وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ atıf harfidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِ ifadesinde yer alan ل harfi, hem mülkiyeti, sahipliği hem de mutlak egemenliği ifade eder. Mutlak egemenliği elinde bulunduran Allah, kullarına zulmetmeyi asla istemez. Ancak hakimiyetleri noksan olan idareciler zulmeder. Ama Yüce Allah mutlak egemenliğe sahip olduğundan kullarına zulmetmez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
وَ atıf harfidir. إِلَى ٱللَّهِ car mecruru تُرۡجَعُ fiiline müteallıktır. تُرۡجَعُ meçhul muzari fiildir. ٱلۡأُمُورُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
اِلَى intiha-i gaye bildirir. Bir şeyin sonunun nereye gideceği, nereden başladığına bağlıdır. Bütün her şey Allah’tan, Allah’ın emri, iradesi ve hikmeti, ilmi ile başlamış ve aynı güzergahta O’na varmış ve varacaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
وَ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilen bu ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/sıfattır.
…وَلِلّٰهِ مَا فِي ifadesinin önceki ayete matuf olmasının sebebi tezayüftür. Allah âlemlere zulüm murad etmez. Çünkü yerlerin, göklerin, bütün mükevvenatın yaratıcısı, sahibidir. Hiç kimse sahip olduğu şeye zulmetmezken Cenab-ı Hakk elbette bundan münezzehtir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Makabline matuf olan وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. اِلَى اللّٰهِ’nin amiline takdimi ihtisas içindir. Olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade edilmiştir. Yani bütün işler Allah’a döndürülür, başka hiç kimseye değil.
تُرْجَعُ fiili meçhul bina edilerek faile değil mef’ûle dikkat çekilmiştir. Muzari fiildeki devam ve yenilenme manasının yanında tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini canlandırarak konuyu kavramasını sağlar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Tevcîh manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl مَا, hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِۜ [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir. Arzın çoğulu fesahata aykırı olduğu için Kur’an’da hiç geçmemiştir. الارضين, kulağı rahatsız eder. Talak Suresi 12. ayette çoğul olması gereken arz lafzı مِثۡلَهُنَّۖ denilerek bu durum önlenmiştir.
“Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır ve işlerin dönüşü Allah’adır.”' gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir.
Gök ve yerdekilerin Allah’ın olması ifadesi, bütün işlerin O’na döndürülecek olması manasının altında Allah’ın sonsuz kudretini belirtmek, vurgulamak anlamı vardır. Yani idmâc vardır.
Burada konu bitmiş, arkadan yeni bir bölüme geçilmiştir.
Allahu Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk sebebi, sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.
Cenab-ı Hakk, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bütün işler, ancak Allah’a döndürülür.” buyurmuş, bu iki kelamın başında da “Allah” lafzını tekrarlamıştır. Bundan gaye ise Cenab-ı Hakk’ı ululamayı tekiddir. Cenab-ı Hakk’ın bundan maksadı ise mahlukatın başlangıcının kendisinden olduğu gibi sonunun da kendisine döneceğini beyan etmektir. Buna göre Cenab-ı Hakk’ın, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.” buyruğu O’nun el-Evvel olduğuna; “Bütün işler, ancak Allah’a döndürülür.” buyruğu ise O’nun el-Âhir olduğuna işarettir. Bu da O’nun hüküm, tasarruf ve tedbirinin, insanlarının başlangıcını ve sonunu ihata ettiğine ve bütün sebeplerin kendisine nispet edilip bütün ihtiyaçların O’nun katında sona erdiğine delalet eder.(Fahreddin er-Râzî)
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ [Bütün işler, ancak Allah’a döndürülür.] buyruğundaki اِلَى edatı, Cenab-ı Hakk’ın bir mekânda ve bir cihette bulunduğuna delalet etmez. Bilakis bundan murad, varlıkların ancak O’nun hükmünün içe işleyen bir tesir halinde olduğu ve sadece O’nun yargısının hükümran olacağı bir yere varacağı hususudur. (Fahreddin er-Râzî)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ cümlesi atıf üslubuyla ıtnâbdan tezyîle girer. Göklerdeki ve yerdekiler onun olduğuna göre onların durumunun düzgün olmasını ister. Onlara zulmetmek istemez. Yaptıklarının karşılığını vermekten başka onlara zarar vermeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’na döndürülür. Ve O, ne yapılan bir iyiliği ne de yapılan bir kötülüğü karşılıksız bırakmaz. (Âşûr)