اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
اِلَّا istisna harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ sözünden istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَدَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حُسْناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı, بَدَّلَ fiiline mütealliktir. سُٓوءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri اِنَّ 'nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. رَح۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
بَدَّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ
Önceki ayetteki korkanlardan istisna edilenlerin bildirildiği ayette اِلَّا , istisna edatıdır. İstisna munkatı’ dır.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsul مَنْ ’in sılası olan ظَلَمَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelerek sılaya ثُمَّ ile atfedilen ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
حُسْناً ve سُٓوءٍ ‘deki tenvin, muayyen olmayan cinse işaret eder.
ثُمَّ edatı, birbirine bağlanan ögelerin, aralarında kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. Bu edat, terahî ifade eder.
ظَلَمَ - سُٓوءٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حُسْناً - سُٓوءٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb, حُسْناً - ظَلَمَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
Bu istisna, akla gelebilecek, hiçbir peygamberin korkmadığı vehmini kaldırmak içindir. Zira bazı peygamberlerden sadır olması mümkün olan bazı küçük hatalar sadır olmuştur. Fakat onlardan bu hatalardan bir şey sadır olmuşsa da, onlar, onun akabinde, onu ortadan kaldıracak ve onun vesilesiyle Allah'ın mağfiret ve rahmetine layık olacak sevaplar işlemişleridir. Bu istisna ile Hazret-i Musa'dan sadır olan o kıbtîyi yumruklayarak öldürmesi hatasına ve sonra da mağfiret dilemesine tariz kastedilmektedir. Hazret-i Musa'nın bu hatası zulüm olarak vasıflandırılmış, çünkü: "Rabbim! Ben gerçekten kendi nefsime zulmettim; sen beni bağışla! dedi; Allah da onu bağışladı." ayetinde belirtildiği üzere Hazret-i Musa, bu hatasını zulüm olarak vasıflandırmıştır. (Ebüssuûd)
اِلَّا (ancak), لكنّ (fakat) anlamındadır; çünkü hiçbir peygamberin korkmaması gerektiği bildirilince bu, bir şüphenin filizlenmesine yol açmış, Allah da bunu istisna tarzıyla bertaraf etmiştir. Mana, [Fakat içlerinden zulmedenler müstesna…] şeklindedir, yani Adem, Yunus, Davud, Süleyman ile Yusuf’un ağabeylerinin yanı sıra, Musa’dan sadır olan ‘Kıptî’yi yumruklayıp ölümüne yol açma’ gibi -peygamberler hakkında caiz görülen küçük bir günahın sadır olduğu- kimseler müstesna, demektir. Bu tür bir tarizle Musa tarafından vücut bulan şeyin, alıntılanması latif olan tarizlerden olduğunun kastedilmesi yakın bir olasılıktır ki Allah Teâlâ bunu zulüm diye isimlendirmiştir. Nitekim Musa da: [“Ya Rabbi! Gerçekten kendime zulmettim, bağışla beni.”] (Kasas 28/16) demişti. (Keşşâf)
فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İstînâfiye olarak gelen cümle mukadder cümle için ta’liliyedir. فَ ta’liliyyedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli oluşu bu sıfatların Allah Teâlâ’da bulunma derecesinin tarifsiz olduğunu, aralarında وَ olmaması, her ikisinin birden Allah Teâlâ’da mevcudiyetini gösterir. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve bu sıfatlarla ayetin anlamı arasında ise teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.