فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Lût, İbrâhim’in kardeşi Haran’ın oğludur (Tekvîn, 14/12). Amcasının yaymaya çalıştığı dini benimsemiş, daha sonra kendisi de peygamberlikle şereflendirilmiştir (Lût hakkında bilgi için bk. Hûd 11/69-73).
“Artık ben, rabbime göç edeceğim” meâlindeki ifadeyi Hz. Lût’a nisbet edenler olmuşsa da bunu Hz. İbrâhim’in söylediği yönündeki görüş daha isabetli görünmektedir. Nitekim İbrâhim aleyhisselâm, putperest halkı tarafından atıldığı ateşten en küçük bir zarar görmeden kurtulmasıyla sonuçlanan mûcizeye rağmen yine de halkı kendisine iman etmeyince artık orada kalmanın mânasız hale geldiğini anlamış ve Ken‘ân diyarına hicret etmeye karar vermişti (Hz. İbrâhim’in hayatı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124).
İshak, İbrâhim’in İsmâil’den sonra dünyaya gelen oğlu, Ya‘kub da onun İshak’tan torunudur. Ya‘kub’un diğer bir adı da İsrâil’dir; İsrâiloğulları ismi buradan gelmektedir. Âyette İshak ile birlikte Ya‘kub’un da Hz. İbrâhim’e bir bağış ve armağan olarak anılması, onun İsrâiloğulları’nın tarihindeki önemine işaret eder.
İbn Atıyye, Hz. İbrâhim’e dünyada verilen mükâfatı, ateşten kurtarılması, âdil davranması, doğru ve yararlı işler yapmayı ilke edinmesi, her çağda saygıyla anılması, sonraki bütün nesillerin onu mânevî önder ve rehber olarak görmeleri, Hz. İsmâil gibi gönlü saygıyla dolu bir evlâda sahip olması şeklinde özetlemiştir (IV, 314).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 264-265فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru اٰمَنَ fiiline mütealliktir. لُوطٌۢ fail olup lafzen merfûdur. قَالَ atıf harfi وَ ’la اٰمَنَ fiiline matuftur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُهَاجِرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اِلٰى رَبّ۪ي car mecruru مُهَاجِرٌ ’a mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُهَاجِرٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْعَز۪يزُ haber olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle … وَقَالَ cümlesine atfedilmiştir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , fail olan لُوطٌۢ ’e ihtimam için takdim edilmiştir.
Bu cümle Hz. İbrahim’in sözleri arasında itiraziyyedir. Lut’un isminin anılması, ona Lut’tan (a.s.) başka kimsenin inanmadığını gösterir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
المُهاجَرَةُ (Hicret), الهَجْرِ kelimesinin mufâale babıdır ve manası: kendisine bağlı olan bir şeyin terk edilmesidir. Mufâale babı mübalağa içindir. (Âşûr)
وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ
Bu cümle makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ bu cümlede Hz. İbrahim’in sözlerini bildiriyor.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰى رَبّ۪ي ifadesinde اِلٰى harfinin kullanılması meknî istiaredir. Bu harfi mecazi manada intihâ ifade etmiştir. Çünkü İbrahim’in (a.s.) Allah’ın emrettiği yere hicreti Allah Teâlâ’nın zatına hicret gibidir. Dolayısıyla bu harf hayali meknî istiare için kullanılmıştır veya halkının Allah'a ibadet etmediği bir yerden Allah'a şirk koşanların bulunmadığı bir yere hicret etmek istemesi Allah’a hicreti gibidir. Böylece اِلٰى harfi lam-ı ta’lil manasını taşıyarak tebei istiare olmuştur. Arkadan gelen إنَّهُ هو العَزِيزُ الحَكِيمُ cümlesiyle istiare-i muraşşaha olmuştur. (Âşûr)
İbrahim’e (a.s.) ait mütekellim zamirinin رَبّ۪ ismiyle izafeti, Hz. İbrahim’e tazim ve teşrif içindir.
Hz. İbrahim, اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ [Ben Rabbime hicret ediciyim] yani “Hicret etmem emrolunan tarafa yönelip gitmem, oraya gitmeyi istememden ötürü değil, sırf Allah rızasından ötürüdür” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Munfasıl zamir, اِنَّ ’nin ismini tekid için gelmiştir. (Mahmud Safî, Âşûr)
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ sıfatları sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Önce gelen الْعَز۪يزُ ismini الْحَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr)