18 Temmuz 2025
Furkan Sûresi 68-77 (365. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Furkan Sûresi 68. Ayet

وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ  ...


Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 لَا
3 يَدْعُونَ yalvarmazlar د ع و
4 مَعَ ile beraber
5 اللَّهِ Allah
6 إِلَٰهًا tanrıya ا ل ه
7 اخَرَ başka ا خ ر
8 وَلَا ve
9 يَقْتُلُونَ öldürmezler ق ت ل
10 النَّفْسَ canı ن ف س
11 الَّتِي öyle ki
12 حَرَّمَ haram ettiği ح ر م
13 اللَّهُ Allah’ın
14 إِلَّا dışında
15 بِالْحَقِّ hak(lı sebep) ح ق ق
16 وَلَا ve
17 يَزْنُونَ zina etmezler ز ن ي
18 وَمَنْ ve kim
19 يَفْعَلْ yaparsa ف ع ل
20 ذَٰلِكَ bunları
21 يَلْقَ bulur ل ق ي
22 أَثَامًا cezasını ا ث م
Her türlü iyilik, Allah’ın birliğini kabul edip yalnız O’na kulluk ederek, O’nun hoşnutluğunu gözeterek, herhangi bir çıkar peşinde olmadan, bir ibadet anlayışı ve özverisiyle yapıldığı takdirde Allah katında değer kazanacağı için âyette tevhid inancına vurgu yapılmakta; özellikle bu inançla insan hayatına saygı ve zinadan sakınma yani iffet ve namus duygusu arasında ilişki kurulmakla da imanın ahlâk üzerinde etkili olduğu, imanla ahlâk arasında kesin bir ilişki bulunduğu ima edilmektedir. Râzî’ye göre âyette insan hayatına saygılı olmanın aslî bir görev, bir ilke; haklı sebeplerle savaşma, nefsi müdafaa gibi haklı durumlarda adam öldürmenin ise istisnaî haller olduğuna işaret edilmiştir (XXIV, 111). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 138
Abdullah ibni Mes’ud diyor ki:” Resûl-i Ekrem Efendimize:’En büyük günah nedir?’ diye sordum, Efendimiz de :’ Allah swni yarattığı halde O’na ortak koşmandır ‘ diye cevap verdi. ‘Sonra hangisidir?’ diye sordum, ‘Yemeğine ortak olacak diye çocuğunu öldürmendir ‘ buyurdu. “ ( Buhâri, Tefsir 2/3,25/2, Edeb 20; Müslim, İman 141,142).

وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ 

 

İsim cümlesidir. Ayet atıf harfi  وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuftur. İsmi mesulun sılası لَا يَدْعُون ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَدْعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَعَ  mekân zarfı,  يَدْعُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً ’in sıfatı olup gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا يَقْتُلُونَ  atıf harfi  وَ ’la  لَا يَدْعُونَ ’ye matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَقْتُلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

النَّفْسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl, النَّفْسَ ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i mevsûlun sılası  حَرَّمَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَرَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِالْحَقِّ  car mecruru  يَقْتُلُونَ ’deki failinin haline mütealliktir. Takdiri, متلبّسين بالحقّ (Hakka bürünmüş olarak) şeklindedir.

لَا يَزْنُونَۚ  atıf harfi  وَ ’la  لَا يَدْعُونَ ’a matuftur. 

حَرَّمَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ

 

وَ  itiraziyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümleleri  مَنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَفْعَلْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

ذٰلِكَ  işaret ismi mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

فَ  karinesi olmadan gelen  يَلْقَ  cümlesi şartın cevabıdır.  يَلْقَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

اَثَاماً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ 

 

الَّذ۪ينَ, yine önceki ayetteki mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlün sılası olan  لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ  cümlesi, menfî  muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِلٰهاً ’deki tenvin cins, kıllet ve tahkir ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

 

 وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ 

 

Mevsûlün sılasına matuf olan bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  لَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşmuş kasr, cümleyi tekid etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrur arasındadır.  لَا یَقۡتُلُونَ  maksûr/mevsûf, بِٱلۡحَقِّ  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. O takdirde fiil, حَقِّ a kasredilmiş olur.

بِٱلۡحَقِّ  car mecruru,  لَا یَقۡتُلُونَ  fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir.

ٱلنَّفۡسَ  için sıfat konumundaki müfred müennes has ism-i mevsûl  ٱلَّتِی ’nin sılası olan  حَرَّمَ ٱللَّهُ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. 

وَلَا یَزۡنُونَۚ  cümlesi …لَا یَقۡتُلُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Onlar, Allah'a şirk koşmazlar. Kısas, recm, dinden dönme, Allah'a şirk koşma ve yeryüzünü fesada vermeye çalışma gibi sebepler müstesna Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymazlar.  بِٱلۡحَقِّ  car mecrur ya mahzuf  القتل / öldürmek kelimesine ya da  لَا يَقْتُلُونَ ye taalluk etmektedir. Bu büyük günahların salih kullarda olmadığının ifadesi, onların düşmanı Kureyş ve diğerlerinin durumlarından kinayedir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onlar o kimselerdir ki Allah, onları, sizin üzerinde bulunduğunuz halden korumuştur, temizlemiştir.” Kim bu zikredilenleri yaparsa günahının cezasını bulur. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

 Birbirine matuf cümlelerde  لَا ’nın tekrar edilmesi, olumsuzluk anlamını kuvvetlendirir.

Öldürme yasağı haklı olmakla kayıtlanmış, zina yasağı ise mutlak olarak gelmiştir.

Ayet-i kerimedeki Allah'ın haram kıldığı candan maksat, mümin veya can emniyeti sağlanması taahhüt edilen kişidir. (Ruhu’l Beyan) 

Bu mutlu ve kutlu kulların, ta'at ve ibadetleri ifa ettikleri beyan edildikten sonra burada da günahlardan sakındıkları beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)

وَلَا یَزۡنُونَ  [Zina etmezler]  onlara taatların asıllarını verdikten sonra onlardan ana günahları da bertaraf etti, bu da kâmil imanlarını açığa çıkarmak, zikredilen sevabın bunları topluca yapanlara vadedildiğini bildirmek ve kâfirlere de bunun zıddını telmih etmek içindir. (Beyzâvî)


وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ

 

وَ , itiraziyyedir. Şart cümlesi olan  مَن یَفۡعَلۡ ذَ ٰ⁠لِكَ , faide-i haber ibtidaî kelam isim cümlesidir. Cümledeki şart ismi  مَنْ, mübtedadır.  یَفۡعَلۡ ذَ ٰ⁠لِكَ یَلۡقَ أَثَامࣰا  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

Yasaklanan olaya dikkat çekmek için  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  یَلۡقَ أَثَامࣰا, meczum müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mef’ûl olan  أَثَامࣰا, bütün cinslere delalet eden masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Kelimedeki tenvin kesret, nev ve tahkir içindir.
Furkan Sûresi 69. Ayet

يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪۫ مُهَاناًۗ  ...


Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُضَاعَفْ kat kat yapılır ض ع ف
2 لَهُ onun için
3 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
4 يَوْمَ günü ي و م
5 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
6 وَيَخْلُدْ ve kalır خ ل د
7 فِيهِ onun içinde
8 مُهَانًا hor ve hakir olarak ه و ن
İlgili âyet ve hadislerde iyiliğin karşılığının kat kat fazlasıyla verileceği, fakat kötülüğün cezasının katlanmayacağı bildirilmektedir (Nisâ 4/40; En‘âm 6/160; Şûrâ 42/40; Müsned, I, 227; Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 203-209). Şu halde –Zemahşerî (III, 105), Râzî (XXIV, 111) gibi bazı müfessirlerin de dedikleri gibi– âyette, belirtilen günahları işleyenlere bunun azabının “kat kat” verileceği bildirilmekle, bir günahın cezasının katlanarak verileceği değil; şirk, katil, zina gibi suçların cezalarının birbirine ekleneceği açıklanmaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 138

يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪۫ مُهَاناًۗ

 

Fiil cümlesidir.  يُضَاعَفْ  fiili  يَلْقَ ’dan bedel olarak meçhul, meczum muzari fiildir. 

لَهُ  car mecruru  يُضَاعَفْ  fiiline mütealliktir.  الْعَذَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

يَوْمَ  zaman zarfı olup  يُضَاعَفْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَخْلُدْ  atıf harfi  وَ ’la  يُضَاعَفْ  fiiline mütealliktir. 

يَخْلُدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  ف۪يه۪۫  car mecruru  يَخْلُدْ  fiiline mütealliktir.  مُهَاناً  kelimesi  يَخْلُدْ ’deki failin hali olarak fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُضَاعَفْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ضعف ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Musareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُهَاناًۗ  sülâsi mücerredi  هون  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür. 

يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪۫ مُهَاناًۗ

 

Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayetteki  يَلْقَ ’dan bedel olan  يُضَاعَفْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naibi failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Car mecrur  لَهُ, önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Azabın  يُضَاعَفْ  fiiline isnadı mecâz-ı aklîdir.

Aynı üslupta gelen  وَیَخۡلُدۡ فِیهِۦ مُهَانًا  cümlesi, makabline  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَخْلُدْ  fiilinin failinden hal olan  مُهَاناًۗ, hal sahibinin durumunu bildirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

الْعَذَابُ - مُهَاناً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayet-i kerimede geçen  يُضَاعَفْ  fiili bir kıraatta şeddeli olarak  يُضَعَّفُ  şeklinde okunmuştur. Yine ayet-i kerimede geçen  يُضَاعَفْ  ile  يَخْلُدْ  fiilleri bedel olarak meczum, istinâf olarak da merfû okunmuştur. Ayet-i kerimede geçen  مُهَاناًۗ  kelimesi haldir. (Celaleyn Tefsiri)

يُضَاعَفْ  (kat kat verilir.) fiilinin cezm ile gelmesi şartın cevabı olan “karşılaşır” fiilinden bedel oluşundan dolayıdır. Sîbeveyhi dedi ki: Azabın kat kat verilmesi ceza ile karşı karşıya kalmakla aynı şeydir. (Kurtubî )

يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  [Kıyamet günü azabı kat kat olur.]  sözünden maksat, ahirette, her geçen gün azap üzerine azapla eziyet edilmeleridir. Denildi ki: “Şirk koşan biri, günah işlediğinde, şirk için ayrı, günah için ayrı olarak azap görür. Bu sebepten ceza, günahların çokluğu sebebiyle kat kat artar. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl) 

Ragıp İsfahanî'nin belirttiği gibi “mudaafe” birbirine denk iki miktarın birleştirilmesidir. Ona, aynısını veya daha çoğunu kattım anlamında  اضعف الشىء وضعفته وضاعفته  denir. Yani onun azabı günahlarının küfrüne ilavesiyle artar durur. (Ruhu’l Beyan)  

Ayetteki “O azabın içinde hor ve hakir olarak ebedi bırakılır.” ifadesi, tıpkı mükâfatın, tazim (saygı) ile iç içe olan saf menfaat olması gibi ikabın da zelil kılma hor ve hakir kılma ile iç içe olan, katıksız bir zarar olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Furkan Sûresi 70. Ayet

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً  ...


Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا dışında
2 مَنْ kimse(ler)
3 تَابَ tevbe eden ت و ب
4 وَامَنَ ve iman eden ا م ن
5 وَعَمِلَ ve yapanlar ع م ل
6 عَمَلًا bir iş ع م ل
7 صَالِحًا faydalı ص ل ح
8 فَأُولَٰئِكَ işte
9 يُبَدِّلُ değiştirecektir ب د ل
10 اللَّهُ Allah
11 سَيِّئَاتِهِمْ onların kötülüklerini س و ا
12 حَسَنَاتٍ iyiliklere ح س ن
13 وَكَانَ ve ك و ن
14 اللَّهُ Allah
15 غَفُورًا çok bağışlayandır غ ف ر
16 رَحِيمًا çok esirgeyendir ر ح م
Tövbe (tevbe), kulun bir vicdan muhasebesi neticesinde duyduğu pişmanlığın ardından inkâr ve isyandan, her türlü kötülükten gönüllü bir vazgeçişi ve ona bir daha dönmeme kararlılığını ifade eder. Kur’an birçok âyette, bu şekildeki bir dönüşü son derece değerli bulur; –işlenen kötülükten dolayı pişmanlık duyup sağlam bir iradeyle vazgeçmeye karar verilmesi, ilgili kötülüğün tamamen terkedilmesi ve ona bir daha asla dönülmemesi şartıyla– inkâr, şirk gibi en büyük günahlar da dahil olmak üzere bütün bâtıl inanç, düşünce, kötü duygu ve davranışlar için yapılan tövbelerin makbul ve bunun, tövbe yapanın o günahtan dolayı günahlarını affettirmeye yeterli olduğunu bildirir. Burada da ifade buyurulduğu üzere, inkârdan dönüş iman etmekle, kötü amellerden dönüş ise bunların yerine iyi ve erdemli işler yapmakla olur. Ancak bütün bunlar psikolojik bir motife dayanması halinde mümkün olduğu için Hz. Peygamber, “Tövbe, günahtan dolayı pişmanlık duyup af dilemektir” buyurmuştur (Müsned, VI, 264; İbn Mâce, “Zühd”, 30). 70. âyette Allah Teâlâ’nın, bu şekilde tövbe eden birinin günahlarını (seyyiât) iyiliğe (hasenât) dönüştüreceği ifade buyurulmuştur. Tefsirlerde âyetin bu son ifadesi genellikle üç şekilde yorumlanmıştır: a) Allah, onların tövbe etmezden önce işledikleri kötülüklerden doğan günahlarını sevaba çevirir ve kıyamet gününde bu kötülüklere iyilikmiş gibi karşılık verir (meselâ bk. Taberî, XIX, 47-48). Bu yoruma göre tövbe sayesinde günah, sadece affedilmekle kalmıyor, aynı zamanda sevaba dönüşmüş oluyor. Bu yorum aşırı bulunarak âyete bizim tercih ettiğimiz şu anlam da verilmektedir: b) Allah, onların tövbe etmezden önceki kötü hallerini tövbe ettiklerinde iyi hallere çevirir ve onlar bundan böyle inkâr yerine iman ederler, isyan ve günah yerine itaat ve takvâya yönelirler; tövbe etmezden önce kötü insan iken tövbe sayesinde Allah’ın da yardımıyla iyi insan, iyi mümin olurlar (Zemahşerî, III, 105; Râzî, XXIV, 112). c) Şevkânî, bazı sahâbîlerin ve daha başka âlimlerin, âyetin bu cümlesi hakkındaki görüşlerini şu şekilde özetler: Buradaki “değiştirme ve çevirme” (tebdîl), sadece “affetme” anlamına gelir. Yani Allah onların söz konusu günahlarını affedecektir, yoksa onları iyiliklere çevirmeyecektir (IV, 103). Bununla beraber son iki yorum arasında bir fark görülmemektedir. Affedilenlerin cezalarının kaldırılması, âkıbetlerinin kötüden iyiye çevrilmesidir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 139

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً 

 

اِلَّا  istisnâ edatıdır. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  müstesna muttasıl olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَابَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

اٰمَنَ  ve  عَمِلَ  fiilleri atıf harfi  وَ ’la  تَابَ ’ye matuftur. 

عَمَلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَالِحاً  kelimesi,  عَمَلاًnin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ 

 

فَ  zaiddir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُبَدِّلُ اللّٰهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُبَدِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

سَيِّـَٔاتِهِمْ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَسَنَاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

يُبَدِّلُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

  

 وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

اللّٰهُ  lafza-i celâli  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  غَفُوراً kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. 

رَح۪يماً  kelimesi  كَانَ ’nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur.

غَفُوراً  ve  رَح۪يماً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً

 

Ayet, önceki ayetten istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sıla cümlesi  تَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَاٰمَنَ  ve  وَعَمِلَ صَالِحاً  cümleleri, sıla cümlesi olan  تَابَ ’ye matuftur. Her iki cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

عَمِلَ - عَمَلاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayet, tövbenin makbul olduğuna delalet eder. Buna delalet eden “istisna” değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk, o kimsenin azabının kat kat olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh bu istisnanın yerinde olabilmesi için tövbe edenin azabının kat kat olması gerekir. O halde ayette buna delalet eden, arkadan gelen [işte Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir] cümlesidir.

Amel-i salih içine tövbe ve iman da girer. Cenab-ı Hakk iman ve tövbeyi, çok önemli ve şerefli oldukları için ayrıca zikretmiştir. Bunlarla birlikte mutlaka diğer salih ameller de gerekli olduğu için, bu ikisinin peşinden amel-i salihi de zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ 

 

فَ , zaiddir. Bu harf önceki cümledeki mevsûlün şarta benzemesi sebebiyle gelmiştir. (Mahmud Sâfî) Cümle, beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i işaretle marife olması, işaret edilenleri en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim amacına matuftur. 

اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

حَسَنَاتٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

سَيِّـَٔاتِهِمْ - صَالِحاً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

سَيِّـَٔاتِ - حَسَنَاتٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

صَالِحاً - حَسَنَاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

 

 وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle ta’lil manasındadır. (Mahmud Sâfî, https://tafsir.app/26/63) كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve kalplerde muhabbet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Haber olan iki vasfın, aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

غَفُورًا  , رَح۪يمًا۟  sıfatları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

غَفُوراً  ve  رَح۪يماً  sıfatları mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Zamir makamında lafza-i celâlin tekrarlanarak zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu cümle, makablinde geçen kötülüklerin imhası ve iyiliklerin ikamesi için bir izah mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

 
Furkan Sûresi 71. Ayet

وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً  ...


Kim de tövbe eder ve salih amel işlerse işte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiş olarak döner.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 تَابَ tevbe eder ت و ب
3 وَعَمِلَ ve yaparsa ع م ل
4 صَالِحًا faydalı iş ص ل ح
5 فَإِنَّهُ şüphesiz
6 يَتُوبُ döner ت و ب
7 إِلَى
8 اللَّهِ Allah’a
9 مَتَابًا tevbesi kabul edilmiş olarak ت و ب

Tevebe توب :   تَوْبٌ günah işlemeyi en güzel yolla terk etmektir. Bu özür dilemenin en etkili yoludur. Çünkü özür dilemenin üç yolu vardır: 1- özür dileyenin 'ben yapmadım' demesi 2- 'şundan dolayı yaptım' demesi 3- 'onu yaptım, hata ettim, artık ondan geri döndüm' demesidir. Bunun bir dördüncüsü yoktur. İşte bu sonuncusuna tövbe denmektedir.

  Şeriate göre tövbe ise 1- kötülüğünden dolayı günahı terketmek 2- yaptığına pişman olmak 3- bir daha tekrar etmeyeceğine azmetmek  4-düzeltilebilecek olan amelleri dönüş yaparak düzeltmektir. Bu dört şart bir araya geldiğinde tövbenin şartları tamamlanmış olur.

  Allah'a tövbe etti anlamındaki تابَ إلى اللّهِ  sözünde geçen إلى harfi ceri tövbeyle ve halisane ameller işleyerek Allah'a geri dönmeyi ifade eder. Aynı fiil علَي harfi ceriyle تابَ اللّهُ عَلَيْهِ şeklinde kullanıldığında Allah (cc) onun tövbesini kabul buyurdu  demektir.

  تائِبٌ kelimesi hem tövbe eden hem de tövbeyi kabul eden için kullanılır. Dolayısıyla kul tövbe eden, Allah'da tövbesini kabul edendir. تَوَّابٌ çok tövbe eden kul manasındadır. Bazen Yüce Allah'da tövbeleri çokça kabul eden olduğundan bu isimle anılmaktadır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 87 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli tövbedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً 

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

تَابَ  mübteda olan  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  تَابَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

عَمِلَ  atıf harfi  وَ ’la  تَابَ ’ye matuftur. 

صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Veya mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri,  عَمِلَ عَمَلاً صاَلِحًا  şeklindedir.  صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ  cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتُوبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَتُوبُ  fiiline mütealliktir.  مَتَاباً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً

 

وَ  atıf harfidir. Ayet, 68.ayette geçen itiraz cümlesi olan  من يفعل ذلك ye atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. İstînâfiyye olması da caizdir.  

مَنْ , şart ismidir. Şart cümlesi  تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً  sübut ifade eden mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. تَابَ  cümlesi aynı zamanda  مَنْ ’in haberidir.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلَ صَالِحاً  cümlesi, şart cümlesi olan  تَابَ ’ye matuftur. صَالِحاً  mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri, عَمِلَ عَمَلاً صاَلِحًا ’dir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

فَ  karinesiyle gelmiş cevap cümlesi olan  فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَاباً  ise  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mef’ûlu mutlakın tekid manasında olması caizdir. (Âşûr) 

كُلِّها  takdiriyle  اِنَّ  ile tekid edilmesi haberin mazmunun (içeriğinin) gerçekleştiği manası içindir. (Âşûr) 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.

مَتَاباً  kelimesiيَتُوبُ  fiilinin mef’ûlu mutlakıdır.

تَابَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Allah'ın razı olacağı, günahı silen ve sevabı kazandıran bir dönüşle döner, yahut tövbekârları seven ve onlara güzel muamele eden Allah'a döner ya da Allah'a ve sevabına güzel bir dönüşle döner. Bu da özelleştirmeden sonra genellemedir. (Beyzâvî)  

Râgıb el-İsfahânî şöyle demiştir:  مَتَاباً  tam bir dönüş demektir ve bu dönüş, kötü olan şeyi terk etmek ve iyi olanı da araştırmakla tahakkuk eder.    

تَابَ  - يَتُوبُ - مَتَاباً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Furkan Sûresi 72. Ayet

وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً  ...


Onlar, yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ onlar
2 لَا
3 يَشْهَدُونَ şahitlik etmezler ش ه د
4 الزُّورَ yalan ve boş söze ز و ر
5 وَإِذَا ve ne zaman ki
6 مَرُّوا rastlarlar م ر ر
7 بِاللَّغْوِ boş söze ل غ و
8 مَرُّوا geçip giderler م ر ر
9 كِرَامًا vekar ile ك ر م
“Asılsız şeylere şahitlik etmezler” ifadesi, çoğunlukla “yalancı şahitlik yapmazlar” şeklinde açıklanmıştır. Yalancı şahitlik, İslâm’ın büyük günahlardan biri saydığı ve kesinlikle yasakladığı fenalıklardan biridir. Nitekim Hz. Peygamber yanındakilere, “Büyük günahların da en büyüğü olan günahların ne olduğunu size söyleyeyim mi?” diye sormuş; “Buyurun yâ Resûlellah” demeleri üzerine bunları, “Allah’a ortak koşmak, ana babaya âsi olmak ve yalancı şahitlik yapmak” şeklinde sıralamış; özellikle sonuncusunu birkaç defa tekrar ederek bu hususta yanındakileri uyarmıştır (Buhârî, “Şehâdât”, 10; Müslim, “Îmân”, 143). Âyetin bu kısmı, “O iyi kullar, asılsız şeylerin konuşulduğu bir yerde, yalancıların ve günahkârların meclislerinde durmazlar, bu tür kötülüklerin, tertiplerin içinde yer almazlar” şeklinde de açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 105; İbn Kesîr, VI, 140). Esasen bu yorum yalancı şahitliği de içermektedir; ayrıca âyetin devamı da bu yorumu destekler mahiyettedir. Bu sebeple meâlinde ilgili cümleyi, “Asılsız şeylere şahitlik etmezler” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk.
Riyazus Salihin, 1554 Nolu Hadis Ebû Bekre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : - "En büyük günahı size haber vereyim mi?" buyurdu. Biz: - Evet, yâ Resûlallah, dedik. Resûl-i Ekrem: - "Allah'a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek" buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve "İyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır" buyurdu. Bu son cümleyi sürekli tekrarladı. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için "keşke sussa" diye temennide bulunduk. (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3, Birr 4, Tefsîru sûre(4), 5)

وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la  الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ ’ye matuftur. İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَشْهَدُونَ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْهَدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

الزُّورَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


 وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَرُّوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَرُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاللَّغْوِ  car mecruru  مَرُّوا  fiiline mütealliktir.

فَ  karinesi olmadan gelen  مَرُّوا كِرَاماً  cümlesi şartın cevabıdır.  

مَرُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كِرَاماً  kelimesi,  مَرُّوا ’nun failinin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كِرَاماً  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.

Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ 

 

İsm-i mevsûl, 68.ayetteki …الذين يمشون ye  matuftur. 63. ayetten itibaren birbirine atfedilen 6. ism-i mevsûldür.

الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Batıl şahitlikte bulunmazlar, ya da yalan meclislerinde hazır olmazlar, çünkü batılı müşahede etmek ona ortak olmaktır. (Beyzâvî)

Ayette bahsedilen الزُّورَ  ile yalancı şahitlik manası kastedilmiş olması muhtemeldir. Buna göre mana, “Onlar, yalan yere şahitlik etmezler.” şeklindedir. Binaenaleyh bu ifadeden muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh onun yerine getirilmiştir. Takdiri,  مقامه  şeklindedir. Yine bununla yalan konuşulan yerlerde durmama manası da kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)

 

  وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَاماً

 

Cümle  وَ  ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen cümlenin haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

Şart cümlesi olan  مَرُّوا۟ بِٱللَّغۡوِ, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap olan  مَرُّوا۟ كِرَامࣰا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

Şart ve cevap cümleleri arasında müşâkele vardır.

مَرُّوا  fiilinin tekrarında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları, الزُّورَۙ - بِاللَّغْوِ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı mevcuttur.

مَرُّوا ’daki failin hali olan  كِرَامࣰا, durum bildirmek için kullanılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki  إِذَا مَرُّوا۟ بِٱللَّغۡوِ مَرُّوا۟ كِرَامࣰا  ifadesinin, [Onlar, lağv hali gibi şeylerden ötürü, kendilerine ikram edici olarak geçip giderler] manasında olduğu, onların kendilerine ikramının da “Bu gibi şeylerden uzak durmak, hoşlanmamak, böyle şeylere destekçi ve alkışçı olmamak suretiyle olduğu söylenmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)

 
Furkan Sûresi 73. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً  ...


Onlar, kendilerine Rabblerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 إِذَا zaman
3 ذُكِّرُوا hatırlatıldığı ذ ك ر
4 بِايَاتِ ayetleri ا ي ي
5 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
6 لَمْ
7 يَخِرُّوا davranmazlar خ ر ر
8 عَلَيْهَا onlara karşı
9 صُمًّا sağır ص م م
10 وَعُمْيَانًا ve kör ع م ي
Zemahşerî bu âyeti açıklarken, Allah’ın âyetleri okunduğu sırada insanların iki türlü tavır sergilediklerini belirtir: Bir grup vardır ki bunlar, Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğunda, hatırlatıldığında canla başla ona yönelirler; kulaklarını, gözlerini ve gönüllerini o âyetlere açarlar; bir kesim daha vardır ki, onlar da okunanı ve okuyanı dinliyor gibi görünseler de dinlemekten uzaktırlar (III, 105). Kur’an, insanların din ve dünya hayatları, bireysel ve toplumsal davranışları için bir hidayet rehberidir; insanın inanç, duygu, düşünce ve eylem dünyasını doğru, erdemli ve insanca bir yapıya kavuşturmasını sağlayan, ruhunu ve hayatını aydınlatan, zenginleştiren ilkeler, değerler sistemidir. Bu da öncelikle Kur’an’dan yararlanma niyetine, azim ve iradesine, bu husustaki içtenliğe; ikinci olarak da onun doğru okunması, doğru anlaşılması için zorunlu olan bilgi donanımına, kültürel birikime sahip olmayı gerektirir. Bunlardan ilki Kur’an’dan yararlanmanın ahlâkî şartı, ikincisi de zihnî şartıdır. Bu şartlardan ikisini de taşımayanların Kur’an’ı okuyup dinlemeleri âyette körlerin ve sağırların durumuna benzetilmiştir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 140

وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ذُكِّرُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ذُكِّرُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِ  car mecruru  ذُكِّرُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً  cümlesi şartın cevabıdır.  

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَخِرُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَـيْـهَا  car mecruru  يَخِرُّوا  fiiline mütealliktir.  صُـماًّ  kelimesi  يَخِرُّوا’nin failinin hali olarak fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عُمْيَـاناً  atıf harfi  وَ ’la  صُـماًّ ’e matuftur. 

ذُكِّرُوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً

 

Ayetteki  الَّذ۪ينَ, önceki ayetteki mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlün sılası olan  اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  cümlesi, müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın dahil olduğu şart cümlesidir.

ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  cümlesi, muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)

ذُكِّرُوا  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Allah Teâlâ’nın özelliklerini bildirdiği kullara ait zamire,  رَبِّ  isminin muzâf oluşu, o kullara tazim ve teşrif ifade eder. Ayrıca ayetlerin bu tamlamaya muzâf olması onların şanı içindir.

ذُكِّرُوا  fiiline müteallik olan  بِاٰيَاتِ ’deki tenvin, muayyen olmayan nev ve tazim içindir. 

صُـماًّ  -  عُمْيَـاناً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  يَخِرُّوا  fiilinin failinden hal olan bu kelimeler failin durumunu bildiren ıtnâb sanatıdır.

لَمْ يَخِرُّوا عَلَـيْـهَا صُـماًّ وَعُمْيَـاناً  [Onlara karşı, sağır ve kör davranamazlar] cümlesinde güzel bir istiare vardır. Yani onlar, uyarıcıların uyarmalarından gafil olmadılar ki işitmeyen ve görmeyen kimseler yerine konsunlar. Bu, en güzel istiarelerdendir. (Safvetu’t Tefasir) 

Burada temsîlî istiare vardır. Kâfirler, sağır ve körlere benzetilmiş. Bedî’ bir üslupla müminlere de sena vardır. Yani ayetlerle size vaaz edildiği zaman onlar gibi kör ve sağır olmadınız, anlayan göz ve kulaklarla dinlediniz manasında bir tariz vardır. Bu da secde etmediler bölümünden anlaşılmaktadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayette, yapılması gerekenin zıddının ifade edilmiş olması, kâfir ve münafıkların yaptıklarını belirtip karşı durmak içindir. Diğer bir görüşe göre ise ayetteki onlara zamiri, günahları ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

Onlara Kur'an okunduğunda ya da onlara Kur'an’la vaaz edildiğinde, sağır ve kör davranmazlar. Bu, secde etmediklerini ifade etmiyor. Bilakis secde ettiklerini ispat ediyor. Sağırlığı ve körlüğü olumsuzluyor. “Zeyd beni selamla karşılamadı.” sözünde olduğu gibi. Bu, selamın olmadığını ifade ediyor, karşılaşmanın değil.

Yani onlara, o ayetler zikredildiği vakit, emredildiklerinde de men edildiklerinde de ağlayarak, dikkatli kulaklarla dinleyerek ve dikkatli gözlerle bakarak secdeye kapanırlar. Münafıklar ve benzerleri gibi yapmazlar. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

خر, ses duyulacak şekilde yukarıdan hızla düştü demektir.  صُـماًّ, işitme duyusunu kaybeden anlamında  اصم  kelimesinin çoğuludur. Hakka kulak vermeyen ve onu kabul etmeyen kimse sağır kimseye benzetilmiştir.  عُمْيَـاناً  ise görme duyusunu kaybeden kişi demek olan  اعمى  kelimesinin çoğuludur. (Ruhu’l Beyan)

 
Furkan Sûresi 74. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَاماً  ...


Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 يَقُولُونَ derler ق و ل
3 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
4 هَبْ lutfeyle و ه ب
5 لَنَا bize
6 مِنْ
7 أَزْوَاجِنَا eşlerimizi ز و ج
8 وَذُرِّيَّاتِنَا ve çocuklarımızı ذ ر ر
9 قُرَّةَ sevinci ق ر ر
10 أَعْيُنٍ gözler ع ي ن
11 وَاجْعَلْنَا ve bizi yap ج ع ل
12 لِلْمُتَّقِينَ muttakilere و ق ي
13 إِمَامًا önder ا م م
Müfessirler, “Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet” duasındaki mutluluğun fiziksel güzelliklerle ilgisi bulunmadığını, burada inancı ve yaşayışıyla iyi ve erdemli eşlerin ve çocukların kastedildiğini önemle belirtirler. Bu isteklerin âhirete yönelik olduğunu ileri sürenler bulunmuşsa da bu görüş isabetli görülmemektedir. Sûrenin buraya kadar açıklanan son bölümünde “Rahmân’ın has kul­ları”nın bazı güzel nitelikleri sıralanmıştır. Kuşkusuz Kur’an’ın insana ve insanlığa kazandırmak istediği güzellikler bunlardan ibaret değildir. 74. âyetin, “Bizi sana saygı ve itaatte kararlı olanlara öncü yap” şeklinde çevirdiğimiz son cümlesi, takvâ kavramı kapsamında, burada zikredilen ve zikredilmeyen bütün güzellikler için geçerli bir dileği içermektedir. Müminin hedefi, öncelikle ruh dünyasını Allah’ın iradesine uygun inançlarla, doğru düşünceler ve güzel duygularla, ahlâkî erdemlerle donatmaktır. Bu şekilde iç dünyasını zenginleştiren insan, eylemlerini de Allah’a saygı ve O’nun huzurunda bulunduğu bilinci ve sorumluluğu içinde gerçekleştirme çabası içinde olur. Asıl dindarlık da budur; bunun dışındaki dindarlık gösterileri ise nifaktır, riyâdır veya boş slogandır. İşte belirtilen anlamdaki gerçek dindarlığın Kur’an’daki adı takvâdır. Buna göre âyet, her müminin önüne takvâda, yani gerçek anlamdaki dindarlıkta en ileride, önde ve örnek olma şeklinde yüksek bir hedef koymaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 141
Riyazus Salihin, 1386 Nolu Hadis Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." (Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8)

وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  رَبَّـنَا هَبْ لَنَا ’dır.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ ’dir. 

هَبْ  sükun üzere mebni emir fiil olup dua manasındadır. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  لَنَا  car mecruru  هَبْ ’in mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. 

مِنْ اَزْوَاجِ  car mecruru  قُرَّةَ اَعْيُنٍ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ذُرِّيَّاتِنَا  atıf harfi  وَ ’la  مِنْ اَزْوَاجِنَا ’ya matuftur.

قُرَّةَ  kelimesi,  هَبْ ’in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.  اَعْيُنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

 وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَاماً

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. اجْعَلْنَا  sükun üzere mebni emir fiil olup dua manasındadır. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لِلْمُتَّق۪ينَ  car mecruru  اِمَاماً ’nin mahzuf haline mütealliktir.  لْمُتَّق۪ينَ ’nin cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اِمَاماً  amili  اجْعَلْنَا  olan fiilin ikinci mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.

مُتَّق۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَاماً

 

 

الَّذ۪ينَ  önceki ayetteki mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlün sılası olan …يَقُولُونَ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا  cümlesi, nida üslubunda talebi inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

رَبَّـنَا  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  نَا  zamirine şan ve şeref kazandırmıştır. Ayrıca mütekellimin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Aynı üsluptaki  وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَاماً  cümlesi nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

ذُرِّيَّاتِنَا - اَزْوَاجِنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِمَاماً  ve  اَعْيُنٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

“Şayet  مِنْ اَزْوَاجِنَا  ifadesindeki  مِنْ  nedir?” dersen şöyle derim: Bu kelime beyaniyye olabilir; adeta önce “Bize göz nuru-gönül süruru hibe et” denmiş, sonra göz nuru-gönül süruru ifadesi yani eşlerimiz ve çocuklarımız denilerek açıklanmıştır. Mana, “Allah’ın bunları onlar için göz nuru–gönül süruru kılması” şeklindedir. Bu ifade şekli  رَأيْتُ مِنْكَ أسداً  (Sende bir aslan gördüm) yani “Sen aslansın!” sözü kabilindendir.  مِنْ  ayrıca “Gözlerimizi parlatıp gönüllerimize sürur verecek bir taat ve salah hibe et bize onlardan” anlamında min-i ibtidâiyye de olabilir. (Keşşâf, Beyzâvî)

مِنْ اَزْوَاجِنَا  sözündeki  مِنْ  ibtidaiyye içindir. (Âşûr)

Şayet  قُرَّةَ اَعْيُنٍ  denilerek neden nekre bir kelime ve azlık ifade eden bir çoğul kalıbı kullanılmıştır? dersen şöyle derim: Nekre kullanma göz aydınlığını belirsiz kılmak içindir; çünkü muzâf ancak muzâfun ileyhin nekre olması halinde nekre olabilir; adeta  هبْ لَناَ مِنْهُمْ سُرُورًا وَفَراحاً (Bize onlardan yana bir sevinç ve neşe hibe et) denmektedir.  عُيُونٍ  değil de  اَعْيُنٍ  denilmesi ise muttakilerin gözleri murad edildiği içindir. Onların gözleri de diğerlerinin gözlerine nispetle azdır. Nitekim Allah Teâlâ [Kullarımdan pek azı şükredicidir. (Sebe Suresi, 13)] buyurur.  اَعْيُنٍ  kelimesinin, özel gözler, müttakilerin gözleri anlamında olduğu için nekre kullanıldığı da söylenebilir. (Keşşâf) 

قُرَّةَ اَعْيُنٍ  (Göz aydınlığı) ifadesi; sevinç ve mutluluktan kinayedir. 

ذُرِّيَّاتِنَا  kelimesinde tecrîd sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

اَعْيُنٍ (gözler) lafzının nekre olması sevinci de nekre kılmak düşüncesiyledir, bu da onu tazim içindir. Cemi kıllet kalıbı da müttakilerin gözlerinin diğerlerine nispetle daha az olmasındandır. (Beyzâvî)

 
Furkan Sûresi 75. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماًۙ  ...


İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 يُجْزَوْنَ ödüllendireleceklerdir ج ز ي
3 الْغُرْفَةَ saraylarda غ ر ف
4 بِمَا karşılık
5 صَبَرُوا sabretmelerine ص ب ر
6 وَيُلَقَّوْنَ ve karşılanacaklardır ل ق ي
7 فِيهَا orada
8 تَحِيَّةً bir sağlık dileği ح ي ي
9 وَسَلَامًا ve selam ile س ل م

اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماًۙ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُجْزَوْنَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُجْزَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. 

Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  الْغُرْفَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  يُجْزَوْنَ  fiiline mütealliktir. 

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يُلَقَّوْنَ  atıf harfi  وَ ’la  يُجْزَوْنَ ’ye matuftur.  يُلَقَّوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû,meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  يُلَقَّوْنَ  fiiline mütealliktir.  تَحِيَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  سَلَاماًۙ  atıf harfi  وَ ’la  تَحِيَّةً ’e matuftur. 

يُلَقَّوْنَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماًۙ

 

Ayet, 63. ayetteki  عِبَادُ الرَّحْمٰنِ  şeklindeki mübtedanın haberi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması, işaret edilenleri en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim amacına matuftur. Uzağı işaret eden ism-i işaret olması, onların mertebelerinin yüceliğine işarettir.

اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.

Ayetin işaret ismiyle başlaması; arkadan zikredilen şeylere kavuşmak için öncesinde zikredilecek şeyleri yapmakta özgür olduklarına işaret etmek içindir. (Âşûr) 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا cümlesi mübtedanın haberidir.

Harf-i cerle birlikte  يُجْزَوْنَ  fiiline müteallik masdar harfi  مَا ’nın sılası olan  صَبَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُجْزَوْنَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i-cerle birlikte  يُجْزَوْنَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  صَبَرُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)

Neye sabrettikleri söylenmediği için bu ifade, her nevi sabrı kapsamaktadır.  

 الْغُرْفَةَ  (Has oda) ile mükâfatlandırılacaklar derken cennetteki yüksek kat odaları murad edilmektedir.  الْغُرْفَةَ  (has oda) şeklinde tekil kullanılması, cinse delalet eden tekil kelimeyle yetinildiği içindir. Buna delil de onlar has odalarda emniyet içinde oldukları halde (Sebe Suresi, 37) ayeti ile bu ayetteki  فيِ الْغُرْفَةِ  kelimesinin  فيِ الْغَرْفَةِ  şeklinde de okunmuş olmasıdır. Sabretmelerine karşılık yani taatleri ifaya, arzulardan kaçmaya, inkârcıların eza ve cefalarına, fakirlik vb. şeylere karşı sabretmelerine karşılık demektir. Sabredilen her şeyi kapsasın diye sabır kelimesi mutlak kullanılmıştır. (Keşşâf, Beyzâvî) 

الْغُرْفَةَ (yüksek ve yüce) kelimesi, cennetteki yüksek derecelerden kinayedir. (Safvetu’t Tefasir) 

وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماًۙ  cümlesi, aynı üslupta gelerek haber olan …يُجْزَوْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

یُلَقَّوۡنَ  fiili, meçhul bina edilmiştir.

تَحِيَّةً - سَلَاماًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Mef’ûl olan bu kelimelerdeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

تَحِيَّةً, “Cennet nimetlerinin bakî olması, hiç kesilmemesi” anlamına geliyorken  سَلَاماًۙ kelimesi, bu nimetin zarar şaibelerinden uzak olması anlamını ifade eder. Sonra bu  تَحِيَّةً  ve  سَلَاماًۙ ’ın, Cenab-ı Hakk'ın Rahîm olan Rabb'den gelen bir söz olmak üzere selam (Yasin Suresi, 58) ayetinden dolayı Allah'tan olması da mümkün olduğu gibi [Her kapıdan melekler, “Size selam olsun” diye onların yanına (Rad Suresi, 23)] ayetinden dolayı meleklerden olması mümkündür. Onların “birbirlerini selamlamış’’ olmaları da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
Furkan Sûresi 76. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  ...


Orada ebedî kalırlar. Orası ne güzel bir durak ve ne güzel bir konaktır!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ ebedi kalacaklardır خ ل د
2 فِيهَا orada
3 حَسُنَتْ ne güzel ح س ن
4 مُسْتَقَرًّا karargahtır ق ر ر
5 وَمُقَامًا ve makamdır ق و م

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً

 


خَالِد۪ينَ  kelimesi,  يُجْزَوْنَ ’nin naib-i failinin hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  cümlesi  قد  takdiriyle  الْغُرْفَةَ ‘nin ikinci hali olup mahallen mansubdur.

حَسُنَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. 

مُسْتَقَراًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur. Mahsusu mahzuftur. Takdiri,  الْغُرْفَةَ (oda) şeklindedir. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُقَاماً  atıf harfi  وَ la  مُسْتَقَراًّ a matuftur.

مُسْتَقَراًّ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً

 

خَالِد۪ينَ  önceki ayetteki  يُجْزَوْنَ nin naib-i failinin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  cümlesi  قد  takdiriyle  الْغُرْفَةَ nin ikinci halidir. Fasılla gelen bu hal cümlesi hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. Durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

مُسْتَقَراًّ  temyizdir,  مُقَاماً  ona matuftur. Temyiz, manaya açıklık getirmek için yapılan ıtnâbdır.

مُسْتَقَراًّ - مُقَاماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetle 66. ayete iktibas yapılmıştır. 

Cehennemliklerin azabından bahseden  سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  [Cehen­nem ne kötü bir konak ve kalma yeridir.] şeklindeki 66. ayete karşılık, cennetliklerin nimetinden bahseden, حَسُنَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً [Cennet ne güzel bir konak ve ma­kamdır.] ayetinin zikredilmesiyle latif bir mukabele sanatı yapılmıştır. (Safvetu’t Tefasir) 

Kerim surenin 63. ayetinden itibaren Allah Teâlâ tarafından “Rahman’ın kulları” tabiriyle taltif edilen müminler yürüyüşleri, geceleyin ibadet etmeleri, konuşmaları, sataşmalara esenlik dileğiyle karşılık vermeleri, Allah’a yalvarışları, yardım severlikleri, bununla beraber israftan uzak durmaları, Allah’tan başkasına boyun eğmekten, cana kıymaktan, zina etmekten, yalan söylemekten ve yalan yere şahitlik etmekten kaçınmaları ve iyilik yolunda önderlik etme arzusu taşımaları gibi meziyetleriyle örnek gösterilmişlerdir.

Rahman’ın kullarının özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

 
Furkan Sûresi 77. Ayet

قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 مَا ne diye?
3 يَعْبَأُ değer versin ع ب ا
4 بِكُمْ size
5 رَبِّي Rabbim ر ب ب
6 لَوْلَا olmadıktan sonra
7 دُعَاؤُكُمْ du’anız (ibadetiniz) د ع و
8 فَقَدْ andolsun
9 كَذَّبْتُمْ yalanladınız ك ذ ب
10 فَسَوْفَ bu yüzden
11 يَكُونُ olacaktır ك و ن
12 لِزَامًا (azab) kaçınılmaz ل ز م
Sûrenin son cümlesi, özel olarak Allah’ı bırakıp elleriyle yaptıkları düzmece tanrılara tapanlara; genelde ise yukarıda belirtilen gerçek dindarlıktan uzak, nefsânî tutkularını veya çeşitli fâni varlıkları, nesneleri, makam ve mevkileri Allah’a kul olmanın üstünde tutanlara, Allah’ı bırakıp onlara kul olanlara yönelik veciz bir uyarıdır. Buna göre insanın değeri, yalnız Allah’a kul olup O’nun dışındaki şeyler karşısında özgürleşmektedir. İnsan için en büyük suç ise –ister sözleriyle olsun, ister eylemleriyle olsun– ona kendi benliğini, gerçek insanlığını ve gerçek insanlık değerini, izzetini, onurunu kazandıracak temel kaynak olan Allah’ın dinini asılsız saymasıdır; insanoğlu yoldan çıkmışlığını sürdürdükçe dünya ve âhirette türlü şekillerde cezalandırılmaktan yakasını kurtaramayacaktır; sûrenin son uyarısı budur. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 141

قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli  مَا يَعْبَؤُ۬ا ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْبَؤُ۬ا  damme ile merfû muzari fiildir.  بِكُمْ  car mecruru  يَعْبَؤُ۬ا  fiiline mütealliktir. 

رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

دُعَٓاؤُ۬  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود  (mevcuttur) şeklindedir. 


فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً

 

فَ  ta’liliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

كَذَّبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, من يكذّب (kim yalanlarsa) şeklindedir.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar. 

يَكُونُ  nakıs merfû, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

يَكُونُ ’nün ismi müstetir olup takdiri, هو’dir.  لِزَاماً  kelimesi  يَكُونُ ’nun haberi olup lafzen mansubdur. 

كَذَّبْتُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ رَبّ۪ي, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوْلَا  harfi, bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Şayet menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. (Süyûtî, el-İtkan, c. 1, s. 481) 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 


لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ 

 

Mekulü’l-kavl cümlesi içinde yer alan  لَوْلَا دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ  cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubunda gelmiş cümlede  دُعَٓاؤُ۬كُمْ, şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  دُعَٓاؤُ۬كُمْ nin, takdiri  موجود  (mevcuttur) olan haber için mübtedadır.

لَوْلَٓا ’nın, takdiri  ما يعبأ بكم ربّي (Rabbim size kıymet verir mi?) olan cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.  

لَوْلَا  harfi, bir şeyin mevcudiyetinden dolayı, imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde  ل  bulunan fiil olarak gelir. Şayet menfi mana taşıyorsa cevabı  ل ’sız gelir. (Süyûtî, el-İtkan, c. 1, s. 481)

مَا  edatı, nefy edatı ise mana “Size değer vermez” şeklindedir. Ayrıca istifham manasında olması da caizdir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Dua ibadet demektir.  مَا  ise soru anlamı taşımakta olup mahallen mansub ve masdardan ibarettir; adeta “Kulluğunuz olmasa Allah size ne değer verecek?!” Yani ibadetleriniz olmasa siz değer verilmeye layık olmazdınız demektir.  مَا أبأت ُ بِه  sözünün asıl manası “Beni üzen ve bana ağır gelen musibetleri ona yansıtmadım.” şeklindedir. Nitekim  ماَاكترسْتُ لَهُ  yani “Başıma gelenleri ve beni üzen şeyleri ona anlatmadım.” dersin. Zeccâc, “Benim Rabbim size neden değer versin ki?!” cümlesini tevil ederken “O’nun nezdinde sizin ne değeriniz olabilir ki?!” demiştir.  مَا  (Size değer vermiyor) anlamında nefy için de olabilir. Şayet “Bu hitap kimedir?” dersen şöyle derim: Mutlak olarak insanlaradır; çünkü insanların bir kısmı mümin ve abid, bir kısmı da inkârcı ve asidir. Bu sebeple cinslerinde bulunan kulluk etme ve yalanlama dikkate alınarak kendilerine ayrım yapılmadan hitap edilmiştir. (Keşşâf) 

Eğer duanız olmasaydı ifadesi; ibadetiniz olmasaydı demektir. Çünkü insanın şerefi ve saygınlığı; bilmesi ve itaat etmesiyledir. Yoksa o da diğer hayvanlar gibidir. (Beyzâvî) 

دُعَٓاؤُ۬كُمْۚ  sözündeki hitap zamiri,  فَقَدْ كَذَّبْتُمْ  sözünün deliliyle müşriklere yöneliktir. Bu onlar için bir tehdittir. (Âşûr) 

 

فَقَدْ كَذَّبْتُمْ 

 

فَ  ta’liliyyedir. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş  فَقَدْ كَذَّبْتُمْ  cümlesi, sebep bildirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

كَذَّبْتُمْ  fiili, تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı en belirgin anlam, kesrettir.


فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Cevap cümlesi  فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً 

Muzari sıygada gelen  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. كَان ’nin müstetir ismi, ayetin mefhumu olan azaba aittir.

Cümle, istikbal harfi  سَوْفَ  ile tekid edilmiştir.

Takdiri,  من يكذّب (kim yalanlarsa) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

Tesvif harfi  سَوْفَ ’den murad, tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi -müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf Suresi, 123)

Haberin masdar olan لِزَاماً   ile haber verilmesi mübalağa içindir. Bu kelimede iki mübalağa bir aradadır: Zaruretinin (gerekliliğininin) kuvvetine delalet eden mübalağa sıygası, vasfın sübutunun gerçekleştiğini ifade eden masdarla haber verilmesi. (Âşûr) 

فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً [Azap onların peşini bırakmaz.] denilmiştir. Kelime sübut anlamında olan sebat gibi lüzûm anlamında olmak üzere lâm’ı fethalı olarak  لَزاما  şeklinde de okunmuştur. Daha güzel olanı; vaîd/tehdit edilen şeylerden olduğu bilindiği halde كَان ‘nin isminin açıkça ifade edilmemesi, meseleyi müphem bırakmak ve -tam anlamıyla anlatılamayacak hususları- içermesini sağlamak içindir. Doğrusunu Allah bilir. (Keşşâf)

Gerçekten yalanladınız size haber verdiğim şeyi, çünkü ona muhalefet ettiniz.

Şöyle de denilmiştir: İbadette kusur ettiniz, bu da  كَذَّبَ القِتَالُ  deyiminden gelir ki ciddi savaşılmadığı zaman söylenir. فَقَدْ كَذَّبَ الكافِرُونَ  şeklinde de okunmuştur ki içinizden kâfirler yalanladı demektir. Çünkü hitap bütün insanlaradır; içlerinde ibadet edenler de yalanlayanlar da vardır. (Beyzâvî)

سَوْفَ , uzak gelecek için kullanılır. Ancak bu ayette olduğu gibi bir vaat veya vaîde delalet eden muzari fiile dahil olduğunda tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İleride azap gerekli olacaktır. Yalanlamanın cezası lâzım olacak, sizi mutlaka saracaktır. (Beyzâvî)  

Bu sayfada, ayet sonlarındaki kelimeler istisnasız,  فَعِيلاً  ve  فَعوُلاً  kalıplarında muvazene teşkil ederek, harika bir seci ahengi oluşturmuştur.

İnanan ve inanmayan herkese hitap eden bu son cümlenin, surenin içeriğiyle son derece uyum içinde olması, hüsn-i intihâ sanatıdır.

Hüsn-i intihâ: Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Günün Mesajı
Bediüzzaman hz., dua hakkında şöyle yazar:
İman, Allah'a ulaşmada duayı bir vesile olarak gerektirdiği gibi, insan fıtratı da onu şiddetle ister. Eğer, “Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet (Bakara Sûresi/2: 186), her duaya cevap var buyuruyor.” derseniz, şu birkaç noktayı dinleyin:
Duaya cevap vermek ayrıdır, onu kabul etmek ayrıdır. Her duaya cevap verilir, fakat onu kabul etmek, hem duada istenenin aynısını vermek, Cenab-ı Hak'kın hikmetine bağlıdır. Meselâ, hasta bir çocuk doktora “Bana şu ilacı ver” der Doktor, söz konusu hastalık ve tedavısi nasıl davranmayı gerektiriyorsa ona gvre, ya çocuğun istediğinin aynısını veya ondan daha iyisini verir veya hastalığına zarar olacağı için hiç vermez.
İşte Cenab-ı Hak, Hakim-i Mutlak, her zaman her yerde hazır, nâzır olduğu için kulun duasına cevap verir. Yalnızlık ve kimsesizlik dehşetini huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevesine göre davranmaz; hikmeti neyi gerektiriyorsa onu yapar. Dolayısıyla ya duada istenenin aynısını veya daha iyisini verir, ya da hiç vermez.
Hem dua bir kulluktur. Kulluğun karşılığı ise Âhiret'tedir. Dünyevi maksatlar, dua türü ibadetlerin vakitleridir. Yoksa dua ile takip edilen maksatlar, bu kulluğun asıl gayesi değildir.
Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet halis olmadığından kabule lâyık görülmez.
Nasıl ki güneşin batması akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, “küsuf ve husuf namazları” denilen iki hususi ibadetin vakitleridir.
Demek ki dua, bir kulluk sırrıdır, Kulluk ise, sadece Allah için olmalı. İnsan, aczini ortaya koyup, dua ile O'na yönelmeli, O'na sığınmalı, fakat O'nun rubübiyetine karışmamalı, Tedbiri O'na bırakmalı, hikmetine itimat etmeli, rahmetini itham etmemeli.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Mekke sokaklarında, ayak sesleri yankılanıyordu. Yolcuların arasında biri koşuyordu. 

Mescid-i Haram’ın minarelerinden yükselen ezan sessiyle durdu. Onu duymanın heyecanıyla nefesini tuttu. 

Kapılardan geçtikten sonra gözlerini kapattı. Ellerindeki kalbi, ona yolu tarif etti. Kabe’ye yaklaşınca gözlerini açtı. 

Sesler kesildi ve insanlar kayboldu. Sanki Kabe ile başbaşaydı. Ellerindekini yere bıraktı ve Kabe’ye doğru iteledi. 

Rabbim! Koruyucuların en hayırlısı Sensin. Bizi, kendisini Sana bırakanlardan eyle. Kullarını tertemiz kalb ile yaratansın. Günahlarımızı affet ve nurun ile halimizi arındır. Nefsi terbiye etmeyi öğretensin. Bizi de dosdoğru yoluna ilettiklerin arasına kat. Bizi; Sana şirk koşmaktan, başkasına zarar verecek her türlü hareketten, zinadan ve bütün yasakladıklarından uzak duranlardan ve iki cihanda da azabından koruduklarından eyle. 

Rabbim! Kullarına sevmeyi ve sevilmeyi nasip edensin. Bizi de; sevdiklerinden ve sevdiklerine bizi, bize de sevdiklerini sevdirdiklerinden eyle. Dünya nimetlerini helal kılansın. Hayatımızın her evresinde ve her gününde, aldığımız kararlarda ve kavuşmayı istediklerimizde Senin rızanı gözetenlerden olmamızı nasip eyle. “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl." Evlilerimizin evlerini muhabbet, huzur, bereket ve nice hayırlar ile doldur. 

Rabbim! Bize dua etmeyi ve hayaller kurmayı nasip edensin. Hakkımızda hayırlı olanları istememizi ve hayal etmemizi nasip eyle. Huzuruna; en güzel halimizdeyken, kalbimizde iman tam iken, dilimizde adını zikir ederken ve bedenimiz taat üzereyken gelelim. Rahmetin ile iki cihanını da kazananlardan ve dünyadan ahirete, rızanı kazanarak, hicret edenlerden olalım.

***

Bazen bir gerçek hatırlatıldığında, insanın nefsi araya girer ve savunmaya başlar. Bu genellikle, kendisiyle dünyanın arasına girildiğinde olur. Basit bir eğlence anının bozulması bile bütün keyfini kaçırır. Onun için söylenenlerin içeriği önemli değildir. Sadece dış kabuğuyla yani sözlerin kendisinin aleyhinde olmasıyla ilgilenir.

Terbiye edilmeyen nefis saldırgandır. Sağlam temellere dayanmadığı için zavallılığını gizlemek adına böyle davranır. Dünyalıkların hissettirdiği geçici gücün yalancı sarhoşudur. Karşısında kim olduğuna göre tepkileri değişir: alayla küçümsemeye, öfkesiyle korkutmaya ya da dinlemeden susturmaya çalışır. 

Bazen hakikati hatırlatan tarafın da nefsi uyanır. İyilik için yaptığı bir uyarının ani patlamasıyla beraber sinirlenir, hüzünlenir ya da hırslanır. Nefis bu işte, aniden şiddetlenen duyguları sever. Belki tasdik edilmeyi, belki karşı tarafı ikna ederek bir başarının parçası olmayı, belki bildikleriyle saygı duyulmayı istemektedir.

Her seferinde başarıyla kontrol edemese de nefsiyle mücadele eden kişi öğrenir. Niyetlerini değiştirerek yani sağlam bilgilerle imanını güçlendirerek öğrenir. Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat ederek ve Rasulullah (sav)’i tanıyarak öğrenir. Bunların toplamında sadece Allah için yaşamayı ve yalnız Allah’tan istemeyi öğrenir. 

Allah için hatırlatır ve çekilir. Uyarısının doğru olması ve işitilmesi için dua eder. Karşı tarafın tepkisine kararında üzülür ya da sinirlenir ama işin gerisini Allah’a bırakır. Bilir ki, önemli olan nefsin umduğu değil, Allah’ın rızasıdır. Böylelikle hem kendisinin, hem de başkalarının boş ve manasız davranışlardan vakar ile uzaklaşır.

Ey Allahım! Bizi kendimizin ve başkalarının gafletinden muhafaza buyur. Doğru yerde, doğru hatırlatmaları yapanlardan ve hatırlatılan hakikatleri işitenlerden eyle. Şiddetli duygulara ve dünyanın eğlencelerine kapılarak yanlış davranmaktan muhafaza buyur. Senin bizi her anımızda gördüğün bilinci ile yalnız Senin rızan için yaşayanlardan eyle.

Ey Allahım! Hz. Ebu Bekir (ra)’ın duası olarak rivayet edilen şu duayı bizden de kabul buyur: 

"Allahım bana dünya nimetlerini bol bol ver, ama onlardan el etek çekmemi sağla, dünya nimetlerini kısarak beni onlara imrendirme.”

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji