Neml Sûresi 29. Ayet

قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ  ...

Sebe kraliçesi Belkıs dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup atıldı.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَتْ dedi ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 الْمَلَأُ ileri gelenler م ل ا
4 إِنِّي gerçekten
5 أُلْقِيَ bırakıldı ل ق ي
6 إِلَيَّ bana
7 كِتَابٌ bir mektup ك ت ب
8 كَرِيمٌ çok önemli ك ر م
 
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
 

قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup mahallen mansubdur.

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَلَؤُ۬ا  münadadan bedel veya atf-ı beyân olup lafzen merfûdur.

Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsmi -işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyân olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsûfun atf-ı beyân olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim olduğu için atf-ı beyândır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nidanın cevabı  اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ ‘dır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اُلْقِيَ  ile başlayan fiil cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُلْقِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  اِلَيَّ  car mecruru  اُلْقِيَ  fiiline mütealliktir.

كِتَابٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  كَر۪يمٌ  kelimesi  كِتَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat : 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar :Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

اُلْقِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

كَر۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, Sebe melikesinin sözlerini bildiriyor. İki ayet arasındaki meskutun anh, muhatabın muhayyilesini serbestçe kullanmasına imkân sağlayarak konuya ilgisini artırır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ  cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlenin müsnedi  اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ  , mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيَّ , naib-i fail olan  كِتَابٌ ’a ihtimam için takdim edilmiştir.

Sıfat-ı müşebbeh kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  كَر۪يمٌ  kelimesi  كِتَابٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

اُلْقِيَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. 

Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Sözlerini  اِنَّ  ile tekid etmesi, mektubu kerîm sıfatıyla vasıflaması melikenin, haberi önemsediğini gösterir.

Yani Hüdhüd, kendisine emredildiği gibi, mektubu götürüp onlara bıraktıktan ve yakınlarında bir kenara çekilip beklemeye başladıktan sonra Sebe Melikesi, kavminin ileri gelenlerine böyle dedi demektir. Bunların ayette zikredilmemesi, Hüdhüd’ün bu hizmeti pek süratle yerine getirdiğine işaret etmek ve bu husus gayet açık olduğu için sarahatle belirtilmeye ihtiyaç olmadığını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)