Neml Sûresi 12. Ayet

وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ  ...

“Elini koynuna sok; Firavun’a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَدْخِلْ ve sok د خ ل
2 يَدَكَ elini ي د ي
3 فِي
4 جَيْبِكَ koynuna ج ي ب
5 تَخْرُجْ çıksın خ ر ج
6 بَيْضَاءَ bembeyaz ب ي ض
7 مِنْ
8 غَيْرِ olmaksızın غ ي ر
9 سُوءٍ kusur س و ا
10 فِي içinde
11 تِسْعِ dokuz ت س ع
12 ايَاتٍ mu’cize ا ي ي
13 إِلَىٰ
14 فِرْعَوْنَ Fir’avn’a (git)
15 وَقَوْمِهِ ve onun kavmine ق و م
16 إِنَّهُمْ çünkü onlar
17 كَانُوا oldular ك و ن
18 قَوْمًا bir kavim ق و م
19 فَاسِقِينَ fasık ف س ق
 
Hz. Mûsâ’nın kıssası çeşitli yerlerde çeşitli vesilelerle anlatıl­maktadır. Burada anlatılanlar biraz daha genişçe ve farklı üslûplarla A‘râf (7/104-136), Tâhâ (20/9-98) ve Kasas (28/2-46) sûrelerinde de yer almıştır. Bu âyetlerin bağlamından ve bunlar üzerine yapılan yorumlardan anlaşıldığına göre bu olay Hz. Mûsâ’nın ailesiyle birlikte Medyen’den Mısır’a yaptığı yolculuk esnasında soğuk bir gecede meydana gelmiştir. Müfessirler, Hz. Mûsâ’nın ateş sandığı ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu belirtirler (bilgi için bk. Tâhâ 20/10; Taberî, XIX, 132-133; Şevkânî, IV, 122). Ateşin, yani nurun bulunduğu yerde mübarek kılınandan maksat Hz. Mûsâ, çevresindekiler ise Cebrâil ve o yeri aydınlatmakla görevli meleklerdir (İbn Âşûr, XIX, 226). Mecazi anlamda ateş peygamberlere mahsus mânevî aydınlanma olarak da yorumlanmıştır (Esed, II, 763). Buna göre ateşin içinde olan Mûsâ, çevresinde olanlar da ona iman edenlerdir. Zemahşerî’ye göre ateşten maksat onun bulunduğu yerdir. Burada mübarek kılınanlar ise Mûsâ ile o yerin çevresinde bulunan kutsal topraklardır (III, 137). 8. âyetin son bölümünde Allah’ın, sadece İsrâiloğulları’nın değil, âlemlerin, bütün insanlığın rabbi olduğu vurgulanmakta, 9. âyette ise Allah’ın mutlak galip ve hikmet sahibi olduğu belirtilerek tevhid mücadelesinde ancak O’na güvenip dayanmak gerektiğine işaret edilmektedir (asâ mûcizesi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/107; Tâhâ 20/17-21). 11. âyet genel olarak, haksızlık ettikten sonra pişman olup tövbe eden kimselerin günahlarının bağışlanacağına, özel olarak da gençliğinde bir Mısırlı’yı kasıtsız olarak öldürmüş olan Hz. Mûsâ’nın bağışlanacağına işaret etmektedir (Şevkânî, IV, 123; İbn Âşûr, XIX, 230; Mûsâ hakkında ayrıca bk. Kasas 28/15-16). İlâhî mesajı Firavun’a tebliğ etmekle görevlendirilen Hz. Mûsâ dokuz mûcize ile desteklenmiştir. Bunlardan sadece ikisi yani asâsının yılana dönüşmesi ve elini koynuna sokunca –sapasağlam olduğu halde– bembeyaz çıkması şeklindeki mûcizeleri burada zikredilmiş, diğerleri ise başka sûrelerde anlatılmıştır (meselâ bk. A‘râf 7/103-108, 130-136; İsrâ 17/101). Firavun ve onun ileri gelen adamları, Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizelerin insanları ikna ettiğini görüp kendileri bile bundan etkilenince şaşırıp kalmışlar; ancak iman etmeyi gurur ve kibirlerine yediremedikleri için inkâr yolunu tutup, mûcizelerin düpedüz sihir olduğunu ileri sürmüşlerdir.
 

وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَدْخِلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup  أنت ’dir.  يَدَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪ي جَيْبِكَ car  mecruru  اَدْخِلْ  fiilin mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَخْرُجْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بَيْضَٓاءَ  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ غَيْرِ  car mecruru  تَخْرُجْ ‘deki failin mahzuf ikinci haline mütealliktir.  سُٓوءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

ف۪ي تِسْعِ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, آية في تسع آيات (Dokuz ayetten biri) şeklindedir.  اٰيَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِلٰى فِرْعَوْنَ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Cer alameti fethadır.  فِرْعَوْنُ  gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمِه۪  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

اَدْخِلْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ ’nin haberi  كَانُوا  ile başlayan isim cümlesi olup mahallen merfûdur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  

قَوْمَ  kelimesi  كَانُوا ’un haberi olup fetha mansubdur. فَاسِق۪ينَ  kelimesi  قَوْمَ ’nin sıfatı olup  nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَاسِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ 

 

Atıfla gelen ayet, 10. ayetteki …لا تخف  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Bu durumda aradaki cümleler itiraz olarak gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

جَيْبِ : Aslında yakanın göğüs üzerindeki açık yeri demektir. Bizim "cep" diye kullandığımız da burdandır. (Elmalı)

تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ  cümlesi, takdiri …إن تدخل يدك  [Elini koyarsan] olan şartın cevabıdır.  ف  karinesi olmadan gelen gelen cümle, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَيْضَٓاءَ  kelimesi  تَخْرُجْ ‘deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ  car mecruru,  تَخْرُجْ ‘deki failin ikinci halidir. Yanlış anlamaya mahal vermemek için yapılan tetmim ıtnâbıdır. 

اَدْخِلْ - تَخْرُجْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette ihtibâk sanatı vardır. Ayetin  وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ  kısmından  غَيْرِ بَيْضَٓا , ikinci kısmı olan  مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ‘den ise  وَاَخْرُجها  kelimeleri hazf edilmiştir

İhtibâk bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, c. II, s. 163) 

مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ  ifadesindeki tekmîl de, Musa’nın (as) elinin herhangi bir cilt hastalığından berî olduğunu ifade etmek içindir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

فِی تِسۡعِ ءَایَـٰتٍ إِلَىٰ فِرۡعَوۡنَ وَقَوۡمِهِ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Her iki car mecrur, takdiri  اذهب  (Git) olan mahzuf fiile mutealliktir. 

اٰيَاتٍ ’deki tenvin tazim içindir.

Hz Musa'nın dokuz mucizesine beyaz el mucizesi de dahildir. Diğerleri de şunlardır: 1) Denizin yarılması, 2) Tufan, 3) Çekirgeler, 4) Kımıl, 5) Kurbağalar, 6) Kan, 7) Arazilerinde yokluk, kıtlık, 8) Ekinlerinde noksanlık.

Asa ve beyaz eli, dokuz mucizeden sayanlar son iki mucizeyi bir sayabilirler veya denizin yarılmasını bunlardan saymayabilirler. Zira Hz. Musa, denizin yarılması mucizesi ile Firavun'a gönderilmemiştir. (Ebüssuûd)


اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ

 

Beyanî istînâfiyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesinde müsned, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَوۡمࣰا فَـٰسِقِینَ  tamlaması  كَانَ ’nin ismidir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

فَـٰسِقِینَ  kelimesi,  قَوۡمࣰا  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette  قَوۡمࣰ  kelimesi, önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.