بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُنَالِكَ | orada |
|
2 | دَعَا | du’a etti |
|
3 | زَكَرِيَّا | Zekeriyya |
|
4 | رَبَّهُ | Rabbine |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | رَبِّ | Rabbim |
|
7 | هَبْ | ver |
|
8 | لِي | bana |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | لَدُنْكَ | katından |
|
11 | ذُرِّيَّةً | bir nesil |
|
12 | طَيِّبَةً | temiz |
|
13 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
14 | سَمِيعُ | işitensin |
|
15 | الدُّعَاءِ | du’ayı |
|
Ayetin “hünalike” zaman ve mekan zarfı ile başlaması bize Hz. Zekeriyya’nın duasını henüz Hz. Meryem’in yanından çıkmadan oracıkta yaptığı ip ucunu verir. Hz. Meryem’in Rabbinin katından mevsimi olmayan (turfanda) rızıklarla rızıklandırıldığını görünce aşk ile dua etmiş, tabiri caizse “Ona mevsimsizce verdiğin rızık gibi benim de vaktim zamanım geçti bir evlat sahibi olmak için ama sen herşeye kadirsin” demiştir... Birine Allah tarafından verilmiş muhteşem bir hediye, nimet gördüğünüzde sizin de dua edip “Rabbim ona verdiğin gibi bana da ver” şeklinde istemenizde bir mahsur yoktur. Aşağı yukarı hergün haberlerde duyuyor, görüyoruz. 2 yaşında çocuk dördüncü kattan düşüyor ama sapasağlam veya bir iki ufak kırıkla atlatıyor. Bunu gören ve doktorun kendisine altı ay ömrün var dediği bir kanser hastası elini açıp “Rabbim onu kurtardığın gibi beni de kurtar” diye dua edebilir... Allah kullarını her zaman işitir.
Hz. Meryem yanındaki nimetlerden “min indillahi” diye bahsetmişti. Indi’nin kattığı anlam, “sizden uzak olabilir ama erişiminiz var” anlamıdır. Mesela arkadaşınız “araban var mı?” diye sorsa; arabanız varsa, oraya arabayla gitmemiş olsanız bile “arabam var” diyebilirsiniz. Hz. Zekerriya “min indike” demiyor duasında “min ledünke” korunaklı, herkesin erişimi olmayan saklı hazinelerinden, özel bir çocuk istiyor Rabbinden.
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ
هُنَالِكَ işaret ismi, zarfı mekân olarak دَعَا fiiline müteallıktır. دَعَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. زَكَرِيَّا fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. رَبَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli رَبِّ’ dir. قَالَ fiilinin mef'3ulun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Nidanın cevabı هَبْ ل۪ي’dir. هَبْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. ل۪ي car mecruru هَبْ fiiline müteallıktır. مِنْ لَدُنْ car mecruru aynı şekilde هَبْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذُرِّيَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. طَيِّبَةً ise ذُرِّيَّةً ’in sıfatıdır.
Ayette geçen هُنَالِكَ kelimesi هُنَاكَ ile aynı anlamdadır. Mekâna işaret etmek için kullanılır. Zamana işaret için kullanıldığı da vakidir. Zarf olduğu için mansubdur. Bu durumda “o zaman” manasına gelir. Yani Zekeriyya, olağanüstü bir şekilde Meryem’in yanında yazın kış meyvesini, kışın yaz meyvesini gördüğünde, yaşlı olmasına ve karısının kısırlığına rağmen olağanüstü bir şekilde kendisinin bir çocuğu olmasını istemiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Zürriyet, erkek veya kız, tek veya çok çocuk için kullanılan bir kelimedir. طَيِّبَةً kelimesinin müennes olması ذُرِّيَّةً kelimesi sebebiyledir. Tayyib davranışları ve ahlâkı hoş görülen, ayıplanan veya çirkin bulunan bir özelliğe sahip olmayan kişi demektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
سَم۪يعُ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. الدُّعَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سَم۪يعُ ismi Allah’ın sıfatlarındandır. Sıfat-ı müşebbehe veya mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. الدُّعَٓاءِ ise دعا fiilinin masdarıdır. (Mahmut Sâfî)
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُۚ قَالَ رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةًۚ
Ayet istînâfiyyedir. Fasılla gelmiştir. Müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekân zarfı amiline takdim edilmiştir.
Fasılla gelen … قَالَ cümlesinde fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret olmak üzere hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nidanın cevabı olan …هَبْ ل۪ي مِنْ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle inşâî isnad formunda olmasına rağmen dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
دَعَا - الدُّعَٓاءِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَدُنْكَ izafeti veciz ifadenin yanında muzâfa şeref sağlamıştır.
ذُرِّيَّةً ’deki tenvin tazim ifade eder. طَيِّبَةًۚ sıfatı dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Zürriyet, erkek veya kız, tek veya çok çocuk için kullanılan bir kelimedir. طَيِّبَةًۚ kelimesinin müennes olması zürriyet kelimesi sebebiyledir. Tayyib davranışları ve ahlâkı hoş görülen, ayıplanan veya çirkin bulunan bir özelliğe sahip olmayan kişi demektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
ذُرِّيَّةً ُkelimesi evlat anlamındadır. Bu kelime hem tek kişi için hem de çok kişi için kullanılır. (Keşşâf)
Zürriyet; nesil ve soy manasında bir kelimedir ve müfredi, cemî, müzekkeri, müennesi hep bu lafızla ifade edilir. Ayetteki bu kelimeden murat, tek bir çocuktur. (Fahreddin er-Râzî)
Ferrâ, “Zürriyet kelimesi zahiren müennes olduğu için “tayyibeten” kelimesi de müennes getirilmiştir. Müzekkerlik ve müenneslik bazen lafızdan bazen manadan dolayı olur. Biz bu hususun ancak cins isimleri için böyle olduğunu söylüyoruz. Bu, alem isimlerde caiz değildir. Zira alem isimler, ancak ismi olduğu şahsı ifade ederler. O şahıs eğer müzekker ise ancak o takdirde o ismin fiili müzekker getirilebilir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّكَ سَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
Talîliye olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden cümle lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.
Hz. Zekeriya’nın muhatabı Allah Teâlâ olduğu halde sözlerini tekidle kuvvetlendirmesi, kendisinin bu konudaki heyecanını ve isteğinin derecesini gösterir.
Bu son cümle tezyîldir. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
[Sen duaları işitensin.] buyurulmuş, melzumu olan, kabul edensin manası kastedilmiştir. Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
[Şüphesiz Sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.] Yani “Allah kendisine hamdedeni işitti.” ve “İşittik ve itaat ettik.” sözünde olduğu gibi duaya icabet edendir. Çünkü icabet etmeyen kişi duymamış hükmündedir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقاً بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّداً وَحَصُوراً وَنَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَنَادَتْهُ | ona seslendiler |
|
2 | الْمَلَائِكَةُ | melekler |
|
3 | وَهُوَ | ve O (Zekeriyya) |
|
4 | قَائِمٌ | durup |
|
5 | يُصَلِّي | namaz kılarken |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْمِحْرَابِ | mabedde |
|
8 | أَنَّ | şüphesiz |
|
9 | اللَّهَ | Allah |
|
10 | يُبَشِّرُكَ | sana müjdeler |
|
11 | بِيَحْيَىٰ | Yahya’yı |
|
12 | مُصَدِّقًا | doğrulayıcı |
|
13 | بِكَلِمَةٍ | bir kelimeyi |
|
14 | مِنَ | -tan |
|
15 | اللَّهِ | Allah- |
|
16 | وَسَيِّدًا | ve efendi |
|
17 | وَحَصُورًا | ve nefsine hakim |
|
18 | وَنَبِيًّا | ve bir peygamber olacak |
|
19 | مِنَ | -den |
|
20 | الصَّالِحِينَ | iyiler- |
|
Ayet “ ف” ile başlıyor… Hemen duasının kabul olduğu müjdesi geliyor. Detaylar mühim, duasını ediyor ve namaza duruyor. Bu bize çok istediğimiz birşey için nasıl dua edeceğimizi de öğretiyor aslında. Duanı et ve namaza dur…
Kıyamda olduğumuz zamanlar, Allahın bizimle konuştuğu zamanlardır. Allah’a yine Allah’ın sözleri ile bağlı olduğumuz yerdir kıyam. Sadece namaz kılarken demiyor, namaz kılarken ayakta olduğu sırada geliyor müjde, meleklerle...
Bazen insan “ben acaba iyi, Allah tarafından sevilen bir kul değil miyim ki duam kabul olmuyor” şeklinde karamsarlığa kapılıp, haksızca yargılayabilir kendini. Bu noktada Hz. Yakup’u ya da Hz. Musa’nın annesini hatırlamalı... Her ikisi de evladını yitiriyor... Her ikisi de dua ediyor... Kaldı ki Hz. Yakup bir peygamber... Yıllar yıllar sonra kabul oluyor duası ve kavuşuyor gözünün nuru Yusuf’una... Artık genç bir adam olmuş Yusuf... Oysa Hz. Musa’nın annesi 24 saat geçmeden kavuşuyor yavrusuna, kucağına sarmalayıp emziriyor yavrusunu...
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقاً بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّداً وَحَصُوراً وَنَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. نَادَتْهُ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْمَلٰٓئِكَةُ faildir.
هُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي cümlesi نَادَتْهُ ’deki mef’ûlun zamirinden veya الْمَلٰٓئِكَةُ’in hali olarak mahallen mansubtur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَٓائِمٌ haberdir.
يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِ cümlesi هُوَ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. يُصَلّ۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri و ’dir.
فِي الْمِحْرَابِ car mecruru يُصَلّ۪ي fiiline müteallıktır.
اَنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi ceriyle birlikte نَادَتْهُ fiiline müteallıktır. Takdiri; نادته الملائكة بأنّ الله يبشّرك şeklindedir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ’nin ismidir. يُبَشِّرُ fiili أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِيَحْيٰى car mecruru يُبَشِّرُ fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; بولادة يحيى şeklindedir. مُصَدِّقًا kelimesi يَحْيٰى ’nın hali olup fetha ile mansubtur. بِكَلِمَةٍ car mecruru ism-i fail olan مُصَدِّقًا ’a müteallıktır. مِنَ اللّٰهِ car mecruru كَلِمَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
سَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا kelimeleri atıf harfi وَ ’la مُصَدِّقًا’a matuftur. مِنَ الصَّالِح۪ينَ car mecruru نَبِيًّا’in mahzuf sıfatına müteallıktır. الصَّالِح۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
İmam Mâtüridî şöyle demiştir: Bir görüşe göre Yahya, Allah Teâlâ’nın Hayy isminden türemiş bir isimdir. Allah Teâlâ bir lütuf olarak ona bu ismi vermiştir.
Bir rivayete göre din ve insanlık, ilim ve hikmet yahut güzel ahlâk onunla ihya olduğu için bu isim kendisine verilmiştir. Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Annesinin kısırlığı onun sayesinde hayat bulduğu [yani kısırlığı ortadan kalktığı] için bu ismi almıştır. Hüseyin b. Fazl el-Becelî şöyle demiştir: Allah Teâlâ onu itaatle ihya ettiği ve asla günah işlemediği ve günah işlemeye de kalkışmadığı için bu ismi almıştır.
Bir görüşe göre kendisine iman edenlerin kalbini ihya ettiği için bu ismi almıştır.
Kuşeyrî şöyle demiştir: Hz. Yahya, kalbi Allah ile yaşadığı için bu ismi almıştır.
Yahya kelimesi kalbedilmeye çalışılsa edilmez (harflerinin yerleri değiştirilmez), olduğu gibidir, başı sonuna sonu başına benzer. Yahya (as) da aynıdır; başta da sonda da zahirde de batında da yahyadır (yaşayandır). (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
سَيِّدًا [Efendi.] ismi de Hz. Yahya’ya ait bir niteliktir. Yani kavmine iyi huy ve sıfatlarda üstünlük sağlayan ve bu özelliği sayesinde onların reisliğini hak eden demektir. Mücahid şöyle demiştir: Seyyid, Allah Teâlâ’ya karşı cömert olandır. Katâde şöyle demiştir: Seyyid, hilim ve takva sahibi kişidir. İkrime şöyle demiştir: Seyyid, öfkesine yenik düşmeyen kişidir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ اَنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيٰى مُصَدِّقاً بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَسَيِّداً وَحَصُوراً وَنَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayete atfedilmiştir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’la gelen هُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ cümlesi نَادَتْهُ ’daki هُ zamirinin halidir. يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ cümlesi ikinci haber veya kıyam eden kimseden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu masdar-ı müevvel, takdir edilen بِۙ harf-i ceriyle birlikte نَادَتْهُ fiiline müteallıktır. Masdar tevilindeki cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi, telezzüz ve teberrük içindir.
Müsnedin يُبَشِّرُكَ şeklinde muzari fiil sıygasıyla gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Hal ve sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
يَحْيٰى ’nın kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olma özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
يَحْيٰى yaşayan demektir. Muzari fiildir. Kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı kullanılmıştır. Daha peygamber olmamış bir çocuktan gelecekteki haliyle bahsedilmiştir.
بِكَلِمَةٍ sözüyle de Hz. İsa müjdelenmiştir. Çünkü o, Allah’tan bir kelime ile var olmuştur.
مُصَدِّقًا - سَيِّدًا - حَصُورًا- الصَّالِح۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah lafızlarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ [Melekler ona seslendi.] Burada seslenen Cebrail’dir. Meleklerin reisi olduğundan, onun şanını tazim için topluluk ismi zikredilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
سَيِّدًا [Efendi] Bu da Hz. Yahya’ya ait bir niteliktir. Yani kavmine iyi huy ve sıfatlarda üstünlük sağlayan ve bu özelliği sayesinde onların reisliğini hak eden demektir. نَبِيًّا [Peygamber olarak] ifadesi zamanı gelince kendisine vahyedilen bir kişi olarak anlamındadır. Bu kelime yükseklik anlamındaki نبو kökünden gelir. Hemzelenirse haber anlamındaki نبئ kökünden gelir. Yani Allah’tan haber veren demek olur. نبي sözlükte geniş ve açık yol anlamına da gelir. Peygamberler, Allah’a giden yollardır. مِنَ الصَّالِح۪ينَ [Ve salihlerden olarak] ifadesi peygamberlerden biri olarak anlamındadır. Salah bütün hayırlarla birlikte bulunan bir meziyettir. Salih olan Allah’ın mahlukatının haklarını verendir. Bir görüşe göre salih kişi kendisinde fesatlık bulunmayan kişidir. Bir görüşe göre [salihlerdendi] demek peygamberlerdendi demektir. Çünkü Allah Teâlâ peygamberlere salihler demiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
وهُوَ قائِمٌ cümlesi hal cümlesisidir. Zikredilmesindeki maksat namazda yapılan duaya icabetin hızlı olduğunu beyan etmektedir. (Âşûr)قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | رَبِّ | Rabbim |
|
3 | أَنَّىٰ | nasıl? |
|
4 | يَكُونُ | olur |
|
5 | لِي | benim |
|
6 | غُلَامٌ | oğlum |
|
7 | وَقَدْ | halbuki |
|
8 | بَلَغَنِيَ | bana gelip çatmış |
|
9 | الْكِبَرُ | ihtiyarlık |
|
10 | وَامْرَأَتِي | ve karım da |
|
11 | عَاقِرٌ | kısırken |
|
12 | قَالَ | (Allah) dedi |
|
13 | كَذَٰلِكَ | öyle (ama) |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | يَفْعَلُ | yapar |
|
16 | مَا | şeyi |
|
17 | يَشَاءُ | dilediği |
|
Hz. Zekerriya duayı Rabbine yaptı.
Cevap meleklerle geldi.
Şimdi yine duasının kabulune olan şaşkınlığını araya melekleri koymaksızın Rabbine iletiyor. Ayette geçen “enna” soru sormayı değil hayreti ifade eder… Hemen bir sonraki ayette bu defa cevap Allah’dan geliyor. (Esin Durgun)
Kebera كبر :
كَبِيرٌ sözcüğünün temel anlamı sayılarla ilgilidir. Müstear olarak anlamsal hususlarda yani soyut şeylerde de kullanılır. كَبِيرَةٌ sözcüğü yaygın dilde cezası büyük olacak her türlü günahla ilgili kullanılır. Çoğulu كَبائِرٌ şeklinde gelir. Aynı kökten gelen كِبْرٌ , تَكَبُّرٌ ve إسْتِكْبارٌ kelimeleri mana olarak birbirine yakındır. كِبْرٌ sözcüğü insanın kendini beğenip başkasından küçük görmesinden doğan insana özgü bir davranıştır. İnsanın kendini başkasından daha büyük görmesi demektir. Büyüklenmenin en büyüğü olan تَكَبُّرٌ tekebbür ise Allah'a karşı gösterilen büyüklenmedir. إسْتِكْبارٌ 'a gelince bu da iki şekilde ortaya çıkar: Birincisi: İnsanın büyük olmaya çalışması ve bunu istemesidir. Bu eğer gerekli şekilde, gereken yerde ve gereken zamanda olursa güzeldir. İkincisi: İnsanın sahip olmadığı bir şeyle ya da özellikle övünüp kendini ona sahipmiş gibi göstermesidir. Yerilmekte olan da budur. تَكْبِيرٌ kavramı ise bir şeyi büyük/ulu görmek anlamında olduğu gibi demek suretiyle Yüce Allah'ı tazim şekli olarak ve O'na ibadet etme ve yürekte O'na karşı ta'zim hissi taşıma anlamında da kullanılır.Son olarak كُبارٌ sözcüğü كَبِيرٌ'den daha beliğdir. كُبّارٌ sözcüğü ise bundan daha etkili ve beliğdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 161 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kibir, kibar, tekbir ekâbir, tekebbür ve Kübra'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli رَبِّ ’dir. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Nidanın cevabı اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ ’dur. اَنّٰى istifham ismi كَيْفَ manasındadır. Hal olarak mahallen mansubtur veya اَيْنَ manasındadır. يَكُونُ fiiline müteallıktır.
يَكُونُ tam nakıs fiildir. ل۪ي car mecruru يَكُونُ fiiline müteallıktır. غُلَامٌ ise يَكُونُ fiilinin failidir.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. بَلَغَنِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. الْكِبَرُ kelimesi بَلَغَ fiilinin failidir.
وَ atıf harfidir. امْرَاَت۪ي mübtedadır. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَاقِرٌ haberdir.
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌ [Zekeriyya, ‘Rabbim!’ dedi, ‘Bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?] اَنّٰى kelimesi iki anlama gelir: كَيْفَ [Nasıl?] ve اَيْنَ [Nereden?] Buradaki olumsuzluk güç yetirememek anlamında değildir. Bilakis nereden geleceği sorulmaktadır. Çocuk edinme yoluyla mı yoksa eşinden çocuk olması şeklinde mi yahut başka bir yolla mı, yaşlı halde kalarak mı yoksa gençliğe döndürülerek mi olacağının bildirilmesi konusunda bir taleptir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. كَذٰ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri; الأمر كذلك şeklindedir. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
Mekulü’l-kavli اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ ’dur. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَفْعَلُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
كَذٰلِكَ ifadesi, “Evet, Allah; tıpkı bu fiil gibi yani yaşlı bir dede ile kısır bir nineden çocuk doğurmak gibi dilediği acaip fiilleri yapar.” anlamındadır veya da كَذٰلِكَ اللّٰهُ [İşte Allah böyledir.] ifadesi mübteda ve haberdir. Yani “Allah işte bu niteliklere sahiptir.” manasındadır; devamındaki يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ [dilediğini yapar] ifadesi ise bunun beyanı mahiyetinde olup “Allah dilediği harikulade fiilleri yapar.” manasındadır. (Keşşâf)
قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ [Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir.] Yani bu hal üzere ve bu kadından olacaktır. Nasıl yalnızlığı birlikte yaşadıysanız çocuk sevincini de birlikte yaşayacaksınız, demektir.
Kuşeyrî şöyle demiştir: Bu söz [Ya Rabbi! Senin lütfun olmasa benim bu nimeti elde edecek neyim var ki?] anlamına gelir. غُلَامٌ oğlan, اَلْجَارِيَةُ kız çocuğudur. اَلْكِبَر dördüncü babdan yaşı büyük olmak anlamına gelir. كَبُرَ - يَكْبُرُ - كُبْرًا - كَبِيرٌ şeklinde çekimlenir. Kadir ve kıymetçe büyük olmak şerefin en yüksek miktarına ulaşmaktır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ
Fasılla gelen ayette fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan …اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي cümlesi ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda geldiği halde hayret ve şaşkınlık ifade eden cümle soru manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Takdim edilmiş zaman zarfı ve soru ismi اَنّٰى ’nın müteallakı olan haber كاَن mahzuftur.
İstifham, şükürden kinayedir. Bu nimetini çok önemsediğini vurgulamak için olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)
Hal وَ ‘ıyla gelen وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَاَت۪ي عَاقِرٌۜ cümlesi tahkik harfiyle tekid edilmiş mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Cümlenin tekitli gelmesi mütekellimin heyecanını yansıtmaktadır.
Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.
غُلَامٌ - الْكِبَرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
“Ben yaşlandım.” değil قَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ [Muhakkak bana yaşlılık ulaştı.] şeklindeki sözünde masdara isnad şeklinde mecaz veya istiare vardır.
غُلَامٌ, ergenlik çağındaki çocuktur. Bu da kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Zekeriya (as) sanki karşı çıkıyormuş gibi konuşuyor ama aslında konuşması mantık açısındandır. Yukarıda duygusal olarak konuşmuş ve dua etmişti. Belki de bazı şeyleri hiç düşünmemişti. “Bu yaşlı halimle nasıl bakarım.” gibi. Dileği gerçekleşince de bu mantıksal yönleri düşünmeye başlamış.
Hal cümlesi menfi muzari veya mazi fiil olduğu zaman و’ın zikri de hazfi de caizdir. Bu ayette olduğu gibi. وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ şeklinde. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meâni İlmi)
أنّى kelimesi, كَيْفَ (nasıl) veya mekân manasındadır. Çocuk sahibi olamama durumunu oluşturan yaşlılık ve kısırlıkla alakalıdır. Bu ifade bu nimete şükrü gerektirir. Dolayısıyla şükürden kinaye olarak gelmiştir. Çocuğun başka bir kadınla evliliğinden değil kısır karısından olduğuna da tarizdir.
Yaşlılığın gelmesi ifadesinde kalb sanatı vardır. Aslı, وقَدْ بَلَغْتُ الكِبَرَ (Ben yaşlandım) şeklindedir. Maksat, adeta yaşlılığın kendisine ulaşmak istediğini göstermektir. (Âşûr)
Zekeriyya (as), bu uzak ihtimal durumunu pekiştirmek için kendi yaşlılığının yanı sıra hanımının da kısır olduğunu belirtmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
İhtiyarlığın çökmesinden maksat, ihtiyarlığın onu çökertmesidir. Bu, aynı zamanda ihtiyarlığın, ölümün habercisi olması hasebiyle insanın peşini bırakmayan bir gerçeğin ifadesidir. (Ebüssuûd)
قَالَ كَذٰلِكَ اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ
Fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mansub mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan يَشَٓاءُۜ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
كَذٰلِكَ “İşte böyledir.” Yani hal senin söylediğin gibidir: Sen kocadın, karın da kısır. Bir görüşe göre şu anlama gelir: hal böyle olsa da senin çocuğun olacaktır. Çünkü Allah her şeye kâdirdir. اللّٰهُ يَفْعَلُ مَا يَشَٓاءُ [Allah dilediğini yapar.] Allah Teâlâ kudretinin kemâli ve iradesinin nüfuzu sebebiyle âdete uygun olarak veya âdetin hilafına istediği her şeyi yapabilir. Bir görüşe göre bunun anlamı şudur: Seni müjdelediğimiz gibi sana onu vereceğiz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
İlgili ayetler incelendiğinde Kur’an’da zevc kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:
- Sadakat,
- Allah’ın dinine inanmada birlik,
- Üreme imkânı bulunmak,
- Nikâhlı olmak.
İmrae kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:
- İhanet (Aldatma),
- Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık,
- Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi),
- Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (Nüsha Dergisi, İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen Zevc ve İmrae Kelimeleri Üzerine)
Müfredat: Canlı varlıklardan eşleşen erkek ve dişi çiftlerin her birisine zevc dendiği gibi bunlardan ve diğer varlıklardan olan çiftlerin her birisine de zevc denir, mest ve ayakkabı gibi.
Zekeriya’nın (as) daha çocuğu olmadığı için karısından bahsederken zevc yerine “imrae” kullanılmıştır.
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزاًۜ وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يراً وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi di |
|
2 | رَبِّ | Rabbim |
|
3 | اجْعَلْ | o halde ver |
|
4 | لِي | bana |
|
5 | ايَةً | bir alamet |
|
6 | قَالَ | (Allah) dedi ki |
|
7 | ايَتُكَ | senin alametin |
|
8 | أَلَّا |
|
|
9 | تُكَلِّمَ | konuşamamandır |
|
10 | النَّاسَ | insanlarla |
|
11 | ثَلَاثَةَ | üç |
|
12 | أَيَّامٍ | gün |
|
13 | إِلَّا | başka |
|
14 | رَمْزًا | işaretten |
|
15 | وَاذْكُرْ | ve an |
|
16 | رَبَّكَ | Rabbini |
|
17 | كَثِيرًا | çok |
|
18 | وَسَبِّحْ | ve (O’nu) tesbih et |
|
19 | بِالْعَشِيِّ | akşam |
|
20 | وَالْإِبْكَارِ | ve sabah |
|
Zekeriyya İbranice bir isimdir ve Allah’ı çok zikreden anlamına gelir. “vezkur Rabbeke kesiran” ayeti de sanki ismin hakkını verir gibidir. (Esin Durgun)
Rameze رمز :
رَمْزٌ dudakla veya alçak bir ses çıkararak ya da kaşla ve göz kırparak işaret etmektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri rumuz ve Remzi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli رَبِّ ’dir. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur. رَبِّ kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.
Nidanın cevabı اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ ’dir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. ل۪ٓي car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. اٰيَةً birinci mef’ûlun bihtir.
قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزاًۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ’dir. اٰيَتُكَ mübtedadır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْ masdar harfidir. لاَ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. تُكَلِّمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur
ثَلٰثَةَ zaman zarfı, تُكَلِّمَ fiiline müteallıktır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا istisna edatıdır. رَمْزًا müstesna olup mansubtur.
Remz dudaklarla işaret demektir. Kaşlarla, gözlerle, ellerle, başla işaret etmek anlamına geldiğine dair görüşler de bulunur. Hem birinci hem ikinci babdan gelir. رَمْزًا kelimesinin mansub olması istisna sebebiyledir. اِلَّا edatından önceki cümleden anlaşılan bir sözden istisna olması caizdir. Çünkü onun yerine geçmektedir. Yahut اِلَّا burada لَكِنْ manasındadır ve istisnâ-i munkatıdır. Buna göre masdar olarak nasb edilir ve لَكِنْ اَرْمِزَ رَمْزًا şeklinde takdir edilir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يراً وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟
Fiil cümlesidir. اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. رَبَّ mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَث۪يرًا mef’ûlu mutlaktan naibtir.
وَ atıf harfidir. سَبِّحْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت’dir. بِالْعَشِيِّ car mecruru سَبِّحْ fiiline müteallıktır. الْاِبْكَارِ۟ atıf harfi وَ’la الْعَشِيِّ ’ye matuftur.
سَبِّحْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
سَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟ [Sabah akşam tesbih et.] Sabah akşam namaz kıl. Mücahid şöyle demiştir: Akşam, güneşin zevalinden batana kadar ki süredir. Bir görüşe göre akşam, gündüzün sonudur. Bir görüşe göre akşam, güneşin batmasından gecenin yarısına kadar ki vakittir. اَلْعَشَاءَ akşam yemeğidir. اَلْاِبْكَارُ, tan vaktinden kuşluk vaktine kadar ki süredir. Masdardan isme dönüşmüş ve bir vakit için konulmuştur. Fiili بَكَرَ - يَبْكُرُ - بُكُورًا - بُكْرًا - بَكِيرًا ve اَبْكَرَ - يُبْكِرُ - اِبْكَارًا şeklinde kullanılır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
اٰيَةًۜ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزاًۜ
Ayetin ikinci cümlesi şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli …اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ cümlesi, isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin haberi konumunda olan masdar-ı müevvel, menfi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. رَمْزًاۜ’in müstesna olduğu, istisna-i munkatıadır.
اٰيَت [alamet], ‘’Karımın hamile olduğunu öğrenebileceğim ve bu nimet bana geldiği vakit şükredebileceğim bir alamet ver’’ anlamındadır. “Bunun alameti, üç gün boyunca işaretten başka bir şekilde insanlarla konuşamamandır.” Sadece insanlarla konuşamaması bir ‘ayet’ olarak tahsis edilmiştir, çünkü böylece onun dilinin Allah’ı zikretme kudretine sahip olduğu halde sadece insanlarla konuşma kudretinin alınmış olduğunu öğrenmesi istenmiştir. Bunun için de [Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam-sabah tenzih ve takdis et.] denilmiştir. Yani, insanlarla konuşamadığın günlerde böyle yap denilmek istenmiştir ki bu, çok açık alametlerden biridir. (Keşşâf)
Cenab-ı Hak burada üç gün, Meryem Suresinde ise üç geceyi zikretmiştir. Böylece bu iki ayetin toplamı bu alametin, geceleriyle beraber üç günde olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَث۪يراً وَسَبِّـحْ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟
Son cümle وَ ’la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. وَ ’ın istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Emir üslubunda telebî inşâî isnaddır.
رَبَّكَ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. …سَبِّحْ cümlesi de aynı formda gelmiştir. Makabline matuftur.
Ayetteki الْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ۟ ifadesi, bütün zamanlardan kinayedir.
الْعَشِيِّ - الْاِبْكَارِ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları, اذْكُرْ- سَبِّحْ ve قَالَ - تُكَلِّمَ kelime grupları arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tefsirlerin çoğu: “'Bu nimet dolayısı ile insanlarla üç gün konuşma. Rabbini tesbih ile vakit geçir.” şeklinde açıklamışlardır. Fakat ayet yani delil olabilmesi için konuşamamak olması gerekir. Nitekim birçok mealde bu mana verilmiştir. (Ayet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’an Meali, Mahmut Kısa, Mustafa Yıldız)
Bir görüşe göre tesbihten murat namazdır, çünkü vakte bağlanmıştır. Bir başka görüşe göre tesbihten murat dille, zikirden maksat kalben zikirdir. (Ebüssuûd)
الْعَشِيِّ kelimesi, güneşin ufka doğru inmeye başladığı zamandan ufukta kayboluncaya kadar geçen zamanı ifade etmektedir. الْاِبْكَارِ۟ kelimesi ise bir kimse sabah erkenden bir iş için yola çıktığı zaman söylenen sözdür. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | bir zaman |
|
2 | قَالَتِ | demişti ki |
|
3 | الْمَلَائِكَةُ | Melekler |
|
4 | يَا مَرْيَمُ | Meryem |
|
5 | إِنَّ | şüphesiz |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | اصْطَفَاكِ | seni seçti |
|
8 | وَطَهَّرَكِ | ve temizledi |
|
9 | وَاصْطَفَاكِ | ve seni üstün kıldı |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | نِسَاءِ | kadınları |
|
12 | الْعَالَمِينَ | dünyaların |
|
عَنْ عَلِيٍّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ:
“خَيْرُ نِسَائِهَا مَرْيَمُ، وَخَيْرُ نِسَائِهَا خَدِيجَةُ.”
Ali b. Ebû Tâlib"den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“(Kendi döneminin) en hayırlı kadını Meryem’dir. Hatice de (kendi döneminin) en hayırlı kadınıdır.”
(B3815 Buhârî, Menâkıbü"l-ensâr, 20)
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ
وَ atıf harfidir. اِذْ zaman zarfı, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. قَالَتِ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. الْمَلٰٓئِكَةُ faildir.
Mekulü’l-kavli يَا مَرْيَمُ ’dur. قَالَتِ fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. يَا nida harfi, مَرْيَمُ münadadır.
Nidanın cevabı اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ ’dir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismidir.
اصْطَفٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. طَهَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. اصْطَفٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir كِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
عَلٰى نِسَٓاءِ car mecruru اصْطَفٰيكِ fiiline müteallıktır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفٰيكِ عَلٰى نِسَٓاءِ الْعَالَم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelam olan قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavlii nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı ise اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz içindir.
Konudaki önemine binaen tekrarlanan اصْطَفٰيكِ kelimesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ [Hani, melekler şöyle demişlerdi: Ey Meryem!] Rivayete göre melekler Hz. Meryem ile şifahen konuşmuşlardır ki bu ya Zekeriya’nın (as) mucizesi ya da İsa’nın (as) nübüvvetine yönelik bir hazırlıktır. “Şüphesiz Allah seni seçti.” yani seni daha başlangıçta annenden alıp kabul ederek, terbiye ederek ve sana çok yüce bir değer tahsis ederek seni seçti “ve tertemiz kıldı” yani çirkin fiillerden ve Yahudilerin atacağı iftiralardan arındırdı. “Seni dünya kadınlarından üstün tuttu.” Nihayet sana babasız olarak İsa’yı vermek suretiyle seni tüm dünya kadınları içerisinde seçkin kıldı. Zira bu, hiçbir kadına nasip olmamıştır.
Temizlemek kelimesinde istiare vardır.
Konu Zekeriya’dan (as) Meryem’e geçmiştir. Çünkü aslında konu zaten Meryem idi. Araya bir parantez cümlesi gibi Zekeriya (as) girmiştir. Allah her ikisine de mucizevi bir şekilde çocuk vermiştir.
Hz. İsa’nın adı da Allah tarafından konmuştur. Onun ilâh olduğu inancını red için her zaman Meryem oğlu İsa şeklinde anılmıştır.
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ ayetinde melekler zikredilmiş fakat Cebrail kastedilmiştir. Bu, zikr-i küll irade-i cüz (bütünü zikredip bir parçasının kastedilmesi) kabilindendir. Cüzün büyüklüğünü ifade eder. Bu sanata mecaz-ı mürsel denilir. (Safvetü’t Tefasir)
Bu ayette önce اصْطَفٰي (seçme, seçkin kılma), ikinci olarak temizleme, üçüncü olarak da tüm kadınlar üzerine mümtaz kılma bakımından اصْطَفٰي zikredilmiştir. Birinci اصْطَفٰي’nın, ikinci اصْطَفٰي ile aynı manada olması caiz değildir. Çünkü bir şeyi aynen tekrar etmek uygun düşmez. Binaenaleyh birinci اصْطَفٰي’yı, Hz. Meryem’in ömrünün ilk yıllarında başına gelen güzel işlere, ikinci اصْطَفٰي’yı ise ömrünün son yıllarında karşılaştığı güzel şeylere hamletmek gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
يَا nida harfidir. مَرْيَمُ münadadır. اقْنُت۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ي ise fail olarak mahallen merfûdur.
لِرَبِّ car mecruru اقْنُت۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَ atıf harfidir. اسْجُد۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ي ise fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. ارْكَع۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ي ise fail olarak mahallen merfûdur.
Mekân zarfı مَعَ kelimesi ارْكَع۪ي emir fiiline müteallıktır. الرَّاكِع۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.يَا مَرْيَمُ اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
Müstenefe cümlesi olan ayet nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Yine emir üslubunda gelmiş وَاسْجُد۪ي ve ارْكَع۪ي cümleleri اقْنُت۪ي cümlesine atfedilmiştir.
رَبِّكِ izafeti muzâfın ileyhin şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu takdirde Rab isminde tecrîd sanatı vardır.
ارْكَع۪ي - الرَّاكِع۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası, mürâât-ı nazîr sanatları ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اقْنُت۪ي- اسْجُد۪ي - ارْكَع۪يوَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayetteki fiillerde cüz’iyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Cüz’iyyet alakası: Bir şey söylenip bununla o şeyin tamamının kastedilmesidir. Yani cüz’ün söylenip bütünün murat edilmesidir. Bundan amaç mübalağadır. Buna zikr-i cüz irade-i kül de denir Bu ayet-i kerimelerde yer alan rüku ve secdeden murat namazdır. Namazın bir rüknü, tümü manasında kullanılmıştır. Bunlar namazın esaslarındandır. Bir şeyin bütününden bir cüz’ün zikredilmesi için cüz-kül arasında kuvvetli bir bağ olması lazımdır. Ayrıca mana ile siyak arasında da bir ilişki olması gerekir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)
اقْنُت۪ي لِرَبِّكِ وَاسْجُد۪ي Hz. Meryem’e gönülden ibadet [kunût] ve secde etmesi söylenerek ona “namaz” kılması emredilmiştir, zira bu ikisi namazın rükünlerindendir; sonrasında da ona وَارْكَع۪ي مَعَ الرَّاكِع۪ينَ [rükû edenlerle birlikte rükû et] denilmiştir ki bunun manası, “Namazın cemaatle olsun” ya da “Kendini namaz kılanlarla birlikte tanzim et, onların arasına dahil et, onlardan başkasının safında yer alma” şeklindedir. Onun döneminde bir grup insanın namazda secde ve kıyam yapıp rükû etmemeleri, diğer bir grup insanın ise rükû da yapıyor olmaları mümkündür, bu durumda ona, rükû etmeyenlerle değil, edenlerle birlikte olması emredilmiş olmaktadır. (Keşşâf)
Ey Meryem, Rabbine yani babasız çocuk sahibi olma durumuna boyun eğ, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et.
Yukarıda Allah ismi gelmişken burada Rab ismi gelmiştir. Rab isminde rububiyet manası yani terbiye, irşad manaları vurgulanır. Secde rükudan önce gelmiştir. Secde, rüku ve kunut; üçü de boyun eğmekle alakalı tabirlerdir.
Secde sadece namaz, diğeri ise cemaatle birlikte namaz diye yorumlanmış.
Vitr namazında okuduğumuz kunut duası tabiri bu ayette geçen ‘’boyun eğ’’ manasındaki اقْنُت۪ي fiilinin türevidir.
Bazen takdim, çoktan aza doğru gerçekleşir. Allah Teâlâ bu ayetinde ibadetlerin tümünü içine alan “kunut” ile başlamış, daha sonra “sücûd”u ve ondan sonra da rükû”yu zikretmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Beyânî Tefsir Metodu -Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî Örneği-)
وَاسْجُد۪ي وَارْكَع۪ي kelimelerinin başındaki atıf وَ’ı, tertibi değil beraberliği ifade eder. Kulun, Allah’a en yakın olduğu zaman secde ettiği zamandır. “Sizden biri mescide girdiği zaman iki secde yapsın yani iki rekat namaz kılsın.” buyurmuştur. Yine مسجد lafzı da سجود (secde etme) masdarından bir isimdir ki bundan maksat, secde edilecek değil, namaz kılınacak yer demektir. Bir de namazın en şerefli parçası secdedir. Bir şeyi en şerefli parçasının ismi ile adlandırmak, meşhur bir mecaz çeşididir. (Fahreddin er-Râzî)
Meryem’e yapılan nidanın tekrarı, bu nidadan sonra gelecek emirler olduğunu bildirmek; nimetlerin hatırlatılması ise bunun zikrine bir hazırlık ve gereğini yapmaya teşvik içindi.
Burada Rab unvanının zikredilmesi, emre boyun eğmenin vücubunun illet ve sebebini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Sücûdun takdimi şükür manasına dahil olması içindir, çünkü makam şükür makamıdır. يا مَرْيَمُ اقْنُتِي şeklinde nidanın tekrarı, halinin şaşılacak bir durum olması sebebiyledir. Zira ilk nida melekleri dinlemesi için kafidir. Dolayısıyla bu ikinci nida Meryem’in dikkatini çekmek ve halini yüceltmek içindir. (Âşûr)
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bunlar |
|
2 | مِنْ | -ndendir |
|
3 | أَنْبَاءِ | haberleri- |
|
4 | الْغَيْبِ | görünmez alemin |
|
5 | نُوحِيهِ | vahyettiğimiz |
|
6 | إِلَيْكَ | sana |
|
7 | وَمَا |
|
|
8 | كُنْتَ | sen değildin |
|
9 | لَدَيْهِمْ | onların yanında |
|
10 | إِذْ | zaman |
|
11 | يُلْقُونَ | attıkları |
|
12 | أَقْلَامَهُمْ | (kur’a) oklarını |
|
13 | أَيُّهُمْ | hangisi |
|
14 | يَكْفُلُ | kefil olacak (diye) |
|
15 | مَرْيَمَ | Meryem’e |
|
16 | وَمَا |
|
|
17 | كُنْتَ | sen değildin |
|
18 | لَدَيْهِمْ | yanlarında |
|
19 | إِذْ | zaman |
|
20 | يَخْتَصِمُونَ | birbirleriyle çekiştikleri |
|
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ
İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. مِنْ اَنْبَٓاءِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealıktır. الْغَيْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
نُوح۪يهِ fiili الْغَيْبِ ’nin hali olarak mahallen mansubtur. اِلَيْكَ car mecruru نُوح۪يهِ fiiline müteallıktır.
ذٰلِكَ [Bunlar] ifadesi buraya kadar anlatılan Zekeriya (as), Yahya (as), Hz. Meryem ve İsa (as) ile ilgili haberlere işarettir. Yani “Bütün bunlar senin ancak vahiy yoluyla bilebileceğin gayb haberleridir.” manasındadır.
Şayet “Neden Peygamberin (sav) onları ve olup bitenleri görmediği ifade edilmiş; buna karşılık O’nun bu tür haberleri duymuş olabileceği ihtimali olumsuzlanmamıştır. Oysa zaten onun bütün bunları görmediği şeksiz şüphesiz malum iken duymamış olduğu şaibeli değil midir?’’ dersen, şöyle derim: Muhataplar Peygamberin (sav) okuma bilmediğini ve geçmişin haberlerini dinlememiş olduğunu kesin olarak biliyorlardı. Ayrıca vahyi de inkâr ediyorlardı.
Bu durumda geriye sadece Peygamberin (sav) bütün bunları görmüş olması ihtimali kalıyordu ki bu da son derece imkânsız bir durum idi. İşte bu yüzden burada Peygamberin (sav) okuma ya da dinleme yoluyla bilgi almadığını bildikleri halde vahyi inkâr edenlerin durumları alaya alınırcasına, onun bütün bunları görmediği söylenmiştir. (Keşşâf)
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كُنْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. تَ muttasıl zamiri, كَاَنَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. لَدَيْهِمْ mekân zarfı كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْ, zaman zarfı, mahzuf habere müteallıktır. يُلْقُونَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ cümlesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. اَقْلَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَيُّ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَكْفُلُ fiili اَيُّهُمْ ’un haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. مَرْيَمَ mef’ûlun bihtir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
يُلْقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındadır. Sülâsîsi لقي’dır. İf’âl babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
Şayet, ‘’اَيُّهُمْ يَكْفُلُ [Hangisi kefil olacak?] ifadesi neye taalluk eder?’’ dersen, şöyle derim: يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ [Kalemlerini atıyorlardı.] ifadesinin delalet ettiği hazfedilmiş bir ifadeye taalluk eder; sanki يُلْقُونَهَا يَنْظُرُونَ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ (Kalemlerini atıyorlar ve hangisi kefil olacak diye bekliyorlardı.) ya da يُلْقُونَهَا لِيَعْلَمُونَ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ (Hangisinin kefil olacağını bilmek için kalemlerini atıyorlardı.) veya “kalemlerini atıyorlar ve ‘hangisi kefil olacak?’ diyorlardı.” denilmiştir. (Keşşâf)
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كُنْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. تَ muttasıl zamiri, كَاَنَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. لَدَيْهِمْ mekân zarfı كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذْ, zaman zarfı, mahzuf habere müteallıktır. يَخْتَصِمُونَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَخْتَصِمُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خصم’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۜ
Fasılla gelen ayet müstenefedir. İsim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede مِنْ اَنْبَٓاءِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
Ayetteki ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Burada işaret edilen, haberlerdir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
لِرَبِّكِ ifadesindeki gaip zamirden bu ayette نُوح۪يهِ’deki cemi mütekellim zamire iltifat edilmiştir.
Uzak için kullanılan ve daha önceki harikulade olayları gösteren ذٰلِكَ ism-i işareti, bu hadiselere mazhar olanların şanının ve faziletteki mertebelerinin yüceliğine delalet eder. (Ebüssuûd)
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ
وَ ’la gelen hal cümlesi, menfi كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كاَن’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mekân zarfı لَدَيْهِمْ ve zaman zarfı اِذْ, bu mahzuf habere müteallıktır. يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ cümlesi muzâfun ileyhdir. Müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَۖ cümlesi, mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubtur.
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Önceki …مَا كُنْتَ ’ye matuf olan bu cümle de isim cümlesi formunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاَن’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mekân zarfı لَدَيْهِمْ ve zaman zarfı اِذْ, bu mahzuf habere müteallıktır. يَخْتَصِمُونَ cümlesi muzâfun ileyhtir. Müsbet fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ ibaresi ayetin konusunda önemli bir husus olması sebebiyle tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذٰلِكَ [Bunlar] ifadesi buraya kadar anlatılan Zekeriya (as), Yahya (as), Hz. Meryem ve İsa (as) ile ilgili haberlere işarettir. Muhataplar Peygamberin (sav) okuma bilmediğini ve geçmişin haberlerini dinlememiş olduğunu kesin olarak biliyorlardı. Ayrıca vahyi de inkâr ediyorlardı. Bu durumda geriye sadece Peygamberin (sav) bütün bunları görmüş olması ihtimali kalıyordu ki bu da son derece imkânsız bir durum idi. İşte bu yüzden burada Peygamberin (sav) okuma ya da dinleme yoluyla bilgi almadığını bildikleri halde vahyi inkâr edenlerin durumları alaya alınırcasına, onun bütün bunları görmediği söylenmiştir
اَقْلَامَهُمْ [Kalemlerini…] Kalemden maksat, kura çekmek için nehre attıkları fal oklarıdır. Bir görüşe göre bu kalemler Tevrat yazarken kullandıkları kalemlerdir, Meryem’e hürmeten, onun kurasında bu kalemleri kullanmışlardır. اِذْ يَخْتَصِمُونَ [çekişirlerken] yani Meryem’i kimin alacağı, kimin ona kefil olacağı konusunda rekabet ederlerken… “Hangisinin kefil olacağını bilmek için kalemlerini atıyorlardı.” veya “Kalemlerini atıyorlar ve ‘hangisi kefil olacak?’ diyorlardı.” denilmiştir (Keşşâf)
Ayetin öncesinde ve sonrasında Meryem ve İsa’nın (as) kıssası anlatılırken “Meryem’e kefil olma konusunda kalemlerini atarlarken” ifadesi ile konu Zekeriyya (as)’a dönmüş, nitekim sonra tekrar söz konusu mevzuya dönülmüştür. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ (Sen onların yanında değildin.) ibaresinin tekrarı, Peygamberimizin (sav) nübüvvetine delalet eden iki ayrı şehadettir. Çünkü Resulullah (sav),
- ne onların kalemlerini attıkları sırada,
- ne de Meryem’in kefaleti için çekiştikleri sırada yanlarında bulunuyordu. Bunlar vahiy yoluyla kendisine bildirilen gayb haberlerindendi.
Özellikle onların çekişmelerinden, kuradan önceki nizaları kastedildiği takdirde bu daha da bariz olarak ortaya çıkar. Çünkü zikirde (anlatımda) tertibin bozulması, bu yorumu teyit eder. (Ebüssuûd)
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهاً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | hani |
|
2 | قَالَتِ | demişti |
|
3 | الْمَلَائِكَةُ | Melekler |
|
4 | يَا مَرْيَمُ | Meryem |
|
5 | إِنَّ | şüphesiz |
|
6 | اللَّهَ | Allah |
|
7 | يُبَشِّرُكِ | seni müjdeliyor |
|
8 | بِكَلِمَةٍ | bir kelime ile |
|
9 | مِنْهُ | kendisinden |
|
10 | اسْمُهُ | onun adı |
|
11 | الْمَسِيحُ | Mesih’dir |
|
12 | عِيسَى | Îsa |
|
13 | ابْنُ | oğlu |
|
14 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
15 | وَجِيهًا | yüzdedir (şereflidir) |
|
16 | فِي |
|
|
17 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
18 | وَالْاخِرَةِ | ve ahirette |
|
19 | وَمِنَ |
|
|
20 | الْمُقَرَّبِينَ | ve (Allah’a) yakın olanlardandır |
|
Ebû Hüreyre"den nakledildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Meryem ile oğlu dışında her âdemoğluna annesinden doğduğu gün şeytan dokunur.”(M6135 Müslim, Fedâil, 147) Hadislerle İslâm Cilt 6 Sayfa 91
اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ
اِذْ, zaman zarfı, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. قَالَتِ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. الْمَلٰٓئِكَةُ faildir. Mekulü’l-kavli يَا مَرْيَمُ’dur. قَالَتِ fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. يَا nida harfi, مَرْيَمُ münadadır.
Nidanın cevabı اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ’dir. اِنَّ tekit harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismidir. يُبَشِّرُكِ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِكَلِمَةٍ car mecruru يُبَشِّرُكِ fiiline müteallıktır. مِنْهُ car mecruru كَلِمَةٍ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهاً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
Cümle كَلِمَةٍ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
İsim cümlesidir. اِسْمُهُ mübtedadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْمَس۪يحُ haberdir. ع۪يسَى kelimesi الْمَس۪يحُ’den bedeldir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. ابْنُ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyhtir.
وَج۪يهًا kelimesi كَلِمَةٍ ’in hali olarak mansubtur. فِي الدُّنْيَا car mecruru وَج۪يهًا ’e müteallıktır. الْاٰخِرَةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. الْمُقَرَّب۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Nahivcilere göre Meryem مَفْعَلَ veznindedir. Zira kelime yapıları arasında عِثْيَرْ [toz duman] ve عُلْيَبْ [bir vadi] kelimelerinin aksine ilk harfi fethalı فَعْيَلاً vezni bulunmamaktadır. (Keşşâf)اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهاً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
Zaman zarfı اِذْ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. قَالَتِ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı ise اِنَّ ile tekid edilmiş subut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz içindir.
Haber olan يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahallen merfû olan haberin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiil, muhatabın olayı gözünde canlandırmasını sağlayarak dikkatini canlı tutar.
Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelam olan اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ cümlesi, بِكَلِمَةٍ için sıfattır. وَج۪يهًا haldir. Ayette hal ve sıfatlar nedeniyle ıtnâb vardır.
Bu ayet 42. ayet gibi başlamıştır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
اِذْ قَالَتِ ifadesi 42. ayetteki اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ [hani melekler demişti ki] ifadesinden bedeldir; ancak 44. ayetteki اِذْ يَخْتَصِمُونَ [çekişirlerken] ifadesinden bedel olması da mümkündür. Zira Hz. Meryem’e kimin kefil olacağı konusunda çekişme ve ona verilen müjde, geniş bir zaman zarfı içerisinde meydana gelmiş olaylardır. Ayette hitap Hz. Meryem’e olduğu halde ayette “oğlun İsa” yerine [Meryemoğlu İsa] ifadesi kullanılmıştır. Çünkü çocuklar analarına değil babalarına nisbet edilirler. Burada “Meryemoğlu” denilerek onun annesine nispet edildiği bildirilmiş ve onun babasız dünyaya geldiği, bu yüzden babaya nispet edilmediği ifade edilmiş olmaktadır. Böylece Hz. Meryem dünyanın diğer kadınlarından üstün kılınmış, onların arasından seçilmiş olmuştur. Ayette müennes bir kelime olan كَلِمَةٍ sözcüğüne işaret eden zamir müzekkerdir. Çünkü bu kelimenin müsemması olan İsa müzekkerdir. (Keşşâf)
Ey Meryem, muhakkak ki Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor, onun ismi Mesih, Meryem oğlu İsa’dır. Burada ‘senin oğlun’ şeklinde buyurulmamıştır. Dolayısıyla tecrîd vardır.
Mesih onun lakabı olmasına rağmen önce gelmiştir. Böyle çok kullanım yoktur.
Meryem oğlu İsa olarak bahsedilmesi, onun ilâh olmadığını vurgulamak içindir.
وَج۪يهًا, şerefli demektir. Dünya ve ahirette şerefine, mukarrebînlerden olduğuna ve Allah katındaki değerinin büyüklüğüne dikkat çekilir. وَج۪يهًا - الْمُقَرَّب۪ينَۙ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Yukarıda Zekeriyya’nın (as) çocuğundan da “kelime” olarak bahsedilmişti. İkisi için de “kelime” kullanılmıştır. Alışılmışın dışında bir şekilde mucize kabilinden Allah’ın müdahalesi ile doğmuşlardır.
Mesih, mesh eden buyurulması; mesh ederek ama olanların gözlerini açması dolayısıyladır.
بِكَلِمَةٍ Allah tarafından garip bir kelime, bir fiil ve tesir, normal dışı bir yaratma işi, manalı bir eser demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Vecih: Vecahetli, şeref sahibi, yani kuvvetli, şerefli, itibarlı, dünyada peygamberliğinin şerefi, ahirette şefaatinin itibarı ve cennette derecesi yüksektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bu ayet, “Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı…” (Âl-i İmran 42) ayetinin izahıdır. Bu iki ayet arasındaki bölümler, ara cümleler kabilindendir. Bu ayet, geçen kısımlara hem izah hem de benzerleri gibi Peygamberimizin (sav) nübüvvetine şehadet eden delillerdendir. (Ebüssuûd)
Kur’ân-ı Kerim’de, peygamberlerin duaları bize neyi nasıl istememiz gerektiğini öğretiyor.
Bu hayatta herkesin istedikleri var. Ömür, sağlık, para, evlilik, evlat, eğitim ve iş.
Yıllar önce her duanın başına "hayırlı" eklenmesine gerçekten gerek var mı diye sorardım. Yaşadığımız zorlu ve kolay her şey bizim için en hayırlısı ama ettiğimiz kısıtlı dualarla çeşitli imtihanlara sebep olunabildiğini de öğrendim. Bir nevi varacağımız yere giden yolu, kendi dalgınlığımızla uzatmak gibi.
İstediğimiz, görünürde iyi sandıklarımız da dönüp bizi ısırabiliyormuş. Bir o tarafa, bir bu tarafa savurup kendisini istediğimiz duaları tek tek hatırlatıyormuş. Yemeğe aldanıp uçuruma uçan hayvan gibi bizi maddi ve manevi uçurumun kıyısına çekebiliyormuş. Israrla isteyip de şu an sahip olamadıklarımız, belki nefsimizin fıtratına uygun değil, belki hazır değiliz, belki de -Allah korusun- bizi kibir gibi istenmeyen hallere düşürecek. Bir kul, Allah yolunda olmadıktan sonra sahip olduklarının faydası kalır mı? Sahip olduğu şeyi istediğine pişman olduktan sonra elindekinin kıymetini bilir mi?
İstediğimizin olmama ihtimali kalbimizi kırsa dahi, her şeyin hayırlısını isteyelim. Elde ettiğimiz her dünyevi güzellikle beraber Allah'ın yolunda kalmak için güçlü iman isteyelim. Tek bir insana, tek bir karaktere, tek bir nesneye odaklanmadan, dualarımızı geniş ve ferah tutalım inşaAllah. Sahip olamadıklarımızı, toplumun baskısıyla, dünyevi sebeplere bağlamadan “demek ki hakkımda hayırlısı buymuş, Rabbim belki hazır olduğumda, belki ahirette en güzelini verecek” diyebilelim. Sahip olamadıklarımızdaki kayıp mutluluğu aramaktan dolayı sahip olduklarımıza şükretmeme gafletine düşmekten Allah'a sığınalım.
Rabbim senden ömrün, malın, evliliğin, eşin, evladın, dostun, ilmin, mesleğin ve ölümün hayırlısını isterim. Nefsime yenik düşüp cahil ve kısıtlı dualar etmekten sana sığınırım. Senden hem dünyamda, hem de ahiretimde güzellik isterim. Beni salih kulların arasına kat. Salih kullarınla karşılaştır ve beni onlara, onları da bana sevdir.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji