Kasas Sûresi 88. Ayet

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...

Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَدْعُ yalvarma د ع و
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا bir tanrıya ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 لَا yoktur
8 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
9 إِلَّا başka
10 هُوَ O’ndan
11 كُلُّ her ك ل ل
12 شَيْءٍ şey ش ي ا
13 هَالِكٌ helak olacaktır ه ل ك
14 إِلَّا başka
15 وَجْهَهُ O’nun yüzü(zatı)ndan و ج ه
16 لَهُ O’nundur
17 الْحُكْمُ Hüküm ح ك م
18 وَإِلَيْهِ ve O’na
19 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع
 

Peygamberlik görevi kişinin istemesine ve bu yolda gayret gös­termesine bağlı olmayıp Allah’ın seçmesi, lutuf ve ihsanıyla verilen yüce bir görevdir. Nitekim âyette Hz. Peygamber’in de böyle bir ümit taşımadığı, böyle bir görev düşünmediği ifade edilmektedir. Allah, kullarına merhamet ettiği, onların yeryüzünde şaşkın ve sapkın bir şekilde yaşamaları neticesinde hem dünyada hem de âhirette sıkıntıya düşmelerini istemediği için aralarından kendilerine doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiş ve bunlara rehberlik edecek kitaplar vahyetmiştir.

Sakın inkârcılara destek verme!” meâlindeki cümle ile bunu takip eden son iki âyette Hz. Peygamber’in şahsında müminlere hitap edilip Allah’ın gönderdiği Kur’an sayesinde doğru ile eğri açıkça belli olduğu için müminlerin, yanlış yolda giden inkârcılara destek olmamaları, Allah’ın birliğine imanda sebat etmeleri; şirk içinde yaşayıp ölenleri ümitlendirerek yollarının doğru ve kurtarıcı olduğu kanaatini verecek söz ve davranışlardan sakınmaları istenmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 249
 

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la makablindeki  لَا تَكُونَنَّ ‘ye matuftur. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَدْعُ  fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  مَعَ  mekân zarfı, اِلٰهاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَۢ  kelimesi  اِلٰهاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

İsim cümlesidir. لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. 

اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  هَالِكٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır.  وَجْهَهُ  müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحُكْمُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  تُرْجَعُونَ  muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.

تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

هَالِكٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  هلك  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ

 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … لَا تَكُونَنَّ cümlesine atfedilmiştir.  Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu ayette muhatap görünüşte Hz. peygamber olsa da hitap tüm insanlaradır.

اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


 لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ 

 

Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلٰهَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy ve nehiy ifade eden edatlardan sonra gelen nekre isimler, umum ifade eden kelimelerdendir. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 42)


كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ 

 

Önceki nehiyler için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  كُلُّ شَيْءٍ , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.

İsm-i fail kalıbında haber olan  هَالِكٌ , devamlılık ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلَّا  istisna edatı,  وَجْهَهُۜ  ise müstesnadır.

Her umumi lafzın, bir tahsis yönü vardır. Umumi manayı tahsis eden ifade ya muttasıldır ya da munfasıldır. (Sûyûtî, İtkan, c. 2, s. 44)

اِلَّا وَجْهَهُۜ [Sadece onun yüzü…] ifadesinde mecâz-ı mürsel vardır. Cüz (yüz) zikredilmiş, küll (Allah'ın (cc) zatı) kastedilmiştir. (Safvetu’t Tefasir)

شَيْءٍ ’deki tenvin cins ve kesret ifade eder.


 لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim kasrıyla tekid edilmiştir. 

Ayetin son cümlesi  وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ , önceki cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

لَهُ  car mecrurunun takdimi hasr ifadesi içindir. Eksiksiz hüküm sadece Ona aittir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ ‘nin amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  اِلَيْهِ , mevsûf/maksûrun aleyh,  تُرۡجَعُونَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece O’na döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder. (Âşûr, Enbiya /35) 

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belaği tefsiri,  Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel denir. 

Son üç ayette muhatap Hz.Peygamber olsa da hitap tüm inananlaradır.

Takdim-tehir, icaz-ı hazif, kasr ve diğer birçok belağî sanatın yer aldığı bu ayette tevhid, ahiret ve nübüvvet konusu son derece edebi bir üslupla sunulmuştur.

Surenin neredeyse tüm ayetlerinin fasılalarındaki وَ - نَ , يْ - نَ  harflerinin oluşturduğu seci, muhatabın dikkatini kolayca çekerek hayran bırakmaktadır.

Surenin son ayetinde hüsn-i intihâ sanatı vardır. Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki sûrelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir.

Sure Musa (as) ile başlamış , قَالَ رَبِّ بِمَاۤ أَنۡعَمۡتَ عَلَیَّ فَلَنۡ أَكُونَ ظَهِیرࣰا لِّلۡمُجۡرِمِینَ  [Artık bir daha suçlularla arkadaş olmayacağım.] (Kasas,17.) ayetindeki sözüyle devam etmiş, vatanından çıkışı ele alınmış, sonra Resulullah’ın kâfirlere hiçbir zaman yardımcı olmayacağına dair Allah’ın emriyle Mekkeden çıkışı teselli edilerek, tekrar Mekke’ye döneceğine dair vaadi ile son bulmuştur. Böylece, surenin başında olan … إِنَّا رَاۤدُّوهُ إِلَیۡكِ    … [...biz onu tekrar sana geri vereceğiz...] (Kasas, 7.) ayetiyle, Resulullah’ın Mekke’ye dönüşü arasında münasebet mevcuttur. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 294)