مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَثَلُ | misali |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | اتَّخَذُوا | edinen(lerin) |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | دُونِ | başka |
|
6 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
7 | أَوْلِيَاءَ | dostlar |
|
8 | كَمَثَلِ | misali gibidir |
|
9 | الْعَنْكَبُوتِ | örümcek |
|
10 | اتَّخَذَتْ | edinen |
|
11 | بَيْتًا | bir ev |
|
12 | وَإِنَّ | şüphesiz |
|
13 | أَوْهَنَ | en gevşeği |
|
14 | الْبُيُوتِ | evlerin |
|
15 | لَبَيْتُ | elbette evidir |
|
16 | الْعَنْكَبُوتِ | örümcek |
|
17 | لَوْ | keşke |
|
18 | كَانُوا | idi |
|
19 | يَعْلَمُونَ | bilseler |
|
Putperestlerin dinlerinin anlamsızlığını, çürüklüğünü; onların tanrı diye inanıp bağlandıkları, sığınıp güvendikleri nesnelerin yararsızlığını anlatan âyet, daha genel olarak Allah’ı bırakıp O’ndan başkasını tanrı tanıyan veya böyle açıkça olmasa bile, tutum ve davranışlarıyla bir fâniye –olağan ve mâkul saygı sınırlarının ötesine geçerek– tanrı gibi bağlanan ve sadece Allah’tan bekleyebileceği yardım ve desteği ondan bekleyen insanın, içine düştüğü büyük yanılgıyı etkileyici bir benzetmeyle anlatmaktadır. 42. âyet, bu tür yanlış inanç ve davranışta olanlara bir uyarıdır. Bir önceki âyette Allah’tan başkasını dayanak edinenlerin ne kadar zayıf bir sığınağa güvendikleri belirtilmişti. Bu âyetin sonunda ise Allah’ın özellikle azîz (sınırsız derecede güçlü) ve hakîm (kusursuz hüküm ve hikmet sahibi) isimlerine vurgu yapılmakla şu gerçeğe işaret edilmiştir: Allah, düzmece tanrıları, fâni varlıkları kendisinin yerine koyarak onlara dayanıp güvenenleri, üstün gücüyle hikmetinin gerektirdiği şekilde cezalandıracaktır. Nitekim önceki âyetlerde kıssalarına değinilen kavimler bu cezayı tatmışlardır (bk. Taberî, XX, 151). Buna karşılık yalnız Allah’ı sığınak ve koruyucu (velî) bilenler, O’na inanıp bağlananlar, başka hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek derecede güvenilir ve yararlı bir sığınak seçmişlerdir. Onlar bu seçimi yapmakla, kendilerine eksiksiz güveni, nihaî huzur ve mutluluğu bahşedecek olan bir velînin, sonsuz derecede güç ve hikmet sahibi bir koruyucunun himayesini hak etmişlerdir.
Örümcek ağının, kendisi bakımından sağlam ve yeterli bir yuva olduğu bilinmekte ise de âyette örümcek ağının, hâricî tesirlere karşı zayıf olduğu göz önüne alınmıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 270-271Ankebe عنكب : Aslen örümcek anlamına gelen عَنْكَبُوتٌ, İbranice'den alınmış bir kelimedir ve içindeki nun (ن) harfi zâiddir yani fazladır. Kelimeden çıkarıldığında geriye kalan üç harfli kökten oluşan عَكَبٌ sözcüğü de duman ve toz anlamına gelir ki bu da örümceğin dokuduğu ağın duman ve toza olan benzerliği açısından uyumludur.(Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda ve aynı ayette olmak üzere 2 kez geçmiştir.(Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli ankebut (örümcek)tur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
(Buşra Sacide Yılmaz)مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ
İsim cümlesidir. مَثَلُ mübteda olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru amili اتَّخَذُوا ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْلِيَٓاء kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. الْعَنْكَبُوتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. اِتَّخَذَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بَيْتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَوْهَنَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. الْبُيُوت muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
بَيْتُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْعَنْكَبُوتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, ما عبدوا الأصنام (Putlara tapmazlardı) şeklindedir.
اَوْهَنَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfinin dahil olduğu car mecrur كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَثَلُ , mübtedadır. Cümledeki teşbih temsilîdir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl, مَثَلُ kelimesine muzafun ileyh olmuştur. Cer mahallindeki mevsûlün sılası اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mef’ûl olan اَوْلِيَٓاءَ ’ye takdim edilmiştir. دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
دُونِ اللّٰهِ tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber (Medine Balcı c. 8, s. 723)
اتَّخَذُوا fiilindeki zamir kelamın siyakından anlaşılan Kureyş Müşriklerine aittir. (Âşûr)
اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ cümlesi, الْعَنْكَبُوتِۚ ’nin halidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
Hal cümlesinde hal sahibine ait zamirin bulunması ve mazi fiil sıygasıyla gelmesi durumunda hal و ’ı terk edilebilir.
بَيْتاًۜ ’deki tenvin herhangi bir manasında adet ifade eder.
اتَّخَذُوا - اِتَّخَذَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette teşbîh-i temsilî vardır. Allah, putlara tapma hususunda kâfirleri, hafif bir rüzgârla veya üfürmeyle yıkılacak kadar zayıf bir ev yapan örümceğe benzetmiştir. Vech-i şebeh, birkaç şeyden alındığı için buna teşbih-i temsîli adı verilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Ayet-i kerimede, putlara tapanların ve onları dost edinenlerin, onlardan fayda ve şefaat umarak onlara gönül verenlerin durumu, yuva edinen örümceğin durumuna benzetmek için böyle somut bir teşbih yapılmıştır. Nasıl ki örümceğin yuvası, örümceği sıcak ve soğuktan, yağmur ve sıkıntıdan kurtaramaz ve en hafif bir rüzgâra karşı mukavemet gösteremez, işte putlar da aynen böyledir. Bunlar, putperestlere fayda-zarar, iyilik ve kötülük veremez. Nitekim serabı yani uzaktan gördüğü parıltıyı su sanan, kısa bir süre sonra aldandığını anlar. (Ruhu’l Beyan)
وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ
Hal وَ ‘yla gelen cümle اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, faide-i haber, inkari kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan اَوْهَنَ الْبُيُوتِ ve haberi olan لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ , veciz anlatım kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَثَلِ - بَيْتُ - الْعَنْكَبُوتِۢ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette, Arapların, “Örümcek ağından daha zayıf!” özdeyişine bir işaret vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Bu, telmih sanatıdır.
لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır.
كَانُ ’nin haberinin muzari fiil olması hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Bilme işleminin, yenilenerek tekrar edilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.
Cevabın takdiri ما عبدوا الأصنام (...putlara tapmazlardı.) şeklindedir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînliği arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini artırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)