وَلَمَّا وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَۘ وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ قَالَ مَا خَطْبُكُمَاۜ قَالَتَا لَا نَسْق۪ي حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ وَاَبُونَا شَيْخٌ كَب۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | وَرَدَ | varınca |
|
3 | مَاءَ | suyuna |
|
4 | مَدْيَنَ | Medyen |
|
5 | وَجَدَ | buldu |
|
6 | عَلَيْهِ | onun başında |
|
7 | أُمَّةً | bir grubu |
|
8 | مِنَ | -dan |
|
9 | النَّاسِ | insanlar- |
|
10 | يَسْقُونَ | (hayvanlarını) sularken |
|
11 | وَوَجَدَ | ve buldu |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | دُونِهِمُ | onların gerisinde |
|
14 | امْرَأَتَيْنِ | iki kız |
|
15 | تَذُودَانِ | sudan meneden |
|
16 | قَالَ | (Musa) dedi |
|
17 | مَا | nedir? |
|
18 | خَطْبُكُمَا | sizin işiniz |
|
19 | قَالَتَا | dediler ki |
|
20 | لَا |
|
|
21 | نَسْقِي | biz sulayamayız |
|
22 | حَتَّىٰ | kadar |
|
23 | يُصْدِرَ | sulayıp çekilinceye |
|
24 | الرِّعَاءُ | çobanlar |
|
25 | وَأَبُونَا | ve babamız da |
|
26 | شَيْخٌ | bir ihtiyardır |
|
27 | كَبِيرٌ | büyük |
|
Medyen, Akabe körfezinin kuzeyindeki Maan yakınlarında, Mısır’a yaya yürüyüşü ile sekiz günlük mesafede bulunan eski bir şehirdir (bilgi için bk. A‘râf 7/85). Buranın halkı Arap asıllı olduğu için Hz. Mûsâ’nın soyundan olan İbrânîler’e hem ırk hem de dil bakımından yakındılar, dolayısıyla ona yardım etmiş olmaları tarihen mümkündür. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Mûsâ’nın Medyen suyu başında gördüğü iki kadın Medyen halkına peygamber olarak gönderilmiş olan Şuayb aleyhisselâmın kızları olup, ancak halk hayvanlarını sulayıp kuyunun başından ayrıldıktan sonra hayvanlarını sulayabiliyorlardı. Bunların Şuayb’ın kardeşi oğlunun veya Medyen halkından sâlih birinin kızları olduğuna dair rivayetler de vardır (bk. Abdülvehhâb en-Neccâr, s. 202-204). Kızlar, Mûsâ’nın sorusu üzerine kendilerinin güçsüz, babalarının da ihtiyar olduğunu söyleyerek dolaylı bir şekilde yardım istemişlerdir. Hz. Mûsâ’nın, “Ey rabbim! Bana lutfedeceğin her türlü hayra muhtacım!” şeklindeki duasından o sırada onun da yalnız ve desteksiz kaldığı, yardım ve himayeye muhtaç olduğu anlaşılmaktadır (bk. İbn Âşûr, XX, 103).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 223
وَلَمَّا وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَۘ وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَدَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَرَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَدْيَنَ muzâfun ileyh olup, gayrı munsarıf olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karînesi olmadan gelen وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ cümlesi şartın cevabıdır.
وَجَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِ car mecruru وَجَدَ fiiline mütealliktir. اُمَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ النَّاسِ car mecruru اُمَّةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. يَسْقُونَ cümlesi اُمَّةً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. وَجَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ دُونِ car mecruru وَجَدَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. امْرَاَتَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir.
تَذُودَانِ kelimesi امْرَاَتَيْنِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تَذُودَانِ merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
قَالَ مَا خَطْبُكُمَاۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli مَا خَطْبُكُمَا ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَٓا istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَطْبُكُمَا mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَتَا لَا نَسْق۪ي حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ وَاَبُونَا شَيْخٌ كَب۪يرٌ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَا نَسْق۪ي ‘dir. قَالَتَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَسْق۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُصْدِرَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde نَسْق۪ي fiiline mütealliktir. يُصْدِرَ mansub muzari fiildir. الرِّعَٓاءُ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اَبُو mübteda olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğu için ref alameti و ‘dır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْخٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. كَب۪ير kelimesi شَيْخٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُصْدِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صدر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَمَّا وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَۘ
Ayet atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ şart cümlesi, cevap cümlesine müteallik olan لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَۘ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمَّةً ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve adede işaret eder.
يَسْقُونَ cümlesi اُمَّةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
İki mef’ûle müteaddi olan وَجَدَ fiili, لقي anlamında olduğu için bir mef’ûlle yetinmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ دُونِهِمُ , mef’ûl olan امْرَاَتَيْنِ ’ye siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
دُونِ kelimesinin mevsufu çok kullanıldığı için hazf edilmiştir. Böylelikle دُونِ bu hazf edilenin ismin yerine gelmiştir. (Âşûr)
تَذُودَانِۚ cümlesi امْرَاَتَيْنِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذُودَ : karşı koymak, itmek, engellemek demektir. Buna göre تَذُودَانِۚ kelimesinin anlamı, "sürülerini engelleyen, onları tutan, hapseden iki kadın" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
وَوَجَدَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالَ مَا خَطْبُكُمَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ مَا خَطْبُكُمَاۜ cümlesi وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ cümlesinden bedel-i iştimâldir. (Âşûr)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا خَطْبُكُمَا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki, مَا خَطْبُكُمَاۜ [Bu haliniz ne?] ifadesi "Neyiniz var?" demek olup, masdar, ism-i mef'ûl anlamında "sizin bu alıkoymadan maksat ve gayeniz nedir?" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
İbn Atiyye dedi ki: خَطْبُ ; (hal) kullanılarak soru sorulması, musibete uğrayan yahut bir zulme maruz kalan yahut kendisine şefkat duyulan ya da uygun olmayan bir iş yapan kimseler hakkında söz konusu idi. Kısacası bu kelime genelde kötü haller ile ilgili sorularda kullanılırdı. (Kurtubî)
قَالَتَا لَا نَسْق۪ي حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ وَاَبُونَا شَيْخٌ كَب۪يرٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَتَا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا نَسْق۪ي cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup حَتّٰى ile birlikte نَسْق۪ي fiiline mütealliktir.
وُرود suya gitmek, صُدور sudan dönmek olduğu gibi, إصدار da hayvanları sudan çekip götürmektir. (Elmalılı)
يَسْقُونَۘ - نَسْق۪ي ve قَالَ - قَالَتَا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاَبُونَا شَيْخٌ كَب۪يرٌ cümlesi, atıf harfi وَ ’la … لَا نَسْق۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh اَبُونَا , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
كَب۪يرٌ kelimesi شَيْخٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)