وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنَ | ve |
|
2 | النَّاسِ | insanlardan |
|
3 | مَنْ | kimisi |
|
4 | يَقُولُ | der |
|
5 | امَنَّا | inandık |
|
6 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
7 | فَإِذَا | fakat |
|
8 | أُوذِيَ | eziyet edilince |
|
9 | فِي | uğrunda |
|
10 | اللَّهِ | Allah |
|
11 | جَعَلَ | sayar |
|
12 | فِتْنَةَ | işkencesini |
|
13 | النَّاسِ | insanların |
|
14 | كَعَذَابِ | azabı gibi |
|
15 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
16 | وَلَئِنْ | ama |
|
17 | جَاءَ | gelse |
|
18 | نَصْرٌ | bir yardım |
|
19 | مِنْ | -den |
|
20 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
21 | لَيَقُولُنَّ | andolsun derler ki |
|
22 | إِنَّا | elbette biz de |
|
23 | كُنَّا |
|
|
24 | مَعَكُمْ | sizinle beraberdik |
|
25 | أَوَلَيْسَ | değil midir? |
|
26 | اللَّهُ | Allah |
|
27 | بِأَعْلَمَ | daha iyi bilen |
|
28 | بِمَا | bulunanı |
|
29 | فِي |
|
|
30 | صُدُورِ | göğüslerinde |
|
31 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Bu iki âyette münafıkların tutumundan söz edilmektedir. Münafıkların Medine’de ortaya çıktıkları dikkate alınarak bu âyetlerin Medine döneminde indiğini kabul edenler vardır. Ancak özellikle Mekke döneminin sonlarına doğru putperestlerin müslümanlar üzerindeki baskılarının şiddetlenmesi sebebiyle, müslüman olmuş bazı kişilerin zaaf gösterdikleri, münafıkça davrandıkları da düşünülebilir. Burada asıl önemli nokta, insan gerçeğinin son derece ciddi bazı zaaflarına işaret edilmesidir.
Diğer bütün canlılardan farklı olarak insan, inançları ve değerleri uğruna gerektiğinde güçlüklere katlanmayı göze alan bir varlıktır. O, bedeni ve organları ne kadar kendi varlığının bir parçası ise aynı şekilde inancını, mânevî değerlerini, haklarını ve ödevlerini de kişiliğinin vazgeçilmez unsurları olarak gördüğü, gerektiğinde bunlar uğruna fiziksel zorluklara göğüs gerip kişiliğini koruduğu sürece yaratılmışların üstünü olma ayrıcalığına sahip olur. 10. âyet bu temel insanlık şuuruna ulaşamamaları, bu yüzden farklı durumlarda farklı kişilikler sergilemeleri sebebiyle –İslâmî literatürde münafıklar denilen– sözde inanmışları eleştirmekte; böylece müslümanların önüne yüksek bir insanlık ideali koymaktadır. Daha sonra Allah’ın, insanların kalplerindeki en gizli niyetleri bildiği gibi kimin özü sözü bir, kimin iki yüzlü, kimin sahtekâr olduğunu bildiği uyarısında bulunulmakta; böylece zımnen müminle münafık arasındaki önemli bir farka işaret edilmektedir ki, bu fark da yukarıda belirtilen kişilik yapısına, insanlık idealine ulaşma derecesinde ortaya çıkmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 258-259
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ
وَ istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl cümlesi اٰمَنَّا بِاللّٰهِ ‘ dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نا fail olarak mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَّا fiiline mütealliktir.
اٰمَنَّا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir .
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫ذِيَ fiili ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۫ذِيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فِي اللّٰهِ car mecruru اُو۫ذِيَ fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ cümlesi şartın cevabıdır.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
جَعَلَ kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِتْنَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَعَذَابِ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُو۫ذِيَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أذى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
جَٓاءَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. نَصْرٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّكَ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir. يَقُولُنَّ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.
Ayet-i kerîme’de geçen لَئِنْ lafzındaki لَ kasem içindir. Ayrıca لَيَقُولُنَّ lafzından, üç tane nun peş peşe geldiği için ref alameti olan نّ , ictima-i sakineyn sebebiyle de cemilik zamiri olan و hazf edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)
Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevap cümlesi mahzuftur.
Mekulü’l-kavli اِنَّا كُنَّا ‘dır. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُنَّا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَعَكُمْ mekân zarfı, كُنَّا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ
Hemze istifham harfidir. وَ istînâfiyyedir.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır.
1. كَانَ
2. لَيْس
3. صَارَ ve benzerleri: اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ
4. Süreklilik bildirenler: مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ
5. مَا دَامَ
Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek, mübtedayı ref haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.
İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa, nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.
كَانَ ve benzerlerinin isim ve haberlerinin îrab durumları şöyledir:
a) Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfû, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.
b) Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfû, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.
c) Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfû, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.
d) Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfû, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.
Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harf-i cerli isim) olarak gelebilir.
Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâli, لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir.
اَعْلَمَ lafzen mecrurdur, çünkü ism-i tafdil kalıbı esre yerine fetha alır, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir. بِ harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْلَمَ burada gayri munsarif olabilen tekil kalıplara girer.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif sınıfına girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمَ ‘ye mütealliktir.
ف۪ي صُدُورِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْعَالَم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan علم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , merfû mahalde, muahhar mübtedadır. Sılası olan يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l kavli olan اٰمَنَّا بِاللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mükellefler üçe ayrılır: Hüsn-i itikadıyla kendisini ortaya koyan mümin. Küfrü ve inadıyla, açıktan hareket eden kâfir. Bu ikisi arasında dönüp dolaşan (münafık). Çünkü o, lisanıyla, iman ettiğini açıklıyor, kalbinde ise küfür saklıyordur. Allah Teâlâ, "Allah iman edenleri de elbette bilir, münafıkları da elbette bilir" ifadesiyle, iki kısmı açıklayıp, "Yoksa kötülükler yapanlar..," (Ankebut, 4-9) ifadesiyle de o iki grubun durumunu ortaya koyunca, üçüncü kısmı da beyan etmek üzere: "İnsanlardan öylesi vardır ki: "Allah'a inandık" der" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ
Cümle öncesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ cümlesi, şarttır. Aynı zamanda, cevap cümlesine müteallık olan اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۫ذِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
اُو۫ذِيَ fiiline müteallİk olan car mecrur فِي اللّٰهِ ’nin, takdiri سبيل olan muzafı mahzuftur.
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşbih harfinin dahil olduğu كَعَذَابِ اللّٰهِۜ izafeti, جَعَلَ fiiline mütealliktir. Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için de mufassaldır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِذَا , müstakbel için kullanılır. Yani, gelecek zamanda gerçekleşecek bir cezanın, yine gelecek zamanda gerçekleşecek bir şarta bağlı olması durumunda bu edat kullanılır. Mütekellim şart fiilinin vukû bulacağına kesin olarak, ya da büyük bir ihtimalle inanıyorsa اِذَا harfini kullanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَذَابِ kelimesinin lafzı celâle muzâf olması, azabın dehşetini, kötülüğünü vurgulamak içindir.
فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِ (İnsanların eziyetini, Allah'ın azabı gibi sayar) cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada vech-i şebeh hazf edilmiş, dolayısıyle mücmel olmuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
اُو۫ذِيَ - عَذَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk'ın, فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ "Allah uğrunda eziyete (duçar) olduğu zaman..." ifadesi, "... Yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda işkenceye uğradılar" (Âl-i İmran, 195) ayetinin ifade ettiği anlamdadır. Ancak ne var ki Âl'i İmran 195 ayetiyle murad edilen, kâfirlerin eziyetlerine sabredenler olduğu halde, burada kastedilenler ise, buna sabredemeyenlerdir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, orada, "Benim yolumda işkenceye uğradılar buyurmuşken, burada, "Allah yolunda..." buyurmuştur. Buradaki nükte şudur: Allah, sabredip dayanan mü'minin ne kadar şerefli olduğunu; öte yandan da, inançsız münafığın ne kadar adî ve bayağı olduğunu beyan etmek istemiştir... Bunun için de, "Mümine, onu terk etmesi için Allah yolu uğrunda işkence edildi de, buna rağmen o, onu terketmedi; inançsız münafığa da işkence edildi ve hemen o, kendisini kurtarmak için Allah'ı terk etti' buyuruldu. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ
Atıfla gelen cümledeki لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إنْ şart harfidir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.
اِنْ şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106)
Şart cümlesi olan جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesinin cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir.
Mahzuf cevapla birlikte cümle, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru, نَصْرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. نَصْرٌ ’daki tenvin, tazim ve kemal vasıfları ifade eder. Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, daha önceki ifadelerinde lafzâ-i celâl geçtiği halde burada "Allah" demeyip "Rabb'inden" buyurmuştur. Çünkü Rabb kelimesi, hususi delaleti, şefkat ve merhamet olan bir isimdir. Lafzâ-i Celâl'in delaleti ise, heybet ve azamettir. Nasr ve muzafferiyet söz konusu olduğunda, rahmet ve merhamete delalet eden lafız; azap söz konusu olduğunda ise, azamete delalet eden lafız zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Cümleye dahil olan lam, kasemin hazfına işarettir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.
Kasemin cevabı, olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lam harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin tekid nûnunun getirilmesi zorunlu hale gelir.
Kasemin cevabı olumlu isim cümlesinden oluşuyorsa bu durumda اِنَّ ve ل َbirlikte ya da ikisinden biri cümlede kullanılır.
Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
لَيَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
Cümlede icazı hazif sanatı vardır. مَعَكُمْ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
نَصْرٌ - عَذَابِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ
İstînâfiyye veya itiraziyedir. لَيْسَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî kelamdır. Hemze istifham harfidir.
لَيْسَ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Lafza-i celalin ayette üç kez tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımamaktadır. Tevbih ve taaccüp kastı taşıyan istifham, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Tekid ifade eden zaid بِ harfinin dahil olduğu بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ cümlesi, لَيْسَ ‘nin haberidir. Hudûs ifade eden mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte اَعْلَمَ ‘ye mütealliktir. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. ف۪ي صُدُورِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ tabirinde istiare vardır. ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
يَقُولُ - لَيَقُولُنَّ ve الْعَالَم۪ينَ - اَعْلَمَ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette de ism-i celâl üç kez geçmiştir. Çünkü makam; müminleri, Allah’ın azabı ile insanların fitnesini bir tutanlardan olmamaları için uyarma makamıdır. İsm-i celâl, müminleri terbiye etmek, yardım etmek, ayaklarını din üzere sabit kılmak ve sabretmelerini sağlamak için tekrar edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak, onların böylece insanları şaşırtmak, aldatmak istediklerini ama bunun onlar için iyi olmayacağını, çünkü böyle aldatmanın ancak, kişinin sözünün, kalbindekine uymadığı zaman söz konusu olduğunu, dinleyenin işi onun sözüne göre ele alacağını, kalbindeki niyetin ne olduğunu bilemeyeceğini ve bu sebeple de o işin, dinleyen açısından karışacağını, bir aldatmaca olacağını, Zât-ı ilahiyesinin ise, sînelerde (kalplerde) olan şeyleri hakkıyla bildiğini, zira insanın kalbindeki, o insandan daha iyi bildiğini ve bu işin Kendisi nazarında karışık olmadığını, aldatmaca olamayacağını beyan buyurmuştur. Bu, kalplerde olanın esasen nazar-ı itibara alındığına bir işarettir. Binaenaleyh iman etmiş görünüp, içinde küfrünü gizleyen münafık, kâfirdir; zahiren kâfirmiş gibi görünüp, imanını kalbinde saklamak mecburiyetinde bırakılan mümin ise, gerçek mümindir. Çünkü Allah, bütün insanların kalplerinde olanı en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)