بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o vakit |
|
2 | هَمَّتْ | yüz tutmuştu |
|
3 | طَائِفَتَانِ | iki takım |
|
4 | مِنْكُمْ | sizden |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | تَفْشَلَا | korkup bozulmaya |
|
7 | وَاللَّهُ | halbuki Allah |
|
8 | وَلِيُّهُمَا | kendilerinin dostu idi |
|
9 | وَعَلَى |
|
|
10 | اللَّهِ | Allah’a |
|
11 | فَلْيَتَوَكَّلِ | dayansınlar |
|
12 | الْمُؤْمِنُونَ | inananlar |
|
Bu olayda Abdullah b. Übeyy b. Selul'ün bozgunluğu esnasında Rasûlullah'ın taraflarını teşkil eden iki taife ki, Hazrec'den Beni Seleme (Seleme oğulları) ile Evs'ten Beni Harise (Harise oğulları) de kalp zayıflığına düşüp az daha dönecek gibi olmuşlar; fakat âyeti delaletince Allah saklamış, kalplerini toplamışlar, niyetlerini doğrultmuşlar ki âyetinin de bunlara işaret olduğu beyan edilmiştir.
Bunda bir münafığı bitâne (sırdaş) edinip istişareye karıştırmaktan çıkan zarara da büyük bir misal vardır. Şu halde müslümanlar sabır ve korunma ile görevlerini bilmeli ve ancak Allah'a tevekkül ve itimat etmelidirler. Kalplere kuvvet veren O, zayıflık veren yine O'dur. İkbal (düşmanı karşılamak) ondan, idbâr (geri çekilmek) de ondandır. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından sakınanlar herhalde galip ve muzaffer olurlar.
(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Riyazus Salihin, 76 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abbas radıyalluha anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle söylemeyi itiyat edinmişti:
“Allah’ım! Sana teslim oldum, ben sana inandım, sana dayandım. Yüzümü gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı mücâdele ettim.
Allah’ım! Beni saptırmandan yine sana, senin büyüklüğüne sığınırım, -ki senden başka ilah yoktur-. Ölmeyecek diri yalnız sensin. Cinler ve insanlar ise, hep ölümlüdürler!” Müslim, Zikir 67. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 1, Tevhîd 7, 8, 24, 35; Müslim, Müsâfirîn 199; Ebû Dâvûd, Salât 119; Tirmizî, Daavât 29; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 9; İbni Mâce, İkâmet 180
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri اذكر (Hatırla.) şeklindedir.
هَمَّتْ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هَمَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. طَٓائِفَتَانِ fail olup ref alameti eliftir. تۡ te’nis alametidir.
مِنْكُمْ car mecruru طَٓائِفَتَانِ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf بِ harf-i ceriyle birlikte هَمَّتْ fiiline müteallıktır. تَفْشَلَا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir olan elif, fail olarak mahallen merfûdur.
وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. وَلِيُّهُمَا haberdir. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلِ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن فشل بعض الناس فليتوكّل المؤمنون على الله (Bazı insanlar başarısızlığa uğrarsa Allah'a tevekkül etsinler.) şeklindedir.
لْ emir lam’ıdır. يَتَوَكَّلِ meczum muzari fiildir. الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَكَّلِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ
Fasılla gelen ayette fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetten bedeldir.
Cer mahallindeki …هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden …تَفْشَلَاۙ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar tevilindeki cümle mahzuf harf-i cerle birlikte هَمَّتْ fiiline mutallıktır.
وَ ’la gelen وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümle, hal veya istînâfiyyedir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin müsnedi, telezzüz, teberrük ve muhabbet için lafza-i celâlle marife olmuştur. Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ cümlesine وَ ’la atıfedilmiştir. Şart üslubunda gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Car mecrur عَلَى اللّٰهِ , önemine binaen amili olan فَلْيَتَوَكَّلِ fiiline takdim edilmiştir.
فَلْيَتَوَكَّلِ mahzuf şartın cevap fiilidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلْيَتَوَكَّلِ - الْمُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin tekrarlanması ise azamet ve heybeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Uhud'da tedirgin olan ensardan iki kavim kastedilmiştir.
Kavl-i bil muciptir. İman eden Allah'a tevekkül etsin, iman etmeyen etmesin, etmeyen gerçek mümin değildir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
"Bedr", Mekke ile Medine arasında bir kuyu suyunun ismidir ki, sahibi Bedr b. Kelde'nin adıyle veya ay gibi parlak ve yuvarlak olduğundan dolayı Bedr diye isimlendirilmiştir. O yere veyahut vadiye Bedr denildiği de rivayet edilmiştir. İkrime'den nakledildiğine göre burası cahiliyye devrinde bir ticaret yeriymiş.
Peygamberimizin, müşriklerle ilk savaşı olan Bedir gazası burada olmuştu ki, hicretin ikinci senesi Ramazan ayının yirmi yedinci cuma gününe rastlıyordu. O gün, "sizler güçsüz olduğunuz halde" âyetinden anlaşıldığına göre müslümanlar gayet az, fakir ve maddî bakımdan son derece zayıf durumda idiler. Toplamı üç yüz on kişiden ibaret bir mücahid toplumu idi. Yetmiş yedisi Muhacir (Mekke'den Medine'ye göç eden)lerden ve sancaktarları Hz. Ali idi. İki yüz otuz altısı Ensar (Medine'nin yerlisin)dan ve sancaktarları Sa'd b. Ubade idi. Üç-beş kişiye ancak bir deve düşebiliyordu. Bütün askerde yalnız bir at, diğer bir rivayete göre biri Mikdad'ın, bir de Mersed'in olmak üzere iki at, doksan deve, altı zırh, sekiz kılıç vardı. Buna karşılık düşman, bin kadar savaşçı idi. Yüz atları vardı. Silah ve kuvvetleri tamdı.
İşte Bedir günü böyle bir halde bulunan müminlere Cenab-ı Allah yardım ihsan etti. Bilindiği ve görüldüğü üzere Ebu Cehil gibi Kureyş'in ileri gelenleri o gün hep öldürüldüler. Ve o günden itibaren imanın gücü ortaya çıktı. Bedir günü, İslâm'ın binası oldu. Bunu Allah'dan başka kim yapabilir? Şimdi aklı olanlar, böyle bir yardımı yapan Allah'a dayanmaz ve itimad etmez mi? Nasıl olur da sabır ve korunmayı bırakır, feşele (yani korkaklığa) ve kalp zayıflığına düşer? Şu halde ey müminler bundan böyle hep Allah'dan gereği gibi korkunuz ki, yardımına erişip şükredesiniz. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Riyazus Salihin, 88 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.” Müslim, Îmân 186. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3; İbni Mâce, İkâme 78
Bu Ayette geçen ve bu kökten gelen بَدْر kavramı Mekke ile Medine arasında bulunan ve bilinen bir yerin ismidir. Nisa Suresi 6. ayette geçen بِدَارًا kelimesi ise el çabukluğu demektir. Çok tehlikeli durumda işlenen hatalar da بَادِرَة diye adlandırılır. بَدْر (dolunaya) gelince denmiştir ki; "doğuştaki parlaklığıyla güneşle yarıştığından bu adı almıştır." (Müfredat) Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam iki kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri bedir (dolunay) ve badiredir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. نَصَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. بِبَدْرٍ car mecruru نَصَرَكُمُ fiiline müteallıktır.
وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌ cümlesi hal olarak mahallen mansubtur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَذِلَّةٌ haberdir.
اَذِلَّةٌ kelimesi Arap dili grameri açısından azlık ifade eden bir çoğul (cem-‘i kıllet) olup bu kelimenin اَذُّلاَّنُ lafzı da çokluk ifade eden çoğuldur (cem-‘i kesret). Ayette cem-’i kıllet şekline yer verilmiş olması, maddi güç bakımından zayıf olmalarına ilave olarak sayısal açıdan da az olduklarını ifade etmek içindir. Maddi bakımdan zayıf olmaları, bu savaşta silah, binek ve erzak bakımından bir zayıflık içinde olmaları demekti. Maddi bakımdan zayıftılar, çünkü çoğunlukla su taşımada kullandıkları kalitesiz bineklerle gelmişlerdi; kaliteli sadece bir tek atları vardı. Bir deveye beş on kişi sırayla biniyorlardı. Sayıca az olup, üçyüz küsur kişiydiler. Düşmanları ise düşmanları ise yaklaşık bin savaşçıdan oluşan kalabalık bir grup idi yüz atları vardı, güçlü ve silahlı idiler. (Keşşâf)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن فعل الله بكم ذلك فاتّقوه (Eğer Allah size böyle yaparsa O’na karşı takvalı olun.) şeklindedir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bihtir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَشْكُرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Sülâsîsi وقي ’dır. İftiâl babındadır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ
و istînâfiyyedir. لَ ise mukadder kasemin cevabına gelen vakıa harfidir.
Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı olan لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ cümlesi لَ ve قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
وَ ’la gelen hal cümlesi وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ , sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَصَرَكُمُ ’daki mef’ûl konumunda olan كُمُ zamiri, konudaki önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilmiştir.
Cümledeki tekidlerle gayrı münkir, münkir yerine konulmuştur. Buradaki müminler Bedir'deki Allah'ın yardımını bilmekte, ama onu unutmuş gibi davranmaktadırlar.
اَذِلَّةٌۚ kelimesi Arap dili grameri açısından azlık ifade eden bir çoğul (cem-‘i kıllet) olup bu kelimenin الذلان lafzı da çokluk ifade eden çoğuldur (cem-‘i kesret). ayette cem-’i kıllet şekline yer verilmiş olması, maddi güç bakımından zayıf olmalarına ilave olarak sayısal açıdan da az olduklarını ifade etmek içindir. Maddi bakımdan zayıf olmaları, bu savaşta silah, binek ve erzak bakımından bir zayıflık içinde olmaları demekti. Maddi bakımdan zayıftılar, çünkü çoğunlukla su taşımada kullandıkları kalitesiz bineklerle gelmişlerdi; kaliteli sadece bir tek atları vardı. Bir deveye beş on kişi sırayla biniyorlardı. Sayıca az olup, üçyüz küsur kişiydiler. Düşmanları ise yaklaşık bin savaşçıdan oluşan kalabalık bir grup idi yüz atları vardı, güçlü ve silahlı idiler. (Keşşâf)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ
فَ karînesiyle gelen فَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesi mahzuf şartın cevabıdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri إن فعل الله بكم ذلك (Allah size böyle yaparsa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafz-ı celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin tekrarlanması ise azamet ve heybeti artırmak, emre itaati kuvvetlendirmek, zihne yerleştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Cümle fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşaî isnaddır. Fasıl sebebi şibhi kemali ittisâldir. Ta’lil cümlesidir. Ta’lil cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnat edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَعَلَّ ‘nin haberi تَشْكُرُونَ ‘nin müspet muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüd ifade eder. Daima, her yeni nimette, yeniden, yenilenmiş olarak şükretmeye işarettir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ kavli, şükretmenizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusundaki ihtimale îmadır. Lam-ı ta’lil yerine reca harfi لَعَلَّ ‘nin zikredilmesi belâgatın eşsiz güzelliğindendir. لَعَلَّ kavli şükretmenizin sizden ümit edildiğini ifade eder. (Âşûr)
Şükür sadece dil ile olmaz amelle de olur. Takvalı olmak şükrün göstergesidir.
Peygamberiyle beraber sebat etmek suretiyle [Allah’tan sakının ki şükretmiş olasınız] yani, sakınmak suretiyle size lütfettiği zafer vb. nimetlere karşı O’na şükretmiş olasınız. Veya size ihsan edeceği bir başka nimete karşı O’na şükredesiniz. Burada [şükretmiş olasınız] denmek suretiyle şükür kendisinin sebebi olduğu için nimetlendirme / in’âm kullanılmıştır. (Keşşâf)
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | O zaman |
|
2 | تَقُولُ | sen diyordun |
|
3 | لِلْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
4 | أَلَنْ |
|
|
5 | يَكْفِيَكُمْ | size yetmez mi? |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | يُمِدَّكُمْ | size yardım etmesi |
|
8 | رَبُّكُمْ | Rabbinizin |
|
9 | بِثَلَاثَةِ | üç |
|
10 | الَافٍ | bin |
|
11 | مِنَ |
|
|
12 | الْمَلَائِكَةِ | melek ile |
|
13 | مُنْزَلِينَ | indirilmiş |
|
(Bedir harbindeki ilâhî yardım o sırada idi ki ya Muhammed, sen müminlere şöyle diyordun: "İndirilmekte olan üç bin melekle Rabbinizin size yardım etmesi yetmez mi? Evet siz sabır ve sebat eder, itaatsizlikten sakınırsanız, onlar da şu anda üzerinize geliverirlerse Rabbiniz, beş bin nişanlı melekle size yardım eder." Rivayet edildiğine göre o sıra, "Kürz b. Cabir el-Muharibî müşriklere yardım etmek istiyormuş" diye müslümanlara bir haber gelmiş ve endişelenmelerine sebep olmuştu. Buna karşı, bu şekilde iki derece ilâhî yardım bildirilmiş ve müşrikler dağılmış, bunu haber alan Kürz de yardımdan vazgeçmiş idi.
Cenab-ı Allah Bedir savaşında müminlere başlangıçta bin melaike ile yardım etmişti. "Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: "Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim" diye dualarınızı kabul etmişti." (Enfal, 8/9) Bundan sonra Kürz haberleri üzerine inmiş olan üç bin melek yardımı ile müşriklerin dağılmasını çabuklaştırdı. Ve şayet düşmanlara adı geçen Kürz'ün yardımı hemen geliverecek olursa, müminlerin -sabır ve korunmaları şartıyla yani alâmetli, nişanlı, simaları belli beş bin melaike daha göndereceğini de vaad etti. Şu halde düşmana yardım gelmemiş ve zafer tamam olmuş bulunduğundan, bu beş bine ihtiyaç kalmadığı anlaşılıyor. Bununla beraber işbu beş bin nişanlı meleklerin de savaşa katılmamış olmakla beraber, indikleri ve hazır oldukları hakkında rivayetler de mevcuttur.
Ve bazı rivayette bu nişanlı melekler "Uhud"da inmiş ve fakat çarpışmaya iştirak etmemişlerdir. Bu meleklerin simaları, çoğu rivayetlerde kır atlar üzerinde sarı veya beyaz veya siyah sarıklı olmak üzere nakledilmiştir. Bütün tefsir ve siyer bilginlerinin ittifakı vardır ki, Bedir harbinde melekler inmiş ve kâfirlerle harbetmişlerdir.
Bedir harbinin dışında meleklerin bizzat harbe katılmayıp ancak çok sayı ile yardım halinde bulunmuş oldukları da İbni Abbas'dan rivayet edilmiştir. Allah'ın bir meleğinin, yerin altını üstüne girmeye gücü yettiği halde, böyle birçok melek ile yardım, kulların fiillerine olan ilâhî yardımının bir tecellisidir. Ve bilinmektedir ki, bu gibi durumlarda insanların gözünde kemmiyyet (mikdar)in de özel bir önemi vardır. Şu halde meleklerin çoğaltılması, en az bir mücahit zümresinin, keyfiyyet (nitelik) bakımından, kuvvetlerinin artmasını ifade eder.
(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Medde مدّ :
مَدٌّ kelimesinin asıl anlamı çekmek ve uzatmaktır. Müddet/uzayıp giden vakit anlamında kullanılır. Çoğunlukla if'al formundaki إمْدادٌ kelimesi sevilen, hoşlanılan ya da tasvip edilen hususlarda, sülâsi مَدٌّ formu ise hoşlanılmayan veya tiksinilen hususlarda kullanılır. Kelimenin bir de yukarıda zikredilen mananın dışında dolmak/doldurmak/koymak anlamına gelen bir kullanımı da vardır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri müddet, meded, imdat, istimdad, mütemâdi ,temdit, maddi, maddiyat ve maddedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri اذكر (Hatırla) şeklindedir.
تَقُولُ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَقُولُ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru تَقُولُ fiiline müteallıktır.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. مُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
Mekulü’l-kavli, اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ ’dur. تَقُولُ fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Hemze istifham harfidir.
لَنْ muzariyi nasb ederek, manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَكْفِيَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَكْفِيَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
يُمِدَّ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رَبُّكُمْ faildir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِثَلٰثَةِ car mecruru يُمِدَّكُمْ fiiline müteallıktır. اٰلَافٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ car mecruru mukadder temyizin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri ملك şeklindedir. مُنْزَل۪ينَ kelimesi الْمَلٰٓئِكَةِ ’nin hali olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُنْزَل۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ [Size yetmez mi?] ifadesi üç bin melekle kendilerine yardım edilmesinin yetmeyeceğini olumsuzlamak içindir. Bunu ifade etmek için kesin olumsuzluk bildiren لَنْ [asla] kelimesinin kullanılması, sayıca az ve güç bakımından zayıf olmaları, buna mukabil düşmanlarının kendilerinden kat kat fazla ve güçlü olması sebebiyle neredeyse zafer ümitlerinin olmamasından dolayıdır. بَلٰٓى [elbette] kelimesi لَنْ ’den sonraki ifadeyi olumlulamak için olup, “kesinlikle o miktar melekle yardım size yeter” anlamındadır. Allah Teâlâ bunun yeteceğini ifade ettikten sonra, اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا [sabredip sakınırsanız] [kendilerini] savaş için nişanlamış o sayıdan daha çok melekle yardım edeceğini bildirmiştir. (Keşşâf)
Kur’an-ı Kerim’de آلاَف ve أُلُوف şeklinde iki farklı cemî kipi ile gelmektedir. Bunlardan cemî kıllet kipi olan آلاَف kelimesi iki ayette (Âl-i İmrân, 3/124, 125.), cemî kesret kipi olan أُلُوف kelimesi ise de sadece bir ayette (Bakara, 2/243) zikredilmektedir. (Arap Dili Ve Belağatı Açısından Kur’an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri / Abdurrahman Güney)
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ
Zaman zarfı olan اِذْ , önceki ayetteki نَصَرَكُمُ ’ya müteallıktır. Veya bu ifade 122. ayetteki إِذْ هَمَّتْ ‘ten bedeldir.
Cer mahallindeki …تَقُولُ لِلۡمُؤۡمِنِینَ أَلَن cümlesi müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan …أَلَن یَكۡفِیَكُمۡ أَن cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İnşa üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle taaccüp ve takrir kastı taşıdığından terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İstifhamın konusu, mütekellim olan Hz. Peygamberin bilgisi dahilindedir. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden …يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar tevilindeki cümle ref mahallinde يَكْفِيَكُمْ fiilinin faili konumundadır.
Teşvik ve ikaz amacıyla gelen رَبُّكُمْ izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan كُمْ zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Müminlerin Rableri tarafından çok önemsendiğini vurgular.
Olay, zihinde canlandırılması için muzari fiil ile anlatılmıştır. Muzari fiil kullanılması, muzari fiilin tecessüm özelliğiyle olayın zihinde canlandırılması içindir.
Soru inkarîdir. Yardımın yeterli olduğunu daha kuvvetle ifade etmek için tercih edilmiş bir üsluptur. [Size yetmez mi?] İstifhâm-ı inkarîdir. Yardımın yeteceğini ifade eder.
كُمْ zamiri üç kere tekrarlandığı için reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Bu müjdeden önce takvanın emredilmesi bu müjdenin son derece önemli olduğunu ifade eder.
بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ [Üç bin melekle] buyruğundan sonra, مُنْزَل۪ينَۜ [İndirerekُ] buyurulması, ıtnâbtan tekid ifade eden îgāldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
إاِذْ تَقُولُ [Hani diyordun] ifadesi, Bedir savaşında söylenmiş olduğu mülahazasıyla نَصَرَكُمُ kelimesi için zaman zarfı veya Uhud savaşında söylenmiş olması hasebiyle اِذْ غَدَوْتَ [Hani ailenden ayrılmıştın] ifadesinden ikinci bedeldir. Peygamber (sav) Uhud’da bu sözü sebatı ve sakınmayı şart koşarak söylemiş; ancak ganimet karşısında sabredip sebat gösterememeleri ve Peygamber (sav)’in emrine aykırı hareket ederek sakınmamaları sebebiyle melekler inmemiştir. Şartı yerine getirselerdi, melekler inerdi. Meleklerin ineceği vaadinin önceden bildirilmesi ise kalpleri yatışsın, sebat etme kararlılığı içinde olsunlar ve Allah’ın kendilerine yardım edeceğinden ve zafer bahşedeceğinden emin olsunlar diyedir. [Size yetmez mi?] ifadesi üç bin melekle kendilerine yardım edilmesinin yetmeyeceğini olumsuzlamak içindir. Bunu ifade etmek için kesin olumsuzluk bildiren لَنْ [asla] kelimesinin kullanılması, sayıca az ve güç bakımından zayıf olmaları, buna mukabil düşmanlarının kendilerinden kat kat fazla ve güçlü olması sebebiyle neredeyse zafer ümitlerinin olmamasından dolayıdır. (Keşşâf)بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلَىٰ | evet |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | تَصْبِرُوا | sabrederseniz |
|
4 | وَتَتَّقُوا | ve korunursanız |
|
5 | وَيَأْتُوكُمْ | üzerinize gelseler |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | فَوْرِهِمْ | onlar ansızın |
|
8 | هَٰذَا | şu (anda) |
|
9 | يُمْدِدْكُمْ | size yardım eder |
|
10 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
11 | بِخَمْسَةِ | beş |
|
12 | الَافٍ | bin |
|
13 | مِنَ |
|
|
14 | الْمَلَائِكَةِ | melekle |
|
15 | مُسَوِّمِينَ | nişanlı |
|
Seveme سوم : Kelimenin kökündeki asıl anlam, bir şeyi arzetmektir. Müşteri cihetinden bir şeyin kıymet ve değerini arz, meraya çıkmayıp, yemlenmeyen yani semiz hayvanın mukabili olan bir hayvanı meraya arzetmek/çıkarmak, bir kimseyi bela ve azaba arzetmek سوم kökünün kullanım yerlerindendir. Türkçede de kullandığımız sîmâ kelimesi alamet ve nişan anlamına gelir. Anlamına gelince bu kasıtlı ya da kasıtsız bir arz ediş olabilir. Bundan da murad bâtındaki sıfatların zuhur etmesi, kalpteki nur ve zulmetin yüzlerde fiziki olarak tecelli etmesidir. Kısacası sima bâtını zahir hale getirmek suretiyle fiziki bir arz ediştir. Özetle Kur'an-ı Kerim'de bu kökün geçtiği tüm yerlerdeki ortak anlam kalpte veya bâtında kasten veya kasıtsız olarak maddi ya da manevi bir iş hakkında arz ve ibraz etmektir. سَوْمٌ kelimesinin anlamı bir şeyi talep etme maksadıyla arayıp araştırma veya bulma, elde etme çabası içinde bir yere gitmek veya bir yerden ayrılmak demektir. مُسَوِّمٌ kendisine güzel bir görünüm veren ve dikkatleri üzerine çeken bir alametle alametlenmiş demektir. (Müfredat-Tahqiq-)
Kuran’ı Kerim’de ikisi sülasi ve if'al formunda fiil diğerleri isim olmak üzere beş farklı şekilde 15 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli sîmâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ
بَلٰٓى nefyi iptal için gelen cevap harfidir. بَلٰى soru olumsuz, cevap olumlu olduğunda, cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَصْبِرُوا fiili نَ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur. تَتَّقُوا fiili atıf harfi وَ’la makabline matuftur.
يَأْتُوكُمْ fiili atıf harfi وَ’la makabline matuftur. يَأْتُوكُمْ fiili نَ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ فَوْرِ car mecruru يَأْتُوكُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰذَا işaret ismi, فَوْرِ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Veya onun bedelidir.
Şartın cevabı يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ’dur. يُمْدِدْكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رَبُّكُمْ faildir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِخَمْسَةِ car mecruru يُمْدِدْكُمْ fiiline müteallıktır. اٰلَافٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ car mecruru mukadder temyizin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri; ملك şeklindedir. مُنْزَل۪ينَ kelimesi الْمَلٰٓئِكَةِ’nin hali olup mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُسَوِّم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ
بَلٰٓىۙ , olumsuz اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ sorusuna verilen olumlu cevap harfidir.
Ayet fasılla gelmiş istînaf cümlesi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. اِنْ تَصْبِرُوا şart cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek, anlama hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm manaları katmıştır.
Aynı üslupta gelen وَتَتَّقُوا ve …وَيَأْتُوكُمْ cümleleri tezayüf nedeniyle şart fiiline atfedilmiştir.
Müspet muzari fiil cümlesi يُمْدِدْكُمْ şartın cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, inşâ üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Teşvik ve ikaz amacıyla gelen رَبُّكُمْ izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan كُمْ zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Müminlerin Rableri tarafından çok önemsendiğini vurgular.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rab isminde tecrîd sanatıdır.
مُسَوِّم۪ينَ kelimesi بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
بَلٰٓىۙ [elbette] kelimesi, لَنْ ’den sonraki ifadeyi olumlulamak için olup, “kesinlikle o miktar melekle yardım size yeter” anlamındadır. Allah Teâlâ bunun yeteceğini ifade ettikten sonra, اِنْ تَصْبِرُوا [sabredip sakınırsanız] (kendilerini) savaş için nişanlamış o sayıdan daha çok melekle yardım edeceğini bildirmiştir. (Keşşâf)
تَصْبِرُوا - تَتَّقُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا |
|
|
2 | جَعَلَهُ | onu yapmaz |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | إِلَّا | ancak (yapar) |
|
5 | بُشْرَىٰ | müjde olsun diye |
|
6 | لَكُمْ | size |
|
7 | وَلِتَطْمَئِنَّ | ve güven bulsun diye |
|
8 | قُلُوبُكُمْ | kalbleriniz |
|
9 | بِهِ | bununla |
|
10 | وَمَا | ve yoktur |
|
11 | النَّصْرُ | yardım |
|
12 | إِلَّا | ancak( vardır) |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | عِنْدِ | katında |
|
15 | اللَّهِ | Allah |
|
16 | الْعَزِيزِ | daima galib |
|
17 | الْحَكِيمِ | hüküm ve hikmet sahibi |
|
Bunun için buyuruluyor ki: Vuku bulan ve vaad edilen bu yardımı Allah, sırf müminlere bir müjde olmak ve kalplerini yatıştırmak için yapmıştır. Böyle bir yardım ve hatta genelde gerçek yardım ise, ancak aziz (üstün) ve hakim (hikmetli) olan Allah katındandır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. بُشْرٰى elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. لَكُمْ car mecruru بُشْرٰى ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. بُشْرٰى kelimesindeki ى harfi kelimenin aslından olmadığı için gayri munsarif olup tenvin almaz.
Gayr-ı munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-ı munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayr-ı munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. لِ harfi, تَطْمَئِنَّ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte zikredilen جَعَلَ fiilinin delaletiyle mahzuf fiile müteallıktır. قُلُوبُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِه۪ car mecruru قُلُوبُكُمْ ’un mahzuf haline veya تَطْمَئِنَّ fiiline müteallıktır.
تَطْمَئِنَّ fiili rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir hemze ا sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan افْعَلَلَّ fiillerindendir.
وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. النَّصْرُ mübteda olup lafzen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مِنْ عِنْدِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur. الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ lafızları اللّٰهِ lafza-i celâlin iki sıfatıdır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. Olumsuz mazi fiilden sonra gelen اِلَّا , hasr edatıdır.
Nefy harfi مَا ve hasr edatı اِلَّا sebebiyle oluşan kasr, cümleyi olumlu manaya çevirerek tekid etmiştir. Menfi fiil cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır.
لِتَطْمَئِنَّ cümlesine dahil olan لِ , cümleyi sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde جَعَلَهُ fiiline müteallıktır. Faide-i haber talebî kelamdır.
بُشْرٰى 'dan sonra mana anlaşılmasına rağmen لَكُمْ ibaresi açıkça zikredilerek bunun Allah Teâlâ'nın müminlere bir ikramı olduğuna delalet edilmiştir. (Âşûr)
وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ
وَ istînâfiyyedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ mahzuf habere müteallıktır.
لَا ve إِلَّا ile kasr meydana gelmiştir. Mübteda olan النَّصْرُ maksûr/mevsuf, mahzuf haber maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak için zikredilen Allah isminin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Lafza-i celâlin iki sıfatı olan الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِۙ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
النَّصْرُ ve بُشْرٰى arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ [Nusret ancak Allah'tandır] cümlesinde 'Allah' açık isminin tekrar zikredilmesi, zihne yerleştirmek içindir. Kasr-ı ifraddır, yani meleklerin kendi başlarına size yardıma geleceklerini sanmayın, size yardım vaad edenlere güvenmeyin, kendi gücünüze, silahınıza da bağlanmayın. Yardım ancak Allah'tandır. O yardım etmezse bu sebeplerin hiçbiri işe yaramaz. Lâzım; zafer ancak Allah'tandır. Melzûmu; O'na dayanıp güvenin, sadece O'na teveccüh edin. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ ibaresindeki zamir اَنْ يُمِدَّكُمْ ifadesine râci olup “Allah bu melek yardımını size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı” anlamındadır. Nitekim İsrailoğullarına indirdiği sükûnet de zafer müjdesi olması ve kalplerinin yatışması için olmuştu. [Yoksa zafer yalnızca Azîz, Hakîm Allah’ın katındandır] sayısı çok olan savaşçılar, melekler ve sükûnet sebebiyle değildir; sükûnet ve melekler, Allah’ın kişinin zafer ve rahmet ümidini artırdığı, mücahitleri yüreklendirdiği vesilelerdir. ‘Azîz, yani hükmüne karşı konulamaz; Hakîm, gördüğü maslahata göre zafer bahşeder veya etmez, demektir. (Keşşâf)لِيَقْطَعَ طَرَفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ
Yüce Allah kâfirlerin ileri gelenlerinden bir grubun kökünü kesmek, bir grubu da perişan etmek suretiyle hüsrana uğratmak için bu yardımı yapmıştır. Nitekim burada söz konusu edilen Bedir Savaşı’nda başta Ebû Cehil olmak üzere müşriklerin ileri gelenlerinden birçoğu öldürülmüş veya esir edilmiştir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
لِيَقْطَعَ طَرَفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ
لِ harfi, يَقْطَعَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte öncesinde geçen مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ifadesine müteallıktır. Yani; النّصر كائن من عند الله لقطع طرف من الذين كفروا (Allah katından olan zafer; küfredenlerin bir kısmını engellemek içindir) demektir. يَقْطَعَ fiili mansub muzaridir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. طَرَفًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, مِنَ harf-i ceriyle birlikte طَرَفًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوْ atıf harfidir. يَكْبِتَهُمْ fiili mansub muzaridir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ cümlesi atıf harfi فَ ile يَكْبِتَهُمْ fiiline atfedilmiştir. يَنْقَلِبُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur. خَٓائِب۪ينَ hal olup fetha ile mansubtur. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
اَوْ edatı burada tenevvü (nevilendirmek) içindir, tereddüt için değildir. Perişan etmek, alçaltmak, kökünü kazımaya denk bir cezadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)لِيَقْطَعَ طَرَفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ
لِتَطْمَئِنَّ cümlesine dahil olan لِ , cümleyi sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde önceki ayetteki mahzuf habere müteallıktır. Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası كَفَرُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَكْبِتَهُمْ cümlesi اَوْ atıf harfiyle لِيَقْطَعَ fiiline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupla gelen يَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ cümlesi, makabline matuftur.
يَقْطَعَ - يَكْبِتَهُمْ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
طَرَفًا kelimesinin nekreliği تفخيم (yüceltme ve vurgu) içindir. (Âşûr)
لِيَقْطَعَ طَرَفًا ifadesinde istiare vardır. ‘Kâfirlerin sayılarından bir miktar eksiltmek, desteklerinden bir miktar zayıflatmak için’ demektir. Bu halis istiarelerdendir. Düşman olan kâfirlerin sayı ve gücünün bir miktar eksiltilip zayıflatılması, somut bir cismin ucundan bir miktar kesilmesine benzetilmiştir. (Şerîf er-Radî, Kur'ân Mecazları)لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | yoktur |
|
2 | لَكَ | senin |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | الْأَمْرِ | o konuda |
|
5 | شَيْءٌ | (yapacağın) bir şey |
|
6 | أَوْ | ya |
|
7 | يَتُوبَ | (Allah) tevbelerini kabul eder |
|
8 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
9 | أَوْ | ya da |
|
10 | يُعَذِّبَهُمْ | onlara azab eder |
|
11 | فَإِنَّهُمْ | şüphesiz onlar (diye) |
|
12 | ظَالِمُونَ | zalimlerdir |
|
Buhârî’nin rivayetine göre Hz. Peygamber savaşta yaralanınca “Peygamber’ini yaralayan kavim nasıl felâh bulur?” buyurmuş, bunun üzerine 128. âyet inmiştir (“Megåzî”, 21).
Bu âyetlerle kâfirler hakkında dünyada ve âhirette verilecek hükümde Hz. Peygamber’in herhangi bir müdahalesinin söz konusu olmadığı, hükmün tamamen Allah’a mahsus olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim bazı âyetlerde Hz. Peygamber’in görevinin sadece tebliğ etmek olduğu bildirilmiş, hidayetin tamamen Allah’ın iradesine bağlı bulunduğu vurgulanmıştır (bk. Bakara 2/272; Ra‘d 13/40; Kasas 28/56). Bir başka anlatımla, yüce Allah burada Rasûl-i Ekrem’e hitaben şöyle buyurmaktadır: Ey Rasûlüm! Onları helâk veya tövbelerini kabul etmek yahut kâfir olarak öldürüp âhirette cezalarını vermek senin isteğine değil, bizim hikmetimize ve irademize bağlı bir şeydir. Hikmetimiz neyi gerektirirse onu yaparız. Senin bu işte herhangi bir müdahalen söz konusu değildir. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Müşrikler de bu egemenlik alanının dışında değildir. Allah onlardan dilediğini affeder, dilediğini de hak ettikleri ve iradelerini kötüye kullandıkları için cezalandırır. Şüphesiz O’nun bağışlaması çok olduğu gibi azabı da şiddetlidir.
İbn Âşûr’un belirttiği üzere Hz. Peygamber Bedir Savaşı’nda meleklerin müşrikleri yok etmek için indiğini görünce onların hepsinin helâk edileceğini düşünmüş, bunun üzerine yüce Allah onların tamamının kökünü kesmeyi murat etmediğini, bilâkis onlar hakkında farklı takdirlerde bulunduğunu bildirmiş olabilir. Nitekim irade ve tercihlerini olumlu veya olumsuz yönde kullanmalarına bağlı olarak müşriklerden bir grubu helâk ederken, bir grubu kedere boğup bu halde geri çevirmiş, başka bir grubun ise sonra iman edip müslümanların saflarında yer almalarını takdir buyurmuş, nihayet bir grubu da kâfir olarak öldürüp hesabını âhirete bırakmıştır (IV, 80). Bu âyette ayrıca Uhud Savaşı’nda da müşriklerin çoğunun helâk edilmeyeceğine, bunların ileride İslâm’ı kabul edip müslümanların saflarında yer alacaklarına işaret vardır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَكَ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَيْءٌ ‘un mahzuf haline müteallıktır. شَيْءٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.
اَوْ harfi إلى manasında atıf harfidir. يَتُوبَ fiilini gizli bir اَنْ ile nasb eder. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتُوبَ fiiline müteallıktır.
يُعَذِّبَهُمْ fiili اَوْ atıf harfiyle يَتُوبَ fiiline atfedilmiştir. يُعَذِّبَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ ta’liliyyedir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. ظَالِمُونَ ise إِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اَوْ atıf harfi ayette iki kere geçmiştir. Yahut, veya, ya da anlamında olmakla beraber, çeşitli manalar ifade ettiği de olur.
1- İki şeyden birini seçmek,
2- Bir şeyin şüpheli olduğunu ifade eder.
3- Bir şeyin kapalı, müphem olduğunu ifade eder.
4- Taksimlerde kullanılır. Kelime ya isim ya fiil ya da harf olur. Bu ayette olduğu gibi.
5- ِإلى anlamında,
6- اِلاَّ anlamında,
7- 'Bazen…, bazen de…' anlamında kullanılır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayet menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكَ , mahzuf mukaddem habere, مِنَ الْاَمْرِ mahzuf hale müteallıktır. شَيْءٌ ise لَيْسَ ‘nin muahhar ismidir.
شَيْءٌ ’daki tenvin hiçbir manasındadır. Çünkü olumsuz siyakda nekre, umum ifade eder.
اَوْ sebebiyle masdar tevilindeki يَتُوبَ عَلَيْهِمْ cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, لَيْسَ ’nin ismi شَيْءٌ ’a matuftur.
يُعَذِّبَهُمْ cümlesi, اَوْ atıf harfiyle makabline atfedilmiştir.
اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ cümlesi ile اَوْ يُعَذِّبَهُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
[Durumdan, sana düşen bir şey yoktur] bir itiraz cümlesidir.
يُعَذِّبَهُمْ [Azap eder] ile يَتُوبَ [tevbelerini kabul eder] arasında tıbâk-ı hafî vardır.
فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ
فَ ta’liliyyedir. اِنَّ ile tekid edilen isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede müsned ism-i fail şeklinde gelerek, bu zalimliğin onların sabit bir sıfatı, âdetleri olduğuna işaret edilmiştir. Bu ifade, fiile göre daha sabittir ve devamlılık ifade eder.
İki farklı konumdaki اَوْ ‘ ler arasında tam cinâs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِلَّهِ | ve Allah’ındır |
|
2 | مَا | olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
5 | وَمَا | ve olanlar |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yerde |
|
8 | يَغْفِرُ | (O) bağışlar |
|
9 | لِمَنْ | kimseyi |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | وَيُعَذِّبُ | ve azabeder |
|
12 | مَنْ | dimseye |
|
13 | يَشَاءُ | dilediği |
|
14 | وَاللَّهُ | Allah |
|
15 | غَفُورٌ | çok bağışlayan |
|
16 | رَحِيمٌ | çok esirgeyendir |
|
Bu, mutlak egemenliğe dayalı mutlak iradedir. Göklerde ve yerde bulunanlar üzerindeki hükümdarlığı gereği, kulların işleri üzerindeki mutlak tasarruftur bu… Bağışlama ve azap etmekle kullar arasında bir zulüm veya kayırma söz konusu değildir. Bu konuda herşey hikmet, adalet, rahmet ve mağfiretle sonuçlanmaktadır. Çünkü, rahmet ve mağfiret yüce Allah’ın şanındandır.
“Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir.”
O’na dönmek, işleri topyekün O’na havale etmek, gerekli olan görevleri yerine getirmek, bundan sonrasını, sebep ve araçların arka plânındaki hikmetine, kaderine ve mutlak iradesine bırakmak suretiyle O’nun mağfiretinden ve rahmetinden yararlanma kapısı bütün kullara açıktır. (Fizilal’il Kur’ân)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ atıf harfidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلّٰهِِ ‘deki ل birçok manalara şumullüdür. Bunlardan bazıları; ta’lil, tahsis, temlik, dönüşlülük, istila, istihkak, mülkiyet manalarıdır.
Bu manaların ışığında şu anlamları fark edebiliriz: Cenab-ı Hak, olmuş, olacak her şeyin müsebbibidir. Her şey O'na mahsus, O'na hastır. Mülkün, mülkiyetin tasarrufu O'nundur. O her şeyi değiştirme gücüne sahiptir. O'nun gücü, ilmi, iradesi, tasarrufu her şeyi istila edip kuşatmıştır. Her durumda hak sahibi olan O'dur. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. يَغْفِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir هُو ’dir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte يَغْفِرُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur.
وَ atıf harfidir. يُعَذِّبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur.
يُعَذِّبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورࣱ birinci, رَّحِیمࣱ ikinci haberdir.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
İstînâf وَ ’ıyla gelen ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
Car mecrur لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا , muahhar haberdir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/sıfattır.
Sıla cümlesinin mahzuf oluşu da îcâz-ı hazif sanatıdır. فِي السَّمٰوَاتِ mahzuf sılaya müteallıktır. İkinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır. İki mevsûl arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ arasında ise mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
[Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır] yaratma ve mülk olarak, bütün emir onundur. (Beyzâvî)
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ
İstînâfi beyanî olan müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mecrur mahalde, يَغْفِرُ ’ya müteallık müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası يَشَٓاءُ fiilidir. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Aynı üsluptaki وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ cümlesi, tezat sebebiyle makabline atfedilmiştir.
Mağfiretin azaba takdimi Allah'ın rahmetinin gazabından önce geldiğini bildirir.
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ [dilediğini affeder] cümlesiyle وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ [dilediğine azap eder] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
İstînâfiyye olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اللّٰهُ - مَنْ - يَشَٓاءُۜ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَأْكُلُوا | yemeyin |
|
6 | الرِّبَا | riba |
|
7 | أَضْعَافًا | kat kat |
|
8 | مُضَاعَفَةً | arttırarak |
|
9 | وَاتَّقُوا | ve korkun |
|
10 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
11 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
12 | تُفْلِحُونَ | kurtuluşa erersiniz |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ ; münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْكُلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الرِّبٰٓوا elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
اَضْعَافًا hal olarak fetha ile mansubtur. مُضَاعَفَةً kelimesi اَضْعَافًا ’ın sıfatıdır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bihtir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تُفْلِحُونَ merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًۖ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı …لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu inşa cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir.
الَّذ۪ينَ kelimesinde tevcih sanatı vardır. Müphem bir kelimedir, arkadan gelen sıla cümlesiyle kimlerin kastedildiği açıklanır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kuran-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, S. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Bu hitap Allah'ın müminlere yönelerek bu surede yaptığı ilk hitaptır. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
اَضْعَافًا - مُضَاعَفَةًۖ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu kelimeler cümlede sıfat ve hal konumundadır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Burada savaştan bahsederken riba konusuna girilmiştir. Okçuların ganimeti görünce yapılan tenbihi unutup yerlerinden ayrılmaları mal sevgisi yüzündendir. Riba da mal sevgisiyle alakalı olduğu için, belki de dinin bir bütün olduğunu vurgulamak için mevzubahis olmuştur. Savaş da riba da hayatın içindedir.
Bakara suresinde de boşanmadan bahsederken namazdan, savaş esnasında da namazın nasıl kılınacağından bahsedilmişti.
Bunlar dinin bir bütün olduğuna, her şartta yaşanması gerektiğine işaret eder.
‘’Faiz almayın’’ yerine ‘’yemeyin!’’ buyurulmuştur. Bu ifadede, cüz-kül alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Faiz sadece yenmek için harcanmaz, başka şeylere de harcanır.
لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ [Katlana katlana artırılan faizi yemeyin] ifadesinde, o dönemde uygulanagelen kat kat artırma kınanarak genel manada faiz yasaklanmaktadır. Borcun vadesi geldiğinde, adam [borcunu ödeyemeyen kişiye] ek süre verir; buna karşılık, borçlunun malvarlığı da belli bir miktar erirdi. (Keşşâf)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
وَ ’la gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olan …لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا cümlesine matuftur. Cihet-i câmia, temasüldür.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Allah isminin korku ve haşyet duygularını artırmak maksadıyla tekrar edilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. ان gibi ismini nasb, haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir.وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. النَّارَ lafza-i celâli mef’ûlun bihtir.
الَّت۪ٓي müfret müennes has ism-i mevsûl, النَّارَ ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اُعِدَّتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُعِدَّتْ meçhul mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اُعِدَّتْ fiiline müteallıktır. اَلْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ
Önceki ayete matuf olan bu ayet de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Has ism-i mevsûl النَّارَ , الَّت۪ٓي ’nın sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Ayrıca ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle sıla cümlesine ihtiyaç duyarlar. اُعِدَّتْ cümlesi mevsûlün sılasıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
النَّارَ - لْكَافِر۪ينَۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ribanın arkasından cehennem geldi, demek ki riba cehenneme götüren amellerden biridir.
وَاتَّقُوا sözünde reddü’l-acüz ale’s-sadri vardır. Bir önceki ayetteki takvayı açıklar.
اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ [Kafirler için hazırlanmış] ibaresi onların beklentilerine tarizdir.
Bu ayet Kur’an'ın en korkutucu ayetidir.
Çünkü müminler yasaklardan kaçınmak suretiyle sakınmadıkları takdirde, Allah Teâlâ'nın onlara kâfirler için hazırlanmış ateşi vaad ettiğini haber veriyor. (Ebüssuûd)
[İnkârcı nankörler için hazırlanmış olan ateşten sakının.] Ebû Hanîfe Rahimehullāh’ın (v.150/767) şöyle dediği nakledilir: En ağır tehdit içeren Kur’an ayeti budur. Zira Allah Teâlâ burada iman edenleri, yasaklarından kaçınma hususunda kendisinden sakınmamaları halinde kâfirler için hazırladığı ateşle tehdit etmekte; ek olarak, iman edenlerin O’nun rahmetini ancak kendisine ve Resulüne itaat etmek suretiyle umabileceklerini ifade etmektedir. Bu ve benzeri ayetler üzerinde düşünenler, Allah’tan yana boş ümit ve kuruntulara kapılmazlar. Allah Teâlâ’nın bu gibi durumlarda لَعَلَّ ve عسى [umulur ki ola ki] kelimelerine yer vermesi, insanlar ne derse desin, zeki irfan sahiplerinin dikkatinden kaçmayacağı üzere, takva yolunun ne kadar ince bir yol, Allah rızasını elde etmenin ne kadar zor bir şey ve O’nun rahmet ve mükâfatına nail olmanın ne derece şerefli bir mazhariyet olduğunu göstermektedir. (Keşşâf)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
Kur’ân’da peygambere itaat genellikle Allah’a itaat emrinin hemen arkasından gelmektedir. Bir yerde Allah’a ve rasûlüne itaat emrinin ardından peygambere itaatin zorunluluğu ayrıca belirtilmiştir (en-Nûr 24/54). Allah’a itaatin gerçeklik kazanması, O’nun buyruklarını insanlara açıklayan ve bunlara uymanın örneklerini kendi yaşantılarıyla gösteren peygamberler vasıtasıyla mümkün olacağından bazı âyetlerde peygambere itaatle Allah’a itaat özdeş kılınmıştır. (Âl-i İmrân 3/31; en-Nisâ 4/80)
Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin kendilerine itaat edilmesi için gönderildiğini ifade eder ve hidayetin ancak onlara uymakla gerçekleşeceğini haber verir. Peygamberlere itaatin meşruiyeti onların ilâhî vahye mazhar oluşundan kaynaklanır, zira onlar da diğer insanlar gibi beşerî özellikler taşır. Peygamberler de Allah’a itaatle emrolunmuş (el-En‘âm 6/14), onların da kâfir ve münâfıklara uymamaları istenmiştir (el-Ahzâb 33/1).
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَط۪يعُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الرَّسُولَ atıf harfi وَ ’la اللّٰهَ lafza-i celâline matuftur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
تُرْحَمُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اَط۪يعُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَط۪يعُوا fiili if’al babından olduğu için tadiye manası da taşır. Dal bil işaresiyle hem itaat edin, hem de ettirin, gayret ve mübalağa gösterin, sizinle birlikte aileniz, çevreniz de bu itaate katılsın, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
‘Umulur ki’ manasına gelen لَعَلَّ edatı, Allah tarafından zikredilirse kesinlik anlamı içerir. Ancak yine de işârî olarak, Allah rızasının öyle kolay kolay kazanılamayacağına işaret eder. Müminlerin Allah'ın rahmet ve sevabının güç kazanılacağını bilmeleri gerekir.وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
وَ atıftır. Ayet لا تأكلوا cümlesine tezatüf sebebiyle matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ [Allaha itaat edin] ifadesinden sonra وَالرَّسُولَ ibaresinin zikri hususun umuma zikri babında ıtnâb sanatıdır.
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.
الرَّسُولَ kelimesinin başındaki elif lam, muzâfun ileyhin hazfından bedel olarak gelmiştir. ُرسوله َ”O'nun Resulüne” anlamındadır.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir.
Vaidin akabinde vaad gelmesi muhalefetten korkutmak ve itaate teşvik içindir.
Hem 130. ayetin sonunda hem de burada cümlenin لَعَلَّ ile gelmesi felaha ve rahmete ermenin zor olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
[Allah'a ve Peygambere itaat edin ki merhamet olunasınız.] Tehdidin arkasından vaadi getirmesi, emre muhalefetten sakındırmak ve itaate teşvik etmek içindir. Bu gibi yerlerde لَعَلَّ ve عسى gibi fiiller, söylenen şeye ulaşmanın nadir olduğunu göstermektedir. (Beyzâvî)Gelen yeni gün için not;
Eğer yeni bir sabaha gözlerini açmanı nasip ettiyse Rahman ve yatağından çıkabilecek güce sahipsen hala. Bütün sıkıntılarını, umutsuzluklarını ve hayal kırıklıklarını geride bırakarak kalk. Bugünün onlara vakit ayırmayacak kadar değerli olmalı.
Yeni bir günün diğer adıdır umut. Yapılan hataların giderilmesi, kırılan kalplerin onarılması ve yarım kalanların tamamlanması için. Sevmek, sevilmek, af dilemek ve şükretmek için. Sevdiklerinin, yaşadıklarının, zamanının ve elindekilerinin değerini bilmek için. Gülmek, ağlamak, öğrenmek ve Rabbinin rızasını kazanmak için hala vaktin var demektir.
Çeşitli bahanelerle harcama bugününü çünkü bilinmez kaç yarının vardır. Verilen hayatı en güzel şekilde yaşa ve gülümse. Yeni bir gün, yeni bir fırsat demektir. O fırsatı değerlendirmek kişinin elindedir. Elinden geldiğince devam et. Her yeni gün, senin için yeni bir başlangıç demektir.
Rabbim bugünlerimizi aratmasın, yarınlarımızı boşa harcatmasın. Razı olduğu vakit canımızı alsın.
Amin.
***
Yeryüzünde dolaşan bir derviş, uğradığı mekanlarda gördüğü yanlışları düzeltir ve doğrusunu anlatırmış. Gittiği yerlerde birkaç aydan fazla duramaz, tekrar yoluna devam edermiş.
Uyarılarını dikkate alanların dualarıyla azmine azim ve sabrına sabır katarmış. Yoksa, Allah’ın emirleri hatırlatılınca öfkelenenlerin tavırlarıyla, ömrünü böyle bir işe adamak çok zormuş.
Günah işleyenlerin çoğu, uyarılara sinirlenir ve lafı kestirip atarmış. Hepsinin nefislerine göre haklı sebepleri varmış. Derviş, onlara dünyalık mazeretlerin geçersizliğini anlatmaya çalışırmış.
Bir gün, faiz yiyen biriyle karşılaşınca, onu da uyarmış ve faizin haram oluşunu hatırlatmış. Adam maddi imkanların yetersizliğinden şikayet etmiş ve dervişe bilip bilmeden konuşmamasını söylemiş.
Derviş besmele çekmiş ve sakin bir sesle konuşmaya başlamış:
İnsanın genellikle imtihanı, bazen de nimeti olan bir özelliği vardır. O da kısa yola meyil etmesidir yani bir şeye bir an önce sahip olma dürtüsüdür. İmtihandır çünkü kimi zaman insanı hakikat ile batıl arasında bırakır ve kalbini dinlemeyeni, iki cihanda da sürecek batıl karanlığına çeker.
Mesela faiz yiyeni; dünya hayatında ödeyip ödeyemeyeceğini kesin bilmediği ama katlanarak artacağı kesin bilinen bir borç batağına ya da kişinin asla doymadığı bir bereketsizlik bataklığına atar. Ahiret hayatında ise kafirlerin cezalandırılması için özel olarak hazırlanmış cehenneme atar.
Herhangi bir dünyalık sebebe ya da hevese sarıldığı için batıl yolda yürüdüğünü anlayan her inanan kul için Allah’ın emirleri hatırlatıldığı anda akan sular durmalıdır ve işe, sıkıca sarıldığı dünyalıktan parmaklarını gevşeterek başlamalıdır. Hedef ise Allah’ın gazabından ve cehennem ateşinden sakınmaktır.
Ey Allahım! Dünyalık heveslerden ve hayalini kurduğumuz isteklerden dolayı karanlığa düşerek hakikati görememekten ve Senin yolundan sapmaktan, Senin merhametine sığınırız. Bizi bir an olsun nefsimizle başbaşa bırakma ve kudretin ile hakikat yolunda sağlam adımlarla yürüyüşümüzü kolaylaştır. Haramdan uzaklaşmayı, emirlerine itaati ve her işimizde rızanı gözetmeyi bize sevdir, kolaylaştır ve her çabamızı rahmetin ile çoğaltarak kabul buyur. Bizi cehennem azabından koru. Senin rızana, nimetlerine ve sevdiklerine kavuşan yüzü aydın cennet ehlinden eyle.
Amin.