Ankebût Sûresi 39. Ayet

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ  ...

Kârûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Andolsun, Mûsâ kendilerine apaçık mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa bizi geçip (azabımızdan) kurtulamazlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَارُونَ ve Kaarun’u
2 وَفِرْعَوْنَ ve Fir’avn’ı
3 وَهَامَانَ ve Haman’ı
4 وَلَقَدْ ve andolsun
5 جَاءَهُمْ onlara geldi ج ي ا
6 مُوسَىٰ Musa
7 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtlarla ب ي ن
8 فَاسْتَكْبَرُوا fakat onlar büyüklük tasladılar ك ب ر
9 فِي
10 الْأَرْضِ o yerde ا ر ض
11 وَمَا ama
12 كَانُوا değillerdi ك و ن
13 سَابِقِينَ geçip gidecek س ب ق
 

“Yeryüzü” diye çevirdiğimiz 39. âyetteki arz kelimesi Kur’an’da çoğunlukla hakkında bilgi verilen kişi veya topluluğun yaşadığı yeri, şehri veya ülkeyi ifade etmekte; dolayısıyla burada Mısır kastedilmektedir. Âyette anılan kişiler, Hz. Mûsâ’nın davetini etkisiz kılmaya çalışan bu ülkenin yöneticileridir (bu isimler hakkında bk. A‘râf 7/103; Kasas 28/6-8, 76-83). Bu yöneticilerin eleştirilecek birçok kötülüğü bulunmakla birlikte âyette istikbâr kavramıyla ululuk taslamaları, kendilerini herkesten üstün görmeleri, özellikle hak din mensuplarına tepeden bakıp onların inançlarını aşağılamaları söz konusu edilmiştir. Bu da açıkça Kur’an’ın ilke olarak baskıcı ve despot yönetimlere karşı tavrının somut bir örneğini ortaya koymaktadır. Âyetin sonundaki, “Oysa (Allah’tan) kaçıp kurtulma imkânları yoktu” cümlesi, bütün baskıcı yöneticilerin er veya geç Allah katında hak ettikleri cezayı görmekten kurtulamayacaklarını ifade etmekte, 40. âyette de bu baskıcı kesimlerden bazılarının, kötülük ve inkârları yüzünden başlarına gelen felâketlerden örnekler verilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in ilgili yerlerinde Lût kavminin taşları savuran fırtınalarla, Semûd kavmiyle Medyenliler’in korkunç bir sesle gelen deprem felâketiyle, Nûh kavmi ile Firavun’un adamlarının, sulara gömülerek cezalandırıldıkları, Karun’un da mal ve mülküyle beraber yere gömüldüğü bildirilmiştir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 269
 

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ

 

قَارُونَ  , فِرْعَوْنَ  , هَامَانَ  atıf harfi وَ ‘la  عَاداً ‘e matuftur. وَ  istînâfiyyedir. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.   

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مُوسٰى  fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  مُوسٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْتَكْبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا  fiiline mütealliktir. 

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  كبر ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

سَابِق۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  سَابِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  سبق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ 

 

Ayetin başlangıcındaki  هَامَانَ  , فِرْعَوْنَ  , قَارُونَ  isimleri önceki ayetteki  عَاداً ’e matuftur.

Bu isimlerin sayılması taksim sanatıdır. Bu isimler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kârun'un öne alınması soyunun şerefindendir. (Beyzâvî, Ebüssuûd) 


  وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  قَدْ , tekid ifade eden tahkik harfidir.  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş olan وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ  şeklindeki cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

قَدْ  tahkik harfidir. Fiile özgü bir harftir. Mazi fiille geldiğinde yenilenme, muzari fiille geldiğinde fiilin kimi zaman meydana geldiğini, kimi zaman da meydana gelmediğini ifade eder. (Müfredat)

فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, aynı üslupta gelerek kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sülasisi  كْبَر  olan  اسْتَكْبَرُوا  fiili  استفعال  babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. Babın bu fiilde, istemek anlamı öne çıkmıştır.

اسْتَكْبَرُوا , şiddetli kibirdir.  تَ  ve  س  harfi tekid içindir.  وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَ  şeklindeki Ankebut / 38. ayette olduğu gibidir. ( Âşûr ) 

الْاَرْضِ  kelimesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr) 


وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ

 

Son cümle, hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir.

Nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

كان ’nin haberi olan  سَابِق۪ينَۚ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

(Bizi geçemediler) yani elimizden kurtulamadılar, bilakis Allah'ın emri onlara yetişti. Bu ibare  سَبَقَ طَالِبَهُ  (kovalayanın elinden kaçtı) deyiminden gelir. (Beyzâvî)