Ankebût Sûresi 42. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...

Şüphesiz Allah, onların, kendini bırakıp da başka ne tür şeylere taptıklarını biliyor. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 يَعْلَمُ bilir ع ل م
4 مَا şeyleri
5 يَدْعُونَ onların yalvardıklarını د ع و
6 مِنْ
7 دُونِهِ kendisinden başka د و ن
8 مِنْ ne gibi
9 شَيْءٍ şeylere ش ي ا
10 وَهُوَ O
11 الْعَزِيزُ üstündür ع ز ز
12 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur.  يَعْلَمُ  fiili  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مَا يَدْعُونَ  cümlesi amili  يَعْلَمُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Bu ayette  يَعْلَمُ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru  شَيْءٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ  zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ  nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M. Meral Çörtü, Nahiv, s. 341)


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

وَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْعَز۪يزُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki  يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ  cümlesi haberdir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

يَدْعُونَ  fiilinin mef’ûlü olan  مِنْ شَيْءٍۜ ‘deki  مِنْ , nefyi tekid için gelmiş zaid harftir.

مِنْ دُونِه۪ , Allah’tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki anlama gelir. Bu izafet gayrının tahkiri içindir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müsnedin fiil oluşu hükmü takviye ifade eder. 

شَيْءٍۜ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade ederken zaid harf  مِنْ  kelimeye hiçbir manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

Müsnedin muzari tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

Cümle  وَ ’la …اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, ... اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ  cümlesi için tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın marife olarak gelmesi bu sıfatların onda kemâl derecede olduğunu, aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)