostlarına yardım etmek ve onları düşmanlarına karşı muzaffer kılmak için bir kavmin birbiriyle olan mücadelesinde hazır bulunan şevketli bir hükümdarın hak ile temsil edilmektedir. Bu, yardım vaadini kuvvetle ifade etmek içindir. (Ebüssûd)

Burada işitmek, mecazî olarak bilmek yerinde kullanılmıştır. (Ebüssûd)

Burada "işitme" işini mecaz kabul ettik. Çünkü "istimâ", kulak verme ve dinleme demektir. Bu ise Allahü teâlâ için söz konusu değildir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 16. Ayet

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  ...


“Firavun’a gidin ve deyin: “Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz”,

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأْتِيَا gidin ikiniz ا ت ي
2 فِرْعَوْنَ Fir’avn’e
3 فَقُولَا ve deyin ki ق و ل
4 إِنَّا gerçekten biz
5 رَسُولُ elçisiyiz ر س ل
6 رَبِّ Rabbinin ر ب ب
7 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أْتِيَا  fiili  نَ ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

فِرْعَوْنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِرْعَوْنَ  gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  atıf harfidir. قُولَٓا  fiili  نَ ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ‘dir.  قُولَٓا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ناً  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  رَسُولُ  kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ 

 

Ayet, Allah Teâlâ’nın Musa  ve Harun (as)’a sözlerinin devamıdır. 

فَ  ile önceki ayetteki …اذهبا  cümlesine atfedilen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

 

Cümle  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır. 

فَقُولَاۤ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  إِنَّا رَسُولُ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ  cümlesi, Musa ve Harun (as)’a, Firavun’a söyleyecekleri sözleri bildiriyor.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

إنَّ ’nin haberi olan  رَسُولُ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ ‘nin, izafet terkibinde gelmesi müsnedün ileyhin tazimi içindir. Ayrıca bu izafet, Rabb ismine muzâf olan  رَسُولُ  için şan ve şeref ifade eder.

إنَّ ’nin haberi, tazim ve teşrif ifade eden kelimelere muzâf olduğunda, müsnedün ileyhin de tazimine delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda ( inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


Bu ayette ifade, Musa ve Harun’a (as) hitaben tesniye olarak devam ederken  رسول kelimesi müfred olarak kullanılmıştır. Bu ise iki peygamber olmasına rağmen kelimenin رسالة  anlamına binaen götürülen mesajın tek bir mesaj olması ve her iki kardeşin de aynı misyonu taşıması ile açıklanmış ve burada tesniyeden müfrede bir iltifatın olduğu zikredilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Resul o mâhiyetin bir mi, daha çok mu olduğunu beyân etmeksizin bir mâhiyete verilen isimdir. Elif-lâm, istiğrak değil, vahdet (tek oluş) ifade eder. Bunun delili senin "İnsan, gülendir" deyip, "Her insan, gülendir" dememen gibidir."Resul" lafzının, sadece bir mahiyet ifade ettiği, mahiyetin de bire ikiye hamledilebildiği sabit olunca, ayetteki "Biz, alemlerin Rabbinin Resulüyüz" ifadesinin doğruluğu sabit olmuş olur.

Resul kelimesi bazan, "risâlet" manasına da gelir. Buna göre ayetin manası, "Biz, 

Onlar aynı şeriatı getirdikleri ve kardeş olarak beraber oldukları için, her ikisi sanki bir peygamber gibi kabul edilmişlerdir.

Bundan "Bizim her birimiz bir resuldür" manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 17. Ayet

اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ  ...


“İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ
2 أَرْسِلْ gönder ر س ل
3 مَعَنَا bizimle beraber
4 بَنِي oğullarını ب ن ي
5 إِسْرَائِيلَ İsrail

اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

 

Fiil cümlesidir.  اَنْ  tefsiriyyedir.  اَرْسِلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مَعَنَا  car mecruru  اَرْسِلْ  fiiline mütealliktir.  بَن۪ٓي  cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir.  اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسِلْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiill, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ

 

Fasılla gelen cümleye dahil olan  اَنْ , tefsiriyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَنِ ’in masdar harfi olmasına da cevaz vardır. O takdirde cümle mahzuf  ب  harf- ceriyle birlikte masdar tevilinde, önceki ayetteki  رَسُولُ ‘ye müteallik olur.

İki ayet arasındaki meskutun anh mevcuttur. Hazif, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuya odaklanmasını sağlamaktadır. Bu üslup îcaz-ı kasrdır.

Cümlenin ‘’Ve ikisi Firavun’a geldiler ve bunu kendisine söylediler’’ kısmı hazf edilmiştir. Çünkü karıştırılmayacak kadar açıktır. Bu tür özetlemeler Kur’an’da çoktur. (Keşşâf)

Ayetteki "İsrailoğullarını beraberimizde yollayasın diye" cümlesindeki "İrsal" (yollama) ile, salıverme, bırakma, boşaltma manaları kastedilmiş olup, Hz Musa bu ifadesi ile, "İsrâiloğullarını artık bırak, bizimle gelsinler" manasını kastetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 18. Ayet

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ  ...


Firavun, şöyle dedi: “Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ki ق و ل
2 أَلَمْ
3 نُرَبِّكَ biz seni yetiştirmedik mi? ر ب و
4 فِينَا içimizden
5 وَلِيدًا bir çocuk olarak و ل د
6 وَلَبِثْتَ ve kalmadın mı? ل ب ث
7 فِينَا aramızda
8 مِنْ
9 عُمُرِكَ ömründen ع م ر
10 سِنِينَ nice yıllar س ن و

Vaktiyle Firavun’un, İsrâiloğulları’nın yeni doğan erkek çocuk­larını öldürtmesi sebebiyle Mûsâ dünyaya geldiğinde annesi onu bir sandık içinde nehre bırakmıştı; çocuk Firavun’un hizmetçileri tarafından bulunmuş ve Firavun’un sarayında yetiştirilmişti. Bu arada Mûsâ, İsrâiloğulları’ndan biriyle kavga eden bir Kıptî’nin saldırılarını engelleme girişiminde bulunurken bir yumruk vurmuş, adam da ölmüştü; 18 ve 19. âyetlerde Firavun bu olaylara işaret ederek Mûsâ’yı nankörlükle itham etmektedir. Tefsirlerde Hz. Mûsâ’nın, öldürme kastı olmaksızın Kıptî’ye vurduğu ve bu olayın kastı aşan müessir fiil neticesinde meydana geldiği anlatılmaktadır (ayrıca bk. Kasas 28/16).

Bu olaydan sonra Hz. Mûsâ, Firavun ve kavminin kendisini öldürmek istediklerini haber alınca korkmuş ve Mısır’ı terkederek Akabe körfezinin kuzeyindeki Medyen’e gitmişti (krş. Kasas 28/20). Cenâb-ı Hak daha sonra ona ilim, hikmet ve peygamberlik görevi verdi, kardeşi Hârûn’la birlikte Firavun ve kavmine gönderdi.

 Amera عمر :   İmaret عِمارَةٌ sözcüğü harap, viran ve terkedilmiş olmanın zıddıdır. Fiil olarak عَمَرَ arazisini sürdü, işledi ve geliştirdi anlamında kullanılır.

Ömür عُمْرٌ, bedenin hayat aracılığıyla mamur olma süresidir. İ'timar إعْتِمارٌ ve umre عُمْرَةٌ sevgiyi/sevgiliyi mamur etme hedefi taşıyan ziyarettir. Şeriatte ise belli ibadetlerin icra edildiği Kabe ziyaretidir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 24 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ma'mur, ömür, umre, Umran, tamir, îmar, imaret, mimar, hamarat, Amr, Muammer ve Ömer'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

Mekulü’l-kavli  اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

نُرَبِّكَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ينَا  car mecruru  نُرَبِّكَ  fiiline mütealliktir.  وَل۪يداً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  atıf harfidir.  لَبِثْتَ  sükun üzere mebni  mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ينَا  car mecruru  لَبِثْتَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ عُمُرِكَ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سِن۪ينَ  zaman zarfı  لَبِثْتَ  fiiline mütealliktir. Cemi müzekker isimlere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dır.

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً  cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca muhatabı olan Musa (as)’ın bilmediği bir konudan bahsediyor değildir. Cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde olayı gözümüzün önünde canlandırmıştır. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

نُرَبِّكَ ‘deki  كَ  zamirinden hal olan  وَل۪يداً , zü’l-hâlin durumunu açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Firavun bu ayetteki sözleri, onların yolculukları ve Allah'ın emrettiği şeyi bildirmelerinden sonra söylemiştir. Olayın seyrindeki meskutun anh, îcaz-ı kasrdır.

قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً [Seni içimizde bir çocuk olarak büyütmedik mi? dedi] cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. Bu hazfi sözün akışı göstermek­te olup takdiri şöyledir: Firavun'a gittiler ve ona bunları söylediler. O da Musa 'ya  لَمْ نُرَبِّكَ  (seni biz büyütmedik mi?) dedi. (Safvetü’t Tefâsir)

Burada istifhamdan murad, Musa’ya büyüyüp yetişmesini hatırlatmaktır. Tebliğ ettiği risaletten ve Allah Teâlâ’nın Rabb olduğu iddiasından vazgeçirme amacı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Seni bir çocukken himayemizde büyütmedik mi? Hayatının bir kaç senesini aramızda geçirmedin mi? anlamında soru mahiyetinde görünürken, aslında ‘’tabii ki büyüttük, elbette birkaç seneyi aramızda geçirdin. Bunda şüphe yok. Bunları inkâr edemezsin anlamında tahkik ve tespit’’ amaçlanmıştır. İstifham-ı takririnin bu çeşidi lafız olarak inşâ, anlamca haberdir. Lafzen inşâdır, çünkü istifham sıygası inşânın bölümlerindendir. Mana yönünden ise haberdir, çünkü haberin tespit ve tahkiki anlamında kullanılmıştır. اَلَمْ نُرَبِّكَ (Seni yetiştirmedik mi?) sorusunun anlamı: (Elbette seni yetiştirdik) şeklindedir. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

 

 وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ

 

Bu cümle, mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin atfı, önceki cümlenin haber manalı olması sebebiyle mümkün olmuştur. Ayrıca cümleler arasında hükümde ortaklık mevcuttur. 

فِینَا ’da  istiare vardır. Müstear lafız  فِی  harfidir.  نَا  (Biz) zamiri zarfa benzetilmiş,  فِی  harfi عند  harfi yerine, ‘yanımızda’ manasında kullanılmıştır.

 
Şuarâ Sûresi 19. Ayet

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ  ...


“(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفَعَلْتَ ve yaptın ف ع ل
2 فَعْلَتَكَ yaptığın ف ع ل
3 الَّتِي
4 فَعَلْتَ o (kötü) işi ف ع ل
5 وَأَنْتَ ve sen
6 مِنَ -den(sin)
7 الْكَافِرِينَ nankörler- ك ف ر

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَعَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

فَعْلَتَكَ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  فَعْلَتَكَ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلْتَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

فَعَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  

اَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi  فَعَلْتَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْكَافِر۪ينَ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الْكَافِر۪ينَ ‘nin cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

 

Önceki cümleye matuf olan bu ayet, Firavun’un sözlerinin devamıdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede mütekellim Firavun, muhatap Musa (as)’dır. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)

فَعْلَتَكَ ; muhatap zamirine muzâf olmuş tekid ifade eden, mef’ûlu mutlaktır. 

فَعْلَتَكَ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ‘nin sılası olan  فَعَلْتَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

فَعَلْتَفَعْلَتَكَ  kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerde ve  فَعَلْتَ ‘nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

فَعَلْتَ - فَعْلَتَكَ  kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır. Çünkü harfleri aynı harekeleri farklıdır. 

وَأَنتَ مِنَ ٱلۡكَـٰفِرِینَ  cümlesi  فَعَلْتَ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ ٱلۡكَـٰفِرِینَ , mahzuf habere mütealliktir.

Ayet-i Kerimede öldürme olayının açıkça zikredilmeyip kapalı geçilmesi, bu hadisenin çirkinliği dolayısıyladır.  

Musa'nın (as) yaptığı işin, الفعلة (büyük bir iş) kelimesiyle ifade edilmesi, olayın korkunçluğunu ve durumun önemini ifade eder. Bundan maksat, Musa 'nın (as) kıbtîyi öldürmesidir. (Safvetü’t Tefâsîr) 

فَعْلَتَكَ  (o yaptığın şeyi) kelimesi, Şa‘bî’den gelen rivayette  فِعْلَتَكَ  şeklinde esreli olup, kıptîyi nasıl öldürdüğünü ifade etmektedir; çünkü onu yumrukla öldürmüştür ki bu da bir öldürme nev‘idir.  الفعلة  kalıbı ise, tek bir vuruş ifade eder. (نَصْرة  kalıbı, masdar binâ-i merra, نِصْرة  kalıbı ise masdar binâ-i nev‘ olup ilki bir tek yardım etmeyi, diğeri bir çeşit yardım etmeyi ifade eder.) (Keşşâf) 

وَأَنتَ مِنَ ٱلۡكَـٰفِرِینَ  ifadesinin hal olması da mümkündür: Benim nimetlerime nankörlük ederek onu öldürdün! Ya da ‘o Kıyamet saatini inkâr edenlerden’ olmakla suçladığın kişilerden biri olarak onu öldürdün!” demek istiyor; ona iftira atıyordu veya onun durumundan bîhaberdi; çünkü Musa (as) onların arasında ‘korkudan gerçek inancını gizleyerek’ yaşıyordu. Allah, peygamber yapmak istediği kullarını büyük -ve bazı küçük- günahlardan korur. Kâfirlikten mi korumayacak!? 

وَأَنتَ مِنَ ٱلۡكَـٰفِرِینَ  ifadesinin, Musa (as)’ın, nimete nankörlük edenlerden olduğuna dair müstakil bir hüküm olması da mümkündür. Çünkü nimete nankörlüğü alışkanlık haline getiren birinin, kendisine nimet veren kişinin has adamlarını öldürmesi beklenmedik bir şey değildir. (Keşşâf)

Firavun, Hz Mûsa'yı yetiştirip büyütmesi gibi ona yaptığı iyilikleri saydıktan sonra ona "Yaptığın işi de yapmıştın" diyerek kendisinin aşçısı olan kibtîyi öldürmesinden dolayı onu kınadı ve bunu çok büyütüp kendisini rezil-rüsva etmeye çalıştı. (Ebüssûd)

 وَأَنتَ مِنَ ٱلۡكَـٰفِرِینَ   Sen iyiliklerime nankörlük ettin; nitekim benim has adamlarımdan birini öldürdün.

Yahut sen kâfirin tekisin, demektir. Buna göre. Firavun, Hz Mûsa'ya iftira etmişti, yahut onun gerçek durumunu bilmiyordu. Nitekim Hz Mûsâ, onun sarayında yaşarken takiyye ediyordu yoksa Hz Mûsâ nerde, onların dinine iştirak etmesi nerde!

Yahut Firavun'un bu sözü, Hz Mûsa'nın, onun ilâhlığını inkâr ettiği, yahut onların dinine göre kafir sayıldığı anlamındadır. Zira onların taptıkları başka bir ilâhları vardı. (Ebüssûd)

 
Günün Mesajı
Allah, insanı çok farklı melekelerle, kabiliyetlerle yaratmış ve ona irade, yani seçme hürriyeti vermiştir. Ayrıca, onu inanma ve ibadet etmeye eğilimli yaratmıştır. Bunun yanısıra, kâinat ve insan, baştan sona Allah'ı gösteren apaçık işaretlerie doludur. Her insanın hayatında da ona “Allalı” dedirtecek, vicdanının sesini duyuracak o kadar çok hadise cereyan eder ki! Bütün bunlardan ayrı olarak Allah (c,c.p, insanlık tarihi boyunca her biri Allah hakikatinin en canlı şahidi olan çok sayıda peygamber göndermiş ve onların peygamber olduğunu gösteren onca açık delilin yanısıra, bir de onlara mucizeler lütfetmiştir. Kısaca Allah (c.c.), insan aklına imanın bütün kapılarını açar, ama irade verdiği, seçme hürriyeti tanıdığı insandan bu iradeyi ve seçme hürriyetini almak manâsına gelecek şekilde onları imana zorlamaz. Küfür, inanmak için yeterli delilin olmamasından kaynaklanmaz; tam tersine kibrine, cehaletine, zulmüne, yanlış bakış açışına, şartlanmışlığına ve nefsaniyetine mağlüp olan insanın bu delilleri bikrek örümesinden kaynaklanır. Geçmişte helâk edilen kavimlerin açık tarihleri, bunu apaçık göstermektedir. Onlar, onca delilin yanısıra istedikleri farklı mucizeler de kendilerine gösterildiği halde hem inkârda, hem de her biri helâk sebebi zalimliklerinde, ağır günahlarında ısrar etmişlerdir. (Meselâ, bkn. A'râf Sûresi/7: 73-79)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Yeryüzünün bitkilerinden ibret almalı. 

Her çiçek dalında güzeldir. Kendi toprağındayken ışıltılıdır. Her çiçek, tefekküre açılan yeni bir kapıdır. Onlara baktığında hayatın bir çok evresine şahit olur insan: 

Yapraklarını açmak için sabırsızlananlar; 
Açmış ve hayatının bütün evrelerini tamamlamış, artık yeryüzündeki son anlarını yaşayanlar; 
Solan çiçeklerin arasında, hayatın ne olursa olsun devam ettiğini kanıtlayan, gururla serpilenler; 
Okul çantasını sallayan çocuğun darbesiyle, dalı kırılan ya da bir başkasının sevdiğini mutlu etmek uğruna, en güzel döneminde koparılanlar. 

Yağmur yağınca kimisine daha sert vurur; 
Rüzgar esince, kimisi arkasında kalanlara siper olur; 
Kimisi karşılaştıklarıyla daha çabuk yıpranır, kimisi de darbelere rağmen bir şekilde ayakta durur; 
Kimisi kendisine hiç kimsenin gözü değmeden, farkedilmeden gider, kimisi de dikkatleri üzerine çeker ama bunun da bedelini öder. 

Kimisi yumuşak sözlerden, sevgiden nasiplenir, kimisi de yoluna yoluna en sonunda çöpe atılır; 
Kimisi donar, kimisi de pişer; 
Kimisi aynı kökten gelen ailesinin acısına şahit olmadan solar, kimisi de diğerlerinin solma anında açar ve hepsinin solmasına şahit olur. 

Mevsimi bittiğinde, çiçek açan yerde hayat durur. Sanki orada hiç çiçek açmamış gibi ölü bir hale bürünür. Ve bir gün bahar geri gelir ve hiç ölmemiş gibi hayat yeniden başlar. 

Allahım! Hayatımızın her evresinde yardımcımız ol. Daima bizi iyi insanlarla karşılaştır. Etrafımızı hayırlı insanlarla donat. İhtiyacımız olduğunda; karşımıza yaptığı işi seven ve işinin ehli olan kişileri çıkar. Dünyanın içinde kaybolduğu için aklı, imanı, kalbi yarım kalmış insanların şerrinden ve halimizin onlara benzemesinden koru.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji