يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | يَغْشَاهُمُ | onları örter |
|
3 | الْعَذَابُ | azab |
|
4 | مِنْ | -nden |
|
5 | فَوْقِهِمْ | üstleri- |
|
6 | وَمِنْ | ve |
|
7 | تَحْتِ | altından |
|
8 | أَرْجُلِهِمْ | ayaklarının |
|
9 | وَيَقُولُ | ve (Allah) der ki |
|
10 | ذُوقُوا | tadın |
|
11 | مَا | ne |
|
12 | كُنْتُمْ | idiyseniz |
|
13 | تَعْمَلُونَ | yapıyor |
|
İnkârcıların Hz. Peygamber’den, tehdit edilip uyarıldıkları azabı çabuklaştırmasını istemeleri, gerçekten böyle bir azaba inandıkları ve ona razı oldukları anlamına gelmez; onlar, bu ifadeleriyle aksine azaba inanmadıklarını açıkça ortaya koyarak alaylı bir üslûpla Peygamber’e karşı meydan okuyorlardı. 53. âyete göre söz konusu azabın gerçekleşme zamanı ilâhî hikmet tarafından tayin edilmiş olup o zaman gelince, onlar farkında bile olmadan azap ansızın başlarına gelecektir. İnkârcıların cezasının hemen verilmeyip belli bir zamana ertelenmesinin, tuttukları yanlış yoldan dönmelerine fırsat vermek, Allah’ın ne kadar sabırlı ve merhametli olduğunu göstermek gibi hikmetleri vardır (İbn Âşûr, XXI, 19).
Tefsirlerde 53. âyetteki azapla putperestlerin, Bedir Savaşı’nda yaşadıkları büyük yenilgi ve kayıplarının kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Nitekim müslümanlar karşısındaki ilk mağlûbiyetleri olan bu savaş onlar için sonun başlangıcı olmuştur. Böylece “Hadi bizi tehdit ettiğin azabı hemen şimdi getir!” diyerek meydan okuyanlar, daha dünyada iken cezalandırılmışlardır. 54-55. âyetler ise inkârcıların kendi yapıp ettikleri yüzünden âhirette uğrayacakları cezanın dehşetini, kaçınılmazlığını ve kuşatıcılığını özetlemektedir. Tarihsel bağlamda Kur’an’ın ilk muhatapları konumundaki putperest Araplar’ı uyaran bu âyetler, evrensel planda her devirde İslâmî inanç ve değerler karşısında benzer düşmanlıkları sergileyenleri ilgilendiren umumi bir ikaz anlamı da taşımaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 280-281Ğaşeye غشي : غَشِيَ fiili kendisini kaplayan/örten bir şeyin gelişi gibi gelmek demektir. Mastarı غِشاءٌ ve غِشاوَةٌ şekillerinde gelir.
غِشاوَةٌ bir nesnenin kendisiyle örtüldüğüdür. Bu köke ait fiil Kur'an-ı Kerim'de cimadan kinaye de yapılmıştır.
غاشِيَةٌ bir nesneyi kaplayıp örten her türlü şeydir. Temelde övülen bir şeyi ifade ederken Kur'an'ı Kerim'de istisnası da mevcuttur. Çoğulu ise غَواشٌ olarak gelir. Son olarak bir kimsenin başına idrakini/anlayışını örten bir şey geldiğinde yine bu kavram kullanılır.( Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı şekillerde 29 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Tehate تحت : تَحْتَ kelimesi üst anlamına gelen فَوْقَ sözcüğünün zıddıdır, alt demektir.
Birbirinden ayrı olan şeylerin altı için تَحْتَ, birbirine bitişik olan şeylerin altı hakkında ise أسْفَل kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece zarf olarak 51 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli tahttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ
يَوْمَ zaman zarfı olup, önceki ayetteki مُح۪يطَةٌ ‘a matuftur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَغْشٰيهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَغْشٰي elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَوْقِهِمْ car mecruru يَغْشٰي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ تَحْتِ car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مِنْ تَحْتِ car mecruru يَغْشٰي fiiline mütealliktir. اَرْجُلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la يَغْشٰيهُمُ cümlesine matuftur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli ذُوقُوا ‘dur. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ذُوقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, جزاء ما كنتم (Yaptığınızın karşılığını) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, تعملونه (Onu yaparsınız.) şeklindedir.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ‘ün haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ
يَوْمَ , önceki ayetteki لَمُح۪يطَةٌ ’e müteallik olan zaman zarfıdır.
يَوْمَ ’nin muzafun ileyhi konumundaki يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ [Azap onları kapladı] ifadesinde mecazi isnad vardır. يَغْشٰيهُمُ fiili, azaba isnad edilmiştir. Onları kaplayan azap değil, helakın sebep olduğu azabdır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Ayet-i kerimede, "sağ, sol, arka ve önlerinden" demeyip, "üstlerinden ve altlarından" demesindeki maksat, cehennem ateşinin, dünya ateşinden ayrıldığı özelliği ortaya koymaktır. Çünkü dünya ateşi dört taraftan kuşatır. Zira onun içine giren kimsenin ateşin alevleri arkasında, önünde, sağında ve solunda olur. Fakat dünyada, genel olarak, üstünden ateş inmez, alt tarafından çıkmaz. Çünkü ayakların bastığı yerde ateşin alevi kalmaz. Cehennem ateşi ise üstten de iner, ayağın basması ile de sönmez.
(Fahreddin er-Râzî)
فَوْقِ - تَحْتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مِنْ فَوْقِهِمْ ve مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ ibaresi umumdan sonra husus babından ıtnabdır. Böylece azabın kapsayıcılığı vurgulanmıştır.
وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Öncesine matuf olan bu cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ [yaptıklarınızı tadın], ifadesi yaptıklarınızın cezasını tadın demektir.
Azabı tadın ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir.
Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Âlûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: ذُوقُوا (Tadın) emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Allah Teâlâ, onların bedenlerinin çekeceği azabı anlatınca, ruhlarının çekeceği azabı da beyan etmiştir ki bu da, Allah'ın onlara azarlama ve rüsvay etme üslûbu ile, "Yapmış olduğunuz işlerin azabını tadın bakalım" demesidir. Bu, müsebbebin (neticenin), sebep yerine kullanılması üslubu ile mübalağa için, sanki yaptıkları şeyin kendisi imiş gibi zikretmiştir. Çünkü onların amelleri, Cenab-ı Hakk'ın bu ameli, onların azaplarına sebep kılmasından dolayı bir sebep olmuştur. Bu, kullanış bakımından benzeri çok olan bir üsluptur. (Fahreddin er-Râzî)