29 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 149-153 (68. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 149. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ  ...


Ey iman edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisingeriye (küfre) çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنْ eğer
5 تُطِيعُوا ita’at ederseniz ط و ع
6 الَّذِينَ kimselere
7 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
8 يَرُدُّوكُمْ sizi çevirirler ر د د
9 عَلَىٰ üzere
10 أَعْقَابِكُمْ arkanız (küfre) ع ق ب
11 فَتَنْقَلِبُوا o zaman dönersiniz ق ل ب
12 خَاسِرِينَ kaybedenlere خ س ر
 144. ayette iki defa geçen ‘inkalebe ala akıbeyhi’ ifadesi Bakara/143’te de geçmişti. Bu ayette ‘yeruddûkum’ ile gelmiş ve inkalebe fiili sonrasında gelmiştir. Ayetler arasındaki anlam farklılıkları araştırılabilir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen kelime müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ ’dır.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  

تُط۪يعُوا  fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Şart fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevabı   يَرُدُّوكُمْ’dur.  يَرُدُّو  fiili  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عَلٰٓى اَعْقَابِ  car mecruru  يَرُدُّوكُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَنْقَلِبُوا  fiili atıf harfi  فَ  ile  يَرُدُّوكُمْ  fiiline matuftur.  تَنْقَلِبُوا  fiili  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

خَاسِر۪ينَ  hal olup fetha ile mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

خَاسِر۪ينَ  kelimesi ism-i faildir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْقَلِبُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfial babındadır. Sülâsîsi  قلب’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.  

Mutavaat (dönüşlülük) kelimesinin lügat manası boyun eğme, uyma, itaat etme, tâbi olmadır.

Istılah manası; failin fiili kabul etmesidir. Failleri ile mef’ûlleri birdir. Fiildeki eylemin özneye döndüğünü bildiren karakterdir.

Gramer olarak malum fiil olup mana itibariyle meçhul manası taşır.

Not: Mutavaat fiilinin geçtiği cümlelerde mütekellimin asıl kasdı muhatabın dikkatini fiili kimin yaptığına değil, yapılmış olan fiile yönlendirmektir.

Mutavaat: Müteaddi (geçişli) fiilin gerçekleşmesi sonucunda bir şeyin eserinin ortaya çıkmasıdır. Fail fiilini mef’ûl üzerine geçirdikten, uyguladıktan sonra asıl fiili fail işlediği halde işlenen fiilden ziyade eserinden bahseden bir cümle kurulmak istendiğinde kullanılır.

Binâ klasiklerinden “develer toplandı” misalini ele alırsak müteaddi fiil toplama işini bildirmiştir. Bu işin yapılmasıyla, mef’ûl yani develer üzerinde, bir eser (sonuç) meydana gelmiştir ve bu esere, meydana gelen şeye mutavaat denir. Bu cümle nahive (cümle bilgisi) göre ayrıştırılacak olursa toplanma fiilinin faili develer olacaktır. Ancak develerin kendi kendilerine toplanması mümkün olmadığından bunları aslında toplayan çobanın, “toplamak” olan geçişli fiilinin develere geçmesi neticesinde bu “toplanma” meydana gelmiştir. Yani “toplanma”, cümle yapısına göre develerin gerçekleştirdiği bir eylem gibi görünse de hakikatte çobanın fiilinin neticesinde ortaya çıkmış bir şeydir.

Bazen de bu söz konusu örnekteki fiili işleyen ile maruz kalan aynı kişi olur ki bu da türkçe dilbilgisi klasiklerinden “Ayşe tarandı, süslendi.” örneğindeki gibi tarayanın da etkilenenin de Ayşe olması durumudur. Türkçedeki dönüşlü fiil mutavaatın tam karşılığı değilse de kullanılan fiillerin büyük bir kısmını karşılar.

Örnek: Sevdi/sevindi

Not: İnfial babı mutavaat manası kazandığında kelimenin manasına göre umumiyetle “-L” veya “-n” ekleri kazanır. Sevdi / sevindi – dövdü / dövündü – yazdı / yazıldı – kırdı / kırıldı gibi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا, şart cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى, cevap cümlesidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip ise şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubuyla verilmesi daha etkili bir ifade biçimidir. 

İman edenlerin ismi mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek ve iman edenlere tazim içindir.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın  ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك  “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabı ile Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. “Ey iman edenler” ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu't Tefasir) 

Hitabın nida ve tenbih ile başlaması, muhtevanın pek önemli olduğunu göstermek içindir.

Muhatapların iman ile vasıflandırılmaları, onların düşmanlarından farklı olduğunu göstermek suretiyle hallerini kendilerine hatırlatmak ve onda sebatlarını sağlamak içindir. Nitekim  اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  [Eğer kâfirlere itaat ederseniz...] ifadesinde münafıkların küfür ile vasıflandırılması, yine aynı gayeye matuf olup onlardan nefret ettirmek ve onlara uymaktan sakındırmak içindir. (Ebussuûd)

الَّذ۪ينَ ’ler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. İsm-i mevsullerde ayrıca tevcih sanatı vardır.

Tezayüfle makabline atfedilen  فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal olan  خَاسِر۪ينَ  dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

Ökçe üzerinde geri dönmek; harpten kaçmak anlamında kinaye veya dinden dönmek anlamında istiaredir.

فَتَنْقَلِبُوا - يَرُدُّوكُمْ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

اٰمَنُٓوا - كَفَرُوا  arasında tıbak-ı icab vardır.

[Sizi arkanıza çevirirler] cümlesi istiare-i tebeiyyedir. İmandan sonra tekrar küfre dönmek, insanın arkasına dönmesine benzetilmiştir. İnsan arkasına dönünce eskide kalan kötülüklere tekrar düşmüş olur ki bu da ikinci bir kötülüktür. 

Mefhumu şartı; “İtaat etmezseniz sizi arkanıza çeviremezler, sebat üzere olmaya devam edersiniz. Hüsrana değil, başarıya ulaşırsınız.” (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

اٰمَنُٓوا - تُط۪يعُوا - كَفَرُوا - يَرُدُّوكُمْ - فَتَنْقَلِبُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


Âl-i İmrân Sûresi 150. Ayet

بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ  ...


Hayır! Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلِ hayır
2 اللَّهُ Allah’tır
3 مَوْلَاكُمْ Mevlanız و ل ي
4 وَهُوَ ve O’dur
5 خَيْرُ en iyisi خ ي ر
6 النَّاصِرِينَ yardımcıların ن ص ر

بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ


بَلِ  idrâb ve atıf harfidir.  بَلْ; Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  مَوْلٰي  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir   كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Vav (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَيْرُ  haberdir.   

النَّاصِر۪ينَ  muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

النَّاصِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  نصر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ 


Ayete dâhil olan  بَل, idrâb ve atıf harfidir. Sübut ifade eden, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve muhabbet uyandırma amacına matuftur.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

بَلْ  idrâb edatıdır. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vaz geçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. Sîbeveyh; بَلْ, sözdeki bir şeyi bırakıp başka bir şeyi almak içindir  diyerek bu edatın işlevini ifade etmiştir. er-Rummânî بَلْ edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler -Doktora Tezi- Abdullah Hacıbekiroğlu) 

اللّٰهُ  ve  مَوْلٰيكُمْۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

 وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِر۪ينَ


Ayetin ikinci cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür.

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin izafet terkibiyle gelmesi veciz ifade içindir.

Lâzım; Allah sizin Mevlanızdır. Melzûmu; sizi destekler, korur, yardımsız bırakmaz.

[Yardım edenlerin en hayırlısıdır.] cümlesinde ince bir tariz vardır. Müminlerin içten içe 'acaba onlardan yardım alsak mı?' düşüncelerine göndermedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


Âl-i İmrân Sûresi 151. Ayet

سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ  ...


Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَنُلْقِي salacağız ل ق ي
2 فِي
3 قُلُوبِ kalblerine ق ل ب
4 الَّذِينَ kimselerin
5 كَفَرُوا inkar edenlerin ك ف ر
6 الرُّعْبَ korku ر ع ب
7 بِمَا dolayı
8 أَشْرَكُوا ortak koştuklarından ش ر ك
9 بِاللَّهِ Allah’a
10 مَا şeyleri
11 لَمْ
12 يُنَزِّلْ indirmediği ن ز ل
13 بِهِ kendilerine
14 سُلْطَانًا hiçbir güç س ل ط
15 وَمَأْوَاهُمُ ve gidecekleri yer de ا و ي
16 النَّارُ cehennemdir ن و ر
17 وَبِئْسَ ne kötüdür ب ا س
18 مَثْوَى varacağı yer ث و ي
19 الظَّالِمِينَ zalimlerin ظ ل م

Küfrün, imanla karşılaştığı her savaş için geçerlidir bu vaad. Küfredenlerin, korkmadan ve Allah tarafından kalplerine atılan dehşet duygusu harekete geçmeden müminlerle karşılaştıkları vaki değildir. Ancak önemli olan, müminlerin kalplerinde iman ve birtek Allah’a dostluk duygusu gerçeğinin bulunmasıdır. Bu dostluğa sıkı sıkıya bağlı bulunmaları, Allah’ın ordusunun galip olacağı gerçeği konusunda her türlü söylenti ve kuşkudan soyutlanmaları ve kâfirlerin, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamayacakları gibi O’ndan kurtulamayacaklarını da bilmeleridir. Görünüşte bu gerçeğe aykırı bir durum belirdiğinde de Allah’ın ayette geçen sözüne içtenlikle güvenip buna göre hareket etmeleri gerekir. Çünkü, Allah’ın sözü, insanların gözlerinin gördüğü ve akıllarının değerlendirdiği herşeyden daha doğrudur.

Kâfirler korkacaklardır. Çünkü kalpleri gerçek bir dayanaktan yoksundur. Çünkü onlar ne bir güce ne de güçlü birine dayanmaktadırlar. Onlar hiçbir güçleri olmayan tanrılarını Allah’a ortak koşmaktadırlar. Çünkü yüce Allah, bu tanrılara hiçbir güç bahşetmemiştir.

“Kendisine hiçbir güç verilmemiş olan nesneler…” deyimi bazen iddia edilen tanrıları, bazen de kof inançları vasıflandırmak için Kur’ân’da sıkça rastladığımız köklü ve temel bir gerçeğe işaret eden derin anlamlı bir deyimdir. (Fizilalil Kur’ân)

Ru’be korku manasındadır. Kur’ân’ı Kerim’de korku için çok çeşitli kelimeler kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:

Havf Kur’ân’da 124 kere geçmiştir. Vukuundan şüphe edilen zararın vuku bulmasıdır. Şayet birisi zarar edeceğini kesin olarak biliyorsa haif değildir. Reca’da da benzerlik vardır. Şayet kişi fayda sağlayacağını kesin olarak biliyorsa raci olmaz. Havfın zıttı emndir.

Haşyet Kur’ân’da 48 kere geçmiştir. Saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Ayrıca korkulan şeyin varlığıyla ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denilebilir, fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle Ra’d suresi 21’de Rabb’lerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler, buyrulmaktadır.

Hazer Kur’ân’da 21 kere geçmiştir. Zarardan korunma, kaçınma, sakınmadır. Hazer zarara engel olur. Havf olmaz. Korkunun ecele faydası yok denildiğindeki korku havftır.

Rehbe Kur’ân’da 12 kere geçmiştir. Korkunun uzaması ve sürekliliğidir, böylelikle korkuya işlerlik kazandırarak ibadet etmektir. Rehbe, korkusuz bir haldeyken şarta bağlı olarak oluşan korkudur. Bunu zıttının rağbet olmasından anlıyoruz. Rağbet, herhangi bir fayda temin etmek suretiyle korkulardan kurtulmak demektir. Havf zararın gerçekleşeceği şüphesi ile birlikte bulunur. Rehbe ise zararın bir şarta bağlı olarak gerçekleşeceği bilgisi ile birlikte bulunur. Söz konusu şart gerçekleşmezse rehbe de meydana gelmez.

Fez’a Kur’ân’da 6 kere geçmiştir. Bir gece baskını veya şiddetli bir ses esnasında aniden bastıran korkudur ve her an gelebilecek bir mekruh (çirkinlik) sebebiyle kalbin endişe duymasıdır. 

Vecel Kur’ân’da 5 kere geçmiştir. Zıttı itminandır. Huzursuz olan, mutmain olmayan biri için kullanılır. Enfal/2’de geçen ‘Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir (vecilet)’ ayeti Allah’ın azameti ve kudreti anıldığında, Allah’a takdim ettikleri ta’ati yeterli görmedikleri için kalpleri mutmain olmaz, kusurlu olduklarını zanneder de bundan dolayı ıztırap duyarlar anlamınadır.


سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ 


Fiil cümlesidir.  سَنُلْق۪ي  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. 

نُلْق۪ي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  

ف۪ي قُلُوبِ   car mecruru  نُلْق۪ي  fiiline müteallıktır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الرُّعْبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

 مَٓا  ve masdar-ı müevvel,   بِ  harf-i ceriyle birlikte  نُلْق۪ي  fiiline müteallıktır.  

اَشْرَكُوا  damme üzere mebni mazi fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ   car mecruru  اَشْرَكُوا  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl   مَا,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُنَزِّلْ  fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. بِه۪ car mecruru  يُنَزِّلْ  fiiline müteallıktır.  سُلْطَانًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.        

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَأْوٰي  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  النَّارُ  haberdir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Vav (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir.  بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fildir.  مَثْوَى  failidir. 

بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  النار  şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

Burada  بِئْسَ  fiilinin faili  ال’lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الظَّالِم۪ينَ muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)



سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ


Tekid ifade eden istikbal harfi  سَ’in dâhil olduğu ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

ف۪ي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu kimselerin hissettikleri korkuyu etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

Mahallen mansub olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil cümlesi sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kâfirler mevsûlle ifade edilerek hem duruma dikkat çekilmiş hem de tahkir edilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا’nın sılası  اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَشْرَكُوا  fiilinin mef’ûlü olan ikinci ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası menfi muzari fiil cümlesi olan  لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًاۚ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ayetteki gaib zamirinden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir. Azamet zamiriyle başlayan cümlede  اللّٰهِ  lafzının zikri, iltifat ve tecrîd sanatlarıdır. 

الرُّعْبَ  kelimesi, korkuyla dolmak demektir. (Müfredat) 

[Kalplere korku bırakmak] istiare-i tebeiyye ve tecessümdür.  ف۪ي  harf-i ceri bu korkunun kâfirlerin ta içlerine nüfuz edeceğini bildirir. Korku bırakılan, salınıp gönderilen bir şey değil, insanın içinde duyduğu bir histir. Bu istiare korkunun onları çok etkileyip saracağını, derinden etkileyeceğini ifade eder. 

Lâzım; korku bırakacağız. Melzûmu; müminlerden kaçacaklar, savaşlarda mukavemet edemeyecekler manasıdır.

الرُّعْب “Kalpte meydana gelen korku” manasınadır. Bunun asıl manası, “doldurmak”tır. Sel, vadileri ve nehirleri doldurduğunda سَيْلٌ رَاعِبٌ denilir. Korkuya da kalbi korkuyla doldurduğu için, رُعْبٌ  denilmiştir.

[İnkâr edenlerin kalplerine korku salacağız.] tabirinin zahiri, bu korkunun bütün kâfirlerin kalplerine düşmüş olduğunu ifade eder. İşte bundan dolayı bazı alimler bu ayeti zahiri manası ile almışlardır. Çünkü İslam'a karşı olan herkesin kalbinde ya savaşırken veya Müslümanlarla tartışırlarken Müslümanlara karşı bir tür korku bulunur. (Fahreddin er-Râzî) 

Mantık yollu kelam; yani “şirk koşuyorlar da hadi ellerinde bari bir delilleri olsa” demektir. Bu ifade tariz ve tecrîddir. Sanki Allah'ın hakkında delil indirdiği şeylerle şirk koşmak normalmiş gibi bunlar bir de delilsiz şeyleri şirk koşuyorlar, manasında mübalağadan hezil ifade eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

كَفَرُوا - اَشْرَكُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Hakk Teâlâ’nın, “بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ  Allah’a eş koştuklarından dolayı” buyruğuna gelince bil ki buradaki  مَٓا  lafzı, mâ-i masdariyye olup manası, “Allah'a şirk koşmaları sebebiyle” şeklindedir. 

Ayette geçen “sultan” kelimesinin manası, hüccet ve delil demektir. Bu kelimenin izahı hususunda şu görüşler ileri sürülmüştür

a) Bu kelime, kendisiyle kandilin tutuşturulup yandığı “susam yağı” kelimesinden türemiştir. Kendileri sayesinde insanlar haklarını elde edebildikleri için hükümdarlara ve ümerâya “sultanlar” denilmiştir.

b) Arapçada “sultan” kelimesi hüccet demektir. Hüccet ve burhan sahibi olduğu için hükümdara da “sultan” denilmiştir.

c) Leys şöyle demiştir: “Sultan” kudret demektir. Çünkü bu kelime تَسْلِيط kelimesindendir. Bu izaha göre  سُلْطَانُ الْمَلِكِ ifadesinin manası, “hükümdarın kuvvet ve kudreti” demektir. Bâtılı defedip savaştırmaya kudreti olduğu için “burhan”a (aklî delile) de “sultan” ismi verilmiştir.

d) İbni Dureyd şöyle demektedir: “Her şeyin sultanı, o şeyin keskinliği demektir. Bu kelime الْلِّسَانُ السِّلِيطُ  ‘keskin dil, tenkit edici dil’ ifadesinden alınmıştır. السَّلَاطَةُ kelimesi de keskinlik ve hiddet anlamındadır.” (Fahreddin er-Râzî) 

وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ


وَ istînâfiyyedir. Şibh-i kemâl-i ittisâl şeklinde gelen cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Zem fiili  بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri النار ’dır.

اَشْرَكُوا - كَفَرُوا - الظَّالِم۪ينَ  ve  مَثْوَى - مَأْوٰيهُمُ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ  [Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür.] Bu cümlede  مَثْوَىهم  değil de   مَثْوَى الظَّالِم۪ينَ  denilerek zamir yerine açık isim getirilmesi sertlik ifade eder ve onların bir şeyi konulması gereken yerden başka bir yere koydukları için yani Allah'a şirk koştuklarını ifade eder. (Safvetu't Tefasir) 

“Şu zalimlerin varacağı ateş ne de kötüdür!” cümlesinde zamir makamında zahir ismin  الظَّالِم۪ينَ  kullanılması, azap ifadesini daha çirkin kılmak, hükmün sebep ve illetini belirtmek ve onların Allah'a ortak koşmakla zalim durumuna düştüklerini, yani bir şeyi hakkı olmayan bir yere koyduklarını zımnen bildirmek içindir. (Ebussuûd)

مَثْوَى  kelimesi, insanın karar kılıp varacağı, yerleşeceği yer, mekân demektir. Çoğulu مَثَاوٍ “meskenler, barınaklar” şeklinde gelir. Bu kelime, Arapların  ثَوى - يَثْوِى - ثُوِيًّّا  tabirlerinden alınmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette geçen sultan kelimesinin aslı kuvvettir. Zeytinyağına selit denilmesi kuvvetli yanmasındandır. (Beyzâvî)



Âl-i İmrân Sûresi 152. Ayet

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Andolsun, Allah, izniyle, onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan va’dini gerçekleştirdi. Nihayet sevdiğiniz şeyi (zaferi) size gösterdikten sonra, za’f gösterdiniz. (Peygamber’in verdiği) emir konusunda tartıştınız ve emre karşı geldiniz. İçinizden dünyayı isteyenler de vardı, ahireti isteyenler de. Sonra sizi denemek için onlardan yüzünüzü çevirdi. (Kaçıp hezimete uğradınız. Buna rağmen) sizi bağışladı. Allah, mü’minlere karşı çok lütufkârdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ elbette
2 صَدَقَكُمُ size doğruladı ص د ق
3 اللَّهُ Allah
4 وَعْدَهُ (yardım) va’dini و ع د
5 إِذْ sürece
6 تَحُسُّونَهُمْ onları öldürdüğünüz ح س س
7 بِإِذْنِهِ kendi izniyle ا ذ ن
8 حَتَّىٰ nihayet
9 إِذَا nezaman ki
10 فَشِلْتُمْ siz korktunuz ف ش ل
11 وَتَنَازَعْتُمْ ve (birbirinizle) çekiştiniz ن ز ع
12 فِي hakkında
13 الْأَمْرِ (verilen) emir ا م ر
14 وَعَصَيْتُمْ ve isyan ettiniz ع ص ي
15 مِنْ
16 بَعْدِ sonra ب ع د
17 مَا
18 أَرَاكُمْ size gösterdikten ر ا ي
19 مَا şey(galibiyet)i
20 تُحِبُّونَ sevdiğiniz ح ب ب
21 مِنْكُمْ sizden
22 مَنْ kiminiz
23 يُرِيدُ istiyordu ر و د
24 الدُّنْيَا dünyayı د ن و
25 وَمِنْكُمْ ve sizden
26 مَنْ kiminiz
27 يُرِيدُ istiyordu ر و د
28 الْاخِرَةَ ahireti ا خ ر
29 ثُمَّ sonra
30 صَرَفَكُمْ (Allah) geri çevirdi ص ر ف
31 عَنْهُمْ onlardan
32 لِيَبْتَلِيَكُمْ sizi denemek için ب ل و
33 وَلَقَدْ andolsun ki
34 عَفَا bağışladı ع ف و
35 عَنْكُمْ sizi
36 وَاللَّهُ Allah
37 ذُو sahibidir
38 فَضْلٍ lütuf ف ض ل
39 عَلَى karşı
40 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlere ا م ن

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ


وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

صَدَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  

وَعْدَهُٓ  ikinci mef’ûl bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı,  صَدَقَكُمُ  fiiline müteallıktır.  تَحُسُّونَهُم  fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَحُسُّونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِاِذْنِه۪  car mecruru  تَحُسُّونَهُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَحُسُّونَهُمْ  tef’il babındandır, mef’ûlde çokluk bildirir. “Onlardan bir çok kişiyi öldürüyordunuz.” demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

 

حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ 


حَتّٰٓى  ibtida harfidir. حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

  •  Harf-i cer olarak  
  •  Başlangıç edatı olarak 
  •  Atıf edatı olarak. 

 

Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

فَشِلْتُمْ  fiili cer mahallinde muzâfun ileyhtir. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

تَنَازَعْتُمْ  fiili atıf harfi  وَ ’la  فَشِلْتُمْ ’e matuftur.  

فِي الْاَمْرِ  car mecruru  تَنَازَعْتُمْ  fiiline müteallıktır.  

عَصَيْتُم  fiili, sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  عَصَيْتُمْ  fiiline müteallıktır.

تَنَازَعْتُمْ  fiili tefâul babındandır. Tefâul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket; bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark şöyledir: Mufaale babındaki lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) vardır. Bu sebeple tefâul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.   

اَرٰيكُمْ  mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  اَرٰيكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûludur. İsm-i mevsûlun sılası  تُحِبُّونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  

تُحِبُّونَ  fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.          

Şayet  حَتّٰٓى  اِذَا  […e kadar] edatlarının müteallakı nerededir? dersen, şöyle derim: Burada müteallak mahzuf olup;  حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ مَنَعَكُمْ نَصْرَهُ  [Siz bozulunca size va’dettiği zaferi geri aldı.] şeklinde takdir edilebilir. Mana;  صَدَقَكُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ اِلَى وَقْتِ فَشِلْكُمْ  [Siz bozuluncaya kadar Allah size verdiği sözde durdu.] şeklinde de olabilir. (Keşşâf)


 مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ

 

مِنْكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُر۪يدُ الدُّنْيَا’dır. Îrabtan mahalli yoktur.  

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  الدُّنْيَا  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.

مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ 


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.   

صَرَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَنْهُمْ  car mecruru  صَرَفَكُمْ  fiiline müteallıktır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِ  harfi,  يَبْتَلِيَكُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 

  •  Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 
  • Atıf olan اَوْ ’den sonra, 
  • Lam-ı cuhud dan sonra, 
  • Lam-ı ta’lil den (sebep bildiren لِ) sonra,
  • Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 
  • Sebep bildiren  فَ  den sonra. 

  

Burada lam-ı ta’lil den sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَن  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfiyle birlikte  صَرَفَكُمْ  fiiline müteallıktır.  

يَبْتَلِيَكُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

عَفَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَنْكُمْ  car mecruru  عَفَا  fiiline müteallıktır.     


وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  

Haber olan  ذُو, harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti و ’dır. 

فَضۡلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  فَضۡلٍ’e müteallıktır.  الْمُؤْمِن۪ينَ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Buradaki  عَلَى  harf-i ceri istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi ismi faildir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ


وَ  istînâfiyyedir.  لَ  ise mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfi ve kasem lamıyla tekid edilmiş  صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam  تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ  cümlesi zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

بِاِذْنِه۪ۚ ve وَعْدَهُٓ izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اِذْنِ ve وَعْدَ şeref kazanmıştır. 

تَحُسُّونَهُمْ  fiilinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Bu cümle 151. ayetteki  سَنُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ cümlesine atfolunmuştur. Bu başlarına gelenler için bir teselli, Allah’ın müminler üzerindeki ihsanının devamı ve müşriklerin kalplerine korku salacaklarına dair vaadinin doğru olduğuna bir işarettir. (Âşûr)

Burada zikredilen الحِسَّ [kırıp geçirmek] fiili Allah’ın onlara verdiği zafer vaadinin gerçekleşmesidir. Çünkü  اِذْ  edatı mazi için kullanılır. Burada kendisinden sonra muzari gelmesi teceddüt içindir. Yani mazideki kırıp geçirmenin teceddüdünü hikaye etmek içindir. (Âşûr)

Leys, buradaki الْحِسُّ kelimesinin “geniş çaplı bir öldürme” anlamına geldiğini; binaenaleyh buradaki تَحُسُّونَهُمْ tabirinin manasının, “Sizler onları çokça öldürüyordunuz.” şeklinde olduğunu söylemiştir. Ebu Ubeyd, Zeccâc ve İbni Kuteybe de şöyle demektedir: الْحِسُّ kelimesi, öldürerek köklerini kazımak manasına gelir. Nitekim, soğuk kendilerini öldürdüğü zaman جَرَادٌ مَحْسُوسٌ (ölmüş çekirgeler) denir. Her şeyi kasıp kavurduğu zaman سَنِةٌ حَسُوسُ (kırıp geçiren kıtlık…) denir. Buna göre تَحُسُّونَهُمْ tabirinin manası, “Öldürerek onların kökünü kazıyordunuz.” şeklinde olur. İştikak alimleri, bir kimse birisini öldürdüğünde, bunu ifade için حَسَّهُ lafzının kullanıldığını söylemişlerdir. Çünkü o kimse, öldürmek suretiyle maktulü hissiz ve duyarsız bir hale getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ 


Cer ve gaye harfi  حَتّٰٓى’yı takip eden … اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ, cümlesi mecrur mahalde olup  حَتّٰٓى  ile birlikte  تَحُسُّونَهُمْ  fiiline müteallıktır. 

Şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  فَشِلْتُمْ  şart cümlesidir. Takdiri;  منعكم نصره  [Sizin ona yardımınıza engel oldu.] olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَتّٰٓى  harfi intiha ve gaye içindir. Kendisinden sonraki cümlenin muhtevası 

kendinden önceki cümlenin muhtevasının gayesidir. (Âşûr)

Hakk Teâlâ’nın, حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ [Siz gevşeklik gösterdiniz.] ifadesi, zahirine göre şart cümlesi gibidir. Bunun mutlaka bir cevabı olması gerekir. Alimler bu konuda şu iki yolu izlemişlerdir:

Birinci yol: Bu ifade, bir şart cümlesi değildir. Aksine وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ حَتَّى اِذَا فَشِلْتُمْ  buyruğunun manası, “Sizden bir gevşeklik ve emir konusunda bir münakaşa sadır oluncaya kadar, muhakkak ki Allah size yardım etmişti.” şeklindedir. Çünkü Cenab-ı Hakk, onların muttaki olmaları ve tâatlara sabretmeleri şartıyla onlara yardım edeceğini va’detmişti. Binaenaleyh onlar korkup, yılgınlık gösterip ve de isyan edince Allah'ın yardımı sona erdi. Bu görüşe göre حَتَِّى lafzı, اِلَى (...caya kadar) manasında olmak üzere bir gaye ifade eder. Binaenaleyh ayetteki, حَتَّى إِذاَ terkibinin manası, اِلَى اَنْ (...caya kadar) veya اِلَى حِينَ (yılgınlık gösterdiğiniz zamana, vakte kadar...) şeklinde olur.

İkinci yol: Cenab-ı Hakk’ın, حَتَّى اِذَا فَشِلْتُمْ  buyruğunun bir şart cümlesi olmaya elverişli olmasıdır. Bu görüşe göre alimler, bu şartın cevabı hususunda ihtilaf edip şu izahları yapmışlardır:

  1. Basralıların görüşü olup buna göre buradaki şartın cevabı mahzuftur. Bu kelamın takdiri ise “Derken siz gevşeklik gösterip Allah sevdiğiniz şeyi size gösterdikten sonra isyan ederek emir hususunda çekişince Allah sizden yardımını çekti…” şeklinde olur. Hakk Teâlâ’nın, لَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ “Celalim hakkı için Allah size olan vaadini yerine getirmişti.” buyruğunun manası, böyle bir cevabın takdir edileceğine delalet ettiği için bu cevabın hazfi güzel ve yerinde olmuştur. 

  2. Diğer görüşe göre ayetin takdiri şöyle olabilir: “(Allah) size sevmekte olduğunuz zaferi gösterdikten sonra siz gevşeklik gösterip isyan edip emir (işlerin idaresi) hususunda çekişerek iki kısma ayrıldınız: Kiminiz dünyayı, kiminiz de ahireti istiyordu.” Binaenaleyh bu şartın cevabı, “iki kısma ayrıldınız…” ifadesidir. Fakat, ayetteki “İçinizden kimi dünyayı istiyor kimi de ahireti diliyordu.” sözü, aynı faydayı sağlayıp aynı manayı ifade ettiği için bu cevap sözde hazf edilmiştir. Çünkü  مِنْ  edatı tebîz (kısmîlik) ifade eder ki bu da böyle bir bölünmeyi gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

Allahu Teâlâ, feşel yani “gevşeklik gösterme”yi niçin “çekişme ve isyan etme”den önce zikretmiştir?

Cevap: Okçular, kâfirlerin bozguna uğradığını görüp ganimet elde etme sevdasına düşünce bu arzu yüzünden gönüllerinde orada durma hususunda bir gevşeme meydana geldi. Sonra kendi kendilerine (vicdanlarında), ganimet elde etmek için gidip gitmeme konusunda  bir çekişme içine düştüler. Daha sonra daganimet elde etmekle meşgul oldular.

O yerden ayrılmak suretiyle işlenen bu isyan, onlardan sadece bir kısmına ait iken, niçin ayetteki itâb (kınama), umuma yöneltilmiştir?

Cevap: Bu (isyan ettiniz) hitabı, her ne kadar umumi ise de, kendisinden sonra onu tahsis eden (sınırlayan) bir ifade gelmiştir. Bu da “İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de ahireti diliyordu.” sözüdür.

Ayetteki, “arzu ettiğiniz (zafer)i de size gösterdikten sonra…” ifadesinin manası nedir?

Cevap: Bunun maksadı, isyanın büyüklüğüne dikkat çekmektir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın, vaadini gerçekleştirmek suretiyle kendilerine ikram ettiğini müşahede ettiklerinde, onlara böyle bir isyandan kaçınmak gerekirdi. Onlar, böyle bir günaha cesaret edip bunu işleyince Hakk Teâlâ bu ikramını onlardan geri çekmiş ve onlara isyanlarının cezasını tattırmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

 اِذَا ’nın  اِذ  manasında olmasına da cevaz vardır.

فِي الْاَمْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَمْرِ  [iş], içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü iş, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. 

فِي الْاَمْرِ  sözündeki tarif muzâfun ileyhten bedeldir. Yani  فِي اَمْرِكُمْ  veya  شَاْنِكُمْ  demektir. (Âşûr)

اِذَا  [ne zaman ki] şartının cevabı mahzuftur. Yani siz korkup zafiyet gösterince Peygamberin verdiği emir hakkında çekişip isyan edince Allah yardımını sizden çekti.

Bir görüşe göre anılan şartın gizli cevabı “O zaman iki kısma ayrıldınız.” cümlesidir. Nitekim ayetin bundan sonraki bölümü de bunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)

عَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ  cümlesi tezayüf sebebiyle öncesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede ilk  مَٓا  masdariye, ikinci  مَٓا  ism-i mevsûldür. Bunun için aralarında  tam cinas ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Mazi  fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَرٰيكُمْ  masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber cümlesi olan  تُحِبُّونَۜ  ise sıladır. İsm-i mevsûlde tevcîh vardır.

فَشِلْتُمْ - تَنَازَعْتُمْ - عَصَيْتُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَا تُحِبُّونَۜ  savaş ganimeti manasında kinayedir.

فَشِلْتُمْ - تَنَازَعْتُمْ - عَصَيْتُمْ - تُحِبُّونَۜ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


 مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ


İstînâfiyye veya itîraziyye olarak fasılla gelen cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ  cümlesi, tezat nedeniyle makabline matuftur.

مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا  cümlesiyle  وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı,  الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةَۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُر۪يدُ - اَرٰيكُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

مِنْكُمْ’de tecrîd vardır.

ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ 


ثُمَّ  ile  اِذَا’nın mahzuf cevabına atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cer ve ta’lil harfi  لِ  nedeniyle  لِيَبْتَلِيَكُمْۚ  cümlesi masdar teviliyle  صَرَفَكُمْ  fiiline muteallıktır. 

وَ  istînafiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevap harfidir.  قَدْ  ise tekid ifade eden tahkik harfidir. Kasem cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cevap cümlesi ile mahzuf kasem cümlesinden oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

مِنْكُمْ -  مَنْ  -  يُر۪يدُ -  لَقَدْ  kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.


وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ 


Ayetin son cümlesi temasül nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Mesel tarikinde tezyîl olan cümle, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. (Âşûr)

Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı bünyesinde barındıran Allah ismiyle gelmesi konunun önemine dikkat çekmek, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlenin mütekellimi Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedin izafetle marife olması ise veciz anlatım (az sözle çok mana ifade etme) ifade eder.

فَضْلٍ ’deki tenvin tazim, kesret ve nev içindir.

Ayetin son cümlesinde عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ ifadesiyle muhataptan gaibe dönülerek iltifat yapılmıştır. 

حُسّ fiili kudret, fikir ve ruhi bakımdan kuşatmak ve üstün gelmek olarak tarif edilmiştir. (Et-Tahkik) Manevi açıdan bir otorite sağlamak demektir. Bu farklı manalar farklı kullanım yerleri dolayısıyladır. Şuur ve fehim ile, zan ve ilimle, nüfuz, kudret ve otorite yönüyle ya da kuvve ve beş duyu yönüyle olabilir. 

فَشِلْ;  “başarısızlığa uğradı” demektir..  

عليهم  yerine açık isim olarak  عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  kullanılması da müminleri şereflendirmek ve bu lütfun sebebinin iman olduğunu göstermek içindir. (Safvetu't Tefasir)

Cümlesinde  مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا [dünyayı  isteyenler] cümlesi  مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَ [ahireti isteyen] kimselerin önünde zikredilmiştir. Çünkü burada dünyayı ahirete tercih edenlerin daha yaygın ve fazla olduğuna dair bir vurgu yapılmıştır. (Ömer Yılmaz, Zerkeşî’nin El-Burhân Fî Ulûmi’l-Kur’ân Adlı Eserinin Belâgat İlmi Açısından Değerlendirilmesi)

Ayet-i kerimedeki sitem, yerini terk eden kimseler içindir. Sebat gösteren kimseler için değildir. Çünkü yerinde sebat eden, Allah'ın mükâfatına erişmiştir. Bu da şuna benzemektedir. Herhangi bir topluma genel bir ceza isabet edecek olursa, salih kimseler ve çocuklar da helâk olurlar Fakat onların başına gelen bu musibet onlar için bir ceza olmaz aksine bu, onların mükâfat kazanmalarına sebeptir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. (Kurtubî)


Âl-i İmrân Sûresi 153. Ayet

اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَماًّ بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ  ...


Peygamber, arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan dağa yukarı kaçıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene, ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 تُصْعِدُونَ boyuna uzaklaşıyordunuz ص ع د
3 وَلَا
4 تَلْوُونَ dönüp bakmıyordunuz ل و ي
5 عَلَىٰ
6 أَحَدٍ hiç kimseye ا ح د
7 وَالرَّسُولُ ve Elçi ر س ل
8 يَدْعُوكُمْ sizi çağırırken د ع و
9 فِي
10 أُخْرَاكُمْ arkanızdan ا خ ر
11 فَأَثَابَكُمْ bundan dolayı size verdi ث و ب
12 غَمًّا gam غ م م
13 بِغَمٍّ gam üstüne غ م م
14 لِكَيْلَا diye
15 تَحْزَنُوا üzülmeyesiniz ح ز ن
16 عَلَىٰ
17 مَا şeye
18 فَاتَكُمْ elinizden giden ف و ت
19 وَلَا vw
20 مَا şeye
21 أَصَابَكُمْ başınıza gelen ص و ب
22 وَاللَّهُ Allah
23 خَبِيرٌ haberdardır خ ب ر
24 بِمَا şeylerden
25 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız(dan) ع م ل

Müfessirler, Arap dilinin özelliklerini dikkate alarak “kaybettiklerinizin ve başınıza gelenlerin üzüntüsüne katlanabilmeniz için (söz tutmamanıza karşılık) Allah size tasa üstüne tasa verdi” diye çevrilen cümleyi üç şekilde yorumlamışlardır:

a) Allah size tasa üstüne tasa vererek sizi oyaladı ki kaçırdığınız zafer ve ganimete, başınıza gelen yaralanma ve öldürülme gibi musibetlere üzülmeyesiniz. Buna göre yüce Allah müslümanlara tasa üstüne tasa vererek başlarına gelen musibetleri onlara unutturmuş ve üzüntülerini hafifletmiştir.

b) Olumsuzluk edatı olan “lâ” harfi zaittir. Cümle şöyle yorumlanmıştır: Söz tutmamanızdan dolayı Allah size tasa üstüne tasa verdi ki kaybettiklerinize ve başınıza gelen sıkıntılara üzülesiniz. 

c) Müminler bu sıkıntılara katlanmaya ve daha büyük musibetlere karşı sabırla direnmeye alışsınlar diye, daha büyüğünü vererek daha küçüğünü unutturmak için Allah onlara tasa üstüne tasa indirmiştir. (İbn Âşûr, IV, 132-133). (Kur’ân Yolu Diyanet Tefsiri)

اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ


اِذْ  zaman zarfı  عَفَا  fiiline müteallıktır.  تُصْعِدُونَ  fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تُصْعِدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَلْوُ۫نَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

عَلٰٓى اَحَدٍ  car mecruru  تَلْوُ۫نَ  fiiline müteallıktır.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Atıf harflerinden biriyle bir kelimeyi veya bir cümleyi kendinden önce gelen kelimeye veya cümleye bağlamak demektir.

و  (Ve) harfi matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  harfinin haliyye olduğu görüşü de vardır.  الرَّسُولُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَدْعُوكُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ  car mecruru  يَدْعُوكُمْ  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ٓي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ [...siz dönüp hiç kimseye bakmadan…]  ifadesinde  اَحَدٍ  kelimesindeki tenvin, tenvin-i ivazdır.  كُمْ  [Siz] muzâfun ileyhinin hazfından dolayı muzâfa tenvin verilmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)  


فَاَثَابَكُمْ غَماًّ بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ


فَ  atıf harfidir.  اَثَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  غَمًّا  ikinci mef’ûlun bihtir.  

بِغَمٍّ  car mecruru  غَمًّا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri;  غمّا ملتبسا بغمّ şeklindedir.

لِ  ta’liliyyedir.  كَيْ  masdar harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Veya zaiddir.

كَيْ  ve  لِكَيْ  sadece muzari fiilin önüne gelir ve masdar manası verir, onu nasb ederek gelecek zamana çevirir.  كَيْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَثَابَكُمْ  fiiline müteallıktır.  

تَحْزَنُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mef’ûlun leh olan belli başlı cümleler vardır. Bunlar:

  • كَيْ  ve  لِكَيْ  ile başlayan fiil cümleleri
  • Lam-ı ta’lil  (لِ ) ,(لِاَنْ)  ile başlayan fiil cümleleri
  • Sebep bildiren  حَتَّى  ile başlayan fiil cümlesi
  • لِاَنَّ  ile başlayan isim cümlesi

 

لِكَيْلَا تَحْزَنُوا  cümlesi burada  لِكَيْ  ile başladığı için mef’ûlun lehdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  تَحْزَنُوا  fiiline müteallıktır. 

İsm-i mevsûlun sılası  فَاتَكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.   

فَاتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, birinci ism-i mevsûle matuf olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i mevsûlun sılası  اَصَابَكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

و  (Ve); matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَصَابَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

ب  harf-i ceri,  مَعَ  (َile, beraber)  manasındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)                    

  

وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir. و  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  

خَب۪يرٌ  haberdir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harfiyle birlikte  خَب۪يرٌ  kelimesine müteallıktır. İsm-i  mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ


Lâzım-ı  faide-i haber ibtidaî kelam olan  تُصْعِدُونَ  cümlesi muzâfun ileyh konumundadır. 

Menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ  cümlesi,  تُصْعِدُونَ’ye  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür.

Cümlede îcâz-ı hazif vardır.  اَحَدٍ’in muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır.

تُصْعِدُونَ - تَلْوُ۫نَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

الِاِصْعَادُ masdarı, yeryüzünde gitmek ve uzaklaşmak manasına gelir.  صَعِدَ فِي الْجَبَلِ  (dağa tırmandı), اَصْعَدَ فِى الْاَرضِ  (yüksek bir yere çıktı) denir. Ebu Muaz en-Nahvî şöyle demiştir: “Vadi, nehir ve boğaz gibi aşağısı ve yukarısı olan her şey hakkında bir kimse onun aşağısından yukarılarına çıktığı zaman صَعِدَ فُلَانٌ فِى الْوَادِى (falanca vadinin yukarılarına çıktı) denir. Merdiven gibi şeylere tırmanma için صَعَّدَ fiili kullanılır.” (Fahreddin er-Râzî)

Hakk Teâlâ'nın, لَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ  [Hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz.] buyruğuna gelince yani “Harbin şiddetinden dolayı hiç kimseye dönüp bakamıyordunuz.” demektir. Bu tabirin aslı şudur: “Bir şeye dönüp bakmak isteyen kimse oraya doğru boynunu veyahut da hayvanın yularını meylettirir.  يَلْوِى اِلَيْهِ عُنُقَهُ;  hiçbir şeye meyletmeyip çekip gittiği zaman ise o kimse için ‘ona dönüp bakmadı’ manasında  لَمْ يَلْوِهِ  denir.” şeklindeki kullanıştır. Daha sonra ise bu fiil, bir şeye meyletmemek ve iltifat etmemek manasında kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî) 


 يَدْعُوكُمْ ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَماًّ بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ 

 

وَ’la gelen ve sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. 

ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اُخْرٰيكُمْ, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü اُخْرٰيكُمْ [arkanızdan], hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.

اَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ  cümlesi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Lâzım-ı  faide-i haber ibtidaî kelamdır.  بِغَمٍّ  mahzuf sıfata müteallıktır. 

اَثَابَكُمْ غَمًّا  [Gam isabet etti.] ifadesinde istiare vardır. Gamın  çokluğunu, kat kat yaşanan acıları ifade etmek üzere gam, verilen mükafat yerine kullanılmıştır. Cehennemle müjdele sözüne benzer.

Örfte  اَثَابَ   kelimesi, hassaten hayır işleri hakkında kullanılmaktadır. Binaenaleyh buradaki “sevap” lafzını, asıl manasına hamledersek sözümüz doğrudur. Ama bu kelimeyi örfteki manasına hamledersek, bu kelime burada tehekküm ve alay üslûbunda gelmiş olur. Bu, “Âdeta senin selamın vurmak; azarlaman da kılıçtır.” denilmesi gibidir. Yani ayetteki “gam”, onların umdukları sevap ve mükâfaat yerine mükâfaat olarak gam verildiği bildirilmiştir, Bu, Hakk Teâlâ’nın, “Onları elîm bir azap ile müjdele!” (Tevbe Suresi, 34) buyruğundakine benzer bir durumdur. 

غَمًّا بِغَمٍّ [Keder üstüne kederle] tabirindeki bâ harf-i cerrinin, “mukabele”, (bedel, karşılık) بِ’sı olması muhtemeldir. Bu, “Bu, buna mukabildir.” denilmesi gibidir. (Fahrettin Râzî)

Ta’lil ve masdar harfi  لِكَيْ ’in dâhil olduğu …لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى  cümlesi masdar teviliyle اَثَابَكُمْ  fiiline müteallıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  Cümlede mecrur mahaldeki ism-i mevsûl olan  مَا ’nın sılası  فَاتَكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İkinci ism-i mevsûl ve sılası birinciye matuftur. Nefy harfi  لَا  zaiddir, olumsuzluğu tekid için gelmiştir.

غَمًّا  kelimesi nekre gelmiştir. Teksir, azamet, neviyet ifade eder.

لوي: Bükmek,  لوي  levye bu köktendir.

فَاَثَابَكُمْ  [Elden kaçırdınız.] - اَصَابَكُمْۜ  [Başınıza geldi.] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetu't Tefasir ve Âşûr) 

أثابَكم cümlesi birinci أثابَكم için talil cümlesidir. Ganimetten kaçırdığınıza üzülmeyesiniz diye sizi o dertle oyaladı, demektir. (Âşûr) 

ولا تَلْوُونَ عَلى أحَدٍ  cümlesi bu halde demektir. اللَّيُّ kelimesi mecazdır. العَطْفِ kelimesinin hakiki ve mecazi manası gibi olup rahmet ve rıfk manasındadır. Takdir  ولا يَلْوِي أحَدٌ عَنْ أحَدٍ şeklindedir. Hazif yapılarak mana daha az kelimeyle ifade edilmiştir. Maksad içinizden biri demektir. فَرَرْتُمْ لا يَرْحَمُ أحَدٌ أحَدًا ولا يَرْفُقُ بِهِ yani birbirine merhamet edecek kimse bırakmadınız demektir. Kaçan kişilerin ciddiyetini ifade eden önüne biri çıksa onu çiğner şeklinde bir temsildir. (Âşûr)

 بِغَمٍّ ibaresindeki ba harfi cer-i musahabe içindir. (Âşûr)

تَحْزَنُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Cenab-ı Hakk, ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ buyurmuştur ki “yani sizin arkanızdan” demektir. جِئْتُ فِى اَوَّلِهِمْ اُولَاهُمْ  “Onların önünde ve başında geldim.” denir. Buna göre mana, “Hazreti Peygamber (s.a.) onların arkalarında durmuş olarak onları çağırıyordu. Çünkü ashab, bozguna uğramaları sebebiyle O’nun önüne geçmişlerdi.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

 غَمًّا بِغَمٍّ “Keder üstüne kederle” tabirindeki  ب  harf-i cerinin, “mukabele”, مُعَاوَضَةٌ  (bedel, karşılık) ba’sı olması muhtemeldir. Bu, هذَا بِهَذَا  “Bu, buna mukabildir.” denmesi gibidir. Yani “Bu, falancaya bedeldir, mukabildir.” demektir. İkinci görüş olarak; yine bu ba harfinin, مَعَ  “ile, beraber” manasında olması da muhtemeldir. Buna göre ayetin takdiri;  أَثَابَهُمْ غَمًّا مَعَ غَمًّ “Onları gam üstüne gam ile cezalandırdı.” şeklindedir. Birinci manaya göre ise bu konuda şu izahlar yapılmıştır:

a) Zeccâc’ın görüşü olup buna göre mana şöyle olur: “Siz, Peygamberin emrine isyan etmeniz sebebiyle Resule bir gam ve keder tattırınca Allahu Teâlâ da size bu gam ve kederi tattırdı.” Bu da onların hezimete uğramaları ve dostlarının öldürülmesi sebebiyle ortaya çıkan kederdir, gamdır. Buna göre mana, “Allahu Teâlâ size, o gamdan dolayı bu gammı vermiştir.” şeklinde olur.

b) Hakk Teâlâ’nın, فَاَثَابَكُمْ  ifadesindeki fail olan zamirin, Hazreti Peygambere râci olması da caizdir. Buna göre mana şöyle olur: “Sahabe, Hazreti Peygamberin (s.a.) yüzünün yaralandığını, dişinin kırıldığını ve amcasının da öldürüldüğünü görünce kederlenip mahzun olmuşlardı. Hazreti Peygamber (s.a.) de onların, ganimet elde etmek için Allah Teâlâ’ya asi olduklarını; sonra da ganimetten mahrum kaldıklarını ve akrabalarının öldürüldüğünü görünce işte bütün bunlardan dolayı gamlanıp kederlenmişti. Böylece Cenab-ı Hakk'ın, فَاَثَابَكُمْ غَمًّا بِغَمٍّ tabirinden kasdedilen bu olmuş olur.

İkinci takdiri ise şöyledir: Bu, ب  harf-i cerrinin  مَعَ manasında olmasıdır, mana şöyle olur: غَمًّا عَلَى غَمًّ  [gam üstüne gam] veya  غَمًّا مَعَ غَمًّ  [gamla beraber gam…] Bu da mümkün olan bir manadır. Çünkü harf-i cerler birbirlerinin yerine geçebilirler. Mesela, sen, مَازِلْتُ بِهِ حَتَّى فَعَلَ  [Yapıncaya kadar başından ayrılmadım.];  مَازِلْتُ مَعَهُ حَتَّى فَعَلَ [Yapıncaya kadar onun yanından ayrılmadım.] gibi diyebilirsin. (Fahreddin er-Râzî)

Hasan el-Basrî şöyle demiştir: “Allah, sizin kâfirleri Bedir gününde gamlı ve mükedder kılmanıza karşılık, dünya işleri gözünüzde önemsiz olsun, böylece de onları elinizden kaçırmanızdan dolayı hüzünlenmeyip elde ettiğinizden dolayı sevinip şımarmayasınız diye, Uhud gününde de sizi gamlı ve mükedder yapmıştır.” Bu iki izah, bizim,  غَمًّا بِغَمٍّ ifadesindeki  ب  harfinin bedel ve karşılık ifade eden bir harf olduğunu kabul etmemiz halinde yapılmıştır. Fakat bu harfin “ile, birlikte” manasında olduğunu söylersek ayetin manası “Siz, ‘Eğer bu yerde kalsaydık ve Hazreti Peygamberin emrini tutsaydık, ganimeti elden kaçırma gamına düşerdik.’ dediniz. Fakat biliniz ki siz Hazreti Peygamberin emrine muhalefet edip ganimet elde etme sevdasına düşünce her biriniz o gamdan kat kat daha büyük olan şu büyük gamlara düştünüz. Akıllı olanın, iki zarardan birini seçme durumunda kaldığında, daha büyük olan zararı giderme yolunu seçmesi gerekir. Bundan dolayı size gam üzerine gam gelişi, ganimeti elden kaçırmadan dolayı hüzünlenmenize mani olmuş ve sizi bundan men etmiştir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ


وَ   istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte خَب۪يرٌ’e müteallıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Allah, kullarının bütün hallerini hakkıyla bilir. Bu cümle, bir öncesi için bir zeyl olup vaad ve vaîd (ceza vaadi) ifade eder. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

[yaptıklarınızdan haberdardır.] ifadesi Allah Teâlâ’nın, her şeyden haberdar olduğunu beyan ederken lâzım-melzûm alakasıyla “yaptıklarınızın karşılığı verilecektir” manası taşır. Lâzım zikredilmiş, “yaptıklarınıza karşılık verir” manasındaki melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürseldir.

تَعْمَلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


Günün Mesajı
Allah'a şirk koşmak; korku, endişe ve baskı hislerinin sebebidir. Bunun için müşrikler ve kafirler dünyada neye sahip olurlarsa olsunlar huzur duyamazlar. Huzur İslamdadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

‘Gel, müslümanların Allah yolunda, geçmişten bugüne, ne savaşlar verdiğini görelim. Ki kaybettiğimiz değerlerden utanalım.’ dedi.

 

Bir tarih yolculuğuna çıktık. Rasulullah (sav)’in davet günlerindeki işkencelerle gazvelerinden başladık. O günlerden, bugünlere verilmiş nice mücadelelere doğru ilerledik. Suriye, Mısır, Libya, Pakistan, Irak, Bosna, Afganistan, Filistin ve kendi topraklarımız ve daha niceleri. Rabbim Allah dediği için zulüm altında yaşamışlar ve yaşayanlar. Evladını ve eşini, elleriyle şehadete hazırlayan kadınlar.

Geri döndüğümüzde, elime bir kılıç tutuşturdu. Yüzü tebessümle aydınlanmıştı.

‘Biz, ölümü severek büyüdük. Onu bir ayrılık değil, vuslat bildik. Şehadet ninnileriyle sevildik. Dünyadan ihtiyacımız olanı almayı, kalbimizi ahirete dönmeyi öğrendik. Allah yolunda yürürken ‘ben’likten sıyrılıp, biz’liğe büründük. Asıl hedef ahiretti, dünya bizim için sadece bir köprüydü. Dünya nimetleri İslam’ı daha iyi yaşamak için verilmiş bir vesileydi.

Belki meydanlarda savaşamazsın ama gücünün yeteceği cihadını belirleyip Allah yolunda şehadeti umarak koşabilirsin.’

Allahım! Dünya nimetleri arasında uyuya kalmış kalbimi imanınla uyandır. Zihnimi ve bedenimi ağırlaştıran sisi üzerimden kaldır.

Kalbimi rezil duygulardan arındırmak. Dilimi tutmak. Öfkemi yenmek. Baktığımda yalnız güzeli görmek. Hiçbir kulunu ayırmadan hoşgörüyle yaklaşmak. İbadetlerimdeki gevşekliği defetmek. Dünyalık her türlü vesveseye takılmamak. Nereye gidersem gideyim İslam’ın prensiplerinden taviz vermemek. Bulunduğum her toplulukta İslam’ı en hayırlı şekilde temsil etmek. Her yazımda, her konuşmamda ve her adımımda Seni anmak. Yaptığım her işte, İslam dünyasını daha ileriye taşımak gayesiyle dolmak. Zulüm altındaki müslümanlar için elime geçen her fırsatı değerlendirmek. Rızanı kazanma umuduyla elimden geleni yapmak için cihad kararı aldım.

Rabbim! Huzuruna geldiğimiz gün, önce Senin halimizden razı olmamandan, sonra müslümanların bizi şikayet etmelerinden Sana sığınırız. İki cihanda da kazananlardan olmamızı nasip et. Sen bizim mevlamızsın ve yardım edenlerin en hayırlısısın. Cihadımızı bize sevdir, kolaylaştır ve kabul et.

Geçmişten bugüne her mümin kardeşimin tekbir sesiyle, heyecandan titreyen bedenime aldırmadan ayaklandım. Sesimin onlarınkine karışması ve cihadıma şahitlik etmeleri duasıyla.

‘Allahu Ekber!’

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji