بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ
وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, şartın cevabının başına gelen vakıadır. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. مُتُّمْ şart fiilidir. مُتُّمْ mebni mazi fiildir. İllet harfi mahzuftur. Aslı مُوتّم şeklindedir. (Mahmut Sâfî) Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَوْ atıf harfidir. قُتِلْتُمْ meçhul mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. لَ harfi, şartın cevabının başına gelen vakıadır.
اِلَى اللّٰهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır. تُحْشَرُونَ meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ [Allah'a toplanacaksınız.] Kıyamet gününün yegâne hakimi Allahu Teâlâ’dır. Lafza-i celâl, isimlerin en büyüğüdür. Bu isim, rahmetinin mükemmelliğine delalet ettiği için en büyük vaadi, kahrının mükemmelliğine delalet ettiği için de en şiddetli vaîdi ifade eder.
تُحْشَرُونَ [toplanacaksınız..] Herkese yöneltilen bir hitaptır. Bütün alemlerin haşrolunacağına, zalimle mazlumun, katille maktulün bir araya geleceğine, Cenab-ı Hakk'ın kulları arasında adaletiyle hükmedeceğine delalet etmektedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
مُتُّمْ fiilinin mîm’i; مَاتَ - يَمُوتُ - مَاتَ - يَمَاتَ bablarından dammeli ve kesreli okunmuştur. (Keşşâf)
وَلَئِنْ مُتُّمْ اَوْ قُتِلْتُمْ لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ
وَ istînâf, لَ kasem, إن şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Şart fiili مُتُّمْ muksemun aleyhtir. ... لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ cümlesi kasemin cevabıdır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Vakıa lam’ının dâhil olduğu kasemin cevap cümlesi لَاِلَى اللّٰهِ تُحْشَرُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade eder. اِلَى اللّٰهِ maksûrun aleyh, تُحْشَرُونَ maksûrdur. Kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur. Yani haşr, sadece Allah’adır, başka hiç kimseye değildir. Bu da o kıyamet gününde yegâne hakim'in Allah olduğuna ve O'ndan başka hiçbir zarar veren veya fayda veren bulunmadığına delalet eder.
قُتِلْتُمْ - مُتُّمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قُتِلْتُمْ ve تُحْشَرُونَ fiilleri meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
تُحْشَرُونَ [toplanacaksınız] fiilinden kasıt hesaba çekilmektir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Hak Teâlâ, "Allah" ismini, isimlerinden biri olarak zikretmiştir ki isimlerinin en büyüğüdür ve rahmeti ile kahrının mükemmel olduğunu gösteren bir isimdir. Binaenaleyh bu isim, rahmetinin mükemmelliğine delalet ettiği için vaad çeşitlerinin en büyüğünü, kahrının mükemmelliğine delâlet ettiği için de vaîd çeşitlerinin en şiddetlisini ifade etmektedir. (Fahreddin er- Râzî)
تُحْشَرُونَ fiili meçhul gelmiştir. Fail çok açık olduğu için zikredilmesine gerek duyulmamıştır.
[Evet sonunda yalnızca Allah’a] yani merhameti engin er-Rahîm ’e ve sevabı büyük el-Müsîb’e [haşredileceksiniz.] Allah ism-i celâlinin öne alınması ve ona bitişik olan harfe tekid lam’ı eklenmesi, erbabı için gizli olmayan bir hususiyet taşımaktadır. (Keşşâf)
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَبِمَا | sebebiyle |
|
2 | رَحْمَةٍ | rahmeti |
|
3 | مِنَ |
|
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | لِنْتَ | sen yumuşak davrandın |
|
6 | لَهُمْ | onlara |
|
7 | وَلَوْ | eğer |
|
8 | كُنْتَ | olsaydın |
|
9 | فَظًّا | kaba |
|
10 | غَلِيظَ | katı |
|
11 | الْقَلْبِ | yürekli |
|
12 | لَانْفَضُّوا | dağılır, giderlerdi |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | حَوْلِكَ | çevrenden |
|
15 | فَاعْفُ | öyleyse affet |
|
16 | عَنْهُمْ | onları |
|
17 | وَاسْتَغْفِرْ | ve mağfiret dile |
|
18 | لَهُمْ | onlar için |
|
19 | وَشَاوِرْهُمْ | ve onlara danış |
|
20 | فِي |
|
|
21 | الْأَمْرِ | işini |
|
22 | فَإِذَا | zaman |
|
23 | عَزَمْتَ | karar verdiğin |
|
24 | فَتَوَكَّلْ | dayan |
|
25 | عَلَى |
|
|
26 | اللَّهِ | Allah’a |
|
27 | إِنَّ | elbette |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | يُحِبُّ | sever |
|
30 | الْمُتَوَكِّلِينَ | kendine dayanıp güvenenleri |
|
Allah’ın rahmeti sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Peygamber emri dinlemediler, hem de savaş gibi çok önemli bir zaman ve yerde, savaştan kaçmaya başladılar vs sebebiyle ama Efendimiz onlara çok kızmadı.
Sertlik dağılmaya sebep oluyor. Demek ki kritik anlarda daha yumuşak olmamız lazım. Yukarıda da Allah’ın ismi olarak Halim geçmişti, yani cezayı ertelemek. Birileri hata yapmışsa ve onlara ceza vereceksek, o kritik anda bunu yapmayacağız. Buradan bu dersi alabiliriz.
Onları affet, Allah’ın affetmesini iste ve onlarla durum hakkında istişare et.
Bir konuda sizinle istişare edildiği zaman şöyle düşünürsünüz: Benim fikrime değer verildi. O zaman konuyu daha çok benimser, kendinizi daha çok oraya dahil hissedersiniz. Cemaat ruhu böyle oluşur.
Bir işe azmettiğin vakit, artık gerisini Allah’a bırak. İstediğin gibi olmazsa üzülme vs.. Bu insana öylesine rahatlık verir ki..
Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.
Leyene لين :
لِينٌ sözcüğü sertlik anlamındaki خُشُونَةٌ 'un haşinin zıddıdır. Genellikle somut varlıklar hakkında kullanılır. Bundan ayrı olarak istiare yoluyla ahlak ve benzeri konularda da kullanılır. Kimi zaman medih kimi zaman da yerme maksadıyla kullanılabilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı fiil ve iki farklı isim formlarında 5 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Lîna'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Galîzul kalb غَلٖيظَ الْقَلْبِ, kalbi hiçbir şeyden etkilenmeyen ve yumuşamayan kimsedir. (Sabuni)
Lanfazzû لَانْفَضُّوا kelimesinin kökü fazza (فضّ) olup birşeyi kırmak ve parçalarını birbirinden ayırmak demektir. İnfial babında manası ‘dağılmak’ demektir. İşlem gören madenlerin en düşüğü olan gümüş de bu kelimeden türemiş olup fızza (الفِضَّة) dır.
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ
فَ istînâfiyyedir. بِمَا رَحْمَةٍ car mecruru لِنْتَ fiiline müteallıktır. مَا zaiddir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru رَحْمَةٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
لِنْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olup mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru لِنْتَ fiiline müteallıktır.
فَبِمَا ’daki مَا , tekid ve Peygamberin onlara karşı yumuşak davranmasının tamamen Allah’ın rahmetinin eseri olduğunu ifade etmek içindir. (Keşşâf)
وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ
وَ atıf harfidir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كُنْتَ şart fiilidir. Nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتَ ’nin ismi, تَ muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
فَظًّا kelimesi كُنْتَ ‘nin haberidir. غَل۪يظَ ise كُنْتَ ‘nin ikinci haberidir.
الْقَلْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ‘in cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْفَضُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ حَوْلِكَ car mecruru انْفَضُّوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
انْفَضُّوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi فضض ‘dir. Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن أساؤوا فاعف عنهم (Kötülük yaparlarsa onları affet) şeklindedir.
اعْفُ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. عَنْهُمْ car mecruru اعْفُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اسْتَغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir.
لَهُمْ car mecruru اسْتَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. شَاوِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. فِي الْاَمْرِ car mecruru شَاوِرْ fiiline müteallıktır.
Emrin zahiri vücubiyet bildirir. اعْفُ [Affet] emrinin başındaki فَ harfi 'hemen' manasını ifade eder. Allahu Teâlâ Hz. Peygambere derhal affetmesini vacip kılmıştır. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin kemâline delalet eder. O, müslümanları affetmiş, peygamberine de onları derhal affetmesini vacip kılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
فَ atıf harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. عَزَمْتَ fiili cer mahallinde muzâfun ileyhtir.
عَزَمْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَوَكَّل sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru تَوَكَّلْ fiiline müteallıktır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. يُحِبُّ fiili إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْمُتَوَكِّل۪ينَ mef’ûlun bihtir. Nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. الْمُتَوَكِّل۪ينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
یُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ
فَ istînafiyedir. Ayetin ilk cümlesi mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dâhil olan مَا tekid ifade eden zaid harftir.
Ayette takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, لِنْتَ fiiline müteallıktır. Bu takdim, Peygamber’in onlara karşı yumuşak davranmasının tamamen Allah’ın rahmetinin eseri olduğunu ifade etmek içindir.
رَحْمَةٍ ‘deki tenvin tazim, teksir ve nev ifade eder. Tasavvur edilemeyecek bir özelliğe sahip demektir.
رَحْمَةٍ - لِنْتَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَبِمَا ’daki مَا , tekid ve Peygamberin onlara karşı yumuşak davranmasının tamamen Allah’ın rahmetinin eseri olduğunu ifade etmek içindir. Bu rahmet, Peygamber’e -içi pır pır etmesine rağmen- Allah’ın sebat vermesi ve onlara karşı yumuşak ve nazik davranmaya muvaffak kılmasıdır; kendisine muhalefet edip emrine karşı gelmelerine ve bozguna uğrayıp onu terketmelerine rağmen, onların katmerli kederlerini paylaşıp onlar adına gam çekmesidir. (Keşşâf)
وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ
Cümle vav ile لِنْتَ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesi كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Yine faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesi لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ , şartın cevabıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَظًّا - غَل۪يظَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
غَل۪يظَ - لِنْتَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ
فَ , mukadder şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir. Takdiri; إن أساؤوا (Kötülük yaparlarsa) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi فَاعْفُ عَنْهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupla gelen müteakip iki cümle şartın cevabına matuftur.
فِي الْاَمْرِۚ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü iş, hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
فَاعْفُ - اسْتَغْفِرْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ [Eğer katı] yani taş [kalpli, kaba] saba [biri olsaydın, etrafından dağılır giderlerdi] de, yanında bunlardan bir kişi bile kalmazdı. Seninle ilgili hususlarda فَاعْفُ عَنْهُمْ [onları affet] Allah hakkını ilgilendiren meselelerde de وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ [onlar için mağfiret dile] ki onlara şefkatin tam olsun. فِي الْاَمْرِۚ [Emirde] yani hakkında sana vahiy inmeyen savaş vb. hususlarda وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ [onlara danış;] böylece, hem onların görüşlerinden güç alırsın hem de onları hoşnut etmiş, itibar kazandırmış olursun. (Keşşâf)
فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ
Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle فَ ile makabline atfedilmiştir. Şart cümlesi عَزَمْتَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Allah Teâlânın mütekellim olduğu cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
تَوَكَّلْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
İstişare ederek, فَاِذَا عَزَمْتَ [kesin kararını verdiğin zaman da] işini en doğru, en yararlı bir şekilde yürütme hususunda [Allah’a güvenip dayan.] Çünkü senin için en yararlı olanı; ne sen bilirsin, ne de istişare ettiğin kimseler; bunu sadece Allah bilir. فَاِذَا عَزَمْتَ ’deki تَ (te) فإذَا عَزَمْتُ şeklinde merfû‘ olarak da okunmuştur ki buna göre mana şöyle olur: ‘’Senin için Ben bir şeyi kesinleştirip, seni ona yönelttiğimde bana güvenip dayan ve ondan sonra da kimseyle istişarede bulunma.’’ (Keşşâf)
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
Fasılla gelen bu son cümle ile önceki cümle arasında şibh-i kemâl-i ittisâl vardır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi muzari fiil olan cümle, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında ıtnâb, cinâs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
تَوَكَّلْ - الْمُتَوَكِّل۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayet-i kerimede عَلَى / (bana) yerine Allah ismi açıkça gelmiştir. Burada maksat emri pekiştirmektir. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de İtnâb Üslûbu)
Mekkî surelerde azap ve cezadan daha çok bahsedilir. Medenî surelerde ise “Allah sever” veya “sevmez” gibi ifadeler ağırlıklıdır. Önceleri insanlar üzerinde daha çok etkili olan korkutma idi. Sonra iman iyice yerleşince inanan kişilere yönelik ifadeler gelmiştir.
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ | eğer |
|
2 | يَنْصُرْكُمُ | size yardım ederse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | فَلَا | artık yoktur |
|
5 | غَالِبَ | yenecek |
|
6 | لَكُمْ | sizi |
|
7 | وَإِنْ | ve eğer |
|
8 | يَخْذُلْكُمْ | sizi yüz üstü bırakırsa |
|
9 | فَمَنْ | kimdir |
|
10 | ذَا |
|
|
11 | الَّذِي | kimse |
|
12 | يَنْصُرُكُمْ | size yardım edebilecek |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | بَعْدِهِ | O’ndan sonra |
|
15 | وَعَلَى |
|
|
16 | اللَّهِ | ve Allah’a |
|
17 | فَلْيَتَوَكَّلِ | dayansınlar |
|
18 | الْمُؤْمِنُونَ | Mü’minler |
|
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ
اِنْ şart harfidir ve iki muzari fiili cezmeder. يَنْصُرْ , meczum muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَكُمْ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. يَخْذُلْ fiili meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. ذَا işaret ismi sükun üzere mebnidir, haber olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ي müfret müzekker has ism-i mevsûl, ذَا ’nın bedeli olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَنْصُرُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَنْصُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru يَنْصُرُكُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلِ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن أراد المؤمنون النصر فليتوكّلوا على الله (Müminler zafer istiyorlarsa sadece Allah’a tevekkül etsinler) şeklindedir. لْ emir lam’ıdır. يَتَوَكَّلِ meczum muzari fiildir.
الْمُؤْمِنُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
يَتَوَكَّلِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ
Fasılla gelen ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi يَنْصُرْكُمُ faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celalin müsnedün ileyh olması, müminleri uyarmak ve emre itaate teşvik amacına matuftur.
Şartın cevabı فَ karînesiyle gelen لَا غَالِبَ لَكُمْۚ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. غَالِبَ , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. لَكُمْۚ ’un müteallakı olan haber لَا ise mahzuftur. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ifade eden cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ
Ayetin bu ikinci şart cümlesi وَ ’la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede يَخْذُلْكُمْ şart fiilidir. Müspet muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham üslubunda talebi inşaî isnad olan cevap cümlesinde soru ismi olan مَنْ mübteda, ism-i işaret olan ذَا haberdir.
Has ism-i mevsul الَّذ۪ي ise ذَا ‘dan bedeldir. Bedel dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Mevsûlün sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Cümlede fiilin muzari gelmesi tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tahkir ifade eder
Şartın cevap cümlesi istifham üslubunda gelmiştir. Fakat soru anlamı taşımayıp inkârî manaya geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ cümlesiyle وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَنْ ve مِنْ kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَخْذُلْكُمْ - يَنْصُرُكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَنْصُرُكُمْ - اِنْ - اللّٰهُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
[Size] Bedir Savaşı’nda yardım ettiği gibi yine [Allah yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur. Ama eğer] Uhud ’da yardımsız bıraktığı gibi, [sizi yardımsız bırakırsa, O’nun dışında size yardım edecek kimdir?] Bu emrin tamamen Allah'a ait olduğuna ve O'na güvenip dayanmak gerektiğine dikkat çekmektedir. Burada, müminler ilâhî yardım ve desteği, sayesinde hak edecekleri şeyleri yapmaya ve taate teşvik edilmekte; kendisi yüzünden cezalandırılıp, yardımdan mahrum kalacakları tutum ve davranışlardan ve isyandan sakındırılmaktadır. (Keşşâf)
وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
وَ atıftır. Takdiri; إن أراد المؤمنون النصر [müminler eğer yardım istiyorlarsa] olan mahzuf şartın cevabı فَ karînesiyle gelmiştir. Cevap, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ , amili olan فَلْيَتَوَكَّلِ fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Müminler Allah'tan başkasına tevekkül etmesinler sadece Allah'a tevekkül etsinler, anlamındadır.
Allah isminde tecrîd sanatı vardır.
Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin başındaki muhatap zamirinden bu cümlede gaib zamire dönülerek iltifat sanatı yapılmıştır.
[O halde, müminler] O’ndan başka yardım edecek biri olmadığını bildikleri ve O’na imanları bunu gerektirdiği için [sadece Allah’a güvenip dayansınlar,] işlerini O’na bıraksınlar. (Keşşâf)
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۜ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değildir |
|
2 | كَانَ | olur şey |
|
3 | لِنَبِيٍّ | bir peygamberin |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَغُلَّ | hiyanet etmesi |
|
6 | وَمَنْ | ve kim |
|
7 | يَغْلُلْ | hıyanet ederse |
|
8 | يَأْتِ | getirir |
|
9 | بِمَا | şeyi |
|
10 | غَلَّ | hıyanet ettiği |
|
11 | يَوْمَ | günü |
|
12 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
13 | ثُمَّ | sonra |
|
14 | تُوَفَّىٰ | tastamam verilir |
|
15 | كُلُّ | her |
|
16 | نَفْسٍ | kişiye |
|
17 | مَا | ne ki |
|
18 | كَسَبَتْ | kazandı |
|
19 | وَهُمْ | ve onlar |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يُظْلَمُونَ | hiçbir haksızlığa uğratılmazlar |
|
Okçular, merkezi terkedip ganimete koşmalarına sebep olarak, "Rasûlullah herkesin aldığı kendisinin olsun der de ganimetleri taksim etmez diye korktuk, nitekim Bedir'de taksim etmemişti." demişler, Rasûl-i Ekrem de:
"Demek ki ganimetleri size taksim etmeyeceğiz de hainlik yapacağız zannettiniz." buyurmuştu. Bu sebeple Peygamber'in şânını tenzih ve hainliğin Allah'ın gazabını çeken büyük bir günah olduğunu ve cezasız kalmayacağını açıklamak için şu âyetler inmiştir: . Gulûl = ", ganimet malından gizli bir şey aşırmak, emanete hiyanet etmektir ki, genelde devlet mallarında su-i istimal (kötüye kullanma) de bu türdendir. Rasûlullah, gulûl (hainliğ)i büyük günahlardan saymıştır ve bu konuda bir çok hadisi şerif vardır. Bu cümleden olarak: "Her kim üç şeyden uzak olarak ruhu cesedinden ayrılırsa cennete girer. Kibir, gurur, borç" "İpliği, iğneyi de eda ediniz (veriniz), çünkü kıyamet gününde âr (utanma), nâr (ateş) büyük ayıptır. " buyurulmuştur. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
Ğalle غلّ :
غَلَلٌ Bu kelime aslen bir şeyi zırh gibi giyinmek /kuşanmak ya da ona bir zırh gibi bürünmek ve onun ortasında olmaktır. Ağaçların arkasında akan suya da غَلَلٌ denmesi buradan gelir. Bu itibarla sözcüğü de özellikle kendisiyle bağlandığı ve böylece ortasına uzuvlarını yerleştirildiği demirden yapılmış kelepçe ya da halka türü şeylere verilen isimdir. غِلٌّ ve غُلُولٌ hıyaneti ve düşmanlığı zırh gibi giymek/ kuşanmak veya bürünmek demektir. Fiil olarak غَلَّ hıyanet etti; أغَلَّ hıyanet sahibi haline geldi manasında kullanılır. Maide/64 ayetinde geçen يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ şeklindeki ifadede yahudiler Allah-u Teala'yı cimrilikle zemmederek eli bağlanmış hükmündedir dediler. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri mağlul, mağlulen ve gıllıgış (kin ve dalavere) dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِنَبِيٍّ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismidir. يَغُلَّ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَغْلُلْ şart fiilidir. Meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
Şartın cevabı يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ’dir. يَأْتِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte يَأْتِ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ’dir.
غَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. يَوْمَ zaman zarfı, يَأْتِ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تُوَفّٰى elif üzere mukadder damme ile meçhul mebni muzari fiildir. كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُظْلَمُونَ۟ haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ۟ meçhul olarak gelmiş muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olumsuz كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كَانَ , لِنَبِيٍّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi اَنْ ’in dâhil olduğu müspet muzari fiil cümlesi يَغُلَّۜ , masdar teviliyle كَانَ ’nin ismi konumundadır.
لِنَبِيٍّ ’deki tenvin tazim ifade eder.
ما كان ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir 3/79)
وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ikinci cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ mübteda, يَغْلُلْ şart fiilidir. Şartın cevabı olan يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi aynı zamanda mübtedanın haberidir.
يَأْتِ fiiline müteallık olan mecrur mahaldeki ism-i mevsûl مَا ’nın sılası غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَغْلُلْ - غَلَّ - يَغُلَّۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Farklı konumlardaki مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ [Kıyamet günü, zimmetine geçirdiği şeyle birlikte gelir,] yani zimmetine geçirdiği şeyin aynısını taşır halde gelir. Nitekim bir hadiste; “Kıyamet günü onu boynunda taşıyarak gelir” buyrulmuştur (Müslim “İmâre” 36). (Keşşâf)
ثُ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilen cümle, müspet muzari fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَفْسٍ ’deki tenvin kesret ifade eder..
Müşterek ism-i mevsûl مَا ‘ nın sılası كَسَبَتْ müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesine dâhil olan وَ , hal veya istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedin menfi muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Ceza verilirken aralarında “…hiç haksızlık edilmeden” adaletli davranılır; herkesin alacağı karşılık işlediği amele denk olur. (Keşşâf)اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنِ | hiç olur mu? |
|
2 | اتَّبَعَ | uyan |
|
3 | رِضْوَانَ | rızasına |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | كَمَنْ | kimse gibi |
|
6 | بَاءَ | uğrayan |
|
7 | بِسَخَطٍ | hışmına |
|
8 | مِنَ |
|
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | وَمَأْوَاهُ | ve yeri |
|
11 | جَهَنَّمُ | cehennem (olan) |
|
12 | وَبِئْسَ | ne kötü |
|
13 | الْمَصِيرُ | sonuçtur orası |
|
“Allah’ın rızâsını elde eden Allah’ın gazabına uğrayan gibi olur mu hiç” sorusu bir önceki âyette geçen, “Sonra, herkese kazanmış olduğunun karşılığı kendileri haksızlığa uğratılmaksızın tastamam ödenir” meâlindeki cümlenin açıklaması mahiyetindedir. Yani “Allah’ın emir ve yasaklarına uyan, doğruluğu ve dürüstlüğü sayesinde Allah’ın rızâsını kazanmış olanla emir ve yasak dinlemeyen, devlet ve millet malını zimmetine geçirdiği için Allah’ın gazabına uğrayan kimse hiç eşit olur mu?” denilmektedir. Elbette Allah’ın rızâsını kazanan cennette her türlü güzel nimetlere kavuşurken, diğeri cehenneme gönderilecektir. 162. âyetin son cümlesi buranın ne kadar kötü bir yer olduğunu vurgulamaktadır. 163. âyet de bu iki grubun Allah katındaki derecelerinin farklı olduğunu, âhirette farklı muamele göreceklerini ifade buyurmaktadır. Bu farkın dünya hayatında beşerî ilişkilere, istihdamda ehliyet ve önceliğe yansıması da tabiidir. Bununla birlikte âyette söz konusu edilen derece farklılığının Allah’ın rızâsını kazananlarla ilgili olma ihtimali de vardır. Bu takdirde Allah’ın rızâsını kazananların da eşit olmadıklarına, onların da Allah katındaki derecelerinin amellerine göre değişeceğine işaret edilmiş demektir.
(Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)
اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. رِضْوَانَ mef’ûlun bihtir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası بَٓاءَ بِسَخَطٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
بَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِسَخَطٍ car mecruru بَٓاءَ fiiline veya بَٓاءَ fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; ملتبسا بسخط şeklindedir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru سَخَطٍ mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَأْوٰيهُ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haberdir.
وَ istinâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَص۪يرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جهنّم şeklindedir.
Dönüş manasındaki الْمَص۪يرُ kelimesi mimli masdardır.
Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ كَمَنْ بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan ayette فَ istînâfiyyedir. Mahzufa atıf için geldiği de söylenmiştir.
Mübteda olan müşterek ism-i mevsulün sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اتَّبَعَ fiili iftiâl babında gelerek Allah’ın rızasına tâbi olmanın birden bire değil, aşama aşama gerçekleştiğine işaret etmiştir.
Az sözle çok anlam ifade etmesi için gelen رِضْوَانَ اللّٰهِ izafetinde رِضْوَانَ , lafza-i celâle muzâf olmaktan ötürü şan ve şeref kazanmıştır.
Teşbih harfi كَ sebebiyle mecrur mahalde bulunan ikinci ism-i mevsûl مَنْ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Dolayısıyla ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sıla cümlesi بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tezayüfle makabline atfedilen وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ , mübteda ve haberden müteşekkil olup sübut ifade eder. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi tahkir içindir.
اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللّٰهِ cümlesi ile بَٓاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللّٰهِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
رِضْوَانَ - بِسَخَطٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; عذاب النار ’dır. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.
هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. دَرَجَاتٌ haberdir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; ذوو درجات (Dereceler sahibidirler) şeklindedir.
عِنْدَ mekân zarfı, دَرَجَاتٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ haberdir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte بَص۪يرٌ kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ۟ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ۟ muzari fiildir. نَ۟ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.هُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ اللّٰهِۜ
Müstenefe olan cümle fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. عِنْدَ اللّٰهِۜ izafeti عِنْدَ ‘nin şanı içindir.
دَرَجَاتٌ ifadesinde istiare vardır. Çünkü insan derece değildir. Bununla anlatılmak istenen, onların Allah katında farklı derecelere sahip olduklarıdır. Nitekim müminin derecesi yüksek, kâfirin derecesi de düşüktür. (Şerif er-Radi / Kur’an Mecazları)
هُمْ دَرَجَاتٌ cümlesinde muzâf hazfedilmiştir. Yani, "Onlar farklı derecelere sahiptirler" demektir. Müminin derecesi yüksek; kâfirin derecesi alçaktır.
[Onlar derecelerdir] manasında sebebe isnad yapılmıştır. Veya “Onlar için, Allah katında dereceler vardır" şeklindedir. Amellerinin farklı oluşu onları, zatları bakımından da farklı kılmıştır. Bu mecazî ifade, hakiki ifadeden daha beliğdir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’ân)
وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
وَ ’la gelen وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟ cümlesi de müstenefedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
[Yaptıklarınızı görür] ifadesi, lâzım-melzûm alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir.
مَا ism-i mevsûlünde tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi olan يَعْمَلُونَ۟ muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder.
[Allah yaptıklarını görür] tevcihtir. İyi kulların yaptığı hayırlı işleri görür, sevap verir. Şakî kulların yaptıklarını görür, cezasını verir. Allahu Teâlâ yapılan, yapılmayan herşeyi görür. Özellikle [Yaptıklarını görür] buyurulması tağlibtir. İnsanın hareketlerine dikkat etmesi gerektiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun ki |
|
2 | مَنَّ | lutufta bulundu |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | عَلَى | karşı |
|
5 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minlere |
|
6 | إِذْ |
|
|
7 | بَعَثَ | göndermekle |
|
8 | فِيهِمْ | kendilerine |
|
9 | رَسُولًا | bir elçi |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | أَنْفُسِهِمْ | kendi içlerinden |
|
12 | يَتْلُو | okuyan |
|
13 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
14 | ايَاتِهِ | (Allah’ın) ayetlerini |
|
15 | وَيُزَكِّيهِمْ | ve kendilerini yücelten |
|
16 | وَيُعَلِّمُهُمُ | ve kendilerine öğreten |
|
17 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
18 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
19 | وَإِنْ |
|
|
20 | كَانُوا | bulunuyorlarken |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | قَبْلُ | daha önce |
|
23 | لَفِي | içinde |
|
24 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
25 | مُبِينٍ | açık |
|
"Andolsun ki Allah, müminlere, kendilerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur." Bu, ne büyük bir ilâhî lütuftur. Bütün insanlık âlemine bir hidayet tarihi açan ve âlemlere halis ilâhî rahmet olan böyle yüksek şanlı bir Peygamber'in ümmeti olan ve özellikle sohbet ve arkadaşlık şerefiyle şereflenmiş bulunan müminlere ne mutlu! Öyle bir Rasûl ki onlara vahyi anlatarak Allah'ın âyetlerini okur, ilâhî bilgilere ulaştırır ve bakış güçlerini terbiye eder. Onları ıslah ve tasfiye eder de amelî kuvvetlerini, ahlâklarını tamamlatır (kemale erdirir), onlara kitabı ve hikmeti öğreterek Allah'a adamaya yükseltir. Kitap, şeriatin zahir durumlarına, hikmet de onun güzelliklerine ve Allah bilgilerine, sırlarına, hedeflerine ve faydalarına işarettir. Halbuki bundan önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ
لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. مَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru مَنَّ fiiline müteallıktır.
الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
اِذْ zaman zarfı, مَنَّ fiiline müteallıktır. بَعَثَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَعَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪يهِمْ car mecruru بَعَثَ fiiline müteallıktır. رَسُولًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ اَنْفُسِهِمْ car mecruru رَسُولًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ cümlesi رَسُولًا ’in hali olarak mahallen mansubtur veya sıfatıdır.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline müteallıktır. يَتْلُوا mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. اٰيَاتِه۪ kelimesi يَتْلُوا fiilinin mef’ûludur.
Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesredir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُزَكّ۪يهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir. يُزَكّ۪يهِمْ mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ cümlesi atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir.
يُعَلِّمُ fiili merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْكِتَابَ ise ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْحِكْمَةَ kelimesi الْكِتَابَ kelimesine matuftur.
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
وَ haliyyedir. اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. قَبْلُ kelimesinin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
كَانَ ’nin haberine dâhil olan لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كَانُوا ‘ nun mahzuf haberine müteallıktır.
مُب۪ينٍ ise ضَلَالٍ sıfatıdır.
اِنْ كَانُوا ‘daki اِنْ harfi, اِنَّ ‘ nin şeddesiz halidir. لَف۪ي ‘deki لَ ise bu şeddesiz اِنْ’in olumsuzluk edatı olmadığını ifade etmek içindir. Yani, halbuki daha önce mutlak bir sapıklık içindeydiler demektir. (Keşşâf)
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْ اَنْفُسِهِمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır. Ayette kasem cümlesinin mahzuf oluşundan dolayı îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş …لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, kasemin cevabıdır. Müspet fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle اللّٰهُ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ cümlesi, مَنَّ fiiline müteallık zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
رَسُولًا ’deki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olduğu için ayetler şan ve şeref kazanmıştır.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ
Arka arkaya gelen ve tezayüfle birbirlerine atfedilen üç sıfat cümlesi de müspet muzari fiil sayfasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat cümleleri dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
Kitap kelimesi Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.
يَتْلُوا - يُزَكّ۪يهِمْ - يُعَلِّمُهُمُ fiillerinin muzari sıygayla gelmesi tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder. Bu fiillerin tef'il babında gelişi ise fiillerdeki çokluğa işaret eder.
يَتْلُوا - الْكِتَابَ , اللّٰهُ - رَسُولً - الْمُؤْمِن۪ينَ ve الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَۚ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ [Onlara ayetleri okur] buyruğundan sonra, وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ [kitabı öğretir]in tekrar zikredilmesi, kitabın okunmasının yeterli olmadığını bildiren tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır.
وَيُزَكّ۪يهِمْ istiare-i tebeiyyedir. Cahiliye inançları kire, necasete benzetilmiştir. Efendimiz'in öğrettikleri onları bu pisliklerden arındırmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
وَ ‘la gelen cümle, يُعَلِّمُهُمُ ‘daki nasb zamirin halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنْ , amel etmeyen muhaffefe اِنَّ ’dir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.
كَانُوا , لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin başına gelen lam-ı farika ve اِنْ olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
مِنْ قَبْلُ ‘nun muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre, mahzuftan ivazdır.
لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمَّا | için mi? |
|
2 | أَصَابَتْكُمْ | size geldiği |
|
3 | مُصِيبَةٌ | bir bela |
|
4 | قَدْ | doğrusu |
|
5 | أَصَبْتُمْ | onların başlarına getirdiğiniz halde |
|
6 | مِثْلَيْهَا | onun iki katını |
|
7 | قُلْتُمْ | dediniz |
|
8 | أَنَّىٰ | nereden (başımıza geldi) |
|
9 | هَٰذَا | bu |
|
10 | قُلْ | de ki |
|
11 | هُوَ | O (bela) |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | عِنْدِ | -dendir |
|
14 | أَنْفُسِكُمْ | kendiniz- |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | عَلَىٰ | üzerine |
|
18 | كُلِّ | her |
|
19 | شَيْءٍ | şey |
|
20 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
Müslümanlar Uhud’da Hz. Peygamber’in önderliğinde ve Allah yolunda savaştıkları için galibiyete kesin gözüyle bakıyorlardı. Hz. Peygamber de onlara, sabrettikleri ve yanlış davranışlardan sakındıkları takdirde, Allah’ın yardım vaadini bildirmişti. Fakat durum beklediklerinin tersine oldu. İslâm’ı ve müslümanları yok etmek için Mekke’den gelmiş olan müşrikler karşısında içlerine sindiremeyecekleri ağır bir yenilgiye uğradılar ve “Bu nereden başımıza geldi?” diyerek yenilginin sebebini sormaya başladılar. Âyetin “De ki: O, kendinizdendir” meâlindeki bölümü bu soruya cevap vermektedir. Bununla âdeta şöyle denmiş oluyordu: Yenilginin sebebi sizsiniz.
Bu felâket Allah’ın sabır ve takvâ tavsiyelerine aykırı hareket etmenizden, okçularınızın Hz. Peygamber’in ve kumandanlarının emirlerini dinlemeyip nöbet yerini terkederek ganimet toplamaya koşmalarından dolayı başınıza gelmiştir. İşte felâketin asıl sebebi budur. Yoksa bazılarının zannettiği gibi Allah vaadinden dönmüş değildir, O vaadini yerine getirmiş ve düşmana karşı size yardım etmiştir. Nitekim savaşın başında düşmanı bozguna uğratmıştınız. Ama sabırsızlık gösterdiniz ve başınıza felâketin gelmesine sebep oldunuz. Bununla birlikte Allah zafere ulaştırmaya da yenilgiye uğratmaya da kadirdir. Dileseydi bu şartlarda bile size zafer nasip ederdi. Ancak bu onun tabii kanunlarına aykırı olurdu. Ayrıca müminlerin de bir daha böyle bir hataya düşmemeleri için ders almaları gerekiyordu. Nitekim öyle de oldu.
Âyette aynı zamanda, bu savaşla öncekinin sonuçları hatırlatılarak müminler olaylara tek açıdan bakmayıp karşılaştırmalı düşünmeye ve sağlıklı bir muhakeme yapmaya çağırılmaktadır. Şöyle ki: Müslümanlar Bedir Savaşı’nda sayıca müşriklerden çok az oldukları halde onlara büyük kayıplar verdirmişlerdi; Uhud Savaşı’nda da kendilerinden kat kat fazla bir orduyla karşılaşmışlar, ama bu güç dengesi içinde düşünüldüğünde onlarınkinden çok daha az sayılabilecek kayıp verince “Bu nereden başımıza geldi?” demeye başlamışlardı. Âyetin “düşmanınıza iki mislini verdirdiğiniz kayıp” anlamına gelen ifadesi genellikle şöyle açıklanmıştır: Müslümanlar Uhud Savaşı’nda yetmiş dolayında şehit vermişlerdi (Buhârî, “Megåzî”, 26). Bedir Savaşı’nda ise müşriklerden yetmiş kişiyi öldürmüşler, bir o kadar da esir almışlardı Buhârî, “Megåzî”, 10); yani Uhud’da kendilerinin verdikleri zayiatın iki katını Bedir’de düşmanlarına verdirmişlerdi. (Kur’ân Yolu,Diyanet Tefsiri)
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ
Hemze istifham harfidir. وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Şart fiili اَصَابَتْكُمْ cer mahallinde muzâfun ileyhtir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُص۪يبَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
قَدْ اَصَبْتُمْ cümlesi مُص۪يبَةٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur. قَدْ tahkik harfidir. اَصَبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِثْلَيْهَا mef’ûlun bihtir. Müsenna olduğu için ى ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahalllen mecrurdur.
Şartın cevabı قُلْتُمْ ’dur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اَنّٰى هٰذَا ’dir. قُلْتُمْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اَنّٰى istifham harfidir. Mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Yani; من أين هذا demektir. İşaret ismi هٰذَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ [Bir musibet kendi başınıza gelince mi?] ifadesiyle Allah Teâlâ, Uhud ’da Müslümanlardan yetmiş kişinin şehit edilmesi musibetini kastetmektedir ki Bedir günü, 70 ölü ve 70 esirle onları قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَا [iki misline uğratmıştınız.]. Ayetteki لَمَّٓا kelimesi قُلْتُمْ ile mansubdur. اَصَابَتْكُمْ lafzı ise لَمَّٓا ’ya muzâf ileyh olup mahallen mecrurdur. Buna göre cümle “başınıza gelince mi … dediniz?” şeklinde takdir edilir. اَنّٰى هٰذَا ise kavlin makulü, yani söyledikleri söz olup mansubdur. اَوَلَمَّٓا ’daki hemze de itirafa zorlama ve serzenişte bulunma anlamındadır. Buradaki وَ kendisinden sonraki cümleyi neye atfetmektedir? dersen, şöyle derim: Daha önce Uhud Savaşı’ndan bahseden ayette geçen وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ cümlesine atfetmektedir. Mahzuf bir cümleye de atfetmiş olabilir, yani bir nevi “şöyle yapıp daha sonra da اَنّٰى هٰذَا yani “Nereden çıktı bu?” mu diyorsunuz!?” denilmektedir. (Keşşâf)
قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ عِنْدِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.
اَنْفُسِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurudur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafzı اِنَّ ‘nin ismidir. قَدِ۪يرٌ ise haberidir. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir.
İbnu’s -Serrâc, el-Fârisî, İbn Cinnî ve İbn Mâlik gibi bir çok nahivciye göre لَمَّٓا , zarf, yani isimdir. Sîbeveyhi ise zarf değil harf olduğunu iddia eder.
Âl-i İmrân: 165 ayetinde اَوَلَمَّٓا ‘ daki وَ ’ın nereye atıf yaptığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır:
I. Sîbeveyhi ve Cumhur’a göre: Kendisinden sonra gelen kısmı, hemen öncesine atf etmektedir. Yukarıda da geçtiği gibi hemzeden sonra gelen tüm atıf harfleri için görüşleri aynıdır.
II. Zemaħşerî ise vâv’ın 152. Ayetteki وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ cümlesine atıf yaptığı görüşündedir. Ancak bu uzak bir ihtimal gibi görünüyor. Zira ikisi arasında tamı tamına on üç ayet mevcuttur. Zemaħşerî ayrıca, atfın كَذَا اَفْعَلْتُمْ gibi takdir edilebilecek mahzuf bir cümleye de olabileceğini söylemiştir. (Mustafa Kayapınar, Belâğatta Talebî İnşâ (Dilek Bildiren Anlatımlar))
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ
Hemze istifham harfi, وَ atıf, لَمَّٓا şart ifade eden zaman zarfıdır. Cümle inkârî istifham üslubunda ibtidaî kelamdır.
قُلْتُمْ fiiline müteallık olan لَمَّٓا ’nın muzâfun ileyhi aynı zamanda şart olan اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مُص۪يبَةٌ , قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ için sıfattır. Tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Sıfat cümleleri manayı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavl اَنّٰى هٰذَاۜ ise istifham üslubunda taleb-i inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede, takdim-tehir sanatı vardır.
اَنّٰى mukaddem haber, هٰذَاۜ muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi tahkir ifade eder.
اَنّٰى هٰذَاۜ [Bu nereden?] sorusu, taaccüpten doğan tecâhül-ü âriftir, istifham-ı inkârîdir. Bu soru hoş görmemek anlamındadır, 'Olmamalıydı' demektir. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an)
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette mütekellim zamirine iltifat yapılmıştır.
اَصَابَتْكُمْ - مُص۪يبَةٌ , قُلْتُمْ - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelam olan terkip, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamında değildir. Gerçekte, inkâr ve kınama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ [Bir musibet kendi başınıza gelince mi?] ifadesiyle Allah Teâlâ, Uhud ’da Müslümanlardan yetmiş kişinin şehit edilmesi musibetini kastetmektedir. Ayetteki لَمَّٓا kelimesi قُلْتُمْ ile mansubdur. اَصَابَتْكُمْ lafzı ise لَمَّٓا ’ya muzâf olup mahallen mecrurdur. Buna göre cümle “başınıza gelince mi … dediniz?” şeklinde mukadderdir.
اَنّٰى هٰذَاۜ ise kavlin mekulü, yani söyledikleri söz olup, mahallen mansubdur. اَوَلَمَّٓا ‘daki hemze de itirafa zorlama ve serzenişte bulunma anlamındadır.
قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mef’ûlü olan هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ mekulü’l-kavl cümlesinde haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ , mahzuf habere müteallıktır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ [kendi yüzünüzden] buyrulmuştur. Yani Medine’nin dışına çıkmayı tercih ettiğiniz için veya bulunmanız gereken mahalli terkettiğiniz için başınıza gelen musibetin sebebi asıl sizsiniz. (Keşşâf)
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ , isim cümlesi olmak ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O herşeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur.
شَيْءٍ ’deki tenvin tazim, kesret ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ ise maksûrdur
Müsnedün ileyh, tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi önceki ibare için tezyîl ifade eder. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bir mahallede, bir deli yaşarmış. Deli dediklerine bakma, bir çok kişiden daha akıllıymış. Her gün sokağın ortasında oturur, şarkılar söylermiş. Her birinin içine özlü sözler saklar, dinleyenleri düşündürürmüş. Herkes ihtiyacı olanı alır, yarasına merhem niyetiyle sürermiş. Baktım bir sabah, mahalleli yine etrafında toplanmış. Ben de katıldım, sanki kalbim bu şarkıyı daha önce de dinlemiş.
“Hayat, bir şarkı misali. Kalp kırmaya değer mi? Çok yakın bitiş çizgisi. Kalbini üzmeye değer mi? Derler ki affetmek saflıktır. Asıl saflık o yükü peşinde dolaştırmaktır. Devamlı hatırlayarak, kendine daha çok eziyet etmektir. Derler ki affetmek yapılanı kabul etmektir. Aslında yapılanın açtığı yaralardan arınmaktır. Hırsa bürünmüş kalbine, nefes aldırmaktır.
Hayat bir rüya misali. Uyanacaksın, her şey geride kalmış. Elinde hayal meyal hatırladığın anı kırıntıları. Anlayacaksın, ahirete taşımak istediklerin çok başkaymış. Affetmeyi küçümseyen, insan evladı. Yarın, hangi yüzünle af dileyeceksindir? Kendini af olunmaya layık sanan, akıllı. Rabbinin merhameti karşısında, değerin kaçtır? Huzura vardığın gün, yalnız ibadetlerinin karşılığını isteyecek cesarete sahip misin? Yoksa sende mi hepimiz gibi O’nun rahmetine muhtaçsın?
Hayat bir nefis terbiyesi. Başkasına gelince, karışma. Kimsenin yerine affedemezsin. Kendine gelince, affet. Kalbinin selameti için. Kendi özgürlüğün için. Affetmekten korkma. Görülmesi gereken her hesap, zaten O’nun katında görülecektir. Hiçbir hak sahipsiz ve karşılıksız kalmayacaktır. Affetmek, dünyadaki yükünden kurtulup, hüznünü Rabbe arzetmek ve Rahman’ın adaletine güvenmektir. “
Rabbim! Kalplerimizi yumuşat. Affetmesini bilenlerden. Yalnız kendisi için değil, başkaları için de af dileyenlerden. Ve affına layık kullarından olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji