بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَنْ |
|
|
5 | تُغْنِيَ | yarar sağlamayacaktır |
|
6 | عَنْهُمْ | onlara |
|
7 | أَمْوَالُهُمْ | malları |
|
8 | وَلَا | ne de |
|
9 | أَوْلَادُهُمْ | evladları |
|
10 | مِنَ | karşı |
|
11 | اللَّهِ | Allah’a |
|
12 | شَيْئًا | hiçbir şey |
|
13 | وَأُولَٰئِكَ | ve onlar |
|
14 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
15 | النَّارِ | ateş |
|
16 | هُمْ | onlar |
|
17 | فِيهَا | orada |
|
18 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
Burada, mal ve evlâtlarının çokluğu sebebiyle şımarmış olan dolayısıyla kendilerine azap edilmeyeceğini iddia eden (bk. Sebe’ 34/35), asıl iman edilmesi gerekenleri inkâr ederek dinden uzaklaşan herkes uyarılmakta; mal ve evlât çokluğu gibi maddî ve geçici güçlerin insanları Allah’a yaklaştırıcı ve onun katında değerli kılıcı sebepler olmadığı, bu tür zenginliklerin Allah’tan gelecek olan cezaları önleyemeyeceği bildirilmektedir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. تُغْنِيَ mansub muzari fiildir.
عَنْهُمْ car mecruru تُغْنِيَ fiiline müteallıktır. اَمْوَالُ kelimesi تُغْنِيَ fiilinin failidir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَٓا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَوْلَادُهُمْ kelimesi اَمْوَالُهُمْ kelimesine matuftur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru شَيْـًٔا ’in mahzuf haline müteallıktır. شَيْـًٔا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. النَّارِ muzâfun ileyhtir.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدُونَ kelimesine müteallıktır.
خَالِدُونَ kelimesi haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ’nin sılası كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi …لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ menfi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde kalplere korku duygusu salmak için zikredilen lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
شَيْـًٔاۜ ‘deki tenvin kıllet ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Mal ve evlat, Allah’tan gelecek en ufak bir azaba karşı dahi kâfirleri koruyamaz. Bilindiği gibi olumsuz siyakda nekre umum ifade eder.
لَٓا اَوْلَادُهُمْ’daki nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
اَمْوَالُهُمْ - اَوْلَادُهُمْ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Malın evlada takdimi, özellikle küfür ehli için malın kıymetli olması dolayısıyladır.
Bu mananın mefhumu muhalifi, müminlere mal ve evladının ahirette faydası olduğu gibi dünyada da fayda vermesidir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, bu ayette bilhassa malları ve çocukları zikretmiştir. Çünkü cansızların en faydalısı mallar, canlıların en faydalısı ise çocuklardır. Daha sonra Hak Teâlâ, kâfirlerin, ahirette bu iki şeyden kesinlikle faydalanamayacaklarını beyan buyurmuştur ki bu, onların o iki şeyin dışındaki şeylerden öncelikle faydalanamayacaklarını gösterir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
وَ atıf harfidir. Cümle اِنَّ’nin haberine matuftur. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ’nin müsnedün ileyh olarak marife olması, ateş ashabına dikkat çekmek içindir ve tahkir ifade eder.
أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ [Nâr ashabı] ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
Müsnedin أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ şeklinde izafetle marife olması, az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.
Bu cümle hasr ifade ettiğine göre cehennemde kâfirlerden başka hiç kimsenin ebedi kalmayacağı sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Ayetin fasılası hal-i müekkide olarak fasılla gelmiştir. Ateş ashabının halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı ism-i faildir. İsmi fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
Onların ateş halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.
Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela: هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir.) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و’sız gelir.
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَثَلُ | durumu |
|
2 | مَا | şeylerin (malların) |
|
3 | يُنْفِقُونَ | harcadıkları |
|
4 | فِي |
|
|
5 | هَٰذِهِ | bu |
|
6 | الْحَيَاةِ | dünya |
|
7 | الدُّنْيَا | hayatında |
|
8 | كَمَثَلِ | benzer |
|
9 | رِيحٍ | bir rüzgara |
|
10 | فِيهَا | kendisine |
|
11 | صِرٌّ | dondurucu |
|
12 | أَصَابَتْ | vurup |
|
13 | حَرْثَ | ekinine |
|
14 | قَوْمٍ | bir topluluğun |
|
15 | ظَلَمُوا | zulmeden |
|
16 | أَنْفُسَهُمْ | nefislerine |
|
17 | فَأَهْلَكَتْهُ | onu mahveden |
|
18 | وَمَا |
|
|
19 | ظَلَمَهُمُ | onlara zulmetmedi |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
22 | أَنْفُسَهُمْ | onlar kendi kendilerine |
|
23 | يَظْلِمُونَ | zulmediyorlardı |
|
Bu misalde ekin insan hayatını sembolize etmektedir. Çünkü insan hayatta iyi ve kötü işler yapar, âhirette de bunların karşılığını alır, yani dünyada ne ekerse âhirette onu biçer. Buna göre yüce Allah bu misalle şöyle bir ders vermektedir: Hava ekinlerin yetişmesi için yararlıdır. Ancak aşırı sıcak veya soğuk hava zararlı da olabilir hatta ekinleri yok edebilir. Bunun gibi sadaka verip yardım etmek de âhiretteki sevabın çoğalmasına yardımcı olabilir. Fakat bu sadaka inkârla zehirlenmişse o sevabı mahvedebilir de.
<style="text-align:>Allah insanın ve onun etkinlikte bulunduğu alanların mutlak hâkimi olduğu gibi, sahip olduğu servetin de gerçek sahibidir. Eğer Allah’ın kulu, O’nun iradesinin üstünlüğünü kabul etmez veya O’nun nimetlerini kullanırken, O’nun kanunlarını çiğnerse suçlu duruma düşer, hatta bu harcamalarından dolayı cezalandırılır. (Mevdûdî, I, 253) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri) </style="text-align:>Sarra صرّ :
إصْرارٌ bir suça/günaha sıkıca kendini düğümleme, kendini sıkı sıkıya bağlama ve ondan kopmaktan imtina etme, sakınma, uzak durma veya kopmayı reddetme anlamındadır. Kelimenin aslı sıkıca bağlamak anlamına gelen صَرٌّ sözcüğünden gelir.
Türkçede de kullanılan sürre صُرَّةٌ içine içine dirhemlerin düğümlendiği kesedir(para kesesi).
إصْرارٌ kişinin kalben üzerine bağlandığı, azim ve kararlılık gösterdiği her türden arzudur. Son olarak صَرَّةٌ'e gelince bir kapta toplanmışçasına birbiriyle kenetlenmiş topluluktur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de if'al babında fiil ve iki farklı isim formunda olmak üzere 6 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ısrar ve sürre (alayı)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ
İsim cümlesidir. مَثَلُ mübtedadır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يُنْفِقُونَ ’dir. İrabtan mahalli yoktur.
يُنْفِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي هٰذِهِ car mecruru يُنْفِقُونَ fiiline müteallıktır. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا ise الْحَيٰوةِ ’nin sıfatıdır.
كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. ر۪يحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ف۪يهَا صِرٌّ cümlesi ر۪يحٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. ف۪يهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. صِرٌّ muahhar mübtedadır.
اَصَابَتْ حَرْثَ cümlesi ر۪يحٍ kelimesinin ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. اَصَابَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. حَرْثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. قَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْفُسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. اَهْلَكَتْهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
“Bu dünya hayatında onların harcadıkları şeylerin misali” cümlesindeki ما edatı, masdar edatı olabileceği gibi aidi hazf edilmiş bir ism-i mevsûl de olabilir. “Onların o harcadıklarının misali…” anlamındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
ظَلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. اَنْفُسَهُمْ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ [İşte bunlara haksızlık eden de Allah değil…] ifadesindeki zamir, münafıklara raci olup Allah onların harcamalarını kabul etmemek suretiyle onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmettiler, zira onu kabul edilecek şekilde yapmadılar, demektir. Veya ekin sahiplerine racidir ve mana; Allah onların ekinlerini helak etmek suretiyle onlara zulmetmedi. Aksine onlar cezayı hak edecekleri günahlar işleyerek kendi kendilerine zulmettiler demektir. (Keşşâf)
وَلٰكِنْ kelimesi لَكِنَّ şeklinde şeddeli olarak da okunmuştur ki bu taktirde ibare; وَ لَكِنَّ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَهَا هُمْ [Ancak kendilerine, bizzat kendileri zulmetmiştir.] şeklinde olur. Şeddesiz okunduğunda şan zamirini düşmüş kabul ederek وَ لَكِنَّهُ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ [Ancak durum şudur ki kendileri zulmetmişlerdir.] anlamının murad edilmesi caiz değildir; bu ancak şiir zaruretinde caiz olur. (Keşşâf)
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ
Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade etme yollarından biri olan izafetle marife olmuştur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sılası …يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla hayat içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü hayat hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
مَثَلُ şeklindeki mübtedanın haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. كَمَثَلِ ر۪يحٍ ifadesi mahzuf habere müteallıktır.
Takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatlarının bulunduğu ف۪يهَا صِرٌّ cümlesi ر۪يحٍ için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi قَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
فَ ile اَصَابَتْ cümlesine atfedilen فَاَهْلَكَتْهُۜ müspet fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada kâfirlerin böbürlenmek ve riya için yaptıkları harcamaların tamamının boşa gittiği son derece çarpıcı ve canlı bir temsille anlatılmaktadır. Onların, Allah’ın rızasını aramaksızın insanlar arasında güzelce anılmaya ve övülmeye sebep olan şeyler uğrunda mallarını infak etmeleri, soğuk bir rüzgârın isabet etmesiyle yok olup giden ekine benzetilmektedir. Bu benzetmeyi Beyzâvî şu ifadelerle açıklar: “Allah Teâlâ’nın maksadı, kâfirlerin zayi olan harcamalarını şiddetli ve çok soğuk bir kasırganın vurduğu, kendileri için ne dünyada ne de ahirette hiçbir yarar bırakmadığı ekine benzetmektir. Bu teşbih bir mürekkeb teşbihtir. Bundan dolayı teşbih edatının حَرْثَ (ekin) kelimesinin başına değil de ريح (rüzgâr) kelimesinin başına getirilmesinde bir mahzur görülmemiştir. Ayrıca كمثل مهلك ريح (rüzgârın helak ettiği) şeklinde bir takdir de caizdir. Müfessirimiz son açıklamalarıyla bu teşbihte yer alan müşebbehün bihin, ayrışabilen basit bir yapıdan değil, aksine ‘kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgâr’ şeklinde birbirinden ayrışması mümkün olmayan kompleks bir yapıdan, bir tasavvurdan oluştuğu için teşbih edatının ilk bakışta müşebbehün bih gibi algılanan ‘ekin’ kelimesinin başında yer alma beklentisinin doğru olmadığına zira bu tür mürekkeb teşbihlerde müşebbehün bihin sadece teşbih edatının başında yer aldığı kelime değil, o benzetmede bulunan bütün cümlelerden anlaşılan, karma bir mana tablosu olduğuna dolayısıyla yapıya bütüncül bakmak gerektiğine dikkat çekmek istemiştir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Nasıl ki don vuran tarla mahvoluyorsa infak eden kişinin de ahirete hiçbir hayrı kalmaz. Bunun sebebi de inkârıdır. Burada rüzgâr küfre, ekin de infaka benzetilmiştir. Temsilî teşbih vardır. Kâfirlerin iftihar veya şöhret, münafıkların da riya ve korku için yaptıkları harcamaların durumu dondurucu bir rüzgârın vurduğu ekine benzetilmiştir.
صِرٌّ, sesi ve soğuğu şiddetli olmak, diş gıcırdatmak demektir. صِرٌّ kelimesinin türevi olan صرصر hamam böceğidir.
مَثَلِ [örnek] ve كَ [gibi] manası üst üste gelerek vurgu yapılmıştır.
Kâfirlerin hayırlarından fayda olmadığı söylenerek şer için yaptıklarının cezasının büyüklüğüne de tariz yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Onların infakları, helak olan ekine benzetilmektedir. O halde infakları kavurucu ve soğuk bir rüzgâra nasıl benzetilir denirse biz deriz ki: “Teşbih (benzetme)”, iki kısımdır:
1- İki cümlenin cüzleri arasında benzerlik bulunmasa bile iki cümlenin maksatları arasında bir benzerliğin bulunması; buna, teşbih-i mürekkeb adı verilir.
2- İki cümleden kastedilen şeyler ile iki cümlenin cüzleri arasında bir benzerliğin bulunması. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ istînâfiyyedir. Hal وَ ’ı olması da caizdir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl önemi gereği faile takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi tazim ve ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Tezat sebebiyle makabline وَ’la atfedilen cümlede لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
Mef’ulün amiline takdim edilmiş olması takdim-tehir sanatıdır. Bu takdim onların kendi kendilerine zulmettiklerini vurgular.
“Fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” cümlesinde mef'ûlün takdimi fasılaya riayet içindir, tahsis için değildir.
İnsan kendine zulmetmez fakat yaptığı zulmün sonucunda nefsine azap edilmesine yol açar. Bu nedenle sebebe isnaddır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ cümlesiyle وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَا ظَلَمَهُمُ - يَظْلِمُونَ arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
ظَلَمَهُمُ kelimesinde irsâd vardır. وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ’dan sonra ne geleceği anlaşılmaktadır.
ظَلَمُوا أنْفُسَهُمْ ifadesi temsile dahil olarak, temsili korkunç ve kötü bir hale getirir. Müşebbehün bihin bir cüzü değildir. (Âşûr)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | ki onlar |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لَا | sakın |
|
5 | تَتَّخِذُوا | edinmeyin |
|
6 | بِطَانَةً | kendinize dost |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | دُونِكُمْ | kendinizden başkasını |
|
9 | لَا |
|
|
10 | يَأْلُونَكُمْ | onlar sizi geri durmazlar |
|
11 | خَبَالًا | bozmaktan |
|
12 | وَدُّوا | isterler |
|
13 | مَا | şeyleri |
|
14 | عَنِتُّمْ | size sıkıntı verecek |
|
15 | قَدْ | doğrusu |
|
16 | بَدَتِ | taşmaktadır |
|
17 | الْبَغْضَاءُ | öfke |
|
18 | مِنْ | -ndan |
|
19 | أَفْوَاهِهِمْ | onların ağızları- |
|
20 | وَمَا | şeyler (kin) ise |
|
21 | تُخْفِي | gizledikleri |
|
22 | صُدُورُهُمْ | göğüslerinde |
|
23 | أَكْبَرُ | daha büyüktür |
|
24 | قَدْ | elbette |
|
25 | بَيَّنَّا | açıkladık |
|
26 | لَكُمُ | size |
|
27 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
28 | إِنْ | eğer |
|
29 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
30 | تَعْقِلُونَ | düşünüyor |
|
Bitâne, esasında elbisenin iç yüzündeki astar demektir. Bundan bir kimsenin sırlarına vakıf olan pek sıkı dostuna da "bitâne denilir. Müminler, milletlerinin ehlinden başkasını, yani gerek kâfirleri ve gerekse münafıkları (iki yüzlüleri) iç yüzlerine vakıf olacak özel işlerinde ve muamelelerinde kullanmaktan yasaklanmıştır ki, bu yasaklamanın özel hususlara da şümulü bulunmakla beraber âyetin siyâkı (gelişi) -daha çok genel işlere bakmaktadır. Bunun gerekçesi de her iki tarafın ruhî durumları izah olunarak anlatılmıştır.
Evvela size fesat ve zarar yapmakta hiç kusur etmezler. Size meşakkat ve zahmet veren şeylerden memnun olurlar. Buğuzları ağızlarından taşmış, aleyhinize devamlı propaganda yapmaktadırlar. Halbuki sîne (göğüs, kalp)lerinde gizledikleri öfkeler, kinler daha büyüktür. (Elmalili Hamdi Yazir Tefsiri) .
Beğada بغض :
Hoşlanılmayan şeye karşı duyulan nefrettir. Hubb sözcüğünün zıddıdır.
Köke ait بَغْضاء formu aşırı buğz ve nefret anlamında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli buğzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّخِذُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِطَانَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Nefy siyakında nekre umum ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
مِنْ دُونِ car mecruru بِطَانَةً kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri; أصفياء (en safları) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. خَبَالًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
تَتَّخِذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ’dır. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
خَبَالًا [Kötülük] kelimesi ikinci mef’ûl olarak mansub gelmiştir. Çünkü “geri kalmamak” anlamındaki لَا يَأْلُونَ َfiili iki mef’ûlü teaddi eder. Masdar olarak (mef’ûlü mutlak) da mansub gelmiş olabilir. Yani “Onlar size, sizi bozacak şekilde kötülük yaparlar.” demek olur. Harf-i cerin hazfı ile nasb edilmiş olması da mümkündür. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ
Fiil cümlesidir. وَدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا masdar harfidir. مَا ve masdar-ı müevvel, وَدُّوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. عَنِتُّمْ mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُّمْ fail olarak mahallen merfûdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. بَدَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْبَغْضَٓاءُ faildir. مِنْ اَفْوَاهِ car mecruru بَدَتِ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تُخْف۪ي ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. تُخْف۪ي mukadder damme ile merfû muzari fiildir. صُدُورُهُمْ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَكْبَرُ haberdir.
قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. بَيَّنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَكُمُ car mecruru بَيَّنَّا fiiline müteallıktır. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için kesra ile mansubtur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْقِلُونَ fiili كُنْتُمْ’ün haberi olarak mahallen mansubtur.
تَعْقِلُونَ muzari fiil olup نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; لا توالوهم أو فلا تتّخذوا منهم أصدقاء (Onlarla arkadaş olmayın veya onları dost edinmeyin.) şeklindedir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاًۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ... لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.
Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك (Emret Allah’ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)
بِطَانَةً için sıfat cümlesi olan menfi muzari fiil cümlesi لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin fasılla gelmiş müstenefe olduğu da söylenmiştir.
وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ cümlesi istînâfiyye veya بِطَانَةً için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi مَا ve akabindeki عَنِتُّمْۚ fiil cümlesi, masdar teviliyle وَدُّوا fiilinin mef’ûlü konumundadır.
وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ ifadesi; مَا, masdariye kabul edilerek [sıkıntıya düşmenizi isterler] manasındadır. العنت aşırı zarar ve sıkıntı anlamında olup aslında kemiğin sarıldıktan sonra kırılması demektir. Yani size gerek dininizde gerekse dünyanızda en büyük ve en ağır zararı vermeyi arzu ederler. (Keşşâf)
قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ mazi fiil cümlesi de istînâfiyye veya بِطَانَةً için sıfattır. Faide-i haber talebî kelamdır.
Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Kişinin bir tanesi (astarı), kişinin güvenip sırlarını anlattığı kimsedir. Böylece kişinin sırdaşı elbisenin astarına benzetilmektedir. (Ebüssûud)
[Kin ve nefretleri ağızlarından taşmıştır.] Yani konuşmalarında görülmektedir, çünkü onlar aşırı nefretlerinden dolayı dillerine sahip olamazlar. (Beyzâvî)
قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْ [Kinleri ağızlarından dökülür.] ifadesi, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
بِطَانَةً kelimesi astar demektir. Batın kelimesi de aynı köktendir. Dost, sırdaş, gizli olan şeyi paylaşan manaları vardır. Bu ibarede istiare vardır. Yakın arkadaşlar elbise astarına benzetilmiştir Çünkü kişinin ve yaptıklarının iç yüzünü bilirler, astarın vücuda yakınlığı kadar ona yakındırlar. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
ألو fiili ihmal etmek demektir. Kur’an’da 3 kez fiil olarak geçmiştir. Rahman suresinde 34 kez آلاء nimetler manasında geçmiştir.
خَبَالًاۜ, zihin bozukluğu, çılgınlık, akıl karışıklığı, kusur etme demektir.
اَفْوَاهٌ kelimesi فمٌ kelimesinin çoğuludur. فمٌ kelimesinin aslı فوهٌ olduğu sonra hafiflik olsun diye hâ harfinin hazf edilip vavın yerine her ikisi de şefevi (dudak) harflerinden olduğu için mim harfinin getirilmiş olduğu sabit olmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
Birinci istînaf cümlesi, onların halini açıklamakta ve onlardan uzak durmayı emretmekte; ikinci istînaf cümlesi de nehyi teyit ve nehyedilen şeyden şiddetle sakınmanın gerekliliğini ifade etmektedir. Yani onlar, sizin hep sıkıntıya ve şiddetli bir zarara uğramanızı isterler. (Ebüssuûd)
مِن دُونِكُمْ ifadesinde مِن harfini zaid olması ve دُونَ kelimesinin de ‘etrafınızda’ manasında mekân ismi olması caizdir. (Âşûr)
وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْـبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ
وَ haliyye veya istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müşterek ism-i mevsûl olan مَا mübteda, اَكْبَرُۜ haberdir.
Mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında haber cümlesidir.
مَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ [Sînelerinin gizlediği] ifadesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
İstînâf cümlesi olan قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ, faide-i haber talebî kelamdır.
Dost edinilmemesi gereken kimselerin verecekleri zararların sıkıntıya düşürmek, öfkelerini sözlerle belli etmek, kalplerinde büyük kin beslemek şeklinde ayrıntılanması taksim sanatıdır.
تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ [Sînelerin gizlediği] ibaresi kinayedir.
اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
Ayetin müstenefe olan son cümlesi şart üslubunda haberî isnad, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formundaki şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; فلا توالوهم [Onlarla dost olmazsınız.] olabilir.
[Size] dinde samimi olma, Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını ise düşman edinmenin farz olduğuna delalet eden [ayetlerimizi açık seçik bildirdik. Tabii] size bildirilenleri [akleder] ve bunlarla amel eder[seniz.] (Keşşâf)
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَا أَنْتُمْ | işte siz |
|
2 | أُولَاءِ | öyle kimselersiniz ki |
|
3 | تُحِبُّونَهُمْ | onları seversiniz |
|
4 | وَلَا |
|
|
5 | يُحِبُّونَكُمْ | halbuki onlar sizi sevmezler |
|
6 | وَتُؤْمِنُونَ | ve inanırsınız |
|
7 | بِالْكِتَابِ | Kitabın |
|
8 | كُلِّهِ | hepsine |
|
9 | وَإِذَا | zaman |
|
10 | لَقُوكُمْ | sizinle karşılaştıkları |
|
11 | قَالُوا | derler |
|
12 | امَنَّا | inandık |
|
13 | وَإِذَا | ve zaman |
|
14 | خَلَوْا | yalnız kaldıkları |
|
15 | عَضُّوا | ısırırlar |
|
16 | عَلَيْكُمُ | size karşı |
|
17 | الْأَنَامِلَ | parmak uçlarını |
|
18 | مِنَ | -den |
|
19 | الْغَيْظِ | öfke- |
|
20 | قُلْ | de ki |
|
21 | مُوتُوا | ölün |
|
22 | بِغَيْظِكُمْ | öfkenizden |
|
23 | إِنَّ | şüphesiz |
|
24 | اللَّهَ | Allah |
|
25 | عَلِيمٌ | bilir |
|
26 | بِذَاتِ | özünü |
|
27 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
Şüphesiz ki mümin olmayanları sırdaş edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samimi olmak veya devletin sırlarını ya da menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek sakıncalı olmakla birlikte, onlarla beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesinde bir sakınca yoktur.
Kur’ân müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gİslâm, dinin temel ilke ve amaçlarına ters düşmeyecek ölçüler içinde gayri müslimlerle ilim, teknik ve sanat alışverişinde bulunmayı yasaklamaz. Çünkü ilmin vatanı ve milliyeti yoktur. Hadiste de buyurulduğu gibi (Tirmizî, “İlim”, 19) yararlı bilgi ve fikir müslümanın yitiğidir, onu nerede bulursa alır. Bu konularda müslümanlar din ayırımı yapmaksızın herkesten istifade edebilirler ve kendi birikimlerinden başkalarını yararlandırırlar. Nitekim tarihte de böyle yapmışlardır (gayri müslimlerin dost edinilmemesi hususunda bilgi için ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/28)
Gayri müslimlerle beşerî ilişkilerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adaletli davranılmasını tavsiye etmekte ve böyle yapanları yüce Allah’ın sevdiğini bildirmektedir (Mümtehine 60/8). Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Bu tür gayri müslimlerle dostluk bağları Kur’ânları yüce Allah zalimler olarak nitelemiştir. (bk. Mümtehine 60/9) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ
İsim cümlesidir. هَٓا tenbih harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
İsm-i işaret اُو۬لَٓاءِ haber olarak mahallen merfûdur. تُحِبُّونَهُمْ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَا يُحِبُّونَكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. تُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ cümlesi ise atıf harfi وَ ’la تُحِبُّونَهُمْ ’ye atfedilmiştir.
تُؤْمِنُونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالْكِتَابِ car mecruru تُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. كُلِّه۪ ise الْكِتَابِ için manevi tekiddir.
وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. لَقُوكُمْ cer mahallinde muzâfun ileyhtir. لَقُوكُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ ’dır. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi اٰمَنَّا ’dır. قَالُٓوا fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Atıftır.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. خَلَوْا cer mahalinde muzâfun ileyhtir.
Şartın cevabı عَضُّوا عَلَيْكُمُ’dir. عَضُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْكُمُ car mecruru عَضُّوا fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; حانقين عليكم (Size kızgındırlar) şeklindedir. الْاَنَامِلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنَ الْغَيْظِ car mecruru عَضُّوا fiiline müteallıktır. مِنَ sebebiyye içindir.
قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Mekulü’l-kavli مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ’dur.
قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. مُوتُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِغَيْظِكُمْ car mecruru مُوتُوا fiiline müteallıktır. بِ harf-i ceri sebebiyyedir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismidir. عَل۪يمٌ ise haberidir.
بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ [Allah elbette sînelerin özünü bilir (zihinlerin en derin bölgelerine bile vakıftır)!] Dolayısıyla münafıkların içlerindeki öfke ve kini, birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman ne halde olduklarını çok iyi bilmektedir! Bu cümlenin, mekulü’l-kavle yani söylenmesi istenen söze dahil olması kadar olmaması da muhtemeldir. “Her iki ihtimale göre cümlenin manası nasıl olur?” dersen, şöyle derim: Mekulü’l-kavle dahil ise mana, “Sana olan kinlerinden dolayı öyle derim: Aralarında gizlice parmaklarını ısırdıklarını onlara haber ver ve ‘Allah aranızda gizlice yaptığınız bu şeylerden daha gizli olanları, kalplerde gizlenenleri dahi bilir, o halde zannetmeyin ki sizin herhangi bir sırrınız ona gizli kalır.’ de” şeklinde olur. Mekulü’l-kavlin dışında ise o zaman da “Ya Muhammed! Onlara bunu söyle ve Seni onların sırlarına muttali kılmama şaşırma. Çünkü Ben bundan daha gizli olanları yani kalplerinde gizleyip de dilleriyle ifade etmedikleri şeyleri de bilirim!” şeklinde olur. Ayrıca burada herhangi bir sözün olmaması ve “De ki: Geberin kininizle” ifadesinin, Peygamberin (sav) gönlünü ferah tutup ümitvar olması ve bunların; İslam’ın aziz, kendilerinin ise zelil olması neticesinde kinlerinden helak olacağına dair ilâhî vaid mujdesini almasına yönelik bir emir olması da mümkündür. Sanki “bunu kendine söyle” denilmektedir. (Keşşâf)
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetteki هَٓا, tekid ifade eden tenbih harfidir. Muhtevanın son derece önemli olduğuna dikkat çekmek için gelmiştir. (Ebüssuûd)
İsim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin işaret ismiyle gelmesi, habere dikkat çekme amacına matuftur.
تُحِبُّونَهُمْ muzari fiil cümlesi hal olarak mahallen mansubtur. Anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَ’la تُحِبُّونَهُمْ ’a tezat sebebiyle atfedilen لَا يُحِبُّونَكُمْ cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Makabline matuf وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Bu cümlenin hal olmasına da cevaz vardır.
Fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
تُحِبُّونَهُمْ cümlesiyle لَا يُحِبُّونَكُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تُحِبُّونَهُمْ - لَا يُحِبُّونَكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, iştikak cinası, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ [Sizler o kimselersiniz ki] yani sizler kâfirlerle dostluk kurmakta hata eden o kimselersiniz demektir. تُحِبُّونَهُمْ [Onları seversiniz], لَا يُحِبُّونَكُمْ [onlar ise sizi sevmezler], bu da dostluklarındaki hatayı açıklamaktadır ve ikinci haberdir ya da اُو۬لَٓاءِ’nin haberidir, cümle de اَنْتُمْ’ün haberi ya da hal’dir, amili de işaretteki manadır. اُو۬لَٓاءِ’nin, arkasındaki şeyin tefsir ettiği gizli bir fiille mensup olması da caizdir, o zaman cümle haber olur. [Kitapların hepsine iman edersiniz.] bütün kitapların cinsine demektir ki o da لَا يُحِبُّونَكُمْ’den hal’dir. Cümlede Müslümanları azarlama vardır. (Beyzâvî)
Ayette bir hazif vardır ve takdiri şu şekildedir: “(Onlar kitaba inanmadıkları halde) siz kitabın tamamına inanırsınız.” Bu hazif yerinde bir haziftir. Çünkü biz iki zıddın birlikte anlaşılacağını söylemiştik. Binaenaleyh iki zıttan birinin zikredilmesi, diğerinin zikredilmesine gerek bırakmaz. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ
تُحِبُّونَهُمْ’a وَ ’la atfedilmiş cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan لَقُوكُمْ şart cümlesi, قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ cevap cümlesidir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ
Makabline atfedilmiş cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Muzâfun ileyh olan خَلَوْا şart cümlesi, …عَضُّوا عَلَيْكُمُ cevap cümlesidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ cümlesiyle وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ [Parmakları ısırmak] ibaresinde tecessüm sanatı vardır. Gözümüzün önüne o sahne gelir.
Arapçada kelimenin ilk harfi ع ikincisi ض olursa fiilde şiddet ve eza manası olur. عضد pazunun kuvvetlenmesi, عضل güç iş. (Medine Balcı)
عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ [Size karşı kızgınlıklarından tırnaklarını kemirir, kendi kendilerini yerler.] Ebu Hayyan şöyle der: Kızgın ve pişman olan kişiye, tırnaklarını kemiriyor denilirse bu hakikat olur. Bunun temsilî mecaz olma ihtimali de vardır. Bu takdirde onların şiddetli kinleri ve müminlere eziyet edememekten duydukları üzüntüleri bu şekilde ifade edilmiş olur.
قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Müstenefe olan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müteakip cümle اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
اِنَّ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, muhatabın kalbinde haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
“De ki: Geberin kininizle...” buyurmuştur ki bu onlar için ölünceye kadar kinlerinin artmasına yapılan bir bedduadır. Onların kinlerinin artmasından murad ise kinlerinin artmasını gerektiren İslam’ın daha fazla kuvvet buluşu ve Müslümanların izzet sahibi olmaları ve kendilerinin de zillet ile gayz içine düşmeleridir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker.
Ayrıca bu cümlede tağlib sanatı vardır. Allahu Teâlâ her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir
Bu cümle, ‘onlar sizin kitabınıza inanmazlar’ manasında tarizdir.
اٰمَنَّاۗ [İman ettik] derler’in zıddı; “İnkar ederler” olacakken عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ [Kinlerinden parmaklarını ısırırlar.] ifadesi gelmiştir. Tıbâka mülhak îhâm-ı tezâddır. Sebep-müsebbep alakasıyla inkârın neticesi olan parmak ısırma zikredilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ [Kininizle ölün!] sözü kinayedir. Ölmek manası yoktur. O hal içinde ölmüş gibi beter bir durumda kalın demektir. Beddua makamındadır. (Ebüssuûd)
الْغَيْظِۜ - بِغَيْظِكُمْۜ ve تُؤْمِنُونَ - اٰمَنَّاۗ kelimeleri arasında iştikak cinası vardır. (Safvetü’t Tefasir)
‘’Parmakları ısırma” kızgınlıktan kinaye olan bir tabir halini almıştır. Öyle ki ortada hakiki manada bir ısırma bulunmasa bile kızan kimseler için “O, öfkesinden parmaklarını ısırıyor.” denilmiştir. Müfessirler, “Onlar, müminlerin birbirleriyle ülfet edip söz birliği ettikleri ve birbirlerinin aralarını bulduklarını gördükleri için bu denli öfkelenmişlerdir.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî ve Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ tabirinden murad, kalplerde bulunan düşünceler, orada yer eden niyet ve maksatlardır. Bunların her biri kalpte bir hal oldukları için ona nispet edilmiş ve böylece o hal kalbin âdeta sahibi olmuştur. Binaenaleyh bu tabirin manası, “Allah Teâlâ, sizin kalbinizde bulunan düşünceler, niyetler, art niyetler ve maksatları bilir.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ | eğer |
|
2 | تَمْسَسْكُمْ | size dokunsa |
|
3 | حَسَنَةٌ | bir iyilik |
|
4 | تَسُؤْهُمْ | onları tasalandırır |
|
5 | وَإِنْ | ve eğer |
|
6 | تُصِبْكُمْ | size dokunsa |
|
7 | سَيِّئَةٌ | bir kötülük |
|
8 | يَفْرَحُوا | sevinirler |
|
9 | بِهَا | ona |
|
10 | وَإِنْ | eğer |
|
11 | تَصْبِرُوا | sabreder |
|
12 | وَتَتَّقُوا | ve korunursanız |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يَضُرُّكُمْ | size zarar vermez |
|
15 | كَيْدُهُمْ | onların tuzağı |
|
16 | شَيْئًا | hiçbir şekilde |
|
17 | إِنَّ | şüphesiz |
|
18 | اللَّهَ | Allah |
|
19 | بِمَا | şeyleri |
|
20 | يَعْمَلُونَ | onların yaptıkları |
|
21 | مُحِيطٌ | kuşatmıştır |
|
Kâfirlerin ve münafıkların müslümanların en küçük başarılarına, birlik, beraberlik ve refahlarına tahammül edemedikleri; müminlerin başına gelecek kötülük ve sıkıntılara sevindikleri bildirilmiş; onların bu menfi tutumlarına rağmen müslümanlara sabırlı olmaları, onlarla samimi dost olmaktan kaçınmaları, ancak onların hukukunu çiğnemekten de sakınmaları tavsiye edilmiştir. Zira bu davranış düşmanlıkların ortadan kalkmasına, dostlukların gelişmesine sebep olur.
Nitekim Fussılet sûresinin 34. âyetinde, “Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!” buyurulmuştur. Âyette, bu tedbirler alındığı takdirde onların tuzaklarının müminlere hiçbir zarar vermeyeceğine dikkat çekilmiştir. Allah’ın onların yaptıklarını hem bilgisiyle hem de kudretiyle kuşatmış olduğunun belirtilmesi, onların, Allah’ın bilgisi dışında ve izni olmadan hiçbir şey yapamayacaklarını ifade eder. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَمْسَسْكُمْ şart fiili olup sükun üzere meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
حَسَنَةٌ kelimesi تَمْسَسْكُمْ fiilinin fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı تَسُؤْهُمْۘ şeklindeki meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Faili müstetir olup takdiri هى (o) şeklindedir.
اِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَا cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تُصِبْكُمْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَيِّئَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
يَفْرَحُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru يَفْرَحُوا ’ye müteallıktır.
وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَصْبِرُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَتَّقُوا fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Şartın cevabı لَا يَضُرُّكُمْ’dur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَضُرُّ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. كَيْدُهُمْ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْـًٔا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri; شيئا من الضرر (bir zarar) şeklindedir.
اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafzı, اِنَّ ’nin ismidir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte مُح۪يطٌ۟ kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. يَعْمَلُونَ muzari fiildir. نَ۟ ’un sübutuyla merfûdur. مُح۪يطٌ۟ ise اِنَّ ’nin haberidir.
مُح۪يطٌ۟ ihata etme fiilinin ism-i failidir. İhata etmek, bir şeyi tam ve mükemmel olarak idrak etmek demektir. Bu kelimenin Allah hakkında kullanılışı mecazîdir. Bir şeyi ihata edip kuşatan onu her tarafından sarar. Bu da cisimlere ait bir sıfattır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. تَمْسَسْكُمْ müspet muzari fiil sıygasında şart fiilidir.
Cümlede mef’ûl, faile takdim edilmiştir. Müsned olan حَسَنَةٌ ’daki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
تَسُؤْهُمْۘ, muzari fiil sıygasında cevap cümlesidir. Şart ve cevaptan oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la makabline atfedilen …اِنْ تُصِبْكُمْ cümlesinde atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda haberî isnaddır. تُصِبْكُمْ müspet muzari fiil sıygasında şart fiilidir. Cümlede mef’ûl, faile takdim edilmiştir. Müsned olan سَيِّئَةٌ ’deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
يَفْرَحُوا, muzari fiil sıygasında cevap fiilidir. Şart ve cevaptan oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ cümlesiyle اِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ cümlesi arasında dörtlü mukabele vardır.
تَمْسَسْكُمْ - تُصِبْكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَسَنَةٌ - سَيِّئَةٌ ve يَفْرَحُوا - تَسُؤْهُمْۘ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
İyilikle birlikte تَمْسَسْ [temas], kötülükle birlikte اصب fiilleri kullanılmıştır. Bu da gösteriyor ki iyilik hafif bir dokunma kadar basit bir şey bile olsa düşmanları üzer, kötülüğe gelince ancak düşmanların bile üzülebileceği bir seviyeye gelince sevinirler. (Sâbûnî)
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ [İyilik dokunursa] cümlesinde istiare-i mekniyye vardır. حَسَنَةٌ için مسَ fiili kullanılmıştır. Hasene, isabet eden bir oka benzetilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاًۜ
وَ ’la makabline atfedilen …اِنْ تَصْبِرُوا cümlesi de şart üslubunda haberî isnaddır. تَصْبِرُوا müspet muzari fiil sıygasında şart fiilidir.
تَتَّقُوا, şart fiiline matuftur. Atıf sebebi tezayüfdür. شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
لَا يَضُرُّكُمْ, menfi muzari fiil sıygasında cevap fiilidir. Müsned olan كَيْدُهُمْ’un izafet formunda gelmesiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir.
Şart ve cevaptan oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَيْدُهُمْ - يَضُرُّكُمْ ve تَصْبِرُو - تَتَّقُوا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ تَصْبِرُوا [Eğer sabrederseniz] cümlesi, “kâfirlerin düşmanlıklarına karşı veya teklifin ağırlığına, zorluğuna sabrederseniz” demektir. Mef’ûlün hazfı faydayı çoğaltmak içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
كَيْدُ kelimesinin manası, insanın, başkasını istenmeyen bir durumla yüz yüze getirmek için hileler, yollar, çareler araştırmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟
Ayetin son cümlesi fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkarî kelamdır.
Cümleye dahil olan اِنَّ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, ikaz ve korkuyu artırma amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl amili olan اِنَّ ’nin haberine takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O, onların bütün yaptıklarını kuşatır. Kuşatmadığı hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘kuşatıcıdır’ lâzım, 'cezalandırıcıdır’ melzûmudur.
Burada Allah Teâlâ, Müslümanlara düşmanın tuzağına karşı nasıl hareket edeceklerini öğretmekte, sabır ve takvaya sarılmaya yöneltmektedir. Nitekim hakimlerden birinin, “Seni kıskanan birini yenmek istiyorsan kendi faziletini artırmaya bak!” dediği nakledilmiştir. (Keşşâf)
اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحٖيطٌ buyurmuş fakat اِنَّ اللّٰهَ مُحٖيطٌ بِمَا يَعْمَلُونَ buyurmamıştır. Çünkü Araplar, daha mühim ve daha ilgili şeyi cümle içinde önce zikrederler. Burada maksat, Allah’ın Alîm olduğunu beyan etmek değil, aksine amellerin Allah’ın malumu olduğunu ve onlara bir karşılık vereceğini beyan etmektir. İşte bu sebeple burada amelleri bildiğinden bahsetmiştir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | hani |
|
2 | غَدَوْتَ | sen erkenden |
|
3 | مِنْ | -den |
|
4 | أَهْلِكَ | ailen- |
|
5 | تُبَوِّئُ | ayrılmıştın |
|
6 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minleri |
|
7 | مَقَاعِدَ | yerleştiriyordun |
|
8 | لِلْقِتَالِ | savaş için |
|
9 | وَاللَّهُ | Allah da |
|
10 | سَمِيعٌ | işitendi |
|
11 | عَلِيمٌ | bilendi |
|
Genis tefsir icin:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Âl-i%20İmrân-suresi/414/121-122-ayet-tefsiri
Bu ayetten itibaren 175 ayete kadar Uhud Savaşı'ndan bahsedilmektedir. Bu konuyu bilmek ayetleri daha güzel anlamamızı sağlar.
Sevgili Peygamberimiz döneminde kimi konularda rüyaların yönlendirici olduğu görülmektedir. Nitekim Hz. Peygamber"in namaz vakitlerinde insanları bir araya nasıl toplayacağını düşündüğü bir sırada ashâbdan Abdullah b. Zeyd"e rüyasında ezan öğretilmiş, Allah Rasûlü de bunu onaylayarak Bilâl"den ezanı bu şekilde okumasını istemiştir.31 Ezan konusunda rüyada işaret edilen durum Hz. Peygamber tarafından uygun bulunup bunda karar kılınmış olmakla birlikte, bunun tersi olan uygulamalar da mevcuttur. Nebî (sav), Uhud Savaşı öncesinde rüyasında sağlam bir zırh içinde bulunduğunu ve boğazlanan sığırları görmüştü.
Rasûl-i Ekrem, sağlam zırhı Medine, sığırları ise savaşanlar olarak tabir etmiş ve bu rüyayı “Şayet biz Medine"de kalırsak, onlar üzerimize geldiklerinde, onlarla savaşırız.” diyerek müşriklerle savunma savaşı yapılması gerektiğine yormuştu. Ancak daha sonra ashâbıyla yaptığı görüşmeler sonucunda meydan savaşına karar verilmişti.
Neticede Allah Rasûlü, Uhud Savaşı"nda uygulayacağı stratejiye karar verirken gördüğü rüyaya göre hareket etme konusunda ısrarcı olmamış, ashâbıyla yaptığı istişareye göre hareket etmiştir.32 Buna göre, insanların çeşitli konularda gördükleri ve hayata dair birtakım işaretler barındıran rüyaların amel konusunda bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Kişisel bir bilgi kaynağı olan rüya, genel ve kesin bir hüküm ifade etmemektedir. (Hadislerle İslâm Cilt 1 Sayfa 472)
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf fiile muteallıktır. Takdiri; اذكر şeklindedir. غَدَوْتَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غَدَوْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ اَهْلِ car mecruru غَدَوْتَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi غَدَوْتَ fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. تُبَوِّئُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى (o)’dur. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. مَقَاعِدَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لِلْقِتَالِ car mecruru تُبَوِّئُ fiiline müteallıktır.
تُبَوِّئُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بوأ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. سَمِیعٌ birinci, عَلِیمࣱ ikinci haberdir.
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı اِذْ’in , takdiri اذكر olan müteallakının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cer mahallindeki غَدَوْتَ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fasılla gelen …تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi غَدَوْتَ fiilinin failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede عَل۪يمٌۙ ve سَم۪يعٌ şeklinde haberlerin tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Kelimelerin arasındaki vezin uyumu ise muvazene sanatıdır.
عليم ve سَم۪يعٌ kelimeleri feîl vezninde mübalağa sıygasıdır. Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
[Allah iyi işitici ve iyi bilicidir.] sözü zımnen onlardan sadır olmaması gereken bazı söz ve fiillerin sadır olduğunu gösterir. (Ebüssuûd)
Ayetin hitabı Efendimize olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına, kelamdan bileni bilmeyen yerine koymaktır.
[Müminleri yerleştiriyordun] cümlesinde, “müminler” sözüyle umum söylenmiş, hususen Uhud’da savaşan sahabiler kastedilmiştir. Onların özellikle bu vasıflarının zikredilmesi, savaşta yerlerinden ayrılanların dinden çıkmadığını, bir hata etseler de müminlerden olduklarını bildirir.
Son cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah işiten ve bilendir. Melzûm; halinizi bilip size yardım edecektir. Konuşmalarınızı işitendir, konuştuklarınıza dikkat edin. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu ifade zımnen, onlardan sadır olmaması gereken bazı söz ve fiillerin sadır olduğunu bildirir. (Ebüssuud)
Önce yaz, sonra sonbahar bitti. Kış bana 30. defa geldi.
Parmaklarımın arasından hızla akan zamana, beraberinde gelip geçen mevsimlere şaşarım. Hayatın solup, bitip tekrar dirildiğine şahit olup, akıllanmak bilmeyen benliklere hayret ederim. Ne kadar yaşarsam yaşayayım, harekete geçmediğim sürece bu nefis akıllanmaz bilirim.
Kendine bir bak derim. Geçen kıştan bu yana neler yapmışsın, hangi kötü alışkanlığından vazgeçmiş, kendine ne yenilik katmışsın? Sana değer ve ilim katacak neler okumuşsun? Yalnız kalmamak için yolda ilk karşılaştığınla mı ya da kendine hayır katma umuduyla özenle seçtiğinle mi arkadaşlık yapmışsın? Sırf süslü sözlere veya süslü görünenlere özendiğin için nelerden taviz vermişsin? Kimleri kendine sırdaş edinmiş, yürüdüğün yolda sana yoldaş olmayacağını bile bile neden kendini kandırmışsın?
Hakkı hatırlatanlara kulak verme zamanı geldi.
"Hâfız der ki;
Meclisin pîri vâizin ilk sözü şudur:
Seninle aynı değerleri paylaşmayanla dost olma!"
Rabbim; bu yolda hayırlı insanlarla karşılaşanlardan, kendine hayırlı yoldaşlar seçenlerden. Senin rızan için elinden gelenin en iyisini yapanlardan. Malları ve çocukları iki cihanda da kendisine fayda sağlayanlardan. Hayırla ölenlerden, hayırla dirilenlerden. Öldüğüne de, dirildiğine de sevinenlerden. Kitabı sağ elinden verilenlerden. Verildiğinde "alın okuyun kitabımı çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum" diyenlerden olmayı nasip et.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji