بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَاباً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَاسْتَجَابَ | ve karşılık verdi |
|
2 | لَهُمْ | onlara |
|
3 | رَبُّهُمْ | Rableri |
|
4 | أَنِّي | elbette ben |
|
5 | لَا |
|
|
6 | أُضِيعُ | zayi etmeyeceğim |
|
7 | عَمَلَ | işini |
|
8 | عَامِلٍ | (hiçbir) çalışanın |
|
9 | مِنْكُمْ | sizden |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | ذَكَرٍ | erkek |
|
12 | أَوْ | veya |
|
13 | أُنْثَىٰ | kadın |
|
14 | بَعْضُكُمْ | hepiniz |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | بَعْضٍ | birbirinizdensiniz |
|
17 | فَالَّذِينَ | kimseler |
|
18 | هَاجَرُوا | göç eden(ler) |
|
19 | وَأُخْرِجُوا | ve çıkarılanlar |
|
20 | مِنْ | -ndan |
|
21 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
22 | وَأُوذُوا | ve işkence edilenler |
|
23 | فِي |
|
|
24 | سَبِيلِي | benim yolumda |
|
25 | وَقَاتَلُوا | ve vuruşanlar |
|
26 | وَقُتِلُوا | ve öldürülenler |
|
27 | لَأُكَفِّرَنَّ | elbette örteceğim |
|
28 | عَنْهُمْ | onların |
|
29 | سَيِّئَاتِهِمْ | kötülüklerini |
|
30 | وَلَأُدْخِلَنَّهُمْ | ve onları sokacağım |
|
31 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
32 | تَجْرِي | akan |
|
33 | مِنْ | -ndan |
|
34 | تَحْتِهَا | altları- |
|
35 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
36 | ثَوَابًا | bir karşılık olarak |
|
37 | مِنْ |
|
|
38 | عِنْدِ | katından |
|
39 | اللَّهِ | Allah |
|
40 | وَاللَّهُ | Allah |
|
41 | عِنْدَهُ | katındadır |
|
42 | حُسْنُ | en güzeli |
|
43 | الثَّوَابِ | karşılıkların |
|
Rivayete göre müminlerin annesi Ümmü Seleme, “Ey Allah’ın rasûlü! Yüce Allah Kur’ân’da (erkeklerin hicretini övüyor), kadınların hicreti hakkında hiçbir şey söylemiyor” demiş, bunun üzerine bu âyet inmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 5; İbn Kesîr, I, 165). Bu rivayetten de anlaşılacağı üzere Kur’ân’da hicret ve cihadın önemi Arap dilinde erkekler için kullanılan fiil kalıplarıyla vurgulandığından hanımlar, burada vaad edilen mükâfatlarda kendilerinin payının olup olmayacağı konusunda tereddüt etmişler, Allah bu âyeti indirerek kadınların amellerin karşılığı konusunda erkeklerden ayrı tutulmadığını haber vermiştir. Çünkü onlar da erkeklerle beraber Allah yolunda çeşitli eziyet ve işkencelere katlanmışlar; müşriklerin baskıları neticesinde hicret etmeye ve yurtlarından çıkmaya mecbur kalmışlardır. Nitekim gerek Habeşistan’a gerekse Medine’ye erkeklerle birlikte müslüman hanımlar da hicret etmişler ve hicretin sıkıntılarına onlarla birlikte katlanmışlardı.
Savaşlara gelince, müslüman hanımlar bu cihada da –uygun şekillerde– katılarak sevabından paylarını alırlar. Nitekim Hz. Peygamber zamanında ve sonrasında bazı hanımların savaşa katılarak hastalara bakma, yaralıları tedavi etme, askerlere su verme vb. hizmetler gördükleri, hatta gerektiğinde düşmanla yiğitçe vuruştukları bilinmektedir. Uhud Savaşı’nda Medine’de kalıp savunma savaşı yapmayı teklif edenler savaşta hanımlardan ve çocuklardan da yararlanmayı düşünmüşlerdi; Rasûlullah da bu grubun içindeydi (bk. Buhârî, “Cihâd”, 62-68; Müslim, “Cihâd”, 134-137).
Unutmamak gerekir ki müslüman askerleri tedavi edip sağlığına kavuşturmak, düşman askerlerini etkisiz hale getirmek için savaşmak kadar değerli olduğu gibi bilfiil savaşacak askerleri yetiştirmek ve onlara mânevî destek sağlamak da savaştaki başarının önemli bir parçasıdır. Allah, erkek olsun kadın olsun, kendi yolunda cihada katılanların günahlarını affedeceğini ve onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarak ödüllendireceğini vaad etmiştir. Bu ödül insanların hayal edemeyeceği kadar güzel ve değerlidir. Hz. Peygamber de Allah yolunda şehit olanların, kul hakları hariç bütün günahlarının affedileceğini haber vermektedir. (İbn Kesîr, II, 166; “sevap” hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/145) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اسْتَجَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru اسْتَجَابَ fiiline müteallıktır.
رَبُّهُمْ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdarı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte اسْتَجَابَ fiiline müteallıktır.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir ي zamiri اَنَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَٓا اُض۪يعُ cümlesi اَنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُض۪يعُ merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri انا’dir. عَمَلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَامِلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْكُمْ car mecruru عَامِلٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. مِنْ ذَكَرٍ car mecruru عَامِلٍ kelimesinin mahzuf haline veya ikinci sıfatına müteallıktır. اُنْثٰى kelimesi atıf harfi اَوْ ile ذَكَرٍ ‘ye matuftur. اُنْثٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اسْتَجَابَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جوب ‘dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ
İsim cümlesidir. بَعْضُكُمْ mübtedadır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ بَعْضٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي
فَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هَاجَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اُخْرِجُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul
و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru اُخْرِجُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي cümlesi atıf harfi وَ ‘la هَاجَرُوا ‘ye matuftur. اُو۫ذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يل۪ي car mecruru اُو۫ذُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir olan ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَاجَرُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ‘dir. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ
قَاتَلُوا وَقُتِلُوا cümlesi atıf harfi وَ’la هَاجَرُو’ye matuftur.
لَ mahzuf kasemin başına gelen vakıadır. اُكَفِّرَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. اُكَفِّرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
عَنْهُمْ car mecruru اُكَفِّرَنَّ fiiline müteallıktır. سَيِّـَٔاتِهِمْ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ cümlesi atıf harfi وَ’la kasemin cevabına matuftur. لَ mahzuf kasemin başına gelen vakıadır. اُدْخِلَنَّهُمْ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. اُدْخِلَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. تَجْرِي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
مِنْ تَحْتِهَا car mecruru الْاَنْهَارُ’nun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا’nın muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri; من تحت أشجارها (ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir. اُكَفِّرَنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ثَوَاباً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
ثَوَابًا kelimesi mef’ûlu mutlaktan naibtir. مِنْ عِنْدِ car mecruru ثَوَابًا’in mahzuf sıfatına müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثَوَابًا [Bir sevap olarak] kelimesi tekid edici masdar durumunda olup sevap verme veya ödüllendirme anlamındadır. Hem de “Allah katından verilen” bir sevaptır, çünkü لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ [kötülüklerini elbette örteceğim] ve وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ [onları cennetlere sokacağım] ifadesi, onları ödüllendireceğim anlamındadır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ [Allah katında] ifadesi temsili olup “O’na, O’nun kudret ve ihsanına mahsus, başkasının ödüllendiremeyeceği, kendisine güç yetiremeyeceği bir mükâfat” demektir. Bir kimsenin o anda yanında olmasa da onun kendisine mahsus ve gücü dahilinde olduğunu ifade etmek üzere “senin istediğin benim yanımda” demesi gibi. (Keşşâf)
وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı olup mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حُسْنُ muahhar mübtedadır. الثَّوَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ
فَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede car mecrurun faile takdimi, o kişileri şereflendirmek içindir.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle gelmesi, yine o kişilere Allah Teâlâ’nın rahmetinin göstergesidir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Rabb isminin zikri tecrîd sanatıdır.
رَبُّهُمْ izafeti, muzâfun ileyh olan هُمْ zamirinin işaret ettiği kişilerin şanı içindir.
Masdar ve tekid harfi اَنّ۪ ve akabindeki اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ cümlesi, isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel takdir edilen ب harfiyle birlikte اسْتَجَابَ fiiline müteallıktır.
Masdar tevilindeki bu isim cümlesinde müsnedin menfi mazi fiille gelmesi, hükmü takviye ve isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle kasr ifade eder. Allah’ın amelleri zayi etmeyeceği kesindir.
Cümlede gaib zamirinden müfret mütekellim zamirine iltifat vardır.
عَمَل - عَامِلٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, ذَكَرٍ - اُنْثٰىۚ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Amel edenlerin kadın ve erkek olarak sayılması taksim sanatı, sizden amel edenler dendikten sonra bedel-i mutabık olan kadın ve erkek açıklaması ıtnâb sanatıdır.
اَنّ۪ي tekid ifadesidir. Müslümanların hiçbirinin amelinin kesinlikle zayi edilmeyeceğine vurgu yapılmıştır. Ayetin devamında kadın erkek ifadeleri de kullanılarak bu durum daha da netleştirilmiştir. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı, Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)
بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ
Kemâl-i ittisâllle gelen cümle عَامِلٍ’den haldir. اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ cümlesiyle, فالذين هاجَرُواْ cümlesi arasında itiraziyye olduğu da söylenmiştir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. بَعْضُكُمْ mübteda, haber ise مِنْ بَعْضٍۚ’nin mahzuf müteallakıdır.
Ayette iki kere geçmiş olan بَعْضٍ kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَاباً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
فَ istînâfiyyedir. Bahsi geçen kişileri tazim etmek ve olayın önemini vurgulamak kastıyla müsnedün ileyh ism-i mevsûlle gelmiştir. Tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası هَاجَرُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müteakip aynı üsluptaki وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ ,وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي ,وَقَاتَلُوا ,وَقُتِلُوا cümleleri, sıla cümlesi هَاجَرُوا’ya matuftur. Vasıl sebebi temasüldür.
سَب۪يل۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan mütekellim zamirine muzâf olan سَب۪يل۪ şan ve şeref kazanmıştır.
ف۪ي سَب۪يل۪ي ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayrıca سَب۪يل۪ي ibaresinde de istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
…لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ cümlesine dahil olan لَ mahzuf kasemin cevap harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâzı hazif sanatıdır. Kaseme delalet eden lam ve nûn-u sakileyle tekid edilmiş لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Aynı üsluptaki لَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ cümlesi makabline tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.
Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Allah yolunda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenler sayıldıktan sonra bu gruplar cennete girmekte cem edilmişlerdir. Cem’ ma’at-taksim sanatıdır.
هَاجَرُوا - اُخْرِجُوا ,اُو۫ذُوا - قُتِلُوا, kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَاتَلُوا - قُتِلُوا kelimeleri arasında iştikak cinası, هَاجَرُوا - اُخْرِجُوا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve bütün bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
جَنَّاتٍ’deki tenvin tazim ve nev içindir.
قَاتَلُوا - هَاجَرُوا kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
اُدْخِلَنَّهُمْ - اُخْرِجُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ cümlesi, جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ثَوَابًا mahzuf fiilin tekid ifade eden mef’ûlü mutlakı veya جَنَّاتٍ ’den ya da لَاُدْخِلَنَّهُمْ’daki هُمْ ’dan haldir. ثَوَابًا ,مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ ’in mahzuf sıfatına mütallıktır.
ثَوَابًا ’de irsâd sanatı vardır. Tekid edici masdardır. (Beyzâvî)
عِنْدِ اللّٰهِۜ izafetinde, عِنْدِ lafza-i celâle muzâf olduğu için şan ve şeref kazanmıştır.
Cümlenin başındaki mütekellim zamirinden cümlenin sonunda zahir isme iltifat edilmiştir.
لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ ifadelerinin başındaki ل yemin lamıdır. İfadelerin sonlarında da tekid nunu yer almıştır. Böylece Allah yolunda hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Allah yolunda cihad edenler ve şehid olanların günahlarının kesin olarak affedileceği ve altından ırmaklar akan cennetlere konulacakları vurgulanmıştır. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı, Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)
وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlenin müsnedi isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عِنْدَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Bu takdim tahsis ifade eder. Sevabın en güzeli sadece Allah katındadır.
Muahhar mübteda حُسْنُ الثَّوَابِ izafetle marife olmuş veciz ifadedir.
عِنْدَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması عِنْدَ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Zamir makamında zahir isim اللّٰهُ lafzı zikredilerek zihinlere yerleştirmek amacıyla lafza-i celâl tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ
Her ne kadar söze Hz. Peygamber’e hitap eden bir ifade ile başlanmışsa da asıl muhatap ümmetidir. Râzî’nin kaydettiğine göre bazı müminler ticaretle uğraşan Mekke müşriklerinin nimetler içerisinde yaşadıklarını görünce, “Allah’ın düşmanları refah içinde yaşıyorlar, biz ise açlıktan ve takatsizlikten ölüyoruz” demişler, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
غَرَّ gaflet anında yakalayıp istediğini alma demektir. Bu kelimenin aslı bir şeydeki belirgin iz anlamındaki ٌغَرّ kökünden gelmektedir. غَرُور ; insanı kandıran mal,makam,şehvet ve şeytan gibi herşeydir.
Örneğin غارَتِ النّاقَة 'devenin sütü azaldı; fakat daha önce azalmayacağı zannediliyordu,sanki deve sahibini kandırmış oldu' demek olur. غَرَر: tehlike de ٌغَرَّ kökünden gelir. (Müfredat) Türkçedeki kullanımları gurur ve mağrur'dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kur’ân- ı Kerim'de türevleriyle birlikte 27 kez geçmiştir. (Mucemul Mufehres)
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَغُرَّنَّكَ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. يَغُرَّنَّكَ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. تَقَلُّبُ fail olup lafzen merfûdur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْبِلَادِ car mecruru تَقَلُّبُ’ye müteallıktır.
لَا يَغُرَّنَّكَ [Sakın seni aldatmasın] hitabı Peygambere (s.a.) veya herkese olup “Onların sahip oldukları bol rızık ve diğer nimetlere, dünyalık elde etmiş olmalarına, dünya hazlarına sahip olmalarına bakma; onların görünürde yeryüzünde genişleyip tasarruflarda bulunmalarına, ticaret yapıp kazanç elde etmelerine, servet yığmalarına ve önde gelenlerin hep bunlardan olmasına aldanma!” demektir. (Keşşâf)لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ
Ayet, müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ müsnedün ileyh olan تَقَلُّبُ ’ya muzâf olmuştur. كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ mevsûlün, kendisini her zaman takip eden sılasıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kâfirlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri onları tahkir amacına matuftur.
[Seni aldatmasın] sözünde sebebe isnad vardır. Bu üslup mübalağa ifade eder.
Başıboş dolaşmak yerilmiştir.
[Sakın seni aldatmasın] hitabı Peygambere (s.a.) veya herkese olup “Onların sahip oldukları bol rızık ve diğer nimetlere, dünyalık elde etmiş olmalarına, dünya hazlarına sahip olmalarına bakma; onların görünürde yeryüzünde genişleyip tasarruflarda bulunmalarına, ticaret yapıp kazanç elde etmelerine, servet yığmalarına ve önde gelenlerin hep bunlardan olmasına aldanma!” demektir. (Keşşâf)
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
Riyazus Salihin, 464 Nolu Hadis
Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”
Müslim, Cennet 55
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
İsim cümlesidir. مَتَاعٌ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هو şeklindedir. Yani التقلّب demektir. قَل۪يلٌ kelimesi مَتَاعٌ’un sıfatıdır.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. مَأْوٰيهُمْ mübtedadır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haberdir.
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ [Az bir zevk…] cümlesi mahzuf bir mübtedanın haberi olup “o” yani diyar diyar dolaşmak “az bir zevktir” şeklinde mukadderdir. Bu azlıkla, onun kaçırdıkları ahiret nimetleri yanında veya Allah’ın müminler için hazırladığı nimetlere nazaran azlığı veya sona erecek olduğu ve sonu olan her şeyin de az olduğu gerekçesiyle onun zâtî azlığı murad edilmiştir. (Keşşâf)
وَبِئْسَ الْمِهَادُ
وَ istinâfiyyedir. بِئْسَ, zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمِهَادُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri جهنّم şeklindedir.
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
Müstenefe olarak fasılla gelmiş ta’lil cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مَتَاعٌ, takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. قَل۪يلٌ kelimesi مَتَاعٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Makabline ثُمَّ ile atfedilen مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ cümlesi de sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade amacına matuftur.
Cehennemin sığınılacak yer olması ifadesinde istiare vardır. Alay içindir. Sığınılacak yer insanın sıkıntılardan kaçarak kurtulduğu yerdir, onlar kendilerinin rahat olacaklarını zannettiler. İşte size rahat, alın rahat yatağı, der gibidir. Onlar bu dünyada din ile alay ediyorlardı, bu sözlerde de onlara karşı alay vardır.
Kaçacak hiçbir yeri olmayanlar adeta kurtuluş yeri olarak cehenneme giderler.
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ [Az bir zevk…] cümlesi mahzuf bir mübtedanın haberi olup “o” yani diyar diyar dolaşmak “az bir zevktir” şeklinde mukadderdir. Bu azlıkla, onun kaçırdıkları ahiret nimetleri yanında veya Allah’ın müminler için hazırladığı nimetlere nazaran azlığı veya sona erecek olduğu ve sonu olan her şeyin de az olduğu gerekçesiyle onun zâtî azlığı murad edilmiştir. (Keşşâf)
وَبِئْسَ الْمِهَادُ
وَ istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri جهنم’dir.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
الْمِهَاد [Yatak] lafzı, tehekkümî istiaredir. Dünyada rahatı, zevki, safayı tercih edip Allah’ın ayetlerini alaya alanlar aynı alay üslubu ile cezalandırılmıştır.
Burada beşik-yatak kelimesinde istiare vardır. Alay içindir. Beşik insanın rahat edeceği yerdir, onlar kendilerinin rahat olacaklarını zannettiler. İşte size rahat, alın rahat yatağı, der gibidir. Sığınak da aynı şekildedir. Azapla müjdelemek de öyledir. Onlar bu dünyada din ile alay ediyorlardı, bu sözlerde de onlara karşı alay vardır.
Kaçacak hiçbir yeri olmayanlar adeta kurtuluş yeri olarak cehenneme giderler.
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلاً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَٰكِنِ | fakat |
|
2 | الَّذِينَ | kimselere |
|
3 | اتَّقَوْا | korkan(lara) |
|
4 | رَبَّهُمْ | Rablerinden |
|
5 | لَهُمْ | vardır |
|
6 | جَنَّاتٌ | cennetler |
|
7 | تَجْرِي | akan |
|
8 | مِنْ | -ndan |
|
9 | تَحْتِهَا | altları- |
|
10 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
11 | خَالِدِينَ | ebedi kalacaklar |
|
12 | فِيهَا | orada |
|
13 | نُزُلًا | ağırlanacaklardır |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | عِنْدِ | tarafından |
|
16 | اللَّهِ | Allah |
|
17 | وَمَا | bulunanlar ise |
|
18 | عِنْدَ | yanında |
|
19 | اللَّهِ | Allah |
|
20 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
21 | لِلْأَبْرَارِ | iyiler için |
|
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلاً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
لٰكِنِ istidrak harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقَوْا رَبَّهُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّقَوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. جَنَّاتٌ muahhar mübtedadır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline müteallıktır. الْاَنْهَار kelimesi, تَجْرِي fiilinin failidir. خَالِد۪ينَ hal olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. نُزُلًا mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri تنزلهم نزلا (Konuk makamına konurlar.) şeklindedir. مِنْ عِنْدِ car mecruru نُزُلًا’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
نُزُلًا [Bir konukluk] demekle Cenab-ı Allah, müminin ahirette bir misafir gibi ağırlanacağına işaret etmektedir. Allah Teâlâ nimetini bol bol verecek olan kerem sahibidir. Allah tarafından misafir edileceklerine göre müminlerin sahip oldukları şerefi siz takdir edin.
عِنْدَ اللّٰهِ [Allah katında] olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üstünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada “yanında olmak” mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ اللّٰهِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur.
لِلْاَبْرَارِ car mecruru خَيْرٌ’e müteallıktır.
خَيْرٌ masdarı ism-i tafdil anlamındadır. “En hayırlısı” demektir.
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلاً مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ
İstidrak harfi لٰكِنِ ile başlayan ayet istînâfiyedir. İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda,
لَهُمْ جَنَّاتٌ cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin mevsûlle marife olması söz konusu kişileri tazim ve gelen habere dikkat çekme amacına matuftur. Sılası اتَّقَوْا رَبَّهُمْ cümlesi müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber olan لَهُمْ جَنَّاتٌ cümlesinde îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. جَنَّاتٌ muahhar mübtedadır. Merfû mahaldeki bu cümlenin müsnedün ileyhi جَنَّاتٌ’ün nekre gelmesi tazim, nev ve kesret ifade eder.
جَنَّاتٌ için sıfat cümlesi olan تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir. Önceki ayette de geçen bu cümlenin zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَنَّاتٌ ,خَالِد۪ينَ ’den haldir. Sıfat ve hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
نُزُلًا mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Tekid ifade eder.
رَبَّهُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
عِنْدِ اللّٰهِۜ izafetinde, عِنْدِ lafza-i celâle muzâf olduğu için şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Burada geçen اتَّقَوْا kelimesi daha önce zikredilen hasletlerin takva bağlamında olduğunu bildirir.
نُزُلًا kelimesinde misafir gibi ağırlanmak manası akla gelir. Allah katındaki değerleri mübalağalı olarak bildirilmiştir.
وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ
وَ istînâfiyye veya haliyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, merfû mahalde mübtedadır. Müsnedün ileyhin mevsûlle gelmesi tazim ifadesi içindir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ifade eder. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عِنْدَ اللّٰهِ mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır.
عِنْد اللّٰهِۜ izafetinde عِنْد lafza-i celâle muzâf olduğu için şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafet ayette bahsi geçen kişilere verilen nimetlerin kaynağının belirtilmesiyle şereflenmeleri ve zihinlerde yerleşmesi için tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اتَّقَوْا - لْاَبْرَارِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ [İyiler için hayırlıdır] buyrularak ayetin başındaki müttakilerin başka bir ismi zikredilmiştir, sanki iki farklı grup varmış gibi söylenmesi dolayısıyla tecrîddir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdildir. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | doğrusu |
|
2 | مِنْ | -nden |
|
3 | أَهْلِ | ehli- |
|
4 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
5 | لَمَنْ | öyleleri var ki |
|
6 | يُؤْمِنُ | inanırlar |
|
7 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَمَا | ve şeye |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
10 | إِلَيْكُمْ | size |
|
11 | وَمَا | ve şeye |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
13 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
14 | خَاشِعِينَ | saygılıdırlar |
|
15 | لِلَّهِ | Allah’a karşı |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَشْتَرُونَ | satmazlar |
|
18 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | ثَمَنًا | paraya |
|
21 | قَلِيلًا | azıcık |
|
22 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
23 | لَهُمْ | vardır |
|
24 | أَجْرُهُمْ | ödülleri |
|
25 | عِنْدَ | katında |
|
26 | رَبِّهِمْ | Rableri |
|
27 | إِنَّ | şüphesiz |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | سَرِيعُ | çabuk görendir |
|
30 | الْحِسَابِ | hesabı |
|
Hadis kaynaklarında bildirildiğine göre Hz. Peygamber’e iman etmiş olan Habeş Necâşîsi Ashame vefat ettiği zaman Hz. Peygamber onun öldüğünü sahâbeye haber vermiş ve “Habeşistan’daki bir kardeşiniz öldü, onun için namaz kılın” buyurarak namazgâha çıkmış, ashâbı saf haline getirip Necâşî için (gıyabî) cenaze namazı kıldırmıştır. (Müslim, “Cenâiz”, 21/62-67)
Bu olayı istismar etmek isteyen münafıklar, “Habeşistan’da ölen bir hıristiyanın namazını kılıyor!” demişler, bunun üzerine bu âyet inmiştir (İbn Kesîr, II, 169). Âyetin iniş sebebi bu olay olmakla beraber hükmü geneldir. Ehl-i kitap’tan olup da Allah’ın birliğine, Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’a ve ondan önceki peygamberlere indirilen kitaplara iman edenler ve Allah’a içtenlikle saygı duyup O’nun âyetlerini dünya menfaati ile değiştirmeyenler cennete gireceklerdir. Onların Allah katında mükâfatları vardır. (ayrıca bk. Bakara 2/41, 79, 174; Mâide 5/69, 83-85) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
خشع: خُشُوع kavramı gönülden yalvarmaktır. Huşû çoğu zaman insanın vücut organları üzerinde gözüken duruş için kullanılır. Kur’ân- ı Kerim'de türevleriyle birlikte 17 kez geçmiştir.(Mucemul Mufehres) Türkçedeki kullanımları huşû'dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مِنْ اَهْلِ car mecruru اِنَّ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, اِنَّ’nin muahhar ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, اللّٰهِ lafza-i celâline matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ’dur. اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اِلَيْكُمْ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ cümlesi atıf harfi وَ’la makabline matuftur.
خَاشِع۪ينَ kelimesi يُؤْمِنُ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. لِلّٰهِ car mecruru خَاشِع۪ينَ’ye müteallıktır.
Zarf aralarını ayırdığı için اِنَّ’nin ismine lâm eklenmiştir. وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّ [Şüphesiz, aranızda işi ağırdan alacak kimseler var. (Nisa Suresi, 72)] ayetinde olduğu gibi. (Keşşâf)
لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْتَرُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ car mecruru يَشْتَرُونَ fiiline müteallıktır. اٰيَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثَمَنًا kelimesi mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubtur. قَلِیلًا ise ثَمَنࣰا ’in sıfatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ اَجْرُهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اَجْرُهُمْ muahhar mübtedadır. عِنْدَ mekân zarfı, اَجْرُهُمْ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. سَر۪يعُ kelimesi إِنَّ’nin haberidir.
الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ
Ayetin ilk cümlesinde وَ istînafiyyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ, muzari fiil sıygasında haberî isnaddır.
وَ ’la بِاللّٰهِ atfedilen ikinci ism-i mevsûlün sılası da müspet mazi fiil sıygasında haberî isnaddır. يُؤْمِنُ ’nin failinden hal olan خَاشِع۪ينَ dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
اُنْزِلَ - للّٰهِ - مَٓا - هُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
يُؤْمِنُ fiilinin failinden hal olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Hal cümlesinin vav olmadan gelmesi bu halin müekked olduğunu gösterir.
Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde اللّٰهِ ismine muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmışlardır.
ثَمَنًا ’deki tenvin kıllet ifadesi içindir. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işaret eder. ثَمَنًا ,قَل۪يلًاۜ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
[Allah’ın ayetlerini az bir paraya satmazlar.] ifadesi, Tevrat ve İncil’i tahrif edenlere tarizdir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyh olan اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tazim ifade eder. Uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi olması işaret edilenlerin mertebesinin yüksekliğine işaret ediyor olabilir.
Haber olan لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan اَجْرُهُمْ’un izafetle gelmesi gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Burada onlara Allah’ın katından olan karşılığın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.
عِنْدَ رَبِّهِمْۜ izafetinde عِنْدَ Rabb ismine muzâf, هُمْ zamiri Rabb ismine muzâfun ileyh olduğu için şan ve şeref kazanmıştır.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ayetin son cümlesi müstenefedir. İsme isnad edilmiş, اِنَّ ile tekid edilmiş bir haber cümlesidir. Sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir.
اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ [Allah hesabı çabuk görendir.] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Bu cümle mesel tarikinde tezyîldir.
Kalplerde haşyet duyguları uyandırmak kastıyla ayette üç kez tekrarlanan اللّٰهِ lafzında ıtnâb, tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Allah’ın hesabı çok çabuktur.] Yani o hemen Allah Teâlâ’nın huzuruna gelir ve Allah onu hemen hesaba çekip küfrüne karşılık cezasını verir. Bir görüşe göre Allah’ın hesabı çabuk görmesi cezasının şiddetli olması anlamına gelir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | اصْبِرُوا | sabredin |
|
5 | وَصَابِرُوا | ve sabırda direnin |
|
6 | وَرَابِطُوا | ve savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun |
|
7 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
8 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
9 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
10 | تُفْلِحُونَ | başarıya eresiniz |
|
Sözün kısası ey iman edenler, siz telaş etmeyiniz, sabırlı olunuz, (haberde geldiğine göre sabır üç derecedir: Musibet (ansızın gelen bela)e sabır, itaat etmekte sabır, isyandan sabır), ve sabırda Allah düşmanlarıyla yarışıp onların üstüne çıkınız, yani imtihan ve mücahede mevkilerinde düşmanların sabrının üstüne çıkmaya ve nefsinizin arzularını yenmeğe çalışınız ki, sabırlı olmaya alışırsanız bunu yapabilirsiniz. Ve murabata edi (nöbetleşi)niz, ribat yapı (sağlam yürekli olu)nız, İmam ardında cemaatle namaz gibi birbirinize bağlanıp vazifeye dikkatli olunuz ve özellikle savaşa düşmanlarınızdan çok hazırlıklı bulunarak atlarınızı bağlayıp hududlarda ve mevzilerde karakol bekleyiniz. "Ribat", Allah yolunda devam etmektir. Bu aslında "rabt-ı hayl" yani at bağlamaktan alınmıştır ki, düşmana karşı atını bağlayıp gözetlemek ve beklemek demektir. Sonra İslâm hudud (sınır) şehirlerinden birinde bekleyenlere, gerek süvari ve gerekse piyade olsun, genelde murabıt (nöbet bekleyen, nöbetçi) adı verilmiştir. Fakihlerin ıstılahlarında murabıt, hudud şehirlerinden birine bir müddet beklemek için gidendir. Aile ve efradıyla beraber oralarda oturan ve hayatını kazanarak yaşayan hudud sakinlerine murabıt denilmez. Zamanımız terimine göre murabıt, Allah yolunda silah altında bulunan, kışla ve karakollarda duran ve nöbet bekleyen askerler demek olur. Buhârî ve Müslim'de Sehl b. Sa'd'den rivayet olunduğu üzere Rasûlullah (s.a.v.) buyurmuştur ki, "Allah yolunda bir gün karakol beklemek, dünya ve mafiha (onda olanlar)dan hayırlıdır". İbnü Mâce sahih senedle Ebü Hureyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Rasûlullah buyurmuştur ki: "Her kim Allah yolunda murabıt olarak, yani karakol beklerken ölürse, işleyegeldiği iyi amel üzerine icra edilir, rızkı da üzerine gönderilir durur, fitnecilerden emin olur ve Allah Teâlâ onu korkudan emin olarak diriltir." Ebu'ş-Şeyh'ın Hazreti Enes'den merfû olarak tahric ettiği bir hadiste: "Karakol yerinde namaz, iki milyon namaza eşittir". Abdullah b. Ömer (r.a.)den rivayet edilmiştir ki: "Ribat (nöbet bekleme), cihaddan daha faziletlidir. Zira ribat, müslümanların kanını muhafazadır. Cihat ise müşriklerin kanını dökmektir".
Bunları yapınız Allah'dan gereği gibi korkunuz, mutlak olarak emirlerine karşı gelmekten sakınınız, korumasına koşunuz ki, felah bulasınız (kurtulasınız), isteklerinize nail, temennilerinizde başarılı olasınız, dualarınızın kabul olduğunu göresiniz. İşte Bakara Sûresinin sonundaki "kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!" duasının da tam cevabı.
Burada Âli İmran Sûresi son bularak Zehraveyn (iki zehra) bir kavuşma noktasında buluşmuş ve bunun özel bir inkişafı olmak üzere rabbânî terbiye, insan yaratılışı ve kardeşliğinden tutarak, sosyal hayata ait oluşum ve ilişkilerin bir aslı olan aile hayatıyla ilgili haklar ve vazifelerin açıklanması ve din eğitiminin tamamlanması yolunda, aşağıda geleceği şekilde, Nisâ Sûresi başlamıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Aşur ve Kur’ân Yolu bu cümleyi bir vakit namazı kıldıktan sonra ikinci vakti beklemek, birini diğerine bağlamak istemek şeklinde yorumlanmıştır. Raptiye kelimesi de bu kökten gelir.
İmanımıza karşı yapılan saldırılara karşı savaşmak, bu yolda birbirimizle yardımlaşmak, nöbetçi gibi uyanık olmak ve Allah'ın bizi gördüğünün, her ânımızi bildiğinin farkında olmak olarak yorumlayabiliriz.
İsbirû: Her konuda sabır gösterin, emirlere uyun, masiyetten kaçının, dünyevi sıkıntılara sabredin.
Sâbirû: Birbirinizle kararlılıkta yarışın. Bu fiil babı fiilin karşılıklı olarak yapıldığına delalet eder. Kendisi ile başkası arasındaki olumsuz durumlara göğüs germek olarak da yorumlanmıştır. (Kur’ân Tefsirinde Farklı yorumlar)
Râbitû: Düşmanın geleceği yeri bekleyerek koruma altına almak.
Sahihi Buhari'nin bir rivayetine göre Rasûlullah sav teheccüd namazı için uyandığında Ali İmran suresinin son on ayetini okur, müslümanlar da ona uyarak bu ayetleri okurdu. (Tanrı Buyruğu, s. 24)
Riyazus Salihin, 1293 Nolu Hadis
Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah yolunda bir gün hudut nöbeti tutmak, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin kamçısının cennetteki yeri, dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah Teâlâ'nın yolunda akşamleyin veya sabah erken vakitteki yürüyüşü de dünyadan ve dünya üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır."
Buhârî, Cihâd 6, 73, Bed'ü'l-halk 8, Rikâk 2; Müslim, İmâre 113-114. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 17, 25, Tefsîru sûre (3) 22; İbni Mâce, Zühd 39
Riyazus Salihin, 1295 Nolu Hadis
Fadâle İbni Ubeyd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar dışında her ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta nöbet tutarken ölenin yaptığı işlerin sevabı kıyamet gününe kadar artarak devam eder, kabirdeki imtihanda da güvenlik içinde olur."
Ebû Dâvûd, Cihâd 15; Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اصْبِرُوا’dur. اصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَابِرُوا وَرَابِطُوا cümleleri atıf harfi وَ’la nidanın cevabına matuftur.
وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Dine ve dinî yükümlülüklere karşı اصْبِرُوا [sabredin] ve cihatta “karşınızdakilerden” yani Allah düşmanlarından صَابِرُوا [daha dirençli olun,] savaşın zorluklarına karşı direnmede onlara galip gelin; onlardan daha az dirençli ve sebatkâr olmayın.
Daha dirençli olma manasına gelen اَلْمُصَابَرَةُ kelimesi, sabr kökünden gelen özel bir sabır olup [düşman direnci karşısında yılmamak, en az onlar kadar dirençli olmak] daha sıkıntı verici ve daha zor olduğundan sabretme emrinden sonra özellikle zikredilmiştir. “Daima teyakkuzda olun” yani sınırlarda atlarınızı bağlamış, düşmanı gözetler ve savaşa hazır bir halde bulunun. (Keşşâf)
Ayette zikredilen birinci sabır, mutlak olarak zikredilmiştir. Her tür sabır bu ifadenin içine girer. İkinci sabır ise müşareket ifade eden mufâale sıygası ile ifade edilmiştir. Bundan maksat da Müslümanların, kâfirler karşısında metanet göstermeleridir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Ribat, Allah yolunda mülazemettir. Fisebilillah silah altında bulunan kışla ve karakolda duran, nöbet bekleyen askerlere “Ribat” denir. Düşman önünde nöbet tutan insanlar, kendilerini sınırlarda hapsedip oradan ayrılmadıklarından, onlara bu sıfat verilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı اصْبِرُوا emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabına atfedilen صَابِرُوا ,رَابِطُوا ,اتَّقُوا cümleleri de emir üslubunda talebi inşâî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesinde tecrîd sanatı vardır.
Bu inşâ cümleleri irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir.
اصْبِرُوا - صَابِرُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu hitap Allah’ın müminlere yönelerek “Ey müminler!” diye seslenmesi; onlara, bu iman sahibine, Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
Ayette zikredilen birinci sabır, mutlak olarak zikredilmiştir. Her tür sabır bu ifadenin içine girer. İkinci sabır ise müşareket ifade eden mufâale sıygası ile ifade edilmiştir. Bundan maksat da Müslümanların, kâfirler karşısında metanet göstermeleridir.
Ribat, Allah yolunda mülazemettir. Fîsebilillah silah altında bulunan kışla ve karakolda duran, nöbet bekleyen askerlere “Ribat” denir. Düşman önünde nöbet tutan insanlar, kendilerini sınırlarda hapsedip oradan ayrılmadıklarından, onlara bu sıfat verilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. “Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir.
Ayet terecci/umut ifade etmektedir. Bu da kurtuluşu ve başarıyı elde etmek için ayette istenilen sabretme ve kenetlenme emirlerine uyulması durumunda olacağının işaretidir. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerim’de Cihad Kavramı, Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)Mü’min her manada dengeyi sağlamaya veya orta yolu tutturmaya çalışandır. Kendini beğenme noktasında da böyle olmalıdır. Rabbine şükür edecek kadar halinden memnun kalmalı ama nefsi duygularını şımartacak kadar da ileriye gitmemeli. Kendisinde beğendiklerinin her an elinden gidebileceği bilinciyle hareket etmeli. Ve her şeyin asıl sahibinin kim olduğunu hatırlamalı.
Bir çok insan kendisini başkalarıyla kıyasladığı için aşağı görür. Gözleri hep başkalarının hayatlarına takıldığı için kendininkini yaşayamaz. Bunun sebepleri: Belki başarmak istediklerini yapamamak, belki varmak istediği hedefe bir türlü ulaşamamak, belki de sahip olduğu bedenden, evden ve aileden hoşnut olmamaktır. İşte böyle bir insan, kendisine baktığı aynadan üç adım geriye giderek silkelenmelidir.
Aynadaki yansımasına şunları söylemeli:
Sen öyle bir kulsun ki. Rabbin Allah, kitabın Kur’ân-ı Kerim, Peygamberin hz. Muhammed (sav). Gönlünde bir iman bahçesi. Müjdelerle ve nice nimetlerle sarmalanmışsın. Rabbin seni hiç bir kulundan ayırmadan, cennetine ve rahmetine davet etmiş. Öyle özelsin ki, Allah, baban hz. Adem (ra)’ı yarattığında, meleklerine secde emri vermiş. Allah yolunda yapmaya çalıştığın en ufak çaban için kıpırdattığın tek bir kasına bile bir değer biçilmiş. Allah rızası için koştururken çarptığın parmağının acısı bile boşa gitmezmiş. Hastalıkların, üzüntülerin, sevincinde gösterdiğin şükürlerin ve daha nicesi hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı bildirilmiş. Bunlara sahip bir kulun aşağılık olma ihtimali var mı? Yeter ki Rabbi için yaşasın.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Günahlarımızı sil ve bizi cennetine koy. Şüphesiz, en güzel nimetler Senin katındadır.
Duası kabul olanlardan, sahip olduklarının değerini bilenlerden, şükrünü ve tövbesini edenlerden, sabredenlerden, düşmana karşı daima tetikte olanlardan ve Allah’tan sakınanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
İslam dininde duygu ve düşüncelerin doğru kılıflarda, doğru yansıtılmaları gerektiği öğretilir. Zira her şeyin aşırısı insanı bedenen, zihnen yıpratır ve maddi, manevi dünyasını sıkıntıya sokar.
İmrenme duygusu ve ondan doğan düşünceler, neredeyse herkesin hayatında var olan bir gerçektir. Bu duygu doğru çerçevelerde yaşanınca adı ‘gıbta etmek’, aşırı hali ise ‘kıskançlık’ ve hatta ‘hased’ olur.
Gıbta etmek yasaklanmamıştır çünkü insanı daha fazla çabalamaya teşvik eder ve başkası adına mutlu olmaya mani değildir. Nefsi elindekilerden memnuniyetsizliğe, nankörlüğe ve başkasının mutsuzluğunu dilemeye sürüklediği için kıskançlık ya da hased hoş karşılanmamıştır.
Günümüzde duyguların kesinlikle kontrol edilemediği ve bu yüzden de hayatı akışına bırakarak anı yaşamak gerektiği düşüncesinin reklamı sıklıkla yapılmaktadır. Aslında, ifadeye tersten bakılırsa, duygular tarafından kontrol edilmemeyi öğrenmek kesinlikle mümkündür.
Şöyle bir gerçek vardır: insan ancak değer verdiğine özenir. Yanlış nimetlere ya da kişilere özendiğini farkeden kişinin, sevdiklerinin listesine çekidüzen verme ve Allah’ı ve O’nun dinini ve O’nun Rasul’unu daha doğru tanımasının zamanı gelmiş demektir. Kişi, her manada, sevdikleriyle beraberdir. Onları, aklında ve kalbinde, her yere taşır ve bütün seçimlerini de onlara göre yapar.
Ey Allahım! Kalbimizi ve zihnimizi; doğru işlerle, niyetlerle ve kişilerle meşgul eyle. Her şeyin aşırısından, duygu ve düşüncelerin yanlış hallerinden, nefse teslim olarak iki cihanını da harcayanlara benzemekten muhafaza buyur. Yanlış hallere sürükleyecek mekanlardan, insanlardan uzaklaştır ve uzaklaşmak için ihtiyacımız olanı ver. Hayatımızın her alanını, gözlerimizin ve kulaklarımızın aldığı her zerreyi, kalplerimizin sevdiği her güzelliği; Seni hatırlatacak ve bizi Sana yaklaştıracak alametlerle doldur. Ve bizi bu hakikat alametlerini farkeden, Senin rızan için yaşayan ve Sana kavuşan kullarından eyle.
Amin.