بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | أَنْزَلَ | indirdi |
|
3 | عَلَيْكُمْ | size |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْدِ | ardından |
|
6 | الْغَمِّ | o üzüntünün |
|
7 | أَمَنَةً | bir güven |
|
8 | نُعَاسًا | bir uyku |
|
9 | يَغْشَىٰ | bürüyen |
|
10 | طَائِفَةً | bir kısmınızı |
|
11 | مِنْكُمْ | sizden |
|
12 | وَطَائِفَةٌ | ve bir kısmınız da |
|
13 | قَدْ | doğrusu |
|
14 | أَهَمَّتْهُمْ | kaygısına düşmüştü |
|
15 | أَنْفُسُهُمْ | kendi canlarının |
|
16 | يَظُنُّونَ | bir zanda bulunuyorlar |
|
17 | بِاللَّهِ | Allah’a karşı |
|
18 | غَيْرَ | -sız |
|
19 | الْحَقِّ | hak- |
|
20 | ظَنَّ | zannı (gibi) |
|
21 | الْجَاهِلِيَّةِ | cahiliyye |
|
22 | يَقُولُونَ | diyorlardı |
|
23 | هَلْ | var mı |
|
24 | لَنَا | bize |
|
25 | مِنَ |
|
|
26 | الْأَمْرِ | bu işten |
|
27 | مِنْ | hiçbir |
|
28 | شَيْءٍ | şey |
|
29 | قُلْ | de ki |
|
30 | إِنَّ | şüphesiz |
|
31 | الْأَمْرَ | iş |
|
32 | كُلَّهُ | bütünüyle |
|
33 | لِلَّهِ | Allah’a aittir |
|
34 | يُخْفُونَ | onlar gizliyorlar |
|
35 | فِي |
|
|
36 | أَنْفُسِهِمْ | içlerinde |
|
37 | مَا | şeyleri |
|
38 | لَا |
|
|
39 | يُبْدُونَ | açıklayamadıkları |
|
40 | لَكَ | sana |
|
41 | يَقُولُونَ | diyorlar ki |
|
42 | لَوْ | şayet |
|
43 | كَانَ | olsaydı |
|
44 | لَنَا | bize |
|
45 | مِنَ |
|
|
46 | الْأَمْرِ | bu işten |
|
47 | شَيْءٌ | bir şey (fayda) |
|
48 | مَا |
|
|
49 | قُتِلْنَا | öldürülmezdik |
|
50 | هَاهُنَا | burada |
|
51 | قُلْ | de ki |
|
52 | لَوْ | şayet |
|
53 | كُنْتُمْ | olsaydınız |
|
54 | فِي |
|
|
55 | بُيُوتِكُمْ | evlerinizde dahi |
|
56 | لَبَرَزَ | mutlaka boylardı |
|
57 | الَّذِينَ | olanlar |
|
58 | كُتِبَ | yazılmış |
|
59 | عَلَيْهِمُ | üzerine |
|
60 | الْقَتْلُ | öldürülme(si) |
|
61 | إِلَىٰ |
|
|
62 | مَضَاجِعِهِمْ | yatacakları yeri |
|
63 | وَلِيَبْتَلِيَ | ve denemesi içindir |
|
64 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
65 | مَا | olanı |
|
66 | فِي | içinde |
|
67 | صُدُورِكُمْ | göğüsleriniz |
|
68 | وَلِيُمَحِّصَ | ve açığa çıkarması içindir |
|
69 | مَا | olanı |
|
70 | فِي | içinde |
|
71 | قُلُوبِكُمْ | kalbleriniz |
|
72 | وَاللَّهُ | Allah |
|
73 | عَلِيمٌ | bilir |
|
74 | بِذَاتِ | özünü |
|
75 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
Sonra o kederin ardından Allah size bir güven, bir grubunuzu kendinden geçiren uyuklama hali verdi; bir grup da kendi canlarının derdine düşmüşler, Allah hakkında haksız yere Câhiliye düşüncelerine kapılarak, "Bu işten bize ne?" diyorlardı. De ki: "İşin tamamı Allah’a aittir." Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar: "Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde dahi olsaydınız, yine de haklarında ölüm yazılmış olanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı ortaya çıkarması ve kalplerinizdeki şüpheyi gidermesi içindir. Allah kalplerde olanı bilir."
“…Sonra o kederin ardından Allah üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi.”
Bu, o mümin kullarını kuşatan ilahi rahmetin sonucu meydana gelen olağanüstü bir mucizedir. Çünkü, bir an için de olsa, korkup kaçışan yorgunları uyku bürüdü mü, bünyelerinde büyü etkisini yapar, onları yeniden yaratır ve niteliği bilinmeyen bir şekilde bünyelerine güven duygusunu serper. Bunu, sıkıntı ve zorluk anında denediğimden söylüyorum. O anda, insanın kısır ifadesinin tasvir edemeyeceği şekilde yüce Allah’ın kuşatıcı ve derin rahmetini hissetmiştim.
Tirmizi, Nesei ve Hakim, Hammad b. Seleme’nin hadisinden, O da Enes’ten, O da Ebi Talha’dan şöyle rivayet ederler: Ebu Talha der ki: “Uhud günü başımı kaldırıp baktığımda onlardan kabuğuna çekilip uyuklamayan biri yoktu.”
Ebu Talha’dan yapılan bir başka rivayette “Uhud günü saflarda iken bizi bir uyku basmıştı. Öyle ki kılıcım elimden düşer gibi oluyor ben de tutuyordum. Tekrar düşüyor tekrar tutuyordum” der.
(Fizilal’il Kur’ân)
Kelle كلّ :
Kelle كلّ :
Bir sözcük olarak كُلّ lafzı bir şeyin parçalarının birleştirilmelerinden doğan bütünü anlatır. Bu iki şekilde olabilir. Birisi bir şeyin zatını ve ona mahsus özelliklerinin oluşturduğu bütün manasınadır. Bu 'tamam' manasını ifade eder. Yüce Allah’ın وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَحْسُوراً 17/29 sözü gibi... İkincisi kişilerin oluşturduğu bütündür. Bu muzaaf olarak kullanılır.
Bazen ال ile marifelik kazanan bir isme muzaaf olur. Tıpkı كُلّ اليوْم ifadesi gibi... Bazen de bu ismi gösteren zamire muzaaf olur, Yüce Allah’ın şu sözlerinde olduğu gibi.. فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 15/30 ... Kimi zamanda müfred bir nekraya muzaaf olur, bu da Yüce Allah’ın 17/13 وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ 2/29 وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟ vb. sözlerinde geçen كلّ kelimeleri gibi.. Bazense bu كُلّ kelimesi izafe edildiği şeyden soyutlanmış halde kullanılır ama bu izafet manası ona gizli olarak verilir. Yüce Allah’ın şu sözleri buna birer misaldir: لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 36/40 وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 27/87
ٌكُلّ kelimesi ne Kuran’da ne de Arap şiirinde hiçbir zaman الكُلّ şeklinde marife olarak geçmemiştir. كَلالة ise çocuk ve babanın dışında kalan mirasçılar için kullanılan bir isimdir.
كُلّ ve جمع farkı : Bazılarına göre küll, cüzleri ihata anlamına gelir. Dildeki asıl anlamı itibarıyla küll تَكَلّله (onu ihata etti) yani أخاطَ بِهِ etrafını ihata etti ifadesinden alınmıştır. İhata bazen bölümleri/birimleri kuşatma yoluyla olur. Küllün- nâsi ifadesinde olduğu gibi.. Küll , ecmaun ifadesinde olduğu gibi bazen söz başlangıcında pekiştirme anlamında kullanılır, ancak bu durumda ifade, küll kelimesi ile başlar. Nitekim Hicr 30 ayetinde ifade bu şekilde kullanılmıştır. Çünküكُلّ kelimesi amellere bağlıdır ve ifadeye كُلّ ile başlanır. Ecmaun ise ancak daha önce geçmiş bir ifadeden sonra gelir. Doğrusu şudur: كُلّ eb’azı/ bölümleri kuşatmayı, جَمْع ise cüzleri/parçaları kuşatmayı gerektirir.
Kelimedeki asıl anlam yüklenilen ağırlıktır. Sıklıkla manevi yük hakkında kullanılır. Örneğin yetim, bakımını üstlenen kişi için bir كَلّ 'dir. Yine put ona kulluk edenler için bir كَلّ dir. (Müfredat-Tahqiq-Furuq-Bursevi)
Kuran’ı Kerim’de isim formlarında 377 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri küllün, külliyen, külliye ve külliyattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَضَاجِعِ (medâci’) kelimesinin manası yatılan yerler olup Kur’ân-ı Kerim’de yalnızca bu sigayla (çoğul) üç defa geçmiştir. Ayetlerden birisi erkeklere kadınları yataklarında yalnız bırakmalarını emreden Nisa/34 ve diğeri de gece ibadetle meşgul olup az uyuyan kimselerden bahseden ‘onların bedenleri uyuyacak yerlerden uzak durur’ mealindeki Secde/16’dır. (تَتَجَافَىٰ جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا) (http://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=DjE)
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır. مِنْ بَعْدِ car mecruru aynı şekilde اَنْزَلَ fiiline müteallıktır. الْغَمِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَمَنَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. نُعَاسًا kelimesi اَمَنَةً ’den bedeldir.
يَغْشٰى fiili نُعَاسًا’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. يَغْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
طَٓائِفَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْكُمْ car mecruru طَٓائِفَةً’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ
وَ istînâfiyyedir. طَٓائِفَةٌ mübteda olup lafzen merfûdur. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَهَمَّتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اَنْفُسُهُمْ faildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظُنُّونَ fiili, طَٓائِفَةٌ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur. يَظُنُّونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يَظُنُّونَ fiiline müteallıktır. غَيْرَ mef’ûlu mutlaktan naibtir. الظنّ manasını tekid etmek içindir. Yani يظنون ظنّا غير صحيح demektir. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ظَنَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. الْجَاهِلِيَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
غَيْرَ الْحَقِّ masdar hükmündedir. “Onlar Allah hakkında, gereken hak ve doğru zandan başka bir zanda bulunuyorlar.” manasındadır. “Cahiliyye zannı” ondan bedeldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ
Cümle يَظُنُّونَ fiilinin bedeli olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir.
يَقُولُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ ’dir.
هَلْ istifham harfidir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
لَنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mahallen mübteda olarak merfûdur.
قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb, haberini ref eder. الْاَمْرَ kelimesi اِنَّ ’nin ismidir.
كُلَّهُ manevi tekiddir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِلّٰهِ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Cümle, يَقُولُونَ fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur. Fiil cümlesidir.
يُخْفُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru يُخْفُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُبْدُونَ لَكَ ’dir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْدُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَكَ car mecruru يُبْدُونَ fiiline müteallıktır.
Bu ayette fiil cümlesi olan يُخْفُونَ , hal olarak mahallen mansubtur. Sahibu’l-hal ise يَقُولُونَ fiilinde bulunan zamirdir. Yani يقولون مخفين demektir. Bu hal ile sahibu’l hal arasındaki قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ cümlesi itiraziyye cümlesidir. (Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerim’den Seçme Örnekler, Kanatbek Orozobekov)
يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ’dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانَ ’nin dâhil olduğu cümle şart cümlesidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لَنَا car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَيْءٌ’un mahzuf haline müteallıktır. شَيْءٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismidir.
مَا قُتِلْنَا هٰهُنَا cümlesi şartın cevabıdır. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
قُتِلْنَا sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur. هٰا tenbih harfidir. İsm-i işaret olan هُنَا genellikle mekân zarfı olarak kullanılır. Sükun üzere mebni olup mahallen mansubtur.
قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كُنْتُمْ ’ün dâhil olduğu cümle şart cümlesidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي بُيُوتِكُمْ car mecruru كُنْتُمْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ’in cevabının başına gelen lam-ı vakıadır. بَرَزَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كُتِبَ عَلَيْهِمُ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُتِبَ meçhul mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır.
الْقَتْلُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
اِلٰى مَضَاجِعِ car mecruru بَرَزَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يَبْتَلِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mukadder fiile müteallıktır. Takdiri; فعل ذلك بأحد şeklindedir.
ٱللَّهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ف۪ي صُدُورِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يُمَحِّصَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte önceki masdar-ı müevvele matuftur.
يُمَحِّصَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ف۪ي قُلُوبِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. و istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
عَلِیمُۢ haberdir. بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ
Terahi ve tertip ifade eden ثُمَّ ile فَاَثَابَكُمْ ‘e atfedilen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَمَنَةً ’deki tenvin tazim ifade eder. نُعَاسًا kelimesi اَمَنَةً’den bedeldir. Bedel ıtnâb sanatıdır.
نُعَاسًا ’nin sıfatı olarak gelen cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat cümleleri de anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
“Emniyet indirdi.” ifadesinde tecessüm sanatı ve istiare vardır.
“Uyku sizi sarıyordu.” ibaresinde mecazî isnad vardır.
اَمَنَةً güven manasındadır. نُعَاسًا kelimesi اَمَنَةً’den bedeldir; kendisi mef‘ûl, اَمَنَةً mukaddem hal de olabilir. Keza “kendinizi güvende hissetmeniz için uyukladınız” anlamında mef‘ûlün leh veya ذوي امنة “güvenli” anlamında muhataplardan hal de olabilir. (Keşşâf)
Bu uyku, normal bir uyku olmayıp fevkalade ilâhî bir yardım olmuş ve müslümanlar bundan çeşitli şekillerde istifade etmişlerdir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Zahiren نُعَاسًا kelimesinin takdimi, أمَنَةٌ kelimesinin tehiri gerekirdi. Çünkü أمَنَةٌ sıfat veya mefulun li eclihi olup hakkı إذْ يُغَشِّيكُمُ النُّعاسَ أمَنَةً مِنهُ şeklindeki Enfal Suresi 11. ayette olduğu gibi mef’ûlden önce gelmesidir. Ancak burada şanları dolayısıyla müminlere teşrif için takdim edilmiştir. Çünkü Allah’ın onlara zafer verdiği menziline konulmuşlardır. Bu uyku âdeta onlar için sekinedir. Dolayısıyla أنْزَلَ fiilinin mef’ûlu yerine konması münasiptir. Böylece نُعَاسًا kelimesi de bedel olmuştur. (Âşûr)
“İçinizden bir zümreyi örtüp bürüyordu.” sözünden anlaşılıyor ki orada bütün müminlere inen bu uyku, hepsini birden bastırmamıştır. Sözün kısası bu askerlerde iki zümre vardı. Müminler, münafıklar. Müminler, Muhammed’in (s.a.) Allah tarafından hak peygamber olduğuna ve sözleri kendi arzusundan olmayıp hak vahiy bulunduğuna kesin şekilde inanmış ve Allah’ın bu dine yardım edeceğini ve bütün dinlere üstün getireceğini de Peygamberden dinlemiş bulunduğundan, bu kötü olayın, köklerini kesecek bir yok etmeye kadar varamayacağına imanları gereğince kesin ümitleri vardı. Bu sayede o korkulara rağmen emniyetleri yok edilmemişti.
Diğer bir topluluk da nefislerinin derdine düşmüş, kendilerinden başka bir şey düşünmüyordu. Dine, Peygambere önem vermiyor, nefislerine ait istekleriyle uğraşıyorlardı ki onlar münafıklar idi. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Korku varken uyku tutmaz. Uyku tutması, korkunun tamamen yok olduğuna delalet eder. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, Uhud kıssasında, bu ayette onlar hakkında, “Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize öyle bir eminlik öyle bir uyku indirdi ki...” buyurmuş ve Bedir kıssasında da [O zaman katından bir güven olsun diye sizi hafif bir uykuya daldırıyordu. (Enfal Suresi, 11)] buyurmuştur. Uhud kıssasında Hakk Teâlâ eminliği, uykudan önce; Bedir kıssasında da uykuyu, eminlikten önce zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bazı alimler buradaki “uyku” lafzının, ileri derecede bir emniyet hissini kinaye yollu ifade etmek için getirildiğini söylemişlerdir ki bu görüş zayıftır. Çünkü bir lafzı, hakiki manasını bırakıp mecazî manada kullanmak, ancak hakiki manasını kullanmaya mani bir delil (durum) bulunduğu zaman söz konusu olur. Mezkûr fayda ve hikmetleri kapsadığı halde bu lafzın hakiki manası nasıl terk edilebilir? (Fahreddin er-Râzî)
وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ
وَ istinâfiyyedir. Faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesi sübut ifade eder. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, tahkir ifade eder.
طَٓائِفَةٌ için sıfat olan قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Mef’ûl, önemine binaen fail olan اَنْفُسُهُمْ ’a takdim edilmiştir.
اَهَمَّتْهُمْ fiilinin mef’ûlünün hali olarak gelen …يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
و ’sız gelen müekked hal cümlesi, bu vasfın onların değişmez özellikleri olduğuna işaret eder. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ cümlesinin mübteda için birinci, يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ cümlesinin ikinci haber olmasına da cevaz vardır.
ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ izafeti bedel veya mef’ûlü mutlaktır. Tekid ifade eder.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
طَٓائِفَة kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ظَنَّ - يَظُنُّونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, ظَنَّ - الْجَاهِلِيَّةِۜ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Bu, içinizden bir taifeyi] yani sadakat ve yakîn sahibi olanları [bürüyordu; diğer bir taife ise] yani münafıklar [kendi derdine düşmüştü;] yani onlar için ne din ne Peygamber ne de Müslümanlar önem taşıyordu; yalnızca kendileri önemliydi. Veya nefisleri ve başlarına gelen şeyler, onları üzüntü ve kedere gark etmiş, onları yakınmaya sevk etmişti. ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ terkibi masdar hükmünde olup “Allah hakkında beslenmesi gereken zandan başka bir zanda bulunuyorlardı.” demektir. ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ ifadesi de “haksız zan”dan bedeldir. [Haksız zanda, cahiliyye zannında bulunuyorlardı]; ancak “Allah hakkında cahiliye insanlarınkine benzer şekilde haksız zanda bulunuyorlar.” anlamında da olabilir ki bu durumda, غَيْرَ الْحَقِّ terkibi يَظُنُّونَ fiilinin tekidi olur. Buna göre mana; “Böyle bir zannı ancak Allah’ı bilmeyen şirk toplumu besleyebilir.” şeklinde olur. (Keşşâf)
يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ
… يَظُنُّونَ cümlesinden hal olan bu cümle fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin mekulü’l-kavli olan هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
شَيْءٍۜ ’e dâhil olan zaid harfi cer مِنَ, “hiçbir” manasındadır.
İstînâfiyye veya itiraziye olarak fasılla gelen قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ cümlesi اِنَّ ile tekid edilmiştir.
Faide-i haber talebî kelam olan ve sübut ifade eden bu isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِۜ ’nin amili olan haber mahzuftur.
Bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin zikri, ikazı artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
يَقُولُونَ fiilinin failinden hal olan يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önemine binaen car mecrur, mef’ûl olan ism-i mevsûle takdim edilmiştir. Mevsûlün sılası لَا يُبْدُونَ لَكَۜ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müphem yapısı nedeniyle mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibaresinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ٓي harfi zarfiyet manası taşır. Nefisler içine girilmeye müsait bir şeye benzetilmiştir. Bu benzetme, gizliliği kuvvetlendirir.
يُخْفُونَ - يُبْدُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ ifadesinin anlamı şudur: Açıktan konuşurlarken irşad isteyen birer mümin edasıyla sana, “Bize ilâhî emirden herhangi bir şey var mı?” diyorlar ama kendi içlerinde nifak üzereler; Senin kendilerine söylediğin ‘Her şey Allah’tandır.’ ifadesini içten içe veya birbirleri arasında tenkit ediyorlar ve ‘Mesele Muhammed’in dediği gibi ‘Her şey Allah ve velîleri içindir; galip gelecekler de onlardır.’ şeklinde olsaydı, burada asla mağlup olmazdık ve şu savaşta öldürülenler öldürülmezdi!’ diyorlar.” (Keşşâf)
Muhammed’in (s.a.) peygamberliği hakkında şüphe üzerinde bulunuyorlardı ve harbe ganimet hevesiyle veya ihtilal fikriyle gelmişlerdi. Çokları daha başlangıçta Abdullah b. Übeyy ile beraber savuşup gitmiş, bir kısmı da kaçamamış kalmıştır. Olay bu duruma dönüşünce başlangıçta gönüllerinde intikam almış gibi bir sevinç hissettiler; sonra da her iki taraf için şüpheli mevkide bulunduklarından dolayı korkuları şiddetlendikçe şiddetlendi. Gözlerine uyku girmedi. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Araplar الجَهْلَ kelimesini الحِلْمَ kelimesinin mukabili olarak kullanırlar. (Âşûr)
“Cahiliyye zannı” tabiri عُمَرُ الْعَدْلِ “Adalet (timsali) Ömer” sözü gibidir. Buna göre Hakk Teâlâ, cahiliyet inancına has zannı kastetmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
“Emr” kelimesi ya “أمر” kelimesinin veya “أوامر” kelimesinin müfredi olduğuna göre bu söz birkaç manaya gelebilir. Bir yandan Hz. Peygamberin belli şartlarla Allah tarafından va’detmiş olduğu zafer işini yalanlamak maksadıyla peygamberliğe bir itiraz; diğer yönden yukarıda açıklandığı üzere Abdullah b. Übeyy’in Medine’den çıkılmaması hakkındaki reyi kabul edilmemiş olduğundan dolayı Peygamberin emir ve isteğini hatalı bulma ve bunun altında istişareden daha kuvvetli bir şekilde hükümet işine iştirak etmek ve işe karışmak, bu niyetle Peygamberin idare şeklini istibdatkar (keyfi idareye yakışır şekilde) görmek isteyen bir ihtilal fikri vardır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ
İstînâfî beyanî olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan يَقُولُونَ cümlesinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda haberî isnaddır.
كَانَ ’nin dâhil olduğu şart cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatı vardır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin ismi شَيْءٌ’daki tenvin, nev ifade eder.
Cevap cümlesi مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْاَمْرِ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Münafıkların, savaş meydanından bahsederken هٰهُنَاۜ şeklinde işaret ismi kullanmaları tahkir içindir.
Aslında bu sözü söyleyenler, ölmeyenlerdi. “Öldürülmezdik” diyerek ölenlerle kendilerini tağlîb yapmışlardır. Yani ölenler gibi acı çekip onların ayrılığından âdeta ölmüş gibi olduklarını ifade eder. Ayrıca bu ifade, ölüp gidenlerin de aynı düşünceye sahip olduklarına işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ
Fasılla gelen ayet, emir üslubunda haberî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda haberî isnaddır. كَانَ ’nin dâhil olduğu şart cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. كُنْتُمْ ,ف۪ي بُيُوتِكُمْ ’ün mahzuf haberine müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasında takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِمُ önemine binaen fail olan الْقَتْلُ ’ya takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada yatak; ölüm manasında istiaredir. Yatağına sevk edilen insan, ölüme sevk edilen insana benzetilmiştir. Kimse Allahu Teâlâ’nın kudretine karşı çıkamaz. (Kur’an Işığında Belâgat Dersler Beyân İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)
الضُّجُوعِ Uyumak ve rahatlamak için yatağa yatmak demektir, burada istiare yoluyla savaşarak öldürülmek manasında kullanılmıştır. Bunun güzelliği şehitlerin diri olmasındadır. Bu; istiare veya takdiri bir müşakaledir. Çünkü ما قُتِلْنا هاهُنا [Burada öldürülmezdik.] sözü şehitlerin evlerindeki yataklarında keyifle oturdukları manasını taşır. (Âşûr)
وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
Muzariyi nasb eden, cümlenin manasını sebep bildiren masdara çeviren lam-ı ta’lil nedeniyle masdar tevilindeki …لِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا cümlesi, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; … فعل ذلك بأحد ‘dir.
Müsnedün ileyhin bütün kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ ismiyle marife olması, kalplere korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur.
Yine masdar tevilindeki وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ cümlesi, tezayüf nedeniyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
[Göğüslerinizde olanı imtihan etmek için] ifadesinden sonra [kalplerinizde olanı temizlemek için] buyruğunun gelmesi, ıtnâb sanatıdır.
قُلۡ - یَقُولُونَ , ٱلۡقَتۡلُ - قُتِلۡنَا , كَانَ - كُنتُمۡ , ظَنَّ - یَظُنُّونَ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱلصُّدُورِ - ٱلصُّدُورِ- قُلُوبِكُمۡۚ , مَّا - ٱلَّذِینَ , یُمَحِّصَ - یَبۡتَلِیَ , مَضَاجِعِهِمۡۖ - بُیُوتِكُمۡ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صُدُورِكُمۡ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Burada yatak; ölüm manasında istiaredir. Yatağına sevk edilen insan, ölüme sevk edilen insana benzetilmiştir. Kimse Allahu Teâlâ’nın kudretine karşı çıkamaz. (Kuran Işığında Belâgat Dersler Beyan İlmi, s. 156)
قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ [De ki: Evlerinizde olsaydınız] yani eğer Allah birinin bu savaşta bulunup şehit olacağını bilmekteyse bunu Levh-i Mahfuz’a yazmışsa, isterseniz evlerinizde oturun, bu mutlaka gerçekleşecek; “Allah’ın öldürüleceklerini bildiği kimseler, [o devrilecekleri yerlere] yani çarpılıp yıkılacakları yerlere ‘çıkıp gideceklerdir’ ki Allah’ın, olacağını bildiği şey gerçekleşsin.” Demek isteniyor ki Allah bu savaşta şehit olacak müminleri Levh-i Mahfuz ’a yazdığı gibi sonuçta müminlerin galip geleceğini de yazmıştır; çünkü bilmektedir ki nihai galibiyeti müminler elde edecek; İslamiyet, sonunda bütün dinlere üstün gelecek; bazen başlarına gelen olumsuzluklar müminleri arıtıp durultacak/saflaştıracak ve şehitliğe teşvik edecektir; şehit olma hırsı ise onları cihada tahrik edecek ve bu suretle, nihai galibiyet hasıl olacaktır. (Keşşâf)
وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ [Kalplerindekini temizlemek için] ibaresinde istiare-i tebeiyye vardır. Vesveseler ve inanç zayıflıkları kir ve pisliğe benzetilmiştir. Acılara, yaşanan imtihanlara gösterilecek sabır, bu kirleri temizleyen arındırıcı su ve sabun mesabesindedir. Kirli bir şey kullanılamaz, kirleri çoğaldıkça katmerlenir ve atılmaktan başka yapılacak birşey kalmaz. Kalp de eğer nifaktan temizlenmezse sahibini kulluk dairesinden çıkarıp cehenneme atılmasına yol açar. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
الصُّدُورُ kelimesi vicdan manasındadır. Çünkü Arapçada sadr, batıni hisler için kullanılır. İbtila fiili de الصُّدُورِ ile birlikte kullanılır, çünkü ahlak ve vicdan imtihanıdır. İmtihanda hayır da şer de vardır. Böylece nefste olan şey ortaya çıkar.
Burada القَلْبُ kelimesi itikad manasında kullanılmıştır. Çünkü Arapçada kalp, tefekkür ve itikadın hasıl olduğu yerdir. التَّمْحِيصِ kelimesi de kalplerle birlikte kullanılır. Çünkü zanların ve akaidin her türlü hayır kaynağı olabilmek için temizlenmeye ihtiyacı vardır. (Âşûr)
“Allah imtihan etmek için, sizi onlardan geri çevirdi.” (Âl-i İmran Suresi, 152) ayetinde imtihan zikredildiği halde burada ikinci kez imtihan niçin zikredilmiştir? denir ise deriz ki “Söz uzadığı için Cenab-ı Allah bu kelimeyi tekrar zikretmiştir. Yine önceki imtihanın müminlerin hezimeti, ikincisinin ise diğer haller ve hadiseler olduğu da söylenmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Müste’nefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, عَل۪يمٌ haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette dört kez zikredilmesi teberrük, ikaz ve haşyet duyguları hissettirmek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
بِذَاتِ الصُّدُورِ ifadesiyle cüz söylenip kül murad edilmiş veya mahal söylenip hal kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel sanatıdır..
Ayrıca عَل۪يمٌ vasfı lazım-melzum alakasıyla “muttakilere karşılığını fazlasıyla verir” anlamı taşır.
Allah her şeyi bildiği halde özellikle عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ [muttakileri bilir] buyurulması takvaya teşvik için yapılmış tağlîb sanatıdır.اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | تَوَلَّوْا | yüz çevirip giden |
|
4 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
5 | يَوْمَ | gün |
|
6 | الْتَقَى | iki topluluğun |
|
7 | الْجَمْعَانِ | karşılaştığı |
|
8 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
9 | اسْتَزَلَّهُمُ | (yoldan) kaydırmak istemişti |
|
10 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
11 | بِبَعْضِ | bazı |
|
12 | مَا | dolayı |
|
13 | كَسَبُوا | yaptıkları işlerden |
|
14 | وَلَقَدْ | ama elbette |
|
15 | عَفَا | affetti |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | عَنْهُمْ | onları |
|
18 | إِنَّ | şüphesiz |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | غَفُورٌ | çok bağışlayandır |
|
21 | حَلِيمٌ | halimdir |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَوَلَّوْا مِنْكُمْ ‘dur.
تَوَلَّوْا elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir.
يَوْمَ zaman zarfı, تَوَلَّوْا fiiline mütealliktir. الْتَقَى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْتَقَى elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. الْجَمْعَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti ا ' dir.
الْتَقَى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.İf’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir.İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ
اِنَّمَا kaffe ve mekfufedir. Kaffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kaffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا’dır.
اسْتَزَلَّهُمُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اسْتَزَلَّهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
بِبَعْضِ car mecruru اسْتَزَلَّهُمُ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْتَزَلَّ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’al babındandır. Sülâsî fiili زلل ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvaattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
عَفَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَنْهُمْ car mecruru عَفَا fiiline müteallıktır.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. حَل۪يمٌ۟ ise ikinci haberdir.غَفُورٌ - حَل۪يمٌ۟ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta surekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilen ilk cümle faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Âşûr; gizli hezimetin sebebini açıklayan beyani istinaf cümlesi olduğunu söylemiştir. Bunun sebebi şeytanın onların ayartmasıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan …اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ cümlesi اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كَسَبُواۚ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.
اِنَّمَا ile yapılan kasr, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)
يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ [İki grubun karşılaştığı gün] ifadesi Uhud Savaşı’ndan kinayedir.
[Şeytan onları kaydırdı.] tabirinde istiare vardır. [Kaydırma] fiili, şeytanın günaha düşürmesi manasında istiare edilmiştir. Kayan kişi dengesini kaybeder, amacına ulaşmakta zorlanır. Günah sebebiyle kalbindeki iman sağlamlığı bozulan kişi de cennet hedefine ulaşmakta zorlanır.
Âşûr الزَّلَلُ kelimesinin hata yapmak manasında müstear olduğunu, sin ve te harflerinin de tekid ifade ettiğini söylemiştir.
تولي arkasını dönmek demektir ama bunda gazaplanmak, reddetmek ve küçümsemek, hor görmek manaları da vardır. Bu fiilin kökü olan ولي zıt anlamlı fiillerdendir. Hem dost oldu hem düşman oldu demektir. Mevla, hem köle hem sahip anlamındadır. تَوَلَّوْا’nın manasıyla: “bu savaşı hor görerek, küçümseyerek, reddederek kızgınlıkla geri dönenler” demektir.
Demek ki yaptığımız işler, şeytanın bizim ayağımızı kaydırmasına sebep olur. [Şeytan içinizden geri dönenlerin ayaklarını kaydırmaya, şüphesiz işledikleri bazı şeyler] yani günahlar “sebebiyle yeltenmiştir”; zelleye düşmelerini/ayaklarının kaymasını isteyerek onları yanlışa çağırmıştır. Yani Uhud Savaşı’nda yenilgiye uğrayanların alanı bırakıp kaçmalarının sebebi, şeytana itaat edip günah işlemeleridir. Kendilerini işte bundan dolayı desteklemedim, işbu sebeple gönüllerini güçlendirmedim ve gerisin geri kaçtılar. Şöyle de denmiştir: Şeytanın, bunların ayaklarını kaydırmaya yeltenmesi, alanı bırakıp gitmeleridir; şeytan onları buna, daha önce işledikleri günahları sebebiyle davet edebilmiştir; çünkü günah, sahibini çekip bir başka günaha götürür. Nitekim işlenen bir taat de sahibini ikinci bir taate götürür ve ilk taat, ikincisini getiren bir lütuf olur. (Keşşâf)
Ka’bî şöyle demiştir: “Bu ayet, günahların Allah’a nispet edilmeyeceğine delalet eder. Çünkü Allahu Teâlâ, bu ayette onları şeytana nispet etmiştir. Bu, Allahu Teâlâ’nın Musa’dan (a.s.) naklettiği, [Bu, şeytanın işindendir. (Kasas Suresi, 15)]; Yusuf’tan (a.s.) rivayet ettiği, [Şeytan benimle kardeşlerimizin arasını bozduktan sonra da… (Yusuf Suresi, 100)] ve Musa’nın (a.s.) arkadaşı Yûşa’dan (a.s.) naklettiği, [Bunu bana ancak şeytan unutturdu. (Kehf Suresi, 63)] sözleri gibidir.” (Fahreddin er-Râzî)
Hakk Teâlâ, şeytanın onların ayaklarını hangi hususta kaydırmak istediğini beyan etmedi. Çünkü affı zikrederken günahın çeşidini belirtmeye gerek yoktur. Ama alimler bundan muradın, ganimete rağbet ederek, cihaddan gevşeklik göstererek ve de ihlastan saparak, onların mevzilerini terk etmesi olabileceğini söylemişlerdir. Bunlardan hangisi olmuş olursa olsun, doğrusu şu ki Allah Teâlâ onları affetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ cümlesindeki ب ilsâk ifade etmektedir ve manası da “Onlardan birtakım günahlar sadır olmuştur. Ve bu günahlar sebebiyle de şeytan, onların ayaklarını kaydırabilmişti.” şeklindedir.
Manası, “Şeytan, yaptıkları bütün şeylerde değil, fakat bazı şeylerde onların ayağını kaydırıp günaha düşürmüştü.” şeklindedir. Bundan murad, onların kâfir olmayıp dinlerini terk etmediklerini; aksine bu ayak kaymasının onların bazı amellerinde vuku bulduğunu beyan etmektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ
وَ, istînâfiyye; cümle, müstenefedir. Mahzuf kasemin cevabı olan cümlede لَ kasemin cevap harfi, قَدْ ise tekid harfidir. Bu cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi ile mahzuf kasem cümlesinden oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
İsm-i celâlin zahir olarak gelmesi, mehabeti artırmak ve illeti (sebebi) tekid içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
Önceki cümlenin ta’lili olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi, غَفُورٌ haberi, حَل۪يمٌ ise ikinci haberidir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle, faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah’ın غَفُورٌ ve حَل۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
غَفُورٌ - حَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
غَفُورٌ - حَل۪يمٌ۟ - عَفَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Tövbe edip bağışlanma diledikleri için [Allah onları affetti, kuşkusuz, Allah günahları bağışlayıcıdır; Halim’dir.] cezalandırmakta acele etmez. (Keşşâf)
Cahilin iki zıddı vardır. Alim ve hilm sahibi. Duygularına kapılarak hareket eden cahil, aksi ise teenni ile hareket eden, halimdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inananlar |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَكُونُوا | olmayın |
|
6 | كَالَّذِينَ | kimseler (gibi) |
|
7 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
8 | وَقَالُوا | ve diyenler (gibi) |
|
9 | لِإِخْوَانِهِمْ | kardeşleri için |
|
10 | إِذَا | zaman |
|
11 | ضَرَبُوا | sefere çıktıkları |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
14 | أَوْ | ya da |
|
15 | كَانُوا |
|
|
16 | غُزًّى | savaşa çıktıkları |
|
17 | لَوْ | eğer |
|
18 | كَانُوا | olsalardı |
|
19 | عِنْدَنَا | bizim yanımızda |
|
20 | مَا |
|
|
21 | مَاتُوا | ölmezlerdi |
|
22 | وَمَا |
|
|
23 | قُتِلُوا | ve öldürülmezlerdi |
|
24 | لِيَجْعَلَ | yapar |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | ذَٰلِكَ | bu (düşünce ve sözlerini) |
|
27 | حَسْرَةً | bir dert |
|
28 | فِي |
|
|
29 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
30 | وَاللَّهُ | Allahtır |
|
31 | يُحْيِي | yaşatan |
|
32 | وَيُمِيتُ | ve öldüren |
|
33 | وَاللَّهُ | Allah |
|
34 | بِمَا | şeyleri |
|
35 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınız |
|
36 | بَصِيرٌ | görmektedir |
|
Ğazeve غزو :
الْغَزْوُ düşmanla savaşa çıkmaktır. İsmi faili غازٍ şeklinde gelirken çoğulu غُزاةٌ ve غُزًى 'dir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri gaza, gazve ve gazidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı لَا تَكُونُوا ’dır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
لَا تَكُونُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِاِخْوَانِهِمْ car mecruru قَالُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
ضَرَبُوا fiili cer mahallinde muzâfun ileyhtir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru ضَرَبُوا fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfidir. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. غُزًّى kelimesi كَانُوا ’nun haberidir.
Mekulü’l-kavli, لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
لَو gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَانُوا şart fiilidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ mekân zarfı, كَانُوا ’nün mahzuf haberine müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı مَا مَاتُوا’dur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَاتُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا قُتِلُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la مَا مَاتُوا’ya atfedilmiştir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قُتِلُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
لِ harfi, يَجْعَلَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte قَالُوا fiiline müteallıktır. يَجْعَلَ mansub muzari fiildir. اللّٰه lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
ذٰلِكَ işaret ismi, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. ل harfi buud yani uzaklık bildirir, ك ise muhatap zamiridir. حَسْرَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru حَسْرَةً’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰه lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur. يُحْي۪ fiili haber olarak mahallen merfûdur. ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. يُم۪يت merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte بَصِیرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. بَصِیرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ... لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İkinci ism-i mevsûlün sılası كَفَرُوا da aynı üslupta gelmiştir. İki mevsûl arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler ve küfredenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
İnfak edileceklerin; kazandıklarınızın temizleri ve yeryüzünden sizin için çıkardıklarımız şeklinde ayrıntılanması taksim sanatıdır.
[Ey iman edenler, küfür edenler gibi olmayın.] sözünde teşbih sanatı vardır. Müminler ümitsiz olmak, moral bozmak gibi konularda kafirlere benzetilmişlerdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey mü'minler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu't Tefasir)
Bu ayette muhataptan gaibe dönüldüğü için iltifat sanatı vardır. Bize “dikkatli olun!” uyarısı yapar.
وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ cümlesi sıla cümlesine matuftur. Faide-i haber ibtidai kelam olan müspet fiil cümlesidir. أو كانوا غزى cümlesi, zaman zarfı اِذَا’nın muzâfun ileyhi olan ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ cümlesine matuftur. Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الضَّرْبُ في الأرْضِ sefer demektir. الضَّرْبُ yürümek manasında da kullanılır. Çünkü bu kelimenin asıl manası bir cismi başka bir cismin üzerine koymak ve vurmaktır. Yürümek de ayakla yere vurmaktır. Dolayısıyla hem Allah Teâlâ hem de insanlar bu kelimeyi ticaret için ve Allah’ın fazlından aramak için kullanmıştır. Burada olduğu gibi mutlak olarak sefer, yani yolculuk için de gazve için de kullanılmıştır. (Âşûr)
ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ sözünde istiare vardır. Çünkü burada الضرب uzağa gitmeyi, yeryüzünde uzak mesafeye gitmeyi ifade eder. Bu durum geceleyin karada kör gidişi gibi gidenin ve denizde yüzen kimsenin hareketine benzetilmiştir. Çünkü o, derin suyu yarmak ve geçmek için [el kol ve bacaklarını] suya çarpar (darb). (Şerif er-Râdî, Kur’an Mecazları)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُو, şart üslubunda gelmiş haber cümlesidir. كَانُوا عِنْدَنَا şart cümlesi, مَا مَاتُوا cevap cümlesidir. Şart ve cevaptan oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı formda gelmiş مَا قُتِلُو cümlesi tezayüf sebebiyle makabline وَ ’la atfedilmiştir.
مَاتُوا - قُتِلُو kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet, imanın lisan ile ikrardan ibaret olmadığına delalet eder. Eğer böyle olsaydı, münafık da mümin sayılırdı. Şayet o mümin olsaydı, Allah onu kâfir diye adlandırmazdı. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا “dediler” fiilinin manası ayette يَقُولُون “derler, diyorlar…” şeklindedir. Buna göre sanki, “... inkâr edenler ve o kardeşleri hakkında şöyle şöyle... diyenler gibi olmayın...” denilmiştir. Burada şu iki faydadan dolayı muzari manası, mazi fiille ifade edilmiştir.
1- Gelecek zamanda olması zaruri olan bir şey, bazen “oldu, oluyor” diye ifade edilir.
2- Cenab-ı Hakk gelecek olanı mazi sıygası ile bildirince bundan maksat, sözün onlardan sadır olduğunu haber vermek değildir. Aksine bundan maksat, şüpheyi yerleştirme hususunda onların gösterdikleri faaliyetlerin ne derece fazla olduğunu haber vermektir. (Fahreddin er-Râzî)
لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۜ
Cümleye dâhil olan لِ, gizli أن ’le muzari fiili nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir.
Müteallakı olan fiilin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; قالوا ذلك واعتقدوه (Böyle dediler ve buna inandılar.) olabilir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar cümlesinde müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi, muhatapları ikaz ve kalplere korku salmak amacına matuftur.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Sübut ifade eden isim cümlesi وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübtedanın lafza-i celâlle gelmesi ikazı ve korkuyu artırmak içindir. Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliğiyle, muhatabın muhayyilesi harekete geçirilir ve konuyu daha iyi kavraması sağlanır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiye manası vardır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Bu durumda fiili Allah’a isnat etmenin anlamı nedir? dersen, şöyle derim: Bu bozuk itikada sahip olmaları sebebiyle Cenab-ı Hakk Teâlâ, gönüllerine o gamı ve iç yangınını koymakta; kalplerini daraltmaktadır. İşbu itikat onların fiili; bunun üzerine ortaya çıkan gam, iç yangını ve kalp daralması ise Allah’ın fiilidir. Tıpkı [… göğsünü de göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. (Enam Suresi, 125)] ayetinde olduğu gibi. Ayrıca bu, yasağın delalet ettiği şeye işaret de olabilir. Yani onlar gibi olmayın ki Allah, onlar gibi olmamanızı bunların gönüllerinde bir iç yangınına çevirsin. Çünkü söyledikleri ve itikat ettikleri hususlarda onlardan ayrışmak, onların zıttına gitmek, onları üzen ve öfkelendiren şeylerdendir. (Keşşâf)
لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ الْكَلَامَ حَسْرَةً buyruğunun başındaki لِ harfi, nehyin delalet ettiği şeye taalluk etmektedir. Bunun takdiri, “Siz onlar gibi olmayınız, ta ki: Sizin kendileri gibi olmayışınızı Allah onların kalplerinde bir pişmanlık ve nedamet pınarı kılsın.” şeklinde olur. Çünkü söyledikleri ve inandıkları şeylerde onlara muhalefet edip onlara zıt davranmak onları gayza sevk eden şeylerdendir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ sözünden maksat, münafıkların ortaya attıkları o şüpheye cevap vermek değildir. Aksine Allah, müminleri münafıkların sözüne benzer bir söz söylemekten nehyedince Allah’ın nuru ve furkanı ile Allah’a ve Allah dostlarına itaat edenlerin kalplerini dirilteceğini, münafıklar gibi Allah düşmanlarının kalplerini de öldüreceğini murad ederek “Allah hem diriltir hem öldürür.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
“Kalplerinde bir pişmanlık” ibaresinde tecessüm ve istiare vardır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Lafza-i celal mübteda, بَص۪يرٌ haberidir.
Müsnedün ileyhin zamir makamı olduğu halde bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, kalplere korku salmak ve itaate teşvik içindir.
Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı ve ayette üç kez tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Cümlede car mecrur بِمَا تَعْمَلُونَ, amili olan بَص۪يرٌ’un önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi تَعۡمَلُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ بَص۪يرٌ sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanları gördüğüne, bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
اٰمَنُوا - كَفَرُوا ve يُحْي۪ - يُم۪يتُۜ kelime grupları arasında arasında tıbâk-ı îcab, لَا تَكُونُوا - كَانُوا kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.
Cümlenin başında o münafıkların küfrünün zikredilmesi, onların hallerinin müminlerin hallerinden tamamen farklı olduğunu sarahaten belirtmek, düşmanı taklit etmekten, onlara benzemekten nefret ettirmek içindir. (Ebüssuûd)
Allah onların yaptıklarını hakkıyla görür. Buna göre kâfirler için bu bir azap vaididir. Bu, kâfirlerin hem söyledikleri sözleri hem o sözlerin kaynağı olan inançlarını hem de onların sonuçları olan hareketlerini kapsar. İşte bundan dolayıdır ki سميعٌ değil, بَص۪يرٌ buyurulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
Ayette sadece ilâhî mağfiret ve rahmetin hayırlı olduğunun zikri ile yetinilmesi, fakat bunların gerçekleşip gerçekleşmediğinin meskût bırakılması, buna ihtiyaç olmadığı içindir. Zira Allahu Teâlâ’nın umut verdikten sonra mahrum bırakması mümkün değildir.
Bundan önceki ayette, ölmenin daha fazla öldürülmenin ise daha az vaki olmasına binaen “ölmezler, öldürülmezlerdi” dendiği halde burada, bu sıranın tersine “öldürülür veya ölürseniz…” buyurulması, Allah yolunda öldürülmenin değerini belirtmek, ilâhî mağfiret ve rahmetin celbinde yerinin ziyadesiyle yüksek olduğunu bildirmek ve bu suretle Müslümanları cihada teşvik içindir. (Ebüssuûd)
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | eğer |
|
2 | قُتِلْتُمْ | öldürülür |
|
3 | فِي |
|
|
4 | سَبِيلِ | yolunda |
|
5 | اللَّهِ | Allah |
|
6 | أَوْ | ya da |
|
7 | مُتُّمْ | ölürseniz |
|
8 | لَمَغْفِرَةٌ | bağışlaması vardır |
|
9 | مِنَ |
|
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmeti |
|
12 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
13 | مِمَّا | şeylerden |
|
14 | يَجْمَعُونَ | onların topladıkları |
|
ÖLÜM OLGUSU
Buna göre iş, ölüm veya öldürülme ile bitmiyor, son nokta burası değildir. Şu halde yeryüzündeki hayat yüce Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlerin en iyisi değildir. Başka değerler; Allah katında daha üstün değerler vardır:
“Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Allah’tan gelecek olan bir bağışlanma ve rahmet onların biriktirdikleri dünya nimetlerinden daha bayırlıdır.”
“Kuşku yok ki ölseniz de öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız.”
Allah yolunda ölmek ve öldürülmek -bu şartla ve bu itibarla- hayattan, insanların hayatta elde ettikleri mal, makam, güç ve dünya metaından daha iyidir. Çünkü, arkasında gelen Allah’ın bağışlaması ve merhameti vardır. Bunlar insanların elde ettiklerinden daha iyidir. İşte Allah, müminleri bu bağışlanma ve merhamete yöneltmektedir. Bu noktada onları, kişisel üstünlüklere ve beşerî değerlere terk etmiyor. Allah’ın yanında bulunanlara da teslim ediyor bizzat kalplerini, kendi rahmetine bağlıyor. Bu da insanların tüm topladıklarından kalplerin bağlandığı tüm değerlerden daha iyidir kuşkusuz.
Herkes Allah’a dönecektir. İster yataklarında veya yeryüzünde dolaşırken ölsünler, ister meydanda çarpışırken öldürülsünler; her durumda O’nun huzurunda toplanacaklardır. Bunun dışında dönecekleri, bundan başka varacakları bir yer yoktur. O halde oradaki farklılık; yapılan iş, niyet, yöneliş ve ilgide söz konusu olabilir. Sonuç ise hep birdir; gerek ölmek, gerekse kesinleşmiş zamanda ve belirlenmiş sürede öldürülmek şeklinde olsun Allah’a dönülecektir. Ve toplanma gününde O’nun huzurunda toplanılacaktır. Dolayısıyla herkesi bekleyen son; Allah’ın bağışlaması ve merhameti ya da öfke ve azabı olacaktır. Ahmakların ahmakı; her durumda öleceği halde, kendine kötü sonucu seçendir.
Böylece kalplerde, ölüm, hayat ve Allah’ın kaderinin gerçek mahiyetleri yer etmektedir. Bu şekilde kalpler, beraberinde kaderin hareket ettiği imtihan, kaderin arka plânındaki hikmet ve imtihan sonrasındaki mükafatla tatmin olmaktadır. Bununla da, savaştaki olaylar ve bu olayların doğurduğu şartlar arasında yapılan gezinti son bulmaktadır. (Fizilal’il Kur’ân)
Allah yolunda savaşırken öldürülen yani şehit edilen veya kendiliğinden ölen kimseler için Allah’ın lutfedeceği bağışlama ve rahmet şüphe yok ki hayatta kalanların zevklerini tatmin etmek için biriktirecekleri mal, para ve elde edecekleri makamdan çok daha iyidir. Yüce Allah bunu yemin ederek haber vermektedir. Çünkü böyle bir ölüm, müminin günahlarının silinmesine ve makamının yükselmesine vesile olur. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, şartın cevabının başına gelen vakıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
قُتِلْتُمْ şart fiilidir. قُتِلْتُمْ mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru قُتِلْتُمْ fiiline müteallıktır. اللّٰه lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْ atıf harfidir. مُتُّمْ mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi, şartın cevabının başına gelen vakıadır. مَغْفِرَةٌ mübteda olup lafzen merfûdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَغْفِرَةٌ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
رَحْمَةٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مَغْفِرَةٌ ’e matuftur. خَيْرٌ ise mübtedanın haberidir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harfi ceriyle birlikte خَيْرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَجْمَعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَجْمَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
و istînâf, لَ kasem, إن şart harfidir. Ayetin ilk cümlesi, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Şart fiili قُتِلْتُمْ muksemun aleyhtir. ... لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İbtida lam’ının dâhil olduğu kasemin cevap cümlesi لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
مَغْفِرَةٌ mübteda خَيْرٌ haberdir. Mübtedanın nekre gelişi, tazim ve taklil ifade eder. رَحْمَةٌ kelimesindeki tenvin de tazim ve taklil içindir.
Allah tarafından olan az bir şey, aslında çok büyüktür. Başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaz. Tabii ki bu taklîl ifadesinin yanında, O’nun rızasının şanına da delalet eder. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, sebil için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُتِلْتُمْ - مُتُّمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsul مَّا ’nın sılası olan يَجْمَعُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
مَغْفِرَةٌ - رَحْمَةٌ - خَيْرٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Öldürülürseniz” sözünden sonra “ölürseniz” şeklindeki ilave, ihtiras ve tekmil itnâbıdır. Bu yolda düşman tarafından öldürülmeyip ecelleriyle ölseler bile mağfireti hak ederler demektir.
Allah’ın rahmetinin dünya nimetlerinden daha hayırlı olmasının sebebi:
a) Mal talep eden kimse, o malı talep etme peşinde yorgunluk içine düşer. Yarından önce öleceği için belki de o, o maldan yarın istifade edemeyecektir. Ama rahmet ve mağfireti talep etmeye gelince kişinin mutlaka ondan istifade etmesi söz konusudur. Çünkü Allah Teâlâ vaadinden dönmez, Nitekim Hakk Teâlâ, [Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onun (sevabını) görecektir. (Zilzal Suresi, 7)] buyurmuştur.
b) Farz edelim ki o kimse yarına çıktı. Fakat belki bu mal yarına çıkamayacak. Çünkü nice insanlar bir hükümdar olarak sabahlamış ama bir esir olarak akşamlamıştır. Ahiretin hayırları ise Hakk Teâlâ’nın, [Baki olan iyi (amel ve hareketler), Rabbinin nezdinde sevapça daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)] ve [Sizin nezdinizdeki tükenir, Allah’ın indindeki ise bakidir. (Nahl Suresi, 96)] ayetlerinin de ifade ettiği gibi asla sona ermez.
c) Bu insanın ve o malın yarına çıktığını kabul etsek bile belki de bir hastalık, bir acı, bir elem veya benzeri bir mani onun bu maldan faydalanmasını engelleyebilir. Halbuki ahiretin faydaları böyle değildir.
d) Yarın insanın o maldan istifade edebileceğini farzetsek bile dünya lezzetleri elem ve acılarla karışıktır ve dünya menfaatleri sıkıntılarla doludur. Bu, gizli olmayan bir durumdur. Ahiretin menfaatleri ise böyle değildir.
e) Bu faydaların, yarın sıkıntı ve elemlerden uzak olarak meydana geleceğini kabul etsek bile ne var ki bunlar devam etmezler ve sürekli olmazlar. Bilakis sonlu ve fanidirler. Dünya lezzeti ne kadar kuvvetli ve mükemmel olursa, onu yitirdiği zaman insanın duyacağı üzüntü ve tahassür de o derece şiddetli olur. Ahiret menfaatleri ise, sona ermekten ve zeval bulmaktan masundurlar.
f) Dünya menfaatleri hissidir. Ahiret menfaatleri ise aklîdir. Hissî olan değersiz, aklî olan ise şerefli ve üstündür. (Fahreddin er-Râzî)
İnsanların çoğu, dünyalık meselelerde, kontrolün kendisinde olduğunu hissedebilmek için, değişik söylemlerde bulunur. Aşağı yukarı söylenenlerin özeti: ‘Gitmeseydi veya yapmasaydı, hastalanmaz veya ölmezdi.’ şeklindedir. Bu kişinin nefsine, şu mesajı vermektedir: ‘Eğer biz bunlara dikkat edersek ve yeterince şanslıysak; ömrümüzü musibetlerden uzak yaşayabiliriz.’ Bu yüzden ani ölümler, bir tokat gibi iner insanın suratına. ‘Neden ölmüş?’ diye sorarlar birbirlerine. Acılarını ve şaşkınlıklarını dindirecek bir cevap ararlar.
Belki her başımıza geleni kontrol edemiyoruz. Belki ilerideki yokuşu çıktığımızda, neyle karşılacağımızı kestiremiyoruz. Ancak Allah’a kulluk etmek için geldiğimiz imtihan dünyasında, Allah’a sığınmayı ve O’na tevekkül etmeyi seçebiliyoruz. Yaşadıklarımızı sırf Allah’tan geldiği için kucaklamaya çalışabiliyoruz. Her çaba kırıntımızın Allah katında bir değeri olduğunu bilebiliyoruz. Hiçbir şeyin boşa yaşanmadığına inanabiliyoruz. Zorluklar karşısında yorulduğumuzda, Allah katındaki derecemizin yükseldiğini umut edebiliyoruz. Her sıkıntının eninde sonunda biteceğini ve başa çıkmaya çalıştıklarımız, bizi ne kadar yıpratırsa yıpratsın, Rahman ve Rahim olan Allah’ın kaldıramayacağımız yükü vermeyeceğini, kendimize hatırlatabiliyoruz. Her gün, Allah’a dualar edip, yalvarabiliyoruz. İmtihanlarımızı hafifletmesini ve kolaylaştırmasını isteyebiliyoruz. İki cihanda da bize iyilik ve huzur vermesini dileyebiliyoruz. Ve günün birinde kurtulduğumuzda: Elhamdulillah bizi kendisine teslim ettirene! diyebiliyoruz.
Ey merhametlilerin, en merhametlisi olan Allahım. Ani ölümlerden, yatağa düşüren hastalıklardan, ruhumuzu daraltan sıkıntılardan Sana sığınırız. Tıpkı, Uhud savaşının ardından, bir daha saldırıya uğramaktan korkan; yorgun, üzgün ve tedirgin müminlerin üzerine indirdiğin güven ve uykuyla dinlendirip dinçleştirdiğin gibi: Bu hal içinde olanların gönüllerine huzur, imtihanlarına kolaylık, bedenlerine sükunet vermeni isteriz. Allahım! Her şeyin kontrolünün, Sende olduğuna iman ederiz. Senden hayatımızın her kademesinde, gönlümüze ferahlık getirecek hayırları isteriz.
Bu cihanda savaştan korktuğu için şehitliği elinin tersiyle iterek eninde sonunda ölenler gibi olmak da var, Allah yolunda şehitliğe koşanlara benzemeye çalışmak da.
Her seçim anı geldiğinde, Allah’ın rızasına uygun olanı seçenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
İnsan konuşmayı, ona muhtaç olduğundan daha fazla sever. Geleceğe dair endişelerinden ve geçmişte kalan acılarından yoğurduğu bitmez tükenmez senaryolarla meşgul olur. Bir yere varmayan ya da faydası olmayan soruların yükü altında ezilir.
Güvenilir yani anlatınca faydalı bir sonuca ulaşacağı bilinen kişilerle, dertleri konuşmanın faydası bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Zira bu tür konuşmalarda, kişinin amacı hem kendisine, hem de güvendiği kişinin söyleyeceklerine kulak vermek ve harekete geçmektir.
Aksi takdirde, yaşananları ya da ihtimalleri tekrar ve tekrar konuşmanın ya da kafasının içinde aynı filmi başa sarıp durmanın bir anlamı yoktur. İnsanın, her zaman, herhangi bir konuda güvendiği bir bilirkişiye ihtiyacı vardır. Ancak o zaman, doğru yönde adım attığına inanır.
İşte bu yüzden, Allah-u Teâlâ rahmeti ve dini ile en güzel yardımcıdır. İnsanın nefsini, dünyalık detaylara gereksiz ehemmiyet vermemesi ve kendisinin asıl sahibi olan Allah’ı kalbinde taşıması için terbiye eder. Zihnini ve kalbini hakikat ile doldurması için telkin verir.
Savaş meydanlarında sakinleşemeyen münafıklar ile Allah rızası için orada bulunan müminler arasındaki fark; biri aynı sorunları tekrar ederken, diğeri kendisini her şeyi bilen Allah’a teslim etmiştir. Biri boşa yorulduğunu ve öldüğünü düşünürken, diğeri Allah yolunda zaferin ya da şehitliğin peşindedir.
Kısacası; dünya hayatının herhangi bir döneminde, Allah’ın rızasını gözeten bir mü’min, dünyada kaybetmiş görünse bile Allah’ın izniyle her hâlükârda kazanacağını bilir.
Ey Allahım! Bizi nefsin ve insanların vesveselerinden değil, Senden korkanlardan; hevesleri için değil, Senin rızanı gözeterek yaşayanlardan; yüreğinde dünyanın sevgisini değil, Seni ve kelamın ile sünnetini taşıyanlardan; nefsinin istediğini değil, Senin sevdiklerini sevenlerden eyle.
Ey Allahım! Emirlerine itaati ve yasaklarından uzaklaşmayı bize sevdir, kolaylaştır ve bizden kabul buyur. Cehennem azabından uzaklaştır; rızan ile cennetine yaklaştır. Muhabbetine, nuruna, rahmetine, şefaatine ve sevdiklerine sevdiklerinden biri olarak kavuştur.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji