Ankebût Sûresi 60. Ayet

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...

Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَأَيِّنْ nicesi var ki
2 مِنْ -dan
3 دَابَّةٍ canlı(lar)- د ب ب
4 لَا
5 تَحْمِلُ taşıyamaz ح م ل
6 رِزْقَهَا rızkını ر ز ق
7 اللَّهُ Allah
8 يَرْزُقُهَا onları da besler ر ز ق
9 وَإِيَّاكُمْ sizi de
10 وَهُوَ ve O
11 السَّمِيعُ işitendir س م ع
12 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
 

Geçim kaygısı sebebiyle Medine’ye hicret etmekten çekinen, bu hususta tereddüt yaşayan bazı müslümanları hicrete teşvik amacı taşıyan (Zemahşerî, III, 195; İbn Atıyye, IV, 324) bu âyetlerin ilkine şöyle mâna verilmiştir: Hicret etmek gerektiğinde gittiğiniz yerde nasıl geçineceğiniz, ne yiyip ne içeceğiniz hakkında kaygılanmayın. Çünkü sonuçta her canlı gibi siz de Allah’ın takdir ettiği kadar yaşayıp sonunda öleceksiniz; fâni olan bu hayatın geçim kaygısı, öldükten sonra Allah’ın huzuruna vardığınızda ebedî kurtuluşunuzu sağlayacak olan kulluk vecîbelerinizi ikinci plana atmanıza yol açmasın.

Âhiret nimetlerinin özendirici bir özetinin verildiği 58-59. âyetlerde bu nimetlere kavuşmanın başlıca şartları zikredilmiştir. Bunlardan iman ve amel-i sâlih ebedî kurtuluşun genel şartlarıdır; sabır ve tevekkül kavramları ise bu bağlamda özellikle dini yaşama özgürlüğü ve bu özgürlüğün ortamını oluşturma, arama, bu uğurda karşılaşılabilecek güçlükler ve baskılar karşısında tahammüllü, kararlı ve onurlu bir kişilik sergileme anlamını içerir. Buradaki tevekkül ayrıca geçim kaygısıyla hicretten çekinmemek, bu hususta Allah’ın yardım ve desteğine güvenmek gerektiğine de işaret etmektedir (İbn Kesîr, VI, 300). Nitekim 60. âyette de geçim kaygısıyla hicret etmekten korkanlara, diğer canlılar gibi insanların rızkını verenin de Allah olduğu hatırlatılarak bu hususta bir güvensizliğe kapılmanın yanlışlığına dikkat çekilmiştir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 282
 

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَاَيِّنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  دَٓابَّةٍ  lafzen mecruru,  كَاَيِّنْ ‘nin temyizi olarak mahallen mansubdur. 

كَاَيِّنْ , nice, çok manalarına gelen çokluk edatıdır. Sükun üzere mebnidir. Kendisinden sonra temyizi olan kelime  مِنْ  ile mecrur olur. (M.Meral Çörtü)  

لَا تَحْمِلُ  fiili,  دَٓابَّةٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَحْمِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  رِزْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَرْزُقُهَا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرْزُقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِيَّاكُمْۘ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup mahallen mansubdur. 


 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  haber olarak lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ikinci haber olarak lafzen merfûdur.

السَّم۪يعُ  ve  الْعَل۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İlk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كَاَيِّنْ  mübteda olarak mahallen merfudur.  مِنْ دَٓابَّةٍ , temyizidir.

لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ  cümlesi,  دَٓابَّةٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

كَاَيِّنْ , Kur'an’da 7 yerde geçmiştir. (Hasenat uygulama,  https://corpus.quran.com/search.jsp?q=lem%3Aka%3Eay%7Ein+pos%3An) 

Ayet-i kerime’de geçen  كَاَيِّنْ  lafzı,  كم  manasındadır. Bu kelime, teşbih edatı  ك  ile sayıda çokluk ifade eden tenvinli  اىّ  kelimesinden meydana gelir. Bu kelime; devamlı cümle başında bulunan, temyize muhtaç olarak müphem halde gelen, temyizi çoğunlukla  من  harf-i ceri ile yapılan mebni bir kelimedir. (Süyûtî, el-İtkan, c. 1, s. 463) 

كَاَيِّنْ ; nice, çok manalarına gelen çokluk edatıdır. Kendisinden sonra temyizi olan kelime مِنْ  ile mecrur olur. (M. Meral Çörtü) 

اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ  cümlesi,  كَاَيِّنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mübtedanın haberi olan  يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümlenin müsnedinin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, teceddüt ve istimrar, ayrıca müsnedün ileyhin habere takdimi, bütün mahlukatın Allah tarafından rızıklandığı konusunda tahsis ifade eder.  اَللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsûf,  يَرْزُقُهَا  maksûr/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Müsnedün ileyhin fiil cümlesi olan habere takdim edilerek;  يَرْزُقُها اللَّهُ  denmeyip ifadenin  اللَّهُ يَرْزُقُها  şeklinde gelmesi tahsis manası ifade etmesi içindir. Yani, ‘’Allah'tan gayrısı rızık veremez’’ demektir. (Âşûr)

Rivayet olunur ki, Peygamberimiz, ’Mekke'deki müminlere Medine'ye, hicret etmelerini emredince, müminler dediler ki: "Geçim imkânımız bulunmayan bir kente biz nasıl gidelim?" İşte bunun üzerine bu ayeti kerime nazil olmuştur. (Ebüssuûd)

رِزْقَ ‘ın, ayette tekrarlanması önemine dikkat çekip vurgulamak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رِزْقَهَاۗ - يَرْزُقُهَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

 

وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. 

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Cümle “Allah Teâlâ bilir, işitir.” anlamının yanında “bilmekle ve işitmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Cümle vaîd ve vaat anlamı içermektedir. (Âşûr) Ayetin bu son cümlesi, Kur'an’da altı ayette aynen tekrarlanmıştır. (almaany.com) Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)