Neml Sûresi 80. Ayet

اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  ...

Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. Arkalarına dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّكَ elbette sen
2 لَا
3 تُسْمِعُ duyuramazsın س م ع
4 الْمَوْتَىٰ ölülere م و ت
5 وَلَا ve
6 تُسْمِعُ işittiremezsin س م ع
7 الصُّمَّ sağırlara ص م م
8 الدُّعَاءَ çağrıyı د ع و
9 إِذَا zaman
10 وَلَّوْا kaçtıkları و ل ي
11 مُدْبِرِينَ arkalarını dönerek د ب ر
 

İnkârcıların haksız ve inatçı tutumları karşısında Hz. Peygam­ber teselli edilmekte, gittiği yol doğru ve apaçık olduğu için ümitsizliğe kapılmaması ve Allah’a dayanıp güvenmesi tavsiye edilmektedir. Bununla birlikte inanmayanları Allah Teâlâ 80. âyette ölü ve sağırlara, 81. âyette ise yolunu yitirmiş körlere benzetmektedir. Çünkü duyularını ve aklını amaçlarına uygun olarak kullanmayanın bunlardan yoksun olandan farkı yoktur.

 


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 206
 

اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِــعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْمَوْتٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  لَا تُسْمِــعُ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِــعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الصُّمَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الدُّعَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur.

وَلَّوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  وَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مُدْبِر۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُسْمِــعُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.   

وَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ولي  ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

مُدْبِر۪ين  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ

 

Önceki ayetteki  تَوَكَّلْ  fiilinin ikinci ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ  cümlesi, matufun aleyhle aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَا تُسْمِــعُ ’nun tekrarı önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى  لَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ  cümleleri arasında mukabele oluşmuştur.

تُسْمِــعُ  -  صُّمَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Anlamayan kişilere yapılan hitabı içeren temsîlî bir istiaredir. Kendisine söylenen şeyleri anlamayan insanlara hitap eden kişinin hali; ölü ya da sağır bir kavme hitab eden ve onlara duyurmaya, onları etkilemeye çalışan kişinin haline benzetilmiştir. Câmi’; boş bir iş olması, abesliktir. Bunun sebebi de öğüt ve ibret almak için gerekli olan hâsselerin yokluğudur. Kelamın bu şekilde gelmesi açıktır ki hakiki kelamdan çok daha etkilidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Peygamber Efendimizin (sav) müşriklerin hidayeti konusundaki hırsı ve onlara vahyi işittirebilme çabası sebebiyle kelam tekidli olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

O kâfirler ölülere benzetilmişler çünkü onlara okunan bunca uyarılardan hiç etkilenmemektedirler. (Ebüssuûd)

Ayette işittirmenin mutlak olarak zikredilip mef’ûlünün (tümlecinin) zikredilmemesi, onların hak adına hiçbir şeyi işitmediklerini beyân etmek içindir.

Belki de burada kastedilen, onların kalplerinin, zikredilen şuursuzlukta ölülere benzetilmesidir. Zira kalp de şuurlardan biridir. Bu şuurun tamamen muattal (işlemez) olduğuna işaret edildikten sonra kulak ve göz şuurlarının da kullanılmaz olduğu beyân edilmiştir.  (Ebüssuûd)

المَوْتى والصُّمُّ  kelimeleri gerçeği kabul etmeyen ve bunu onlara bildiren kişilere karşı büyüklenen bir kavim için müstear iki kelime olarak gelmiştir. Kur’an’ın manalarını anlamadıkları için istiare yoluyla ölülere, elfazındaki belâgatın tesirinin kendilerinde hiçbir karşılık bulmayışı sebebiyle de sağır kimselere benzetilmişlerdir. (Âşûr)


اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

 

Fasılla gelen ikinci cümle  وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Aynı zamanda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

وَلَّوْا  -  مُدْبِر۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin sonundaki  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  bölümü mübalağayı arttırmak içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetin bütününde verilen anlama uyumlu olarak getirilen ayetin sonundaki  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  kısmı olmadan ayet, yine doğru anlaşılmakta ve çıkarıldığı zaman cümle yine tamamlanmış gözükmektedir. Fakat ayetin fasıla kısmı sözü edilen sağırın işaretle bir şeyleri anlayacak biri olması veya sırtını dönmeksizin kulak tıkamış olması veya sadece yüz yüze olmaması ihtimallerini de ortadan kaldıracak bir nükteye sahiptir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Burada dönüp gitmek manasındaki  وَلَّوْا  fiiliyle anlam tamamlanmıştır. Eğer sağır olan kimse sesin geldiği yöne dönük ise jest ve mimiklerden yola çıkarak seslenen kişinin farkına varır. Ancak eğer sırtı dönük ve uzakta ise ne bir ses işitir, ne de onu gösterecek bir hareketin farkına varır. Burada bahsedilen sağırlık onların küfür ve inanmayışlarını gösteren manevi bir sağırlıktır. Bu kişiler yüz yüze olduklarında bile etkilenmeksizin söylenenlerin bir kısmını ancak işitirler. Eğer arkaya dönüp giderlerse hiçbir şeyi duymayacakları aşikârdır. Ancak hemen ardından gelen  مُدْبِر۪ينَ  (arkaya dönerek) lafzı dönüp gitmenin arkaya doğru olduğu, başka bir yöne doğru olmadığını da ifade etmektedir. “Geriye dönüp gitme” ifadesi daveti duymayacak kimselerin durumunu en güzel biçimde ortaya koymaktadır. Bu ifadeyle mana pekiştirilmiştir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatında Itnâb Üslubu) 

Burada "Arkalarını dönüp gittikleri zaman" kaydının zikredilmesi, teşbihi tamamlamak ve olumsuzluk manasını pekiştirmek içindir. Zira onlar, hakka olan çağrıdan sağır olmanın yanı sıra davetçiden yüz çevirip ona arkalarını dönüyorlar. Ve hiç şüphe yok ki sağır olan, çağıran ona yakın ve kulağının karşısında da olsa yine duymaz. Şu halde ondan uzak ve arkasında olduğu zaman nasıl duyabilir! (Ebüssuûd)