وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
2 | امَنُوا | inananlar |
|
3 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
4 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
5 | لَنُكَفِّرَنَّ | mutlaka örteceğiz |
|
6 | عَنْهُمْ | onların |
|
7 | سَيِّئَاتِهِمْ | kötülüklerini |
|
8 | وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ | ve onları mükafatlandıracağız |
|
9 | أَحْسَنَ | en güzeliyle |
|
10 | الَّذِي |
|
|
11 | كَانُوا | olduklarının |
|
12 | يَعْمَلُونَ | yapmış |
|
Kur’an’ın en çok önem verdiği, zihinlere yerleştirmeyi istediği ilkelerden biri de şudur: İnsanın inancı ne kadar yanlış, işleri ne kadar kötü olursa olsun, onun için kurtuluş kapısı daima açıktır; insan bir kere içtenlikle Allah’a dönüp bu kapıdan girdikten, yani istikametini düzeltip Allah’ın istediği ruh temizliğini gerçekleştirdikten, kalbini imanla ve hayatını güzel işlerle donattıktan sonra artık günahları anlamını kaybedecek ve tamamıyla silinip yok edilecek; o insan tertemiz bir mümin olarak hayata yeniden başlamış sayılacaktır; hatta âyete göre Allah böyle insanları, yaptıkları iyi işleri sayesinde hak ettiklerinden daha güzeliyle ödüllendirecektir. Bu ödüllendirmenin bir âhiret yönünün bulunduğu muhakkaktır; fakat âyette bunun sadece âhirette olacağına dair sınırlayıcı bir ifade bulunmadığına göre, burada hem uhrevî hem dünyevî ödüllendirmenin kastedildiği düşünülebilir. Özellikle âyetteki “güzel işler”in her türlü hayırlı, verimli gayretleri; gerek bireyin gerekse toplumun maddî ve mânevî gelişmesine, kalkınmasına katkıda bulunan faydalı işleri kapsadığı düşünülecek olursa dünyevî ödüllendirmenin anlamı daha iyi ortaya çıkar. Buna göre kısaca eğer insanlar iman edip güzel işler yaparlarsa, Allah da onları eskiden yaptıkları kötü işlerin zararlı sonuçlarından kurtarır; bundan böyle yapacakları güzel işlerin sonuçlarının daha da güzel olmasını sağlar; onların hem bireysel hem de toplumsal planda gelişmelerini, güçlenmelerini, mutlu ve huzurlu olmalarını; eğitimde, kültürde, sağlıkta, uygarlığın diğer nimetlerinde hem bunları üretme hem de bunlardan istifade etme yönünde onlara yardım eder. Kuşkusuz âyetteki “sâlih amelleri işleme” ifadesi, Allah’ın rızâsına ve yoluna uymayan her türlü kötülüklerle mücadeleyi de içine aldığına göre –bir önceki âyetle de bağlantısı dikkate alındığında– Allah’ın bu ödüllendirme vaadi, kötülüklerle mücadelede başarıyı, dolayısıyla erdemli bir toplum gerçekleştirmeyi de kapsar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 254-255
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا fiili atıf harfi وَ ’la اٰمَنُوا ’ye matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُكَفِّرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
عَنْهُمْ car mecruru نُكَفِّرَنَّ fiiline mütealliktir. سَيِّـَٔاتِهِمْ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَنَجْزِيَنَّهُمْ atıf harfi وَ ‘la لَنُكَفِّرَنَّ fiiline matuftur. نَجْزِيَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَحْسَنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَنُكَفِّرَنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki وَمَنْ جَاهَدَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
Merfû mahaldeki اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
الصَّالِحَ /salih, fasidin zıddıdır. Fasid ise, telef olan, yok olan demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الاعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır.
لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesindeki لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, nûn-u sakîle ile de tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Mahzuf kasemle birlikte cümle, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.
لَنُكَفِّرَنَّ fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)
لَنُكَفِّرَنَّ fiili, تفعيل babında gelerek fiilde teksir ifade etmiştir.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
سَيِّـَٔاتِهِمْ - اَحْسَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
عَمِلُوا lafzında irsâd sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, imanı amelden önce zikretmiştir. Burada şöyle bir incelik vardır: Mükelleflerin amelleri üç kısma ayrılır: Tefekkürü, inancı ve tasdiki demek olan kalbinin amelleri; zikri ve şehadeti demek olan dilinin amelleri; taatı ve ibadeti demek olan uzuv ve bedenlerinin amelleri... Binaenaleyh bedenî ibadetler, kendi başlarına değil, ancak diğerleri sayesinde yükselebilirler. Doğru söz ise, ayette de beyan edildiği gibi kendi kendine yükselebilir. Kalbin ameli demek olan tefekkür ise, ona iner. Nitekim Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah, en yakın semaya iner ve "Yok mu bir tövbe eden, tövbesini kabul edeyim" diye nida eder. Müslim, musâfirin,, 172 (1/523) Müsned, 2/433."Tövbe eden", kalbi ile pişmanlık duyandır. Yine, Hz Peygamber (sav) "Allah Azze ve Celle, buyuruyor ki: "Ben, kalbi kırık ve mahzun olanların yanındayım" Keşfu'l-Hafa, 1/203 yani "Kendi aczini ve Benim kudretimi, kendi önemsizliğini ve Benim azametimi düşünenlerin yanındayım" demiştir. Bu, aklen de böyledir. Çünkü kim, Allah'ın nimetleri hususunda tefekkür ederse, Allah'ı bulur ve O'nu zihninde tutar. Böylece anlaşılır ki, kalbin ameli için Allah iniyor. Dilin amelleri ise Allah'a gidiyor ve uzuvların amelleri Allah'a kavuşuyor. İşte bu, kalbin amelinin (tefekkürün) ne kadar faziletli birşey olduğuna dikkat çekmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
Bu cümle önceki kasemin cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَنَجْزِيَنَّهُمْ fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اَحْسَنَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
عَمِلُوا - يَعْمَلُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Önceki ayette اللّٰهَ لَغَنِيٌّ ifadesindeki gaib sıygadan, bu ayette لَنُكَفِّرَنَّ şeklindeki cemi mütekellime geçiş iltifat üslubudur.
Allah, kulunun amellerinden, iman ile amel-i salih çeşitlerini dile getirmiş ve Kendi fiillerinden olmak üzere, bu ikisinin mukabilinde şu iki şeyi, yani günahları örtmeyi (silmeyi) ve en güzel bir şekilde mükâfaatlandırmayı zikretmiştir. Çünkü O, "(Onların) kötülüklerini örteriz ve her halde, o işlemekte olduklarının daha güzeliyle onları mükâfatlandırırız" buyurmuştur. Binaenaleyh, günahları örtmek imanın mukabili; "daha güzeliyle mükâfatlandırma" da, amel-i salih mukabili zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk'ın, لَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ "...Daha güzeliyle onları mükâfatlandırırız" ifadesi, şu iki manaya gelebilir:
a) "Biz onları, amellerinin en güzeline göre mükâfatlandırırız."
b) "Biz onları, amellerinden daha güzeliyle mükâfatlandırırız". Birinciye göre ayetin anlamı, "Biz onların amellerini, olabilecek en güzel şekilde değerlendirir ve ona göre onlara mükâfat veririz" şeklindedir. Yoksa, "onlardan en güzeli alınır, ona göre mükâfat verilir, gerisi değerlendirmeye tabi tutulmaz" şeklinde değildir, ikincisine göreyse, bu ifadenin manası, Cenab-ı Hakk'ın ["Kim iyi (hal) ile gelirse, onun için bundan daha hayırlısı vardır"] (Kasas, 64) ve ["Kim (Allah'a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, işte ona bunun on katı..."] (En'am, 160) ifadelerinin anlamına yakındır. (Fahreddin er-Râzî)