Bu sure Hicret’in üçüncü yılında nazil olmaya başlamış.
Necran Hristiyanlarından bir grup Peygamber Efendimiz s.a.v. den Hz. İsa hakkında söylenenleri dinlemek istemiş. Bunun için bir grup gelmiş. Hz. İsa’nın babası kim diye sormuşlar. Onun üzerine bu surenin ilk ayetleri nazil olmuş.
Bakara suresinin ilk bölümünün ana konusu yoğunlukla yahudilerdi..Ali İmran suresinin ağırlıklı konusu da hristiyanlardır..Bakara da bize “yahudileşmeyin” diyen ve bunun formüllerini veren Rabbimiz bu surede de “hristiyanlaşmayın” ın formüllerini verir.İki sure arasında pek çok paralellik vardır.Bakara da Bedir öncesi anlatılır,burada Uhud sonrası…Bakara da ipucu verilen bazı konular burda açıklığa kavuşur.Bakara da yoğunlukla kalbin hastalıkları,takva,iman,kalplerin katılaşması gibi konuların üzerinde durulmuştu.Bu surede de “islam” üzerine vurgu vardır.İnancın görünen kısmı islam,görünmeyen kısmı imandır.Bakarada “ünzile ileyke” denmişti.Yani “sana indirildi”, bir seçim-tercih söz konusudur.Burda “nezzele aleyke “ dendi.Ala “sorumluluk verir/katar”Müminlerin Bedir’den zafer ile döndüklerinde Medine yahudilerinin “Bu sadece Mekke’nin çocuklarıyla bir kavgaydı. Bir sonrakini göreceksiniz” şeklindeki tehditleri üzerine indiği rivayet edilir. Sonraki üç ayette kafirlerin genel durumundan bahseder.
Firavun bir isim değil bir ünvandır artık. Firavun ölmüş ama Firavunluk yeni suretlere bürünerek yaşamaktadır maalesef.
Başlangıcında yüce Allah’ın “hay” ve “kayyûm” olduğu hatırlatılan ve Kur’an-ı Kerîm’in önceki ilâhî kitapları onaylama özelliğinden söz edilen bu sûrede, vahye dayalı dinler arasındaki tekâmül ilişkisine işaret edilmekte, Allah katında yegâne geçerli dinin İslâm olduğu vurgulanmakta, İslâm’ın inanç esasları (özellikle ulûhiyyet ve nübüvvet) ile (birr ve takvâ gibi) bazı temel ahlâk kavramları üzerinde durulmakta, Mekke’deki kutsal evden (Kâbe) söz edilmekte, hac vecîbesine ve başka bazı amelî görevlere değinilmektedir. Sûrede özellikle, hıristiyanların Hz. Îsâ’yı tanrılaştırmaları, yahudilerin de ona iftira ve karalamalarda bulunmaları, bu suretle her iki din mensuplarının da onun hakkında aşırılıklara sapmaları karşısında İslâm ümmetinin gerçekten ayrılmayan ve orta yolu gösteren bir hakem görevi üstlenmiş olacağı ima edilmekte; Bakara sûresinde Ehl-i kitap’tan yahudilere ağırlık verildiği gibi burada da hıristiyanlara ağırlık verilmekte, bu din mensupları ortak bir ilkeyi (Allah’tan başkasına kulluk etmeme ve hiçbir şeyi O’na ortak görmeme ilkesini) kabulden hareketle yürütülebilecek bir diyaloga davet edilmektedir. Diğer taraftan müslümanlara da yüce Allah’ın lutfettiği nimetler hatırlatılıp, düşmanların tuzaklarına düşmemeleri ve üstlendikleri misyonun bilincinde olmaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu temalar işlenirken Hz. Meryem, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Hz. İbrâhim’in hayatlarından ve İslâm tebliği açısından önemli bir dönüm noktası olan Uhud Savaşı’ndan kesitler verilmektedir. Bu arada Uhud Savaşı sırasında ve sonrasında müslümanların, münafıkların ve müşriklerin davranışları tahlil edilip değerlendirilmektedir.
Bu sûre ile önceki sûre (Bakara sûresi) arasındaki bağlantı konusu üzerinde duran müfessirler özellikle şu noktalara değinmişlerdir: a) Her ikisinin başlangıcında “kitab”ın anılıp insanların “iman edenler ve etmeyenler” şeklindeki tasnifine yer verilmiş olması (birincisinde iman edenlere öncelik verildiği halde, ikincisinde –artık İslâm’a çağrının yayılmış olması sebebiyle– kalplerinde eğrilik bulunanlar önce zikredilmiştir), b) Her ikisinin Ehl-i kitabın bazı inanç ve tutumlarını tartışmaya ağırlık vermesi (birincisinde yahudilere geniş yer verilip hıristiyanlara kısaca değinildiği halde, ikincisinde –hıristiyanlar gerek tarih sahnesindeki varlıkları gerekse İslâm mesajına muhatap olmaları itibariyle yahudilerden sonra geldiklerinden– hıristiyanlara geniş yer ayrılmıştır),
c) Her ikisinin, önceki bir yaratma kanununa göre olmaksızın gerçekleşen iki olaya (Hz. Âdem ve Îsâ’nın yaratılışına) –sırasına uygun olarak– yer verip, bu açıdan ikincinin birinciye benzerliğini hatırlatması,
d) Her ikisinin –dikkatli bir karşılaştırma yapan kişinin öncelik-sonralık uygunluğunu farkedebileceği şekilde– aynı türden (meselâ savaş ahkâmı gibi) hükümlere yer vermiş olması, e) Birincinin başlarken müttakilerin kurtuluşa ermiş olduklarını haber vermesine uygun olarak, ikincinin takvâyı öğütleyerek son bulması (Reşîd Rızâ, III, 153).