وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَرْسَلْنَا | biz gönderdik |
|
3 | نُوحًا | Nuh’u |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | قَوْمِهِ | kavmine |
|
6 | فَلَبِثَ | kaldı |
|
7 | فِيهِمْ | onların arasında |
|
8 | أَلْفَ | bin |
|
9 | سَنَةٍ | seneden |
|
10 | إِلَّا | eksik |
|
11 | خَمْسِينَ | elli |
|
12 | عَامًا | yıl |
|
13 | فَأَخَذَهُمُ | sonunda yakaladı |
|
14 | الطُّوفَانُ | Tufan |
|
15 | وَهُمْ |
|
|
16 | ظَالِمُونَ | haksızlık edenleri |
|
Sûrenin 3. âyetinde önceki toplulukların da imtihandan geçirildikleri bildirilmişti. Buradan itibaren 43. âyete kadar bazı peygamberlerin tebliğlerinin özünü oluşturan konulardan ve kendi topluluklarının bu peygamberler karşısında sergiledikleri inkârcı tutumlardan, bu yüzden uğradıkları felâketlerden örnekler verilerek insanlık tarihinin din bağlamında ders alınmaya değer yönleri özetlenmekte; böylece bir yandan İslâm’ın muhatapları olanlar uyarılırken bir yandan da İslâm peygamberinin karşılaştığı inkârcı ve düşmanca davranışların benzerleriyle önceki peygamberlerin de karşılaştığı hatırlatılarak Resûlullah ve müminler teselli edilmektedir.
Kur’an-ı Kerîm’de kavmiyle giriştiği inanç mücadelesi hakkında bilgi verilen ilk peygamber Hz. Nûh’tur; ayrıca yine Kur’an’da kaç yıl yaşadığı bildirilen tek peygamber de odur. Tevrat’ta da Nûh’un 950 yıl yaşadığı bildirilmektedir (Tekvîn, 9/29). Ancak, bir tarih kitabı mahiyetinde olan Tevrat’ın Tekvîn bölümünde (5/28-9/29) Nûh’un hayatı nisbeten ayrıntılı olarak anlatılırken Kur’an’da daha çok onun hayatının ibret alınacak yönleri verilmiştir (Nûh tûfanı hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-49).
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
نُوحاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰى قَوْمِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. لَبِثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
ف۪يهِمْ car mecruru لَبِثَ fiiline mütealliktir. اَلْفَ zaman zarfı, لَبِثَ fiiline müteallıktır. سَنَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. خَمْس۪ينَ müstesna olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker kelimelere mülhaktır. عَاماً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الطُّوفَانُ fail olup lafzen merfûdur.
هُمْ ظَالِمُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir Munfasıl zamir هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. الظَّالِمُونَ ise haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Kasem cevabı, olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lam harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin tekid nûnunun getirilmesi zorunlu olur.
Kasemin cevabı olumlu isim cümlesinden oluşuyorsa bu durumda اِنَّ ve ل َbirlikte ya da ikisinden biri cümlede kullanılır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki اِلَّا , istisna edatı, خَمْس۪ينَ müstesnadır. عَاماًۜ , müstesna için temyiz olan ıtnâb sanatıdır.
عَاماًۜ - سَنَةٍ kelimeleri arasında tefennün ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماً [Dokuzyüzelli sene] ifadesinde, tefennün (çeşitleme) sanatı vardır. Tefennün yapmak için اِلَّا خَمْس۪ينَ سَنَةٍ demeyip, اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماً dedi. Çünkü aynı cümlede bir kelimenin tekrar edilmesi belâgata aykırıdır. Ancak, ٱلۡقَارِعَةُ مَا ٱلۡقَارِعَةُ cümlesinde olduğu gibi, olayın büyüklüğünü veya korkunçluğunu ifade etmek maksadıyla yapılırsa belâgata aykırı olmaz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Beyzâvî, IV, 310)
Ayette bin sene derken سنة , elli eksik yıl derken عام kelimeleri kullanılmıştır ve her iki kelime de aralarında ince anlam farkları bulunmakla birlikte öz anlam itibarıyla yıl anlamındadır. Ayette bereketsizlik, zorluk gibi anlamları bünyesinde barındıran سنة kelimesinden, bolluk, bereket gibi anlamları da olan عام kelimesine bir geçiş söz konusudur. 950 sene sıkıntı ve zorluk çeken Nuh (as)’ın yılları سنة kelimesiyle, Allah’ın yardımının ve kurtuluşun geldiği yıllar ise عام kelimesiyle ifade edilmiştir.
Ayette aynı öz anlamı ifade eden iki farklı kelime kullanılmasının bile iltifât sanatı içerisinde değerlendirilmesi alanının ne kadar genişletildiğine en güzel örneklerden olsa gerektir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Bundan önce, müminlerin, kâfirlerin eziyetiyle imtihan edilmeleri beyan edildikten sonra burada da, peygamberlerin ümmetlerinin eziyetine müptela oldukları beyan edilmektedir. Bu, imtihan edilmeden sırf iman ile bırakılıverileceklerini sananların fikrini reddetmek ve onları sabra teşvik etmek içindir. Zira peygamberler, kendi ümmetlerinden çeşitti fenalıklar görüp bunlara sabrettiklerine göre, bu müminlerin sabretmeleri daha uygun ve gereklidir. (Ebüssuûd)
Alimlerden bazıları sayıdaki istisnanın, geriye kalanı söylemek olduğunu ifade etmişlerdir. Mesela bir kimse "Falancanın bende, üç hariç on (dirhem, dinar) alacağı vardır" dediğinde, o kimse sanki "Onun bende yedi (dirhem, dinar) alacağı vardır" demiştir. İşte bu bilinince Cenab-ı Hakk'ın; "Elli yılı eksik olmak üzere, bin sene" ifadesi, "dokuzyüzelli sene" demiş gibi olur. O halde böyle demeyip de başka bir üsluba geçilmesinin faydası hakkında Zemahşerî iki faydanın bulunduğunu söyler:
1) İstisna, katiyete delalet eder; bu sebeple, istisnanın terk edilmesi ise, bazan takrîbi bir mana düşündürebilir. Çünkü bir kimse, "Falanca yüz sene yaşadı dediğinde, onun, kat’i olarak değil de yaklaşık olarak yüz sene demiş olması zannedilebilir. Ama o kimse, "bir ay hariç, bir sene hariç yüz sene" dese, o zaman bu zan izale olur ve bundan katiyet anlaşılır.
2) Nuh (as)'ın kavmi içinde kalış müddetini zikretmek, onun çok sabrettiğini beyan etmek içindir. Binaenaleyh Hz Peygamber (sav)'in tebliğ süresi daha az olduğu için onun sabretmesi evleviyetle gerekir. Durum böyle olunca, Cenab-ı Hak kendisi için vadolunmuş müstakil bir isim bulunan adetler mertebesinin en üstünde bulunan sayıyı zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
Atıfla gelen cümle, mukadder cümleye matuftur. Takdiri; فكذّبوه (Hemen onu yalanladılar.) şeklindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
اَخَذَهُمُ fiili tufana isnad edilmiştir. İbarede mecazî isnad vardır. Muahaze eden tufan değil, Allah Teâlâ’dır.
وَهُمْ ظَالِمُونَ cümlesi, haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi olan ظَالِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tufan, bir şeyi şiddetli ve bolca kaplayan sel, rüzgâr ve karanlık için kullanılmaktadır. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk'ın “Nihayet onlar zulümde devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıvermişti" buyruğuna gelince, burada bir inceliğe işaret vardır. Bu da şudur: Allah Teâlâ, sırf zulmün bulunması sebebiyle, azap etmez. Aksi halde, zulmeden sonra da tövbe edene zulmetmesi gerekirdi. Zira, ondan zulüm sadır olmuştur. O ancak, zulmünde ısrar edene azap eder. İşte O'nun, ifadesi, "Onlar zulümleri içinde iken, Allah onları helak etti. Şayet onlar zulmü terketselerdi, Allah onları helak etmeyecekti" anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)