وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | biz verdik |
|
3 | مُوسَى | Musa’ya |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | بَعْدِ | sonra |
|
7 | مَا |
|
|
8 | أَهْلَكْنَا | helak ettikten |
|
9 | الْقُرُونَ | nesilleri |
|
10 | الْأُولَىٰ | ilk |
|
11 | بَصَائِرَ | bir aydınlanma olan |
|
12 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
13 | وَهُدًى | ve hidayet olan |
|
14 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olan |
|
15 | لَعَلَّهُمْ | belki onlar |
|
16 | يَتَذَكَّرُونَ | düşünür öğüt alırlar |
|
Yüce Allah, peygamberleri yalancılıkla itham eden isyankâr birçok kavmi helâk ettikten sonra Hz. Mûsâ’yı peygamber olarak göndermiştir. Kavmini Firavun’un zulmünden kurtarıp onlarla birlikte Sînâ yarımadasına ulaşan Mûsâ, kardeşi Hârûn’u kavminin başında bırakıp rabbinin çağrısına uyarak ilâhî vahyi almak üzere Tûr’a gitti ve kırk gece orada kaldı (bk. A‘râf 7/142). Âyette açık delil, hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere üç ana özelliği anlatılan Tevrat Mûsâ’ya burada vahyedilmiştir (bu üç özellik hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/203). Muhammed Esed, Tevrat’ın tedvin edilmiş (yazıyla kayda alınmış) ilk vahyî yasalar kitabı olması dolayısıyla insanlığın dinî tarihinde yeni bir safhayı başlatmış olduğunu kaydetmektedir (II, 790).
“Önceki nesiller” diye tercüme ettiğimiz el-kurûni’l-ûlâ tamlaması Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre Kur’an dilinde başlangıçtan Firavun’un helâk edilmesine kadar geçen zamanı kapsamaktadır. Aynı müellif, Firavun’un helâk edilmesinden itibaren Hz. Muhammed’in hicretine kadar geçen süreyi “kurûn-i vustâ”, bundan sonraki zamanı da “kurûn-i uhrâ” (âhir zaman) olarak isimlendirmiştir (V, 3739; Mûsâ ve kavminin bundan sonraki hayatları hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/141-162).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 232
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسَى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru اٰتَيْنَا fiiline mütealliktir.
مَٓا ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرُونَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاُو۫لٰى kelimesi الْقُرُونَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَصَٓائِرَ kelimesi الْكِتَابَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru بَصَٓائِرَ kelimesine mütealliktir. هُدًى ve رَحْمَةً kelimeleri بَصَٓائِرَ kelimesine matuftur.
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
يَتَذَكَّرُون fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً
وَ , istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasemin قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
لِلنَّاسِ ’nin müteallakı olan بَصَٓائِرَ kelimesi الْكِتَابَ ’nin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.
وَهُدًى وَرَحْمَةً , tezâyüf nedeniyle بَصَٓائِرَ ’ya atfedilmiştir.
اٰتَيْنَا ve اَهْلَكْنَا fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الْكِتَابَ ’den murad, Tevrat’tır.
بَصَٓائِرَ- هُدًى - رَحْمَةً kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرُونَ değil, o dönemde yaşayanlardır.
الْاُو۫لٰى sıfatı, mevsufu الْقُرُونَ ’nin bir özelliğine işaret eden ıtnâb sanatıdır.
هُدًى - رَحْمَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ (İnsanlar için nurlar) terkibinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani “Bizim Musa'ya verdiğimiz Tevrat, insanların kalpleri için nurlar gibidir.” Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazf edilmiş ve böylece teşbîh-i beliğ olmuştur. Şihâb şöyle der: Kalplerin nurlarına benzeyen Tevrat'ı verdik. Zira kalpler, Tevrat'ın nurları ve ilimlerinden mahrum kalırsa elbette göremeyen ve hakkı batıldan ayıramayan körler olurlar. (Safvetu’t Tefasir)
Yani biz Nuh, Hud, Salih ve Lut (a.s.) kavimlerini helak ettikten sonra Musa'ya Tevrat’ı verdik. (Ebüssuûd)
بَصَٓائِرَ ifadesi hal olarak mansubdur. Basiret, kişinin sayesinde basiretli davranabildiği kalp nurudur. Nitekim basar da kişinin sayesinde görebildiği göz nurudur. Allah Teâlâ şunu murad etmektedir: Biz gönüllere nur olarak ona Tevrat’ı verdik; zira gönüller kördürler, basiretli değillerdir, hakkı batıldan ayıramazlar. Ve doğru yolu göstermek için -zira sapıklıkta bocalayıp duruyorlardı- ve rahmet vesilesi olarak verdik -onunla amel ettikleri takdirde rahmete nail olabileceklerdi- ki daha önce yaşadıklarından ibret alabilsinler. Yani ibret almalarını irade ettiğimiz için... Burada irade umuda benzetilmiş ve ( لَعَلَّ ’deki) umut, irade için istiare edilmiştir. Musa’nın (a.s.), kavminin ibret almasını umut etmesi şeklinde bir mana da murad edilmiş olabilir; tıpkı [Belki düşünüp ders çıkarır. (Tā-Hâ Suresi, 44)] ayetindeki gibi. (Keşşâf)
الْكِتَابَ, Tevrat’tır. Allah Teâlâ onun sayesinde, dini konularda hakikatleri görecek olmaları açısından, “insanlar için basiret olmakla; kendisiyle istidlal olunduğu ve ona tutunanın, elde etmek istediği o mükâfatı elde etmesi itibariyle” hidayet ve kendisine kulluk eden kimselere karşı ilâhi bir nimet olduğu için de rahmet olarak vasfetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Onların helakinden sonra Hz. Musa'ya Tevrat'ın verildiğinin beyan edilmesi, bunu gerektiren şiddetli bir ihtiyacın mevcut olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bu, bundan sonra zikredilecek Kur’an-ı Kerim'in Resulullah'a (s.a.) indirilmesini gerektiren ihtiyacın beyanına bir ön hazırlık mahiyetindedir. Zira eski nesillerin helak edilmiş olması, onların dinî ahkâm ve kuralların da tamamen ortadan kalkmasına sebep olur ki bu sonuç, âlem nizamının ve ümmetlerin ahvalinin bozulmasına sebep olmaktadır. Bu da yeni bir teşri; gerektirmektedir. Bu yeni teşri'de, asırların değişmesiyle değişmeyen temel kuralların baki kılınması ve asırların icaplarına göre değişen fer'i hükümlerin yeniden tertibi ve ibreti mucip olan eski ümmetlerin hallerinin hatırlatılması şeklinde olmaktadır. Hulâsa itibarıyla sanki şöyle denilmiştir: Yemin olsun ki biz, Musa'ya (a.s.), Tevrat'ı ona ihtiyaç duyulan bir zamanda verdik. (Ebüssuûd)
Muhatap, bu olayın gerçekleşeceği konusunda yemine ihtiyaç duyan münkir menziline konularak cümle mahzuf kaseme delalet eden lamu’l muvattie ve tahkik harfiyle tekid edilmiştir. (Âşûr)
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
لَعَلَّ, tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberi olan يَتَذَكَّرُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
“Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: “لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar. َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır. لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Cümlede müsned olan يَتَذَكَّرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir.
يَتَذَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.