فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكُلًّا | nitekim hepsini |
|
2 | أَخَذْنَا | yakaladık |
|
3 | بِذَنْبِهِ | günahıyla |
|
4 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
5 | مَنْ | kiminin |
|
6 | أَرْسَلْنَا | gönderdik |
|
7 | عَلَيْهِ | üstüne |
|
8 | حَاصِبًا | taş yağdıran bir fırtına |
|
9 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
10 | مَنْ | kimini |
|
11 | أَخَذَتْهُ | yakaladı |
|
12 | الصَّيْحَةُ | korkunç bir ses |
|
13 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
14 | مَنْ | kimini |
|
15 | خَسَفْنَا | batırdık |
|
16 | بِهِ | onunla |
|
17 | الْأَرْضَ | yere |
|
18 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
19 | مَنْ | kimini |
|
20 | أَغْرَقْنَا | boğduk |
|
21 | وَمَا | ve |
|
22 | كَانَ | değildi |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | لِيَظْلِمَهُمْ | onlara zulmedecek |
|
25 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
26 | كَانُوا | onlar |
|
27 | أَنْفُسَهُمْ | kendi kendilerine |
|
28 | يَظْلِمُونَ | zulmediyorlardı |
|
“Yeryüzü” diye çevirdiğimiz 39. âyetteki arz kelimesi Kur’an’da çoğunlukla hakkında bilgi verilen kişi veya topluluğun yaşadığı yeri, şehri veya ülkeyi ifade etmekte; dolayısıyla burada Mısır kastedilmektedir. Âyette anılan kişiler, Hz. Mûsâ’nın davetini etkisiz kılmaya çalışan bu ülkenin yöneticileridir (bu isimler hakkında bk. A‘râf 7/103; Kasas 28/6-8, 76-83). Bu yöneticilerin eleştirilecek birçok kötülüğü bulunmakla birlikte âyette istikbâr kavramıyla ululuk taslamaları, kendilerini herkesten üstün görmeleri, özellikle hak din mensuplarına tepeden bakıp onların inançlarını aşağılamaları söz konusu edilmiştir. Bu da açıkça Kur’an’ın ilke olarak baskıcı ve despot yönetimlere karşı tavrının somut bir örneğini ortaya koymaktadır. Âyetin sonundaki, “Oysa (Allah’tan) kaçıp kurtulma imkânları yoktu” cümlesi, bütün baskıcı yöneticilerin er veya geç Allah katında hak ettikleri cezayı görmekten kurtulamayacaklarını ifade etmekte, 40. âyette de bu baskıcı kesimlerden bazılarının, kötülük ve inkârları yüzünden başlarına gelen felâketlerden örnekler verilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in ilgili yerlerinde Lût kavminin taşları savuran fırtınalarla, Semûd kavmiyle Medyenliler’in korkunç bir sesle gelen deprem felâketiyle, Nûh kavmi ile Firavun’un adamlarının, sulara gömülerek cezalandırıldıkları, Karun’un da mal ve mülküyle beraber yere gömüldüğü bildirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 269فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ
فَ istînâfiyyedir. كُلاًّ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen
merfûdur.
بِ sebebiyyedir. بِذَنْبِه۪ car mecruru اَخَذْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ
فَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلْنَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَـلَيْهِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. حَـاصِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَخَذَتْهُ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اَخَذَتْهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الصَّيْحَةُ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.İsm-i mevsûlun sılası خَسَفْنَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
خَسَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهِ car mecruru خَسَفْنَا fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَغْرَقْنَاۚ
‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dır.
اَغْرَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ‘nin ismi olarak lafzen merfûdur.
كَانَ fiilinin haberine dahil olan لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
أن ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceriyle كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
يَظْلِمَهُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ tahfif edilmiş istidrak harfidir. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُٓوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir,mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ kelimesi يَظْلِمُونَ fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَظْلِمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ
فَ istînâfiyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كُلاًّ kelimesi, اَخَذْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. كُلاًّ kelimesindeki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. بِذَنْبِه۪ۚ ’ deki بِ , sebebiyet manasındadır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Bu kelam, "zaten onlar azabımızdan kurtulacak değillerdi" cümlesiyle müphem olarak ifade edilen ilâhi azabın sarih anlatımıdır. (Ebüssuûd)
فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ
فَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ şeklindeki isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muahhar mübtedadır.
Mevsûlün sılası olan اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ ve وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ ve وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle …فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا cümlesine atfedilmiştir.
اَرْسَلْنَا , خَسَفْنَا , اَغْرَقْنَاۚ fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اَخَذَتْهُ fiilinin الصَّيْحَةُۚ ‘ya isnadı aklî mecazdır.
اَخَذْنَا - اَخَذَتْهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَـاصِباًۚ - خَسَفْنَا - اَغْرَقْنَاۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْهُمْ - مَنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette kavimlerden her birinin cezasının sayılmasında taksim, اَخَذْنَا ‘da cem’ sanatı vardır.
Ayetin ilk cümlesinde önemine binaen mef’ûl öne alınmıştır. Kısaca gelen bu ilk cümlenin manası sonraki cümlelerde genişçe anlatılmıştır. (Safvetü't Tefâsir)
Allah, dört çeşit azaptan bahsetti:
1) Kasırga ile azap. Bunun, kızdırılmış taşlar olup üzerine düştüğü herkesin tepesinden girip aşağıdan çıktığı da söylenmiştir. Ki burada ateşle azaba işaret vardır.
2) Sayha ile azap. Sayha, dalga halindeki havadır. Çünkü sesin sebebinin -havanın dalgalanıp, kulağın içindeki perdeye ulaşarak oraya çarpması, böylece de kişinin onu hissetmesi olduğu ileri sürülmüştür.
3) Yere batırma ile azap. Bu da insanların toprakla boğulması demektir.
4) Boğma ile yapılan azap. Ki bu da su ile olur. Böylece o azabın vaki olduğu ortaya çıkmış olur ki, insan da zaten bundan mürekkebdir. İnsanın bekası ve devamı da bununladır. Binaenaleyh bu demektir ki Cenab-ı Hak, insanı helak etmek istediğinde, varlığının sebebi olan şeyi, yokluğunun; bekâsının sebebi olan şeyi de son bulmasının sebebi kılmıştır. (Fahreddin er - Râzî)
Ayet-i kerimede zikredilen ve üzerlerine taş yağdığı belirtilenler Lût kavmidir. Çığlıkla yakalananlar ise Semud kavmi ve Medyen halkıdır. Yere geçirilen kimse Kârun, Suda boğulan ise Nuh (as)’ın kavmi ve Firavun’dur. (Taberî)
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Ayetin ilk cümlesine matuf olan bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sebep bildiren lam-ı cuhûdun gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَظْلِمَهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde tezattır.
وَلٰكِنْ , hafifletilmiş لَكِنَّ olup istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi, Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin haberidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan اَنْفُسَهُمْ , amili يَظْلِمُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
كان ’nin haberi muzari fiil gelerek teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki hayal gücünü harekete geçirme etkisi muhatabın dikkatini canlı tutar.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ cümlesiyle وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Burada ilk geçen kelime لِيَظْلِمَهُمْ ayetin sonundaki kelimeye delalet ettiği için irsâd vardır. Ama aynı zamanda bu kelimelerin iştikâkı aynı olduğu için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu iki sanat arasındaki fark; reddü’l-acüz ale’s-sadri’de iki lafız arasında benzerlik olması gerekmesidir ki bu benzerlik; bu iki lafzın lafız ve mana açısından aynı olması veya aralarında cinas olması (yani lafzen aynı olmakla beraber manalarının farklı olması) ya da iştikâk bakımından aynı ya da benzer olmaları şeklindedir. İrsâdda ise böyle bir şart yoktur. Yukarıdaki ayet-i kerimede olduğu gibi iki sanat aynı anda gerçekleşebilir. Dolayısıyla irsâd, reddü’l-acüz ale’s-sadri’den daha umumidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
اَخَذْنَا - اللّٰهُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
كَانُٓوا - كان kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.