Ankebût Sûresi 56. Ayet

يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ  ...

Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak bana kulluk edin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا عِبَادِيَ kullarım ع ب د
2 الَّذِينَ
3 امَنُوا inanan ا م ن
4 إِنَّ şüphesiz
5 أَرْضِي benim arzım ا ر ض
6 وَاسِعَةٌ geniştir و س ع
7 فَإِيَّايَ o halde bana
8 فَاعْبُدُونِ kulluk edin ع ب د
 

Bu sûrenin 10. âyetinde Mekkeli müslümanların, “Allah’a inanıyo­ruz” dedikleri için eziyete uğradıklarına işaret edilmiş; sonraki âyetlerde de yeri geldikçe putperestlerin psikolojik baskı ortamı doğuran küstah ve alaycı tutumlarına işaret edilip bunlar eleştirilmişti. Konumuz olan âyette ise Allah Teâlâ, “Ey inanan kullarım!”şeklindeki iltifatkâr ifadeyle hitap ettiği müslümanlara, dünyanın geniş olduğunu hatırlatarak onlardan her türlü uydurma tanrıları bir yana bırakıp yalnız kendisine kul olmaya devam etmelerini, dolayısıyla dinlerinde kararlı olmalarını istemektedir. Bu ifadeler de ilk müslümanların bir baskı ortamı içinde bulunduklarına işaret eder. Âyet müminlere bu şartlar karşısında hicret yolunu göstermektedir. Çünkü –müfessirlerin de ittifakla belirttikleri gibi– “Benim arzım geniştir” ifadesi, “Mekke’de inancınızı açığa vurmanıza imkân vermeyen bir baskı altında bulunuyorsanız dininizi rahatlıkla yaşamanıza elverişli başka bir yere göç edebilirsiniz” anlamına gelir. Nitekim giriş kısmında da kaydedildiği gibi bu sûrenin inmesinden kısa bir süre sonra Medine’ye hicret olayı gerçekleşmiştir.

Âyetin hükmünü sadece Medine’ye hicret olayıyla sınırlı görmek de isabetli olmasa gerektir. Elbette Kur’an-ı Kerîm yeri geldikçe, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker hakkındaki âyetler başta olmak üzere, doğrudan ve dolaylı ifadelerle müslümanlardan, içinde yaşadıkları topraklarda dinlerini özgürce yaşamalarına imkân verecek şartları oluşturmak için çaba göstermelerini istemektedir. Ancak bu âyete dayanarak bir kimsenin inanç ve düşüncelerini özgürce hayata geçirme imkânının bulunmadığı ve mevcut olumsuzlukları ortadan kaldırma ümidinin tükendiği durumlarda şartların elverişli olduğu başka yerlere göç etmek gerektiği düşünülebilir. Nitekim İbn Atıyye (IV, 324), Zemahşerî (III, 194), Şevkânî (IV, 241) gibi birçok müfessir de böyle bir yoruma yer vermiştir (bu konuda geniş bilgi için bk. en-Nisâ 4/97-100).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 281-282
 

يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ

 

يَا  nida harfidir.  عِبَادِ  münadadır. Aynı zamanda muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ ‘dır.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 

1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عِبَادِيَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اَرْض۪ي kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  وَاسِعَةٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak lafzen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن ضاقت  عليكم أرضكم فاعبدوني في أيّ أرض تهاجرون إليها غير أرضكم (Eğer toprağınız size dar geliyorsa, kendi ülkenizden başka hicret ettiğiniz her yerde Bana kulluk edin.) şeklindedir.

Mansub munfasıl zamir  اِيَّايَ  sonrasını tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

فَ  harfi zaiddir.  اعْبُدُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tâ’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاسِعَةٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  وسع  olan fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.

عِبَادِيَ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümle, istînâfi beyaniyye olup, birbirine matuf olan والَّذِينَ آمَنُوا بِالباطِلِ وكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الخاسِرُونَ [Ankebut;52] ile والَّذِينَ آمَنُوا وعَمِلُوا الصّالِحاتِ لَنُبَوِّئَنَّهم مِنَ الجَنَّةِ غُرَفًا [Ankebut;58] cümleleri arasına itiraz olarak gelmiştir. (Âşûr)

Nidanın cevabı olan  اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah ile kulu arasındaki ilgi; kulunun "Ya Rabbi..." demesi, Allah'ın da, "Ey kulum..." demesi ile ve kulunun duası ile pekişir. Fakat kâfir dua etmez, dolayısıyla da ona icabet olunmaz. Dolayısıyla ayetteki, "Ey kullarım" ifadesi ancak müminleri içine alır.  (Fahreddin er-Râzî)  

Müsned olan  وَاسِعَةٌ , ism-i fail kalıbında gelerek süreklilik ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu hitap, kâfirler tarafından karşılaştıkları engellemelerden dolayı dinî icaplarını layıkı ile ifa etmek imkânına sahip olmayan bazı müminler için teşrif hitabı olup, onlara en selametli yolu göstermektedir. Yani eğer bir memlekette ibadet sizin için müyesser ve dininizin icaplarını açıktan yaşamanız mümkün olmuyorsa, bunları yapabileceğiniz yerlere hicret edin, anlamındadır. (Ebüssuûd)

عِبَادِيَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Vikaye nûnundan sonra mütekellim  ي ‘nın hazf edilmesi, tahfif ve fasılaya riayet içindir. Bunun benzeri çoktur. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen  اَرْض۪ي  ve  عِبَادِيَ  izafetleri, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اَرْض۪  ve  عِبَادِ  için şan, şeref ve tazim ifade eder.


 فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ

 

فَ  harfi şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Takdiri;  إن ضاقت عليكم أرضكم فاعبدوني في أيّ أرض تهاجرون إليها غير أرضكم (Eğer toprağınız size dar geliyorsa, kendi ülkenizden başka hicret ettiğiniz her yerde Bana kulluk edin.) şeklindedir.

اِيَّايَ , cümlenin sonrasının delaletiyle takdiri  اعبدوا (Kulluk edin.) olan bir fiilin mef’ûlüdür. 

Mukaddem mef’ûlün takdimi kasr ifade eder. Sadece ve sadece bana ibadet edin anlamındadır. Cevap cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümledeki ikinci  فَ , zaiddir.  اعْبُدُونِ  cümlesi tefsiriyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اعْبُدُونِ  fiilinin sonundaki  نِ  vikaye, esre fasılaya riayet için hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.

عِبَادِيَ  -  فَاعْبُدُونِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mütekellim için  فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ  [Sadece Bana kulluk edin] denmesi, gaib için  إيَّاهُ ضرَبْتُهُ  (Sadece ona vurdum), muhatap için ise  إيَّكَ عضتكَ (Savaş sadece sana zor geldi) denmesi gibidir. İbarenin takdiri, وإيَّاي فَاعْبُدُو فَاعْبُدُونِ  şeklindedir. Şayet  فَاعْبُدُونِ  ifadesinde  فَ  kullanılmasının ve mef‘ûlün öne alınmasının anlamı nedir? dersen şöyle derim:  فَ  mahzuf bir şartın cevabıdır; zira mana şöyledir: Benim Arzım gerçekten geniştir; bir yerde bana ihlasla kulluk edemiyorsanız, o halde bunu başka bir yerde yapın. Sonra şart hazf edilip, onun yerine mef‘ûl takdim edilmiştir; mef‘ûlün öne alınması ayrıca ihtisas sadece ve ihlas (katışıksız) manası ifade eder. (Keşşâf)