28 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 141-148 (67. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 141. Ayet

وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ  ...


Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِيُمَحِّصَ ve temize çıkarması için م ح ص
2 اللَّهُ Allah’ın
3 الَّذِينَ kimseleri
4 امَنُوا inanan(ları) ا م ن
5 وَيَمْحَقَ ve mahvetmesi için م ح ق
6 الْكَافِرِينَ kafirleri ك ف ر

وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ


وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يُمَحِّصَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  لِيَعْلَمَ  fiiline müteallıktır.

يُمَحِّصَ  mansub muzari fiilidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَمْحَقَ  fiili atıf harfi  وَ ’la  يُمَحِّصَ  fiiline atfedilmiştir.  يَمْحَقَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  

الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ


Cümledeki  لِ  sebep bildiren masdar ve cer harfidir. لِ ve müteakip cümle, masdar teviliyle önceki ayetteki  …وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ   cümlesine matuftur. Masdar-ı müevvel olan bu cümle,  faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  اللّٰهُ  ism-i celâlin açıkça zikredilmesi, müminleri günahlardan arındırmaya çok önem verildiğini göstermek içindir. (Ebüssuûd)

Cümlede  mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Sılası mazi fiil sıygasında fiil cümlesi olan müşterek ism-i mevsûl,  لِيُمَحِّصَ  fiilinin mef’ûlüdür. Nasb mahallindeki mevsûlde tevcih sanatı vardır.

وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi tezat sebebiyle  لِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.

لِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا V [Allah iman edenleri saflaştırsın, kirlerini gidersin.] cümlesiyle وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ  [kafirleri de telef etsin] cümlesi arasında ikili mukabele vardır.

مَحِّصَ; kusurlarını temizlemek ve saflaştırmaktır. Altın için de kullanılır. Başımıza gelen sıkıntılar bizi saflaştırmak içindir.

مْحَقَ; azaltmak ve telef etmek, bereketini gidermektir. (Müfredat)

لِيُمَحِّصَ  ile  يَمْحَقَ  arasında cinas-ı ıtlak vardır.

Zeccâc şöyle demiştir: “Allahu Teâlâ günleri müslümanlarla kâfirler arasında dönüp dolaşan birşey kılmıştır. Binaenaleyh eğer kâfirler galip gelirlerse maksad-ı ilâhî müminlerin günahlarını temizlemektir. Yok eğer müminler galip gelirler ise bu durumda maksad-ı ilâhî, kâfirlerin kökünü kazıyıp onları yok etmektir. Böylece Cenab-ı Hak, müminleri günahlardan temizlemeyi, kâfirleri helak etmeye mukabil kılmıştır. Çünkü müminleri günahlarını yok etmek suretiyle temizlemek, kâfirlerin bizzat kendilerini yok etmenin mukabilidir. Bu, mana bakımından çok latif ve güzel bir mukabeledir. Doğruya en yakın olan şudur: Buradaki kâfirlerden maksat, onlardan belli bir kısımdır ki bunlar Uhud günü, Hazreti Peygambere (s.a.) karşı savaşanlardır. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Keşşâf - Ebüssuûd)
Âl-i İmrân Sûresi 142. Ayet

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ  ...


Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 حَسِبْتُمْ siz sandınız ح س ب
3 أَنْ
4 تَدْخُلُوا gireceğinizi د خ ل
5 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
6 وَلَمَّا
7 يَعْلَمِ bilmeden ع ل م
8 اللَّهُ Allah
9 الَّذِينَ kimseleri
10 جَاهَدُوا cihad edenleri ج ه د
11 مِنْكُمْ içinizden
12 وَيَعْلَمَ (sınayıp) bilmeden ع ل م
13 الصَّابِرِينَ sabredenleri ص ب ر

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ


اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Yani  بل أحسبتم  demektir.  

حَسِبۡ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمۡ  sükun üzere mebni, fail olarak mahallen merfûdur.

أَن  ve masdar-ı müevvel, birinci mef’ûlu yerindedir. İkinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri;  حسبتم دخولكم الجنّة حاصلا  (Cennete girişiniz oldu bitti zannettiniz.) şeklindedir. (Mahmut Sâfî)

تَدۡخُلُوا۟  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ٱلۡجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

و  haliyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Şart fiili  يَعْلَمِ  cer mahallinde muzâfun ileyhtir.  

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

İsm-i mevsûlun sılası  جَاهَدُوا مِنْكُمْ ’dür.  

جَاهَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

مِنْكُمْ  car mecruru  جَاهَدُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمۖ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  harfi maiyye (beraberlik) manasındadır. Muzari fiili gizli bir  اَنْ ’le nasb etmesi için kendisinden önce nefy (olumsuzluk) veya talep (emir, nehiy ve istifham..) bulunmalıdır.  

يَعْلَمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  الصَّابِر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. 

الصَّابِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صبر  fiilinin ism-i failidir.

اَمْ  munkatı’ olup hemze inkâr yani yadırgama anlamındadır.  وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ  [mot-a-mot “Henüz Allah bilmeden”] ifadesi, “siz cihad etmeden” demektir; çünkü bilgi bilinen şeye tâbidir (yani “bilinen” olmadan “bilgi” olmaz); işte Allah, bilmediğini belirtirken “o şeyin olmadığı”nı belirtmiş olmaktadır, çünkü o olmadan ona dair bilgi gerçekleşmez. Kişi;  مَا عَلِمَ اللَّهُ فِي فُلاَنٍ خَيْرًا  [Allah falancada bir hayır bilmemekte] dediği zaman, “Adamda hayır yok ki Allah onu bilsin!” demek ister.  لَمَّا  harfi,  لَمْ  manasında olup  لَمْ ’den farklı olarak bir tür olumluluk içerdiği için  لَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ  ifadesi cihadın henüz olmadığına ama gelecekte olabileceğine delalet etmektedir.  وَعْدَنِي اَنْ يَفْعَلَ كَذَا وَلَمَّا (Bana şöyle yapacağını va’detti ama henüz yapmadı) ifadesi,  وَلَمْ يَفْعَلْ وَاَنَا اَتَوَقَّعُ فِعْلَهُ  (yapmadı ama yapacağını ümit ediyorum) demektir.  لَمَّا يَعْلَمِ  ifadesindeki  م  harfi üstün olarak da okunmuş olup Allah’ın  لَمَّا يَعْلَمَنْ  demek istediği, fakat  نْ  harfini hazfettiği söylenmiştir. (Keşşâf)  

اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ


اَمْ, munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayetin başındaki “اَمْ /yoksa” harfinin kullanılması, daha önce zikredilen teselliden, Müslümanların karşılaştıkları sıkıntıların sebebinin beyanına geçildiğini belirtmek ve o sıkıntıların, en ileri isteklere erişmenin ilk unsurları olduklarını bildirmek içindir.

Ayetteki istifham, red ve inkâr içindir. Yani Allah, sizden cihad ve sabredenleri bilmeden, sizler de hem cihad hem de sabır tahakkuk etmeden cennete gireceğinizi, cennetin nimetlerine erişeceğinizi hiç sanmayın. Çünkü mükâfatın amele bağlı olduğunu bilen kimsenin, amelsiz olarak mükâfat beklemesi, akıl sahiplerince pek uzak bir ihtimaldir. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)

اَنْ  ve akabindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle iki mef’ûle müteaddi olan  حَسِبْتُمْ  fiilinin birinci mef’ûlüdür. İkinci mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayetteki hitap, Uhud Savaşı’nda kısmî hezimete uğrayan Müslümanlaradır.

Bir başlangıç kelamı olan bu ayet, galibiyet günlerinin insanlar arasında münavebe ile döndürülmesinin nihai gayesini, ihlaslı müminlerin tefrik ve temyiz edilmesinin, tertemiz kılınmalarının; onlardan şehitler veya şahitler edinilmesinin neticesi olduğunu açıklamakta ve bu faziletlere ermenin zorluğunu dile getirmektedir. (Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan) 

Hal وَ’ıyla gelen  وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede  mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan müşterek ism-i mevsûl,   يَعْلَمِ  fiilinin mef’ûlüdür. Nasb mahallindeki mevsûlde tevcih sanatı vardır. 

Allah’ın ilminin olmaması (Allah bilmemesi), malûmun (ilmin taalluk ettiği şeyin) da olmamasından kinayedir. Zira aralarında öyle bir gereklilik, bağlılık var ki ikincinin tahakkuku ile birincinin tahakkuku lazım gelir. Çünkü zorunlu olarak Allahu Teâlâ'nın bilgisi olmadan bir şeyin tahakkuk etmesi imkânsızdır. Kinaye üslubunun sarih ifadeye tercih edilmesi, kastedilen manayı daha kuvvetli olarak ifade etmek içindir. Çünkü bu kinaye, onların cihadının olmadığını delil ile ispat etmektir. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)

Ayetin son cümlesi  وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ’ye dâhil olan وَ, vav-ı maiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar tevilindeki cümle, önceki masdar-ı müevvele matuftur.

وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ  cümlesi  وَ, vav-ı maiyye ile atfedilmiş mef’ûlu meah anlamındadır. (Âşûr)

جَاهَدُوا -  الصَّابِر۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَمَّا يَعْلَمِ - يَعْلَمَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı  vardır. 

لَمَّا  harfi,  لَمْ  manasında olup  لَمْ ’den farklı olarak bir tür olumluluk içerdiği için  لَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ  ifadesi cihadın henüz olmadığına ama gelecekte olabileceğine delalet etmektedir. (Keşşâf)  

لَمَّا; gelecekte onların cihad etmelerinin beklendiği anlamını verir. (Ebüssuûd) 

Cihad üç şekilde olur: 

  •  Kâfirlere karşı cihad; ilim ve askeri güçle,
  •  Batıl ve sapkın düşüncelere karşı cihad; ilim ve delille, 
  •  Nefsimizle cihad; yine ilimledir.

 

Uhud aslında bir yenilgi değildi ama zafer de değildi. Müslümanlara bir derstir. Sabredenler ve cihad edenler anlaşılmıştır.

Rahata kavuşmak için rahattan, nimete kavuşmak için nimetten fedakârlık etmek gerekir. 

لَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ [Allah cihad edenleri belirlemeden] buyurduktan sonra sabredenlerin ayrıca zikredilmesi tekid ifade eden îgāldir. Çünkü cihad, sabır olmadıktan sonra yapılmış sayılmaz.

Cihad ve sabır arasında müraat-ı nazır vardır. “Sabredenler” umum, “cihadda sabredenler” husustur. İkisi arasında vasıl, tezayüf vardır. Câmi’, aklîdir. Cihad da sabır da nefsi zorlayan amellerdir. Cihad da sabır da belli bir çalışma, alışma döneminden sonra istidat halini alır, zamanla öğrenilir.

حسب ve علم fiilleri arasında tıbâk-ı mülhak îhâm-ı tezâd vardır. “Bilme”nin zıddı cehalettir, zannetmek de ikisi arasında bir durumdur. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Âl-i İmrân Sûresi 143. Ayet

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟  ...


Andolsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ andolsun ki
2 كُنْتُمْ siz ك و ن
3 تَمَنَّوْنَ arzuluyordunuz م ن ي
4 الْمَوْتَ ölümü م و ت
5 مِنْ
6 قَبْلِ önce ق ب ل
7 أَنْ
8 تَلْقَوْهُ onunla karşılaşmadan ل ق ي
9 فَقَدْ işte
10 رَأَيْتُمُوهُ onu gördünüz ر ا ي
11 وَأَنْتُمْ ve siz
12 تَنْظُرُونَ bakıp duruyorsunuz ن ظ ر

Başta Hz. Peygamber olmak üzere bazı tecrübeli sahâbîler Uhud Savaşı’na çıkmadan önce yapılan müzakerede, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmayı tercih etmişlerdi. Ancak savaş tecrübesi olmayan, özellikle Bedir Savaşı’nda bulunmamış olan sahâbîler, Bedir’e katılanların Allah katındaki derecelerinin yüceliğini ve sevaplarının çokluğunu öğrenince böyle bir fırsatın kendileri için de doğmasını dilemişlerdi. 

İşte Uhud Savaşı öncesinde bu müslümanlar Hz. Peygamber’e düşmanla meydan savaşı yapmak istediklerini, gerekirse seve seve canlarını feda edeceklerini bildirdiler ve “Bizi düşman karşısına çıkar ki kendilerinden korktuğumuzu sanmasınlar” dediler. Gençlerin ısrarlı olduklarını gören Hz. Peygamber onların görüşüne uyarak meydan savaşı yapmak üzere Uhud’a geldi. Ancak düşmanın şiddetli saldırıları neticesinde müslümanlar yetmiş dolayında kayıp verdiler, birçoğu da yaralandı. 

Bu arada Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberi de yayılınca müminlerden büyük bir grup büsbütün ümitlerini yitirdiler ve düşmanın şiddetli saldırıları karşısında dayanamayıp geri çekilmek durumunda kaldılar. Bir kısmı paniğe kapıldı ve savaş alanını terketti. İşte bu âyette onların bu davranışları kınanmaktadır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

Riyazus Salihin, 1327 Nolu Hadis

Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ' dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve:

"Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz; Allah'tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır" buyurdu. Rasûl-i Ekrem sonra sözüne devamla şöyle dua etti:

"Ey Kur’ân'ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah'ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl." Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 89 

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ


وَ  atıf harfidir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كُنْتُمْ  sükun üzere nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَمَنَّوْنَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur. 

تَمَنَّوْنَ  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  تَمَنَّوْنَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhidir. 

 تَلْقَوْهُ  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.


    فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟


فَ  atıf,  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

رَاَيْتُمُوهُ  mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Mansub muttasıl zamirler, cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir  و  harfi getirilir.  رَاَيْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı -  işba edatı denilir.  

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  

تَنْظُرُونَ۟  fiili haberdir.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ



وَ  istînâfiyye olup kasemin cevap harfidir. قَدْ   ise  كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ  cümlesini tekid eden tahkik harfidir.

كان’nin dâhil olduğu isim cümlesi, mahzuf kasemin cevabı olup faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda talebî inşâî isnaddır. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

كان’nin haberi olan …تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ ,  muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Aynı üsluptaki masdar-ı müevvel  تَلْقَوْهُۖ  cümlesi, تَمَنَّوْنَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ  [Ölümü temenni ediyordunuz.] ifadesinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

Savaş, ölümün aşamalarından olduğu için الْمَوْتَ / ölüm olarak ifade edilmiştir. (Ebüssuûd)

وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ  [Ölümü temenni ediyordunuz.] ifadesiyle daha önce Bedir Savaşı’na katılmayıp Peygamberle (s.a.) beraber bir savaşa katılıp Bedir şehitleri gibi şehitlik mertebesine erişmeyi arzulayanlara hitap edilmektedir. Bunlar, Uhud savaşı öncesindeki istişarede Peygambere (s.a.) Medine’den çıkıp müşrikleri dışarıda karşılama yolunda ısrar edenlerdir. (Keşşâf - Ebüssuûd)

Bu ayet, savaşı temenni edip ona sebep olduktan sonra korkup hezimete uğrayanları kınamaktadır. Ancak bu kınama, onların şehit olmayı temenni etmelerinden ve şehit olmaları da zımnen kâfirlerin galibiyeti demek olmasından dolayı değildir. Zira şehitlik temenni eden kimsenin arzusu, başka bir şey aklına gelmeksizin sırf şehitlerin faziletine ermektir. Bu cihetten kınanmaya müstahak değillerdir. (Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)


فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟


كان’nin haberine matuf olan cümle, tahkik harfiyle tekid edilmiş lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır.

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟’de lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

رَاَيْتُمُوهُ - تَنْظُرُونَ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Dünya sevgisi, ahiret saadeti ile birlikte bulunmaz. Birinin çoğaldığı yerde, diğeri azalır. Allah’tan başka her şeyi (masiva) kalpten boşaltıp oraya Allah sevgisini doldurmadıkça ahiret mutluluğu elde edilemez. Bu iki şey bir arada bulunmaz. Bu sırdan dolayıdır ki ayette, ikisinin bir arada bulunması çok uzak görülmüştür. Allah’ı sevmek, iddiayla olmaz. Allah’ın dinini ikrar eden herkes de samimi olmaz. Bu ikisini birbirinden ayırmak için ortaya bazı haram ve mekruhlar konmuştur. Sevgi; cefa ile eksilmez, vefa ile de artmaz. Birtakım belalarla imtihan edildikten sonra yine de varlığını koruyan sevgi, gerçek sevgidir. Bu hikmetten dolayı Allah sizi cihad, şiddetli mihnet ve sıkıntı ile imtihana tabi tutmadan sadece peygamberi tasdik etmekle “cennete gireceğinizi mi sandınız?” buyurmuştur. (Ruhu’l Beyan) 

Ölümü görmek ifadesinde mecazî isnad vardır. Görülen ölüm değil ölenlerin müşahede edildiği mahaldir. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

(Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


Âl-i İmrân Sûresi 144. Ayet

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ  ...


Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildir
2 مُحَمَّدٌ Muhammed
3 إِلَّا başka (bir şey)
4 رَسُولٌ bir elçi ر س ل
5 قَدْ muhakkak
6 خَلَتْ gelip geçmiştir خ ل و
7 مِنْ
8 قَبْلِهِ ondan önce de ق ب ل
9 الرُّسُلُ elçiler ر س ل
10 أَفَإِنْ eğer şimdi
11 مَاتَ o ölür م و ت
12 أَوْ veya
13 قُتِلَ öldürülürse ق ت ل
14 انْقَلَبْتُمْ geriye mi döneceksiniz? ق ل ب
15 عَلَىٰ üzerinde
16 أَعْقَابِكُمْ ökçelerinizin ع ق ب
17 وَمَنْ kim
18 يَنْقَلِبْ geriye dönerse ق ل ب
19 عَلَىٰ üzerinde
20 عَقِبَيْهِ ökçesi ع ق ب
21 فَلَنْ
22 يَضُرَّ ziyan veremez ض ر ر
23 اللَّهَ Allah’a
24 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
25 وَسَيَجْزِي ve mükafatlandıracaktır ج ز ي
26 اللَّهُ Allah
27 الشَّاكِرِينَ şükredenleri ش ك ر

Hz. Muhammed’in sadece bir beşer ve bir peygamber olduğu belirtilip önceki peygamberler gibi onun da ölümlü olduğu hatırlatılmaktadır. Ayrıca âyet münafıkların menfi propagandalarına bir cevap ve onlara kapılanlara yapılmış bir uyarı niteliğindedir. Şöyle ki Uhud Savaşı’nda Abdullah b. Kamia adında bir müşrik, Rasûlullah’ı öldürmek için ona birkaç defa saldırmış, hatta yüzünü yaralamış ve attığı bir taşla dişinin kırılmasına yol açmıştı. Hz. Peygamber’i korumakta olan Mus‘ab b. Umeyr de bu müşrikin saldırılarına karşı koyarken şehit olmuştu. Mus‘ab, Hz. Peygamber’e benzediği için Abdullah b. Kamia Peygamber’i öldürdüğünü sanarak, “Muhammed’i öldürdüm” diye bağırmış, bu haber müslümanlar üzerinde şok etkisi yapmıştı. Bu haberin meydana getirdiği panik üzerine müslümanlar cesaretlerini yitirmişler, içlerinden bir grup dağa doğru çekilirken, bir grup Medine yolunu tutmuş, bazıları da oldukları yerde yığılıp kalmıştı. Hatta bir kısmı “Abdullah b. Übeyy’e gidelim de bizim için Ebû Süfyân’dan eman dilemesini rica edelim” deme gafletinde bulunmuş ve bu durumdan yararlanan bir grup münafık “Muhammed gerçek peygamber olsaydı öldürülmezdi. Atalarımızın dinine dönsek daha iyi olur” diyecek kadar ileri gitmişlerdi. (Reşîd Rızâ, IV, 160)

Bu sırada Hz. Peygamber’in “Ey Allah’ın kulları bana gelin!” diye seslenmesi üzerine etrafında halkalanan yaklaşık otuz kişilik bir grup onu yiğitçe savunmuşlardı. Öte yandan bu habere aldanan Kureyş, aldığı netice ile yetinerek savaş alanını terketmiştir. Hz. Peygamber bu durumun farkına varmış ve bunu kendisi ve arkadaşları için Allah’ın lutfettiği bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Nitekim onun sağ olduğunu müslümanlara duyurmak isteyen Kâ‘b b. Mâlik’e susması için işaret buyurmuşlardır. (Hasan İbrâhim Hasan, İslâm Tarihi, I, 152)

Âyette Hz. Muhammed’in fâni, İslâm’ın ise bâki olduğunu, bu sebeple, o ölse dahi müslümanların bunu sükûnetle karşılayıp dinlerine bağlı kalmaları, düşmanlarıyla sürdürdükleri savaşta sebat etmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. Müteakip âyetin sonundaki “Allah şükredenleri ödüllendirecektir” cümlesi buna işaret eder. Müfessirler buradaki “şükredenler” ifadesini, “İslâm’da sebat edip görevlerini yerine getirenler” şeklinde tefsir etmişlerdir (Elmalılı, II, 1194). Nitekim yıllar sonra Hz. Peygamber vefat ettiğinde insanlar şaşırıp ne yapacaklarını bilemez olmuşlar, fakat soğukkanlılığını koruyan Hz. Ebû Bekir, “Kim Muhammed’e tapıyor idiyse bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim de Allah’a tapıyor idiyse bilsin ki Allah diridir, ölmez!” demiş ve bu âyeti okumuştur. İbn Abbas “Ebû Bekir bu âyeti okuyuncaya kadar insanlar sanki böyle bir âyetin daha önce inmiş olduğunu bilmiyorlardı, herkes âyeti (ilk defa) ondan öğrenmiş gibiydi. Ondan âyeti dinleyen herkes onu okumaya başladı” demiştir (İbn Kesîr, II, 109). (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

مُحَمَّدٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  رَسُولٌ  haber olup lafzen merfûdur.    

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  خَلَتْ   fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. 

مِنْ قَبْلِهِ  car mecruru  خَلَتْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

الرُّسُلُ  fail olup lafzen merfûdur.

  

 اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ

 

Hemze istifham,  فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. 

مَاتَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

اَوْ  atıf harfidir.  قُتِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. 

Şartın cevabı  انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ ’dur.  

انْقَلَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  

عَلٰٓى اَعْقَابِ  car mecruru  انْقَلَبْتُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

          

 وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ 


وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  

يَنْقَلِبْ  şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

عَلٰى عَقِبَيْهِ  car mecruru  يَنْقَلِبْ  fiiline müteallıktır.  

عَقِبَيْ  müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. 

يَضُرَّ  fiili mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  

شَيْـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Yani  لن يضرّه شيئا من الضرر  (Ona hiçbir şey zarar vermez.) demektir. 

   

وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  سَيَجْزِي  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. 

يَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الشَّاكِر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. الشَّاكِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شكر  fiilinin ism-i failidir.


وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ 


İstînâf وَ ’ıyla gelen ayetin ilk cümlesi lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen terkip kasrla tekid edilmiştir. 

رَسُولٌۚ  için sıfat olan  قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ  cümlesi tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ  Muhammed, bir peygamberden başka birşey değildir, sözünde  mevsufun sıfata kasrı vardır.(Safvetu't Tefasir - Âşûr)

Kasr,  مَا  nefy edatı  ve  اِلَّا  istisna edatı ile yapılmıştır. Nefy edatının hemen arkasından gelen   مُحَمَّدٌ  kelimesi maksûr, istisna edatından sonra  gelen  رَسُولٌ  kelimesi ise maksûrun aleyhtir. Ayrıca  مُحَمَّدٌ  kelimesi mevsuf,   رَسُولٌ  kelimesi sıfattır. 

Hz. Peygamberin ölümsüz olduğunu zannedenlerin yanlış anlayışını düzeltmek için mevsuf sıfata kasredilerek şu anlam ortaya konmuştur: “Hz. Muhammed sadece risaletle görevlendirilmiştir. Onun resül olması, ölümsüzlüğü manasına gelmez, zira her resulün irtihali mukadderdir. Ölümsüzlük sadece Allah’a mahsustur. Yani burada Hz. Muhammed (s.a.) resullük özelliğiyle sınırlanmış, ölümsüzlük gibi bir vasfının bulunmadığı anlatılmak istenmiştir.

Ayetteki hitap sahabe-i kiramadır. Zira onların bir kısmı Hz. Peygamberin risalet görevi ile birlikte ölümsüzlük vasfının da bulunduğu vehmine kapılarak, Uhud Savaşı sırasında, “Muhammed öldürüldü.” şeklindeki yalan haberin tesiriyle savaştan çekilmeyi düşünmüş, hatta içlerinden kaçmak isteyenler bile olmuştur. Bu olay üzerine “Muhammed ancak bir resuldür. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.” (Âl-i İmran Suresi, 144) ayeti nazil olmuş ve Hz. Peygambere risalet vasfıyla birlikte ölümsüz olma özelliğinin verilmediği, O’nun da tıpkı önceki peygamberler gibi irtihal edeceği, risaletine inanmanın hak olduğu gibi irtihaline inanmanın da gerekli olduğu, önemli olanın O’nun getirmiş olduğu kalıcı ilkelere sımsıkı sarılmak olduğu hatırlatılmaktadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belagat İlmi Ve Uygulanışı-Ebüssuûd - Keşşâf)

مُحَمَّدٌ - رَسُولٌۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazir, رَسُولٌۚ’un tekrarında tam cinas ve reddü’l acüz- ale’s-sadr sanatı vardır.

وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُ [ Muhammed ancak bir resuldür, O’ndan önce nice resuller gelip geçti.] cümlesi, lâzım-ı faide-i haberdir. Bileni, bilmeyen yerine koymak için tekid ifade eden kasr cümlesi ile geldi. Çünkü ashabın Efendimizin   öldüğünü sandıkları andaki tepkileri, savaşı bırakacak gibi olmaları, O’nun ölecek bir beşer olduğuna inanmayan bir tavırdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ


Fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen va’zedildiği manadan çıkarak inkâr ve kınama anlamı taşıyan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır

Şart   harfi  اِنْ’nin dâhil olduğu  مَاتَ  şart fiili,  انْقَلَبْتُمْ  cevap fiilidir. 

Atıf harfi فَ  ile gelen bu şart cümlesi talebî inşaî isnaddır. 

مَاتَ  -  قُتِلَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ  [Gerisin geriye mi döneceksiniz?] Şerîf er-Radî şöyle der: Bu bir istiaredir. Bununla dinden dönmek kastedilmiştir. Yüce Allah şüpheye düşerek geri dönmeyi, ökçeleri üzerine geri dönmeye benzetmiştir. (Safvetu't Tefasir)Sahabenin Muhammed’e (s.a.) olan sevgisinden bahsedilmektedir. Bu sevgi içlerine öylesine nüfuz etmiş ki O’nun ölme ihtimalinden gaflet etmişler, onun için Hz. Peygamberde resullük ve ölümsüzlük sıfatı varmış gibi düşünüyor makamına konulmuşlardır. Dolayısıyla O’ndan ölümsüzlük vasfı nefyedilmiş, sadece resullük vasfının olduğu zikredilmiştir. Binaenaleyh de kasr-ı ifrad olmuştur. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, s. 285) Bu ayet-i kerimede  اِنْ  vukuu kesin olan fiillerin başına gelmiştir. Bu fiiller ölüm ya da Allah yolunda öldürülmektir. Ayet-i kerimede  اِنْ harfi  إذا  yerinde kullanılmıştır. Ölümün başına gelmesi insanların ölüm gerçeğini bilmelerine rağmen bundan gafil bir hayat yaşamaları sebebiyledir. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَفَا۬ئِنْ مَاتَ  ifadesinde  فَ, şart cümlesini bir önceki cümleye -ondan kaynaklandığı anlamında- bağlamaktadır. Hemze ise peygamberlerin göçüp gitmesini, Peygamberin (s.a.) vefat ederek veya şehit olarak bu dünyadan göç etmesi halinde O’na tâbi olmaktan vazgeçip gerisin geri dönmeye bahane etmenin yadırgandığını göstermektedir. (Keşşâf - Ruhu’l Beyan) 

Müslümanlar, Peygambere (s.a.) ölüm erişeceğini kesin olarak bildikleri halde bu cümlede şart ve tereddüt ifade eden “اِنْ / eğer” kullanılması muhatapların O’nun ölümünü gözlerinde çok fazla büyüttüklerinden bu konuda tereddüt ediyormuş gibi sayılmalarındandır. Bu açıklama Kur’an’da اِنْ - eğer şart edatının kullanıldığı diğer ayetler için de geçerlidir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın kelamında zikredilen, اِنْ şartı, hiçbir yerde tereddüt anlamını taşıyan zahirî manasında değildir; -zira zorunlu olarak Allahu Teâlâ, bir şeyin vaki olup olmayacağını kesin olarak bilir- fakat ifade edilen tereddüt, dinleyen veya okuyanın haline veya makama münasip başka bir manaya yöneliktir. (Ebüssuûd)

 يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ


Cümle,  istînâfiyye veya istînâfa atıftır. Şart üslubunda haberî isnaddır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. 

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi  لَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ, menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi  لَنْ, cümleyi tekid etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهَ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ [Allah’a hiçbir şeyle zarar veremez.] sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Allah’ın dinine, peygamberine zarar veremez, demektir. 

وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ [Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse elbette Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez.] ayetinden maksat, tehdidi tekid etmektir. Çünkü aklı başında olan herkes, kâfirlerin küfrünün Allah’a zarar veremeyeceğini bilir. Daha doğrusu bu tabirle anlatılmak istenen, böyle bir kimsenin ancak kendisine zarar vereceğidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)

يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ [Gerisin geri dönmek] Peygamberin (s.a.) ifa ettiği cihat ve diğer meseleleri terketmek demektir. Bunun dinden dönmeyi ifade ettiği de söylenmiştir. Ancak o gün münafıkların bazı ileri geri konuşmalarından başka hiçbir Müslüman dininden dönmemiştir. Bu ifade, orada bulunan Müslümanların, savaş alanından kaçmaları ve Peygamberi (s.a.) yalnız bırakıp düşmana teslim etmeleri sebebiyle sertçe azarlanmaları anlamına da gelebilir. (Keşşâf) 


وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ

 

Ayetin fasılasındaki وَ, istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dâhil olan istikbal harfi  سَ  vaad sıygasında geldiği için tekid ifade eder.

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve korkuyu artırma amacına matuftur.  

Durumun ciddiyetini ve olayın önem derecesini göstermek için lafza-i celâl tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَقِبَيْهِ - اَعْقَابِكُمْۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu son cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Allah, en büyük nimet ve en aziz hayır olan, İslam dininde sebat edenleri mükâfatlandıracaktır. Sebat edenlerin الشَّاكِر۪ينَ [şükredenler] olarak tavsifi, İslam’da sabır ve sebatın, bu büyük nimete şükretmek ve hakkını takdir etmek demek olduğundandır. Burada o savaştan dönenlerin, Allahu Teâlâ'nın bu büyük nimetine nankörlük ettiklerine işaret vardır. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 145. Ayet

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ  ...


Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve yoktur
2 كَانَ ك و ن
3 لِنَفْسٍ hiçbir kişi için ن ف س
4 أَنْ
5 تَمُوتَ ölmek م و ت
6 إِلَّا olmadan
7 بِإِذْنِ izni ا ذ ن
8 اللَّهِ Allah’ın
9 كِتَابًا yazılmıştır ك ت ب
10 مُؤَجَّلًا belirli bir süreye göre ا ج ل
11 وَمَنْ ve kim
12 يُرِدْ isterse ر و د
13 ثَوَابَ sevabını (menfaatini) ث و ب
14 الدُّنْيَا dünya د ن و
15 نُؤْتِهِ kendisine veririz ا ت ي
16 مِنْهَا ondan
17 وَمَنْ ve kim
18 يُرِدْ isterse ر و د
19 ثَوَابَ sevabını ث و ب
20 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
21 نُؤْتِهِ kendisine veririz ا ت ي
22 مِنْهَا ondan
23 وَسَنَجْزِي ve mükafatlandıracağız ج ز ي
24 الشَّاكِرِينَ şükredenleri ش ك ر

Gerçekten Allah Teâlâ'nın izni ve iradesi olmaksızın hiçbir kimsenin ölmesi ihtimali yoktur. Gerek döşekte olsun, gerek öldürmekle olsun, mutlak ölüm böyle olunca, Allah'ın iradesi erişmeden ne düşmanın saldırısıyla, ne de kendi arzusuyla kimse ölmez. Demek ki Muhammed vefat eder veya öldürülürse düşmanın saldırmasıyla değil, Allah'ın izniyle olacaktır. Aynı şekilde her hangi bir şahıs da ölecek veya öldürülecek olursa, o da düşmanın saldırmasıyla değil, Allah'ın emriyledir. Ve bunun böyle olduğu da Uhud olayının tecrübî (deneysel) sonuçlarından biri olmak üzere sabittir. Eğer böyle olmasaydı, o gün hiçbir kimse kurtulamazdı. Buna göre her iki takdirde Allah'ı unutmamak ve Allah'ın iradesine, tam bir rıza ile itaat edip görev yapmak gerekir. Harp meydanında vazife ise kâfirlere karşı koymak ve i'lây-ı kelimetullah (Allah'ın kelimesini yükseltmek) uğrunda hiçbir şeyden çekinmemektir. İyi bilinmelidir ki, korkunun ecele faydası yoktur. 

Kâfirlere mağlub olanlar, bir müddet hayatta kalsalar bile, dinden dönme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Allah'ın izniyle ölüm ise tayin edilmiş bir şekilde yazılır. Yani Allah katında bilinen bir vakit ile takdir edilmiştir ki; ne ileri gider, ne geri kalır. Bir insan, gerçekte nasıl bir şekilde ölecekse öyle ölür. Ve onun dünyada iki ömrü yoktur. Şu halde iki eceli de yoktur. Bazı kimseler ecel-i müsemmâ (eceliyle gelen, normal ölüm) ve ecel-i kaza (kaza ile gelen ölüm) diye iki ecel tasavvur ederler. Ve, "Zavallı eceli gelmeden kazaya uğradı." derler. Bilmezler ki, olay ne ise ömür, ecel odur. Ve o kimsenin Allah katında bilinen vakti ondan ibarettir. Bundan başkası gerçekten değil, zâtî ve aklî imkan üzerine kurulmuş varsayımlar ve ihtimallerdir. Herkesin gerçekte ömrünün, ecelinin birliği, inkâr imkanı bulunmayan apaçık bir gerçek olduğu halde, birtakım kimselerin bunu karmaşık bir mesele imiş gibi "ecel bir mi, iki mi?" diye konuşmaya kalkışmaları, konuyu kavrayamamalarından doğar. Evet, kaderin sırrı belli olmaz ve yaşayan bir kimsenin ne vakit ve ne şekilde öleceğini de Allah'tan başka kimse bilmez. İlâhî kanunda ölümün sebepleri olarak tanınmış birçok şeyler de vardır. 

İnsan, ecelinin ne olduğunu bilmediği için bunlardan sakınmalıdır. Ve fakat muhakkak şu bilinmelidir ki bu sakınma ne ilâhî iradeyi değiştirir, ne de Allah katında bilinen ve takdir edilmiş olan eceli değiştirir. Şu halde ölüm endişesi, hayatla ilgili kayıtlanmalar, Allah'a karşı olan mühim vazifeleri unutturmamalıdır. Çünkü hayat ve ölümün bizzat dayanağı sırf Allah'ın dilemesidir. Ve bunda kimsenin tesiri yoktur. 

Fakat hayattan istifade ve hayatın meyvelerini toplayabilme, devşirebilme hususu böyle değildir. Bu cihet (yön) beşer iradesiyle ilgilidir. Bunun için buyuruluyor ki, ve her kim dünya sevabı isterse, ona dünya sevabından veririz; her kim de ahiret sevabı isterse, ona da ahiret sevabından veririz. Kayıtları gösteriyor ki istenilenin hepsi verilmezse de, her halde biraz olsun verilir. Ve kulun iradesi büsbütün hükümsüz kalmaz. Burada "dünya sevabı" kısmı, ganimet arzusuyla koşanlara bir ta'riz (taşlamay)i içermektedir. O şükredenler ki, İslâm nimetinde sebat edip, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği kudret ve kuvveti, yaratılış gayesi olan itaate sarfederek şükrünü eda ederler ve hiçbir engel karşısında bundan dönmezler. Bu şükredenlerden maksat ya lâm-ı ahd (ahid lâmı) ile şehidler ve diğer bilinen mücahidler bunda ilk girenlere dahildirler. Burada şükrün cezasından kastedilenin de, ahirete ait sevab olduğu, sözün gelişinden açıkça anlaşılmaktadır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

 

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لِنَفْسٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ’nin muahhar ismidir. اِلَّا  hasr edatıdır.  

بِإِذۡنِ  car mecruru  تَمُوتَ  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Yani  تموت منتهيا أجلها بإذن الله  (Allah’ın izniyle eceli geldiği zaman ölür.) demektir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

كِتَابًا  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  كتب ذلك  (Bunu yazdı) şeklindedir.  مُؤَجَّلًا  kelimesi  كِتَابًا ’in sıfatıdır. مُؤَجَّلًا  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

كِتَابًا  lafzî tekid olup “ölümü yazmakla yazdı” anlamındadır. مُؤَجَّلًا  “önceye ve sonraya alınamayan belli bir zamanı olan süre olarak” demektir. 

وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا [Kim dünyevi karşılık isterse] ifadesi Uhud Savaşı’nda ganimet toplama hırsına yenilenlere tarizde bulunmaktadır.

نُؤْتِه۪ مِنْهَا  [… kendisine ondan yani onun karşılığından veririz.]  وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ  ifadesi, “Şükredenleri” yani Allah’ın nimetine şükreden ve hiçbir şeyin kendilerini cihattan alıkoyamadığı kimseleri “elbette yakında” müphem [yani misli görülmemiş muazzam] bir ödülle “ödüllendireceğiz” demektir. (Keşşâf)

     

وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ


وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.   

يُرِدْ  şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.  

ثَوَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الدُّنْيَا  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Şartın cevabı  نُؤْتِه۪ مِنْهَا ’dır.  

نُؤْتِ  illet harfinin hazfiyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  ه۪  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْهَا  car mecruru  نُؤْتِه۪  fiiline müteallıktır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, مَنۡ ’in haberidir.

مَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَا  cümlesi atıf  harfi  وَ’ile makabline matuftur.

    

وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ


Fiil cümlesidir.  و  istînâfiyyedir.  سَيَجْزِي  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الشَّاكِر۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الشَّاكِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan شكر  fiilinin ism-i failidir.


وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًۜ


Önceki istînâfa matuf olarak gelen ayetin ilk cümlesi, olumsuz  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.

Âşûr’a göre cümle-i muterize olup وَ  da itiraziyyedir.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ,لِنَفْسٍ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Masdar  harfi  اَنْ’i takib eden …تَمُوتَ  cümlesi masdar teviliyle  كَانَ ’nin ismi konumundadır.

مَا  nefy edatı ve  اِلَّا  istisna edatı ile yapılan kasr fiil ve car-mecrur arasında, kasr-ı mevsuf alel sıfattır.

كِتَابًا, takdiri  كتب  olan fiilin mef’ûlü mutlakı,  مُؤَجَّلًاۜ  ise  كِتَابًا  için sıfattır. 

اِذْنِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  اِذْنِ ’ye şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayetteki اِذْنِ kelimesi, mecaz olarak Allah'ın iradesi, dilemesi yerinde kullanılmıştır. Çünkü ilâhî irade, O’nun izninin gereğidir yahut Allah ölüm meleğine, o nefsin canını alması için izin vermedikçe hiçbir kimse için ölmek yoktur. (Ebüssuûd)

Ayet, her nefsin ölümünün Allahu Teâlâ'nın iradesine bağlı olduğunu, ilâhî irade o kişinin ölümüne taalluk etmedikçe savaş meydanlarına dalmak ve korkunç geçitlere atılmakla ölümün gerçekleşmeyeceğini belirtir. (Ebüssuûd)

 

 وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ

 

وَ  atıf harfi,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا, cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap  cümlesinin haber olmasına da cevaz vardır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ  aynı üslupta fiil cümlesidir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ifade, Uhud Ssavaşı’nda ganimetlerle meşgul olan okçulara bir tarizdir. (Ebüssuûd)

Ayetin ilk cümlesindeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.

Tezat sebebiyle makabline atfedilmiştir.

مَنْ - يُرِدْ - ثَوَابَ - نُؤْتِه۪ -  مِنْهَاۚ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s -sadr sanatları vardır.

Farklı grupları belirten  مَنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ  cümlesiyle  وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الدُّنْيَا -  الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 

  وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ

 

Ayetin fasılasındaki وَ, istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Cümleye dâhil olan istikbal harfi  سَ  vaad sıygasında geldiği için tekid ifade eder. Bu son cümle tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ [Şükredenleri mükâfatlandıracağız.] cümlesinde الشَّاكِر۪ينَ      [Şükredenler]den kasıt, ön cümlede zikredilen “ahireti isteyenler” grubudur. Onlardan zamirle değil de bir başka isimle bahsedilmesi, tecrîddir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

كِتَابًا lafzı tekid masdarı olup “ölümü yazmakla yazdı” anlamındadır. مُؤَجَّلًاۜ ise “önceye ve sonraya alınamayan belli bir zamanı olan süre olarak” demektir. [Kim dünyevi karşılık isterse] ifadesi Uhud Savaşı’nda ganimet toplama hırsına yenilenlere tarizde bulunmaktadır. “…kendisine ondan” yani onun karşılığından “veririz.”  وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ  ifadesi, “Şükredenleri” yani Allah’ın nimetine şükreden ve hiçbir şeyin kendilerini cihaddan alıkoyamadığı kimseleri “elbette yakında” müphem yani misli görülmemiş muazzam bir ödülle “ödüllendireceğiz” demektir. (Keşşaf)

Hz Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: “Kimin niyeti ahireti istemek olursa Allah da onun kalbine zenginlik koyar. Gücünü birleştirir de dünya ona basit gelir. Kimin niyeti de dünyayı elde etmek ise Allah ona fakirlik verir, gücünü dağıtır ve nasibinden başkasına da ulaşamaz.” (Ruhu’l Beyan)


Âl-i İmrân Sûresi 146. Ayet

وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ  ...


Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَأَيِّنْ nice var ki
2 مِنْ den
3 نَبِيٍّ peygamber- ن ب ا
4 قَاتَلَ çarpıştılar ق ت ل
5 مَعَهُ kendileriyle beraber
6 رِبِّيُّونَ Rabbani (erenler) ر ب ب
7 كَثِيرٌ birçok ك ث ر
8 فَمَا
9 وَهَنُوا yılmadılar و ه ن
10 لِمَا şeylerden
11 أَصَابَهُمْ başlarında gelen ص و ب
12 فِي
13 سَبِيلِ yolunda س ب ل
14 اللَّهِ Allah
15 وَمَا
16 ضَعُفُوا zayıflık göstermediler ض ع ف
17 وَمَا
18 اسْتَكَانُوا boyun eğmediler ك ي ن
19 وَاللَّهُ Allah
20 يُحِبُّ sever ح ب ب
21 الصَّابِرِينَ sabredenleri ص ب ر

وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ


وَ  istînâfiyyedir.  كَاَيِّنْ  mübteda olarak mahallen merfudur. 

مِنْ نَبِيٍّ’deki  مِنْ  zaiddir.  نَبِيٍّ  lafzen mecrur, mahallen temyiz olarak mansubtur. 

كَاَيِّنْ  lafzı  كَمْ (nice) manasındadır. Bu kelime, teşbih edatı  كَ  ile sayıda çokluk ifade eden tenvinli  اَيِّ  kelimesinden meydana gelir. Bu kelime; devamlı cümle başında bulunan, temyize muhtaç olarak müphem halde gelen, temyizi çoğunlukla  مِنْ  harf-i ceriyle yapılan, mebni bir kelimedir. (Süyûtî, el-İtkan)

قَاتَلَ  fiili  كَاَيِّنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.  

مَعَ  mekân zarfı,  قَاتَلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

رِبِّيُّونَ  faildir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur. كَث۪يرٌ  ise  رِبِّيُّونَ’nun sıfatıdır.

 

فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ


فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

وَهَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  وَهَنُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَصَابَهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  اَصَابَهُمْ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  مَا وَهَنُوا  ifadesine atfedilmiştir.

اسْتَكَانُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  كين ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.


وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

Mübtedanın haberi  يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ  cümlesi haber olup mahallen merfûdur.

یُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  الصَّابِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الصَّابِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صبر  fiilinin ism-i failidir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda sübut ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yine faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ  cümlesi,  كَاَيِّنْ’in haberidir. Müsned olan cümlede car mecrur faile, önemine binaen takdim edilmiştir.

Haberin  mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hudûs ve hükmü takviye ifade eder.

نَبِيٍّ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder. 

كَاَيِّنْ  kelimesi  كْم  [niceَ] manasındadır  أيّ  kelimesinin başındaki  ك  teşbih harfidir. Fakat teşbih manası yoktur. Çokluk ifade etmek için vaz edilmiş müfred bir kelimedir. مِنْ نَبِيٍّ  [Niceَ peygamberler] temyizdirِ. Temyizin galip olan kullanılışı مِنِْ   iledir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr) 

“Rabbânî” ile “ribbî” arasında bir mana farkı bulunduğunu söylemişlerdir. İbni Zeyd demiştir ki: “Rabbanî, veli imamlar ve halktır ki ribbeye bağlıdırlar. Buna göre ‘rabbânî’ ve ‘ribbî’ ikisi de ‘rabbe intisab’ manasını içermekle beraber, ribbe bağlanmakla terbiye ve öğrenim görmüş topluluk; Rabbanî de Rabbe bağlanmakla diğerlerine öğretim ve eğitim yaptırabilecek yüksek seviyede bulunanlar diye ayrım yapılması en uygun mana olacaktır.” (Elmalılı - Ebüssuûd)


 فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ

 

Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  لِمَٓا’daki müşterek ism-i mevsûl  وَهَنُو  fiiline müteallıktır.

Mevsûlün müphem yapısı nedeniyle her zaman onu takip eden sıla cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti  lafza-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır.  Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

مَٓا اَصَابَهُمْ  tabirinde isabet eden şeyler müphemdir. Allah yolunda savaşırken yaralanmalar, ölümler, fakirlik, yakınlarını kaybetmek kastedilmiş olabilir.

Tezayüf nedeniyle makabline  وَ ’la atfedilen cümle menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki müteakip cümle  وَمَا اسْتَكَانُواۜ  de tezayüf nedeniyle bu cümleye matuftur.

رِبِّيُّونَ ’nin özelliklerinin gevşeklik göstermemek, zaafa uğramamak, boyun eğmemek şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Uhud Savaşı’nda kâfirlerin saldırıları karşısında ve Peygamberin (s.a.) öldürülmesiyle ilgili olarak çıkan yalan haberi üzerine bazılarının gevşediklerine, azimlerinin kırıldığına, savaşta zaaf gösterdiklerine, münafık Abdullah b. Ubeyy b. Sekil vasıtasıyla Ebu Süfyan’dan eman almak istediklerine ve bu suretle müşriklere boyun eğdiklerine tarizdir. (Ebüssuûd - Âşûr)


وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَهَنُوا - ضَعُفُوا -  اسْتَكَانُواۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اسْتَكَانُواۜ  kelimesinin kökü için farklı görüşler vardır: كين  veya  سكن  gibi.

Burada الصَّابِر۪ينَ sabredenlerden murad; ya Uhud Savaşı’nda sabır ve sebat gösterenlerdir ki zamir kullanılmayıp zahir olarak zikredilerek hükmün (ilâhî sevginin) sebep ve illeti zımnen bildirilmiştir. Ya da bütün sabredenlerdir ve Uhud Savaşı’nda sabredenler de öncelikle bunlara dahildir. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 147. Ayet

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ  ...


Onların sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et” demekten ibaretti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildi
2 كَانَ ك و ن
3 قَوْلَهُمْ sözleri ق و ل
4 إِلَّا başka
5 أَنْ
6 قَالُوا demelerinden ق و ل
7 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
8 اغْفِرْ bağışla غ ف ر
9 لَنَا bizim
10 ذُنُوبَنَا günahlarımızı ذ ن ب
11 وَإِسْرَافَنَا ve taşkınlığımızı س ر ف
12 فِي
13 أَمْرِنَا işimizde ا م ر
14 وَثَبِّتْ ve sağlam tut ث ب ت
15 أَقْدَامَنَا ayaklarımızı ق د م
16 وَانْصُرْنَا bize yardım eyle ن ص ر
17 عَلَى karşı
18 الْقَوْمِ toplumuna ق و م
19 الْكَافِرِينَ kafirler ك ف ر

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.   قَوْلَهُمْ  ise  كَانَ ’nin mukaddem haberidir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ’nin  muahhar ismidir.  

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  رَبَّنَا اغْفِرْ ’dir.  Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَالُوا۟  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.  اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  

لَنَا  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline müteallıktır.  

ذُنُوبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِسْرَافَنَا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  ذُنُوبَنَا ’ya matuftur.  ف۪ٓي اَمْرِنَا  car mecruru  اِسْرَافَنَا ’ya müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا ’dır. 

وَ  atıf harfidir.  ثَبِّتْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  

أَقۡدَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ٱنصُرۡنَا عَلَى ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡكَـٰفِرِینَ  cümlesi atıf harfi  وَ’la nidanın cevabına atfedilmiştir.  

ٱنصُرۡ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَلَى ٱلۡقَوۡمِ  car mecruru  ٱنصُرۡنَا  fiiline müteallıktır.

ٱلۡكَـٰفِرِینَ  kelimesi  ٱلۡقَوۡمِ ’nin sıfatıdır. Cemi müzekker salim olan  الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir. Cer alameti  ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ

 

و  atıf  مَا  nafiyedir.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, menfi sıygada faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  كَانَ ,قَوْلَهُمْ ’nin mukaddem haberidir.

Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip … قَالُوا رَبَّنَا  cümlesi masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismidir. 

Sübut ifade eden bu isim cümlesi  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşmuş kasrla tekid edilmiştir. كَانَ’nin ismi ve haberi arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Masdar-ı müevvel cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede nida harfi, münadanın nida edilene yakın olma isteğine işaret olmak üzere hazfedilmiştir.

Nidanın cevabı olan …اغْفِرْ لَنَا  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevap cümlesi emir üslubunda gelmiş olmasında rağmen emir kastı taşımayıp dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Birbirine tezayüfle atfedilmiş müteakip üç cümle aynı üsluptadır.

رَبَّنَا  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.

Rabb’den istenenlerin bağışlanmak, sebat ve yardım şeklinde sıralanması taksim sanatıdır.

وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا  (Ayaklarımıza sebat ver.)  ifadesinde istiare vardır. Ayakların sıkı hareketsiz durması, fikir ve inançlardaki kararlılığa benzetilmiştir. 

قَوْلَهُمْ -  قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا “Ayaklarımızı sabit kıl” sözü cüz-kül alakasıyla “bizi sabit kıl” demektir. Uhud Savaşı’nda savaş alanını terk edenlere apaçık bir tarizdir.

Kâdî şöyle demiştir: “Bu, ister cihad isterse başka hususlarda olsun, musibet ve sıkıntılar esnasında dualarla nasıl istekte bulunacakları hususunda Allah tarafından yapılan bir terbiyedir.” (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)



Âl-i İmrân Sûresi 148. Ayet

فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟  ...


Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi. Allah, güzel davrananları sever.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاتَاهُمُ onlara verdi ا ت ي
2 اللَّهُ Allah (da)
3 ثَوَابَ karşılığını ث و ب
4 الدُّنْيَا dünya د ن و
5 وَحُسْنَ ve en güzelini ح س ن
6 ثَوَابِ karşılığının ث و ب
7 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
8 وَاللَّهُ (çünkü) Allah
9 يُحِبُّ sever ح ب ب
10 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananları ح س ن

فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اٰتٰي  elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  ثَوَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  

الدُّنْيَا  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

حُسْنَ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  ثَوَابَ  matuftur.  ثَوَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

             

وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  

ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi  يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ  cümlesi haber olup mahallen merfûdur. 

یُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  الْمُحْسِن۪ين  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  حسن’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ


فَ  atıf veya istînâfiyedir. Müsbet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

حُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ  ibaresi  وَ ’la  ثَوَابَ الدُّنْيَا’ya atfedilmiştir.  Atıf  sebebi tezayüftür. Bu kelimelerin izafetle gelmesi veciz ifade içindir.

الْاٰخِرَةِۜ ve  الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ثَوَابَ  kelimesinin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ  [Allah onlara verdi.] cümlesinde mef’ûlün takdimi, iki mef’ûl alan fiilin mef’ûlleri arasında takdime uyulması gerektiği ve tahsis içindir. 

Muktezâ-i zâhirin hilafına kelamda muzari yerine mazi gelmesi, kesin olacağına işaret içindir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’ân)

Bu ayette lef bölümünde geçen  اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا  [Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla] öğesi ile  وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا  [sebatımızı arttır] öğesinin neşr bölümündeki karşılıkları olan Allah’ın onlara [dünya nimetini ve ahiret nimetini vermesi] öğeleri arasında sıralı bir bağ bulunmamaktadır. Mürettep leff ü neşri bozan dünya nimetinin verilmesinin öne alınmış olması, muhtemelen savaş sırasında nazil olan bu ayetlerdeki müminlerin  ثَبِّتْ اَقْدَامَنَا  dualarına verilen karşılığın öncelenmiş olmasındandır. (Hasan Uçar, Kur’an-I Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Ayette, yalnız cennet ve cennet nimetlerinin güzellikle vasıflandırılması, onların faziletini, üstünlüğünü ve Allah Teâlâ katında asıl muteber olan mükâfatın ahiret mükâfatları olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd - Keşşâf)

 

وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz amacına matuftur.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin tekrarı, teşvik telezzüz ve teberrük içindir. 

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟  [Allah muhsinleri sever.]  lâzım; “onlara destek verir, kafirlere karşı zafer verir” anlamı ise melzûmdur.

حُسْنَ  ve  الْمُحْسِن۪ينَ۟  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمُحْسِن۪ينَ۟’nin  ال  ile marifeliği cins için olup istiğrak anlamındadır. (Âşûr)


Günün Mesajı
İmanın ispatı ve kemali salih amel ile mümkün olur. Bunun zirvesi Allah yolunda cihat ve cihadın zorluklarına sabretmektir. Uhud Savaşı'ndan gerçekten iman edenler ve imanlarında samimi olanlar diğerlerinden ayrılmıştır. Zor şartlarda yaşanan acı ve zorluklar müminlerin sabır, cesaret, şehvetlerini terketmek, ruhlarını kuvvetlendirmek ve ilahi emirlere uymak gibi vasıflarını kuvveden fiile çıkarmalarını sağlamıştır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Herkesin dünyayla ahireti arasındaki dengeyi koruyabildiği bir mekanı varmış. İslam; dünya ile ahiret arasında bir denge sağlayıcısı. Ne dünya nimetlerine dalıp, ahiretini unut. Ne de ahirete saplanıp, dünyayı kendine zindan et. Her dünya nimetinde, Allah’a teslim olmuş kul için, ahireti hatırlatan bir kapı bulunurmuş. Kimisi hayranlık uyandırır, ‘subhanAllah’ dedirtirmiş. Kimisi korkutur, kul Rabbine sığınırmış. Kimisi ibadetlerdeki ihlası arttırırmış. Hepsi şükrü hatırlatır, kulun gönlünden ‘elhamdulillah’ koparırmış. 

Rabbim! Bizi, merhametinle ve affınla günahlarımızdan arındır. Seçim yapılması gerektiği zamanlarda; daima Senin rızan için cihad edenlerden ve sabredenlerden olmamızı nasip et. 

Rabbim! Merhametine ve zenginliğine iman ederek, biz Senden iki cihanı da istiyoruz. Dünyadaki hayatımızı kolaylaştır, imtihanlarımızı hafiflet. Halimizi güzelleştir, kalbimizi nurunla doldur. Hayırlı işlerle meşgul olmamızı, hayırlı düşüncelerle dolmamızı nasip et. Ahiretteki derecemizi hayırla ve rahmetinin getirdiği ferahlıkla yükselt. Cennet kullarınla sohbeti ve cennet nimetlerinin tadını sevdiklerinle ve sevdiklerimizle beraber çıkarmamızı nasip et.

"Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!"

Bu duayı edip, duası kabul olan kullarına komşu olmak duasıyla. 

Amin.

***

Geçirdiği bir hastalıktan sonra dizden aşağı bacaklarını, bir kulağını ve böbreklerini kaybeden bir kadının mücadele ederek hayatına devam etmesini ve elde ettiği başarılarını izledikten sonra şunları yazdı:

Dünya hayatı, dünyevi ya da uhrevi ya da her iki boyuta sahip mücadelelerden ibarettir. Hepsinin sonucunda hedeflenen, görünür ya da görünmez güzelliklere ulaşmaktır. Bunun için bazen beklemek, bazen de harekete geçmek gerekir.

Dünyevi mücadelelerle meşgul olan için ulaşmak istediğinin görünür ve bilinir olması önemlidir. Dünya için yaşayan kişi, genellikle hareket halindedir çünkü geçici nimetlerin peşinden koşar durur. Manevi aleminde ise durağandır yani hareketsizliği seçer.

Ömrünü uhrevi mücadelelerle süsleyen kişi için hayat geçici nimetlerden ibaret değildir. İmtihan aleminde yaşamanın getirdiği beklemeli mi yoksa harekete mi geçmeli gibi kafa karışıklıklarında Allah’a sığınır. Karşısına çıkan fırsatları Allah’ın rızasını gözeterek değerlendirir.

Kendisini maddi ve manevi anlamda geliştirmeye çalışan her kişinin kabul ettiği bir gerçek vardır: mücadele şarttır. Elde edilemeyenlerin ardından bakıp kalmak yerine hayal kırıklıklarıyla yüzleştikten sonra hazırlanmak ve elde olanlarla hareket geçmek gerekir.

Kayıplar ya da hastalıklar ya da kişiye ağır gelen herhangi bir durum; hayatın durması için yeterli bir sebep değildir. Teslimiyet, imtihanlardan dolayı yapıştırılan etiketleri sahiplenerek, maddi ve manevi gelişimi durdurmak demek değildir. 

Alınan her nefesle beraber sahip olunan akıl ve beden gücü Allah’ın bir nimetidir ve kişiye Allah’ın yardımı ile harekete geç, dünyamızı bu imtihana karşı vereceğin mücadeleyle beraber daha da geliştir yani potansiyelimizi arttır demektir.

Ey Allahım! Bizi, Senin rızan için kendisini maddi ve manevi anlamda geliştirenlerden eyle. Bizi doğru yer ve zamanlarda, Senin rızanı kazanmak umuduyla bekleyenlerden ve harekete geçenlerden eyle. Senin rızandan uzaklaştıracak dünyalık mücadelelerle ömrümüzü heba etmekten muhafaza buyur. Senin rızana yaklaştıracak mücadeleleri kolaylaştır ve gönüllerimize sevdir.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji