وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden dolayı |
|
2 | رَحْمَتِهِ | rahmeti- |
|
3 | جَعَلَ | var etti |
|
4 | لَكُمُ | sizin için |
|
5 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
6 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
7 | لِتَسْكُنُوا | dinlenmeniz için |
|
8 | فِيهِ | onda |
|
9 | وَلِتَبْتَغُوا | ve aramanız için |
|
10 | مِنْ | -ndan |
|
11 | فَضْلِهِ | O’nun lutfu- |
|
12 | وَلَعَلَّكُمْ | ve umulur ki |
|
13 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
Sekene سكن :
سُكُونٌ sükûn, bir nesnenin hareketliliğinin ardından sâbit/hareketsiz veya durağan hale gelmesidir. Bu kelime bir yerde yaşamak/ikamet etmek manasında da kullanılır. İsmi mekanı مَسْكَنٌ şeklinde gelir, çoğulu ise مَساكِنٌ dur.
سَكَنٌ hem zihnen rahatlamaya, bir şeye dayanmaya ve sukûnete hem de kendisiyle sukûnet bulunan şeye denir.
Yine سَكَنٌ kendisiyle sukûnete kavuşulan ve huzur bulunan ev/meskendir.
سِكِّينٌ bıçak demektir. Kesilen canlının hareketini sona erdirdiği için böyle adlandırılmıştır.
Fetih, 48/4. ayette geçen سَكِينَةٌ sekînet sözcüğüne gelince bununla ilgili üç görüş vardır: 1- Müminin kalbine sekinet vererek onu sakinleştiren ve ona emniyet hissi veren bir melektir. 2- O akıldır. Eğer akıl sahibini şehvete meyletmekten ve korkudan alıkoyarsa ona sekînet denir. 3- Bazıları ise سَكَنٌ ve سَكِينَةٌ kavramlarının aynı olup korkunun giderilmesi anlamına geldiğini ifade etmişlerdir.
Son olarak مِسْكِينٌ kelimesi hiçbir şeyi olmayan kimseye denir ve fakirden daha düşük bir seviyededir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 69 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sukûnet, sâkin, sekine, mesken, meskun, miskin, teskin, müsekkin ve iskandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ istînâfiyyedir. مِنْ sebebiyyedir. مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada baz manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ رَحْمَتِه۪ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمُ car mecruru جَعَلَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّهَارَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لِ harfi, تَسْكُنُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْكُنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تَسْكُنُوا fiiline mütealliktir. لِتَبْتَغُوا atıf harfi وَ ‘la لِتَسْكُنُوا ‘ye matuftur.
لِ harfi, تَبْتَغُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir. مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru لِتَبْتَغُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَبْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; لعلّكم ترزقون (Rızıklandırılmanız için) şeklindedir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَشْكُرُونَ cümlesi لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ , istînâfiyyedir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَكُمْ ihtimam için mef’ûl olan الَّيْلَ ’e, مِنْ رَحْمَتِه۪ amili olan جَعَلَ fiiline, rahmete dikkat çekmek ve onun muhatap tarafından iyice anlaşılması için takdim edilmiştir.
مِنْ harf-i ceri ba’diyet manasında gelmiştir. Çünkü Allah’ın insanlara olan rahmeti pek çok çeşidi ve tek tek herbiriyle tasdik edilen külli bir hakikattir. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir.
Aynı üsluptaki وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ cümlesi masdar tevilinde, yine جَعَلَ fiiline müteallik olmak üzere önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رَحْمَتِه۪ , فَضْلِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire izafe edilen رَحْمَتِ ve فَضْلِ kelimeleri tazim edilmiştir.
Burada iki tane tıbâk vardır. Gündüz ve gece arasındaki tıbâk zâhirdir. Sükûnet ve Allah’ın fazlından aramak arasındaki tıbâk ise hafîdir. Çünkü sükûnetin mukabili harekettir. Allah’ın fazlından aramak ise hareketi gerektirdiği için sükûnetin zıddı olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu ayet-i kerîmede gece ve gündüz bir araya getirilmiştir. Bunlar Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki nimetlerindendir. Rahmetinin bir tezâhürüdür. Daha sonra da zamanın gece ve gündüz şeklinde yaratılmasının hikmeti zikredilmiştir. Geceleri sükûn bulmak, gündüzleri de hareket edip çalışmak içindir. Bu hareket, yeryüzünde fesad çıkarmak için değil Allah’ın fazlından aramak ve maslahat için olmalıdır. Bunun için ayet-i kerîmede Allah’ın fazlından bölümü ilave edilmiştir. Çünkü hareket fesad için de maslahat için de olabilir. Ama Allah’ın fazlı sadece ıslahı ifade eder. Dolayısıyla ikinci bölümde de sükûnet ve fazîleti aramak şeklinde iki zıd zikredilmiştir. İşte ayetin hem başında, hem de sonunda iki zıddın zikredilmesi mümini bu nîmet üzerinde düşünmeye sevk eder. Niçin zaman gündüz ve gece olarak yaratılmıştır? Kıyamet gününe kadar sadece gündüz ya da sadece gece olsaydı hayat nasıl olurdu? İşte böylece Allah Teâlâ önceki ayetler üzerinde tefekküre davet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Burada gece ve gündüz kelamın başında tafsilen zikredilen kelimelerdir. Bunlar leff’i temsil eder. Bazıları buna tayy da demiştir. Arkadan gelen onda sükûn bulmanız için ve fazlından arayasınız diye sözleri ise neşri temsîl eder. Bunlar, muhatabın hangisinin hangi zamanda yapılacağını anlayacağı varsayılarak tayin edilmeksizin gelmiştir. Eğer tayin edilerek zikredilseydi bu durumda leff ve neşr sanatı değil taksim sanatı olurdu. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ cümlesi rızık istemek ve elde etmek için çalışmaktan kinaye olarak gelmiştir. (Âşûr)
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin fasılası, takdiri لعلّكم ترزقون (Rızıklandırılmanız için) olan, mukadder istînâfa matuftur. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ‘nin haberi olan تَشْكُرُونَ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ , gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Cümlede müsned olan تَشْكُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak, 71. ayetin sonunda, "Hâlâ dinlemeyecek misiniz?" buyurmuş, 73. ayetin sonunda, "Hâlâ görmeyecek misiniz?" buyurmuştur. Çünkü bunların maksadı, duydukları ve gördükleri şeylerden tefekkür ve tedebbür açısından istifade edilmesidir. Binaenaleyh onlar bu istifadeyi yapmayınca duymayanlar ve görmeyenler olarak kabul edilmişlerdir. Kelbî, Hak Teâlâ'nın, "Hâlâ dinlemeyecek misiniz?" hitabının manasının, "Hâlâ bunları yapana itaat etmeyecek misiniz"; "Hâlâ görmeyecek misiniz?" hitabının manasının ise, "üzerinde olduğunuz hatanızı ve dalaletinizi görmeyecek misiniz?" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Eğer, "Cenab-ı Hak, "İçinde dinleneceğiniz bir geceyi..." demiş olduğu gibi, "içinde tasarruf edebileceğiniz bir gündüzü" demeli değil miydi?" denirse, biz deriz ki: Bu ifadede, "güneşin ışığı" demek olan "ziya" kelimesinin getirilmesi, kendisine taalluk eden menfaatlerin çokluğundan ötürüdür. Yoksa bu, sadece geçimle ilgili tasarruflar değildir. Karanlık (gece) ise, bu şekilde değildir.
Cenab-ı Hak, "ziya"nın peşi sıra, "Hâlâ dinlemeyecek misiniz?" hitabını getirmiştir. Çünkü dinlemek ve duymak, o ziyanın (ışığın) faydalarını anlamak ve anlatmak için, gözün idrak edemediği şeyleri idrake vesiledir. Gecenin peşi sıra da, "Hâlâ görmeyecek misiniz?" buyurulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)