Ankebût Sûresi 11. Ayet

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  ...

Allah, elbette kendisine iman edenleri de bilir ve elbette münafıkları da bilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَيَعْلَمَنَّ ve elbette bilir ع ل م
2 اللَّهُ Allah
3 الَّذِينَ kimseleri
4 امَنُوا inananları ا م ن
5 وَلَيَعْلَمَنَّ ve elbette bilir ع ل م
6 الْمُنَافِقِينَ iki yüzlüleri ن ف ق
 

Bu iki âyette münafıkların tutumundan söz edilmektedir. Münafıkların Medine’de ortaya çıktıkları dikkate alınarak bu âyetlerin Medine döneminde indiğini kabul edenler vardır. Ancak özellikle Mekke döneminin sonlarına doğru putperestlerin müslümanlar üzerindeki baskılarının şiddetlenmesi sebebiyle, müslüman olmuş bazı kişilerin zaaf gösterdikleri, münafıkça davrandıkları da düşünülebilir. Burada asıl önemli nokta, insan gerçeğinin son derece ciddi bazı zaaflarına işaret edilmesidir.

Diğer bütün canlılardan farklı olarak insan, inançları ve değerleri uğruna gerektiğinde güçlüklere katlanmayı göze alan bir varlıktır. O, bedeni ve organları ne kadar kendi varlığının bir parçası ise aynı şekilde inancını, mânevî değerlerini, haklarını ve ödevlerini de kişiliğinin vazgeçilmez unsurları olarak gördüğü, gerektiğinde bunlar uğruna fiziksel zorluklara göğüs gerip kişiliğini koruduğu sürece yaratılmışların üstünü olma ayrıcalığına sahip olur. 10. âyet bu temel insanlık şuuruna ulaşamamaları, bu yüzden farklı durumlarda farklı kişilikler sergilemeleri sebebiyle –İslâmî literatürde münafıklar denilen– sözde inanmışları eleştirmekte; böylece müslümanların önüne yüksek bir insanlık ideali koymaktadır. Daha sonra Allah’ın, insanların kalplerindeki en gizli niyetleri bildiği gibi kimin özü sözü bir, kimin iki yüzlü, kimin sahtekâr olduğunu bildiği uyarısında bulunulmakta; böylece zımnen müminle münafık arasındaki önemli bir farka işaret edilmektedir ki, bu fark da yukarıda belirtilen kişilik yapısına, insanlık idealine ulaşma derecesinde ortaya çıkmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 258-259
 

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَعْلَمَ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا 'dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  atıf harfi و 'la makabline matuftur.  الْمُنَافِق۪ينَ ‘nin nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

 

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ

 

Atıfla gelen cümle önceki mukadder kaseme matuftur. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî  kelamdır.

الْمُنَافِق۪ينَ , fiil cümlesinde ism-i fail vezniyle gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir.

فَلَيَعْلَمَنَّ  fiillerinin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰمَنُوا  (iman ettiler) -  الْمُنَافِق۪ينَ (münafıklar) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı ve fiilden isme geçişe örnek olan güzel bir iltifat sanatı vardır.

لَيَعْلَمَنَّ  fiilinin tekrarı Allah Teala’nın bilme sıfatının, insan muhayyilesine sığmayacak özelliğini vurgulamak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesiyle  وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu ayette iman edenler hudûsa delalet etmek üzere sılası fiil olan ism-i mevsûlle, ikinci fırka ise sübuta delalet etmek üzere ism-i fail sıygasıyla gelmiştir. Böylece imanın her zaman yenilendiğini (yani bu fiilin teceddüdü), münafıklığın ise yerleşmiş bir özellik olduğu, sanki onlardan hiç ayrılmadığı, sabit bir özellik olduğu ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîme’de geçen iki fiildeki lâm da mahzuf kaseme delalet eder. (Celâleyn Tefsiri)

Allah Teâlâ, Kendisinin bütün âlemin kalbinde olanları en iyi şekilde bildiğini beyan buyurunca, mümini imanını ortaya koymasa bile, münafığı iman ettiğini ilan etse bile bildiğini beyan buyurarak, "Allah iman edenleri de elbet bilir, münafıkları da elbet bilir" buyurmuştur. Burada şöyle bir husus vardır: ["Allah Teâlâ, "Allah, sadık olanları bilir"] (Ankebût, 3) buyurmuş; burada ise, "Allah iman edenleri bilir" buyurmuştur. Binâenaleyh: Orada konu, müminler ve kâfirler olup, kâfirler "Allah birden çoktur" demek suretiyle sözünde yalancı; mü'minler de, "Allah birdir" demek suretiyle sözünde sadık olup; orada ortaya koyduğunun aksini içinde saklayanlardan (münafıklardan) bahsedilmemiştir. Dolayısıyla orada, birisi sâdık, diğeri kâzib iki esas kısım söz konusu olmuştur. Bu ayette ise, münafık da sözünde (zahiren) sadıktır. Çünkü o da "Allah bir" demektedir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, münafık hakkında kalbinin durumunu nazar-ı dikkate alarak, "(Allah) münafıkları da elbet bilir" demiş; mü'minin, tasdikten ibaret olan kalbî durumunu da nazar-ı dikkate alarak, "Allah iman edenleri de elbet bilir" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)