3 Haziran 2024
Âl-i İmrân Sûresi 166-173 (71. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 166. Ayet

وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ  ...


166-167. Ayetler Meal  :   
İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara (münafıklara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de onlar, “Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve şey
2 أَصَابَكُمْ sizin başınıza gelen ص و ب
3 يَوْمَ gün ي و م
4 الْتَقَى karşılaştığı ل ق ي
5 الْجَمْعَانِ iki topluluğun ج م ع
6 فَبِإِذْنِ ancak izniyledir ا ذ ن
7 اللَّهِ Allah’ın
8 وَلِيَعْلَمَ ve bilmesi içindir ع ل م
9 الْمُؤْمِنِينَ inananları ا م ن

وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَصَابَكُمْ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  يَوْمَ  zaman zarfı,  اَصَابَ  fiiline müteallıktır.

الْتَقَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  الجمعان  failidir. Müsenna olduğu için elif ile merfûdur.

فَ  zaiddir.  بِاِذْنِ اللّٰهِ  car mecruru  mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri;  هو  şeklindedir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  بِاِذْنِ اللّٰهِ  veya mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri;  فعل ذلك ليعلم  (Bilsin diye şunu yaptı.) şeklindedir.

يَعْلَمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi  أمن  fiilidir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَمَٓا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin başında yer alan müşterek ism-i  mevsûl  مَٓا, mübteda olarak mahallen merfudur.

Sıla cümlesi  اَصَابَكُمْ يَوْمَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الْتَقَى الْجَمْعَانِ  fiil cümlesi, zaman zarfı  يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olarak cer mahallindedir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi konuya dikkat çekmek içindir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

فَبِاِذْنِ اللّٰهِ  ibaresinde  فَ  zaiddir. Faide-i haber talebî kelam olan cümlede car mecrurun müteallakı olan haber, mahzuftur. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  

بِاِذْنِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  اِذْنِ  şan ve şeref kazanmıştır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ, masdar tevilindeki lam-ı ta’lil sebebiyle mahzuf fiile müteallıktır. 

Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdir edilen  فعل  fiiliyle birlikte cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ  [İki grubun karşılaştığı gün] ifadesi Uhud’dan kinayedir.

لِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ  [Müminleri bilmesi içindir.] sözünde mecazî isnad vardır. Allah her şeyi zaten bilmektedir. Burada bilmesi gerekenler insanların kendisidir. Çünkü orada herkesin imanı ortaya çıkmıştır.

وَمَٓا اَصَابَكُمْ [Başınıza gelen musibet] yani Uhud Savaşı’nda sizin topluluğunuzla müşrikler topluluğu karşılaştığı gün başınıza gelen musibet, [Allah’ın izni] yani serbest bırakmasıyla [ileydi.] Burada serbest bırakmadan istiare olarak  اِذْنِ  kelimesi kullanılmıştır. Çünkü Allah Müslümanları imtihan etmek için müşriklerin onlara zarar vermelerine mani olmamıştır. Zira izin veren, izin verdiği kişiyi yapmak istediği şeyi yapmakta serbest bırakmaktadır. [Allah] bu yaptıklarını [müminle münafık birbirinden ayrılsın] ve birinin imanı, diğerinin de nifakı ortaya çıksın [diye yapmaktadır.] (Keşşâf)

Bu cümle, “Allah'ın izni ile olmuştur.” cümlesi üzerine atıf olup müsebbebin sebebe atfı kabilindendir. Burada bilmek, temyiz etmek ve insanlar arasında açıklamaktır. (Ebüssuûd)

Bazı tefsirciler bu izni, irade ile; bazıları da tahliye ile tefsir etmişlerdir ki maksat, bu iznin rıza demek olmadığını da anlatmaktır.  (Elmalılı, Âşûr)

ليعلم, ortaya çıkmak anlamında kinayedir. (Âşûr)


Âl-i İmrân Sûresi 167. Ayet

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِيَعْلَمَ ve bilmesi içindir ع ل م
2 الَّذِينَ kimseleri
3 نَافَقُوا iki yüzlülük edenleri ن ف ق
4 وَقِيلَ dendiği halde ق و ل
5 لَهُمْ onlara
6 تَعَالَوْا gelin ع ل و
7 قَاتِلُوا savaşın ق ت ل
8 فِي
9 سَبِيلِ yolunda س ب ل
10 اللَّهِ Allah
11 أَوِ ya da
12 ادْفَعُوا savunun د ف ع
13 قَالُوا dediler ق و ل
14 لَوْ eğer
15 نَعْلَمُ bilseydik ع ل م
16 قِتَالًا savaş (olacağını) ق ت ل
17 لَاتَّبَعْنَاكُمْ sizinle gelirdik ت ب ع
18 هُمْ onlar
19 لِلْكُفْرِ küfre ك ف ر
20 يَوْمَئِذٍ o gün
21 أَقْرَبُ yakın idiler ق ر ب
22 مِنْهُمْ ondan
23 لِلْإِيمَانِ imandan (çok) ا م ن
24 يَقُولُونَ söylüyorlar ق و ل
25 بِأَفْوَاهِهِمْ ağızlarıyla ف و ه
26 مَا
27 لَيْسَ olmayanı ل ي س
28 فِي içinde
29 قُلُوبِهِمْ kalblerinin ق ل ب
30 وَاللَّهُ halbuki Allah
31 أَعْلَمُ çok iyi bilmektedir ع ل م
32 بِمَا şeyi
33 يَكْتُمُونَ içlerinde sakladıkları ك ت م

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ


وَ  atıf harfidir.  لِ  harfi,  يَعْلَمَ  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte önceki masdar-ı müevvele müteallıktır. 

يَعْلَمَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansuptur. İsm-i mevsûlun sılası  نَافَقُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

نَافَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نَافَقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  نفق ‘dır. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peş peşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ


وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  ق۪يلَ  meçhul mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l kavli,  تَعَالَوْا’dir.  تَعَالَوْا fiili, ق۪يلَ  fiilinin naibu faili olarak mahallen merfûdur.

تَعَالَوْا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَاتِلُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  قَاتِلُوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَوِ  atıf harfidir.  ادْفَعُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.        

 

قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ


Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.   لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

نَعْلَمُ  şart fiilidir. Merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  قِتَالًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Şartın cevabı  لَاتَّبَعْنَاكُمْ ’dur.  لَ  harfi, şartın cevabının başına gelen vakıadır.

اتَّبَعْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.


 هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لِلْكُفْرِ  car mecruru  اَقْرَبُ ’ye müteallıktır.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  اَقْرَبُ’ye müteallıktır. Muzafun ileyh olan  ئِذٍ  kelimesinin sonundaki tenvin ise mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.  اَقْرَبُ  haberdir.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَقْرَبُ ‘ye müteallıktır.  لِلْا۪يمَانِ  car mecruru  aynı şekilde  اَقْرَبُ ‘ye müteallıktır.                 

         

  يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ


Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاَفْوَاهِهِمْ  car mecruru  يَقُولُونَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

ف۪ي قُلُوبِ  car mecruru  لَیۡسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.                

    

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ


İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haberdir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَكْتُمُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَكْتُمُونَ  fiili,  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ 


Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki  وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ’ye matuftur. Masdar tevilindeki lam-ı ta’lil ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır.

Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.Takdir edilen  فعل  fiiliyle birlikte cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

Münafıkların, ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir amacına matuftur. 

وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ  cümlesiyle  وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Burada  علِم fiilinin ikinci kez tekrar edilmesi müminleri teşrif, onları münafıkların kapsamına dâhil olmaktan tenzih ve ilm-i ilâhînin iki fırkaya taallûk cihetinden farklı olduğunu bildirmek içindir. “O gün size isabet eden musibet, imanda sebat edenleri ve nifak gösterenleri birbirlerinden ayırmak için idi.”demektir. (Ebüssuûd)


 وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ


Müstenefe cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. 

قيل  fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Fasılla gelen … قَاتِلُوا  ve  اَوِ  atıf harfi ile makabline atfedilen  ادْفَعُواۜ  cümleleri de aynı üslupta inşâî isnadırlar.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde  lafza-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

قَاتِلُوا - ادْفَعُواۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تَعَالَوْا قَاتِلُوا  ayetinde aralarında atıf harfi olmadan peş peşe gelmiş iki emir fiil vardır. Bunun nedeni de kastedilen şeyin tek bir tane olmasıdır, o da savaştır.  تعالوا  emri, ardından gelen emre hazırlık, savaşa teşvik etmek, istek ve arzuyu oluşturmak amacıyla getirilmiştir. İkinci emir olan  قاتلوا  ifadesi onlardan savaşmaları isteğinin dile getirmektedir. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı (Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)


قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ


Fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekulü’l-kavl, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَعْلَمُ قِتَالًا  , şart cümlesidir.

Lam-ı vakıanın dâhil olduğu, aynı üslupla gelen  لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

[Savaşı bilseydik size tabi olurduk.] sözü kizbî haberdir. 


 هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ 


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede  هم mübteda,  اقرب  haberdir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif  sanatları vardır. 

Car mecrur  لِلْكُفْرِ  ve zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ, amili olan  اَقْرَبُ’ya takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ  izafetinde muzâfun ileyh olan  إذٍ’in muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki tenvin muzâfun ileyh olan cümleden ivazdır. Cümlenin takdiri şöyledir: هم للكفر يوم إذ قالوا لو نعلم قتالا لاتبعناكم أقرب منهم للإيمان (Savaşmayı bilseydik size tabi olurduk dedikleri gün onlar imandan çok küfre yakındırlar.)

لِلْكُفْرِ - لِلْا۪يمَانِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

[İmandan çok küfre daha yakındırlar.] sözünde istiare vardır.

Onlar, bu sözleri söyledikleri gün imandan daha çok küfre yakın idiler. Zira bundan önce onlar imanlarını izhar ediyorlardı ve onların küfürlerini bildiren bir emare, kendilerinde görülmemişti. Fakat onlar Müslüman askerlerinden ayrılıp o sözleri sarfedince haklarında beslenen zandan, imandan uzaklaştılar ve küfre yaklaşmış oldular.

Bir görüşe göre o gün onlar iman ehlinden daha çok küfür ehline yardıma daha yakın idiler. Çünkü Müslümanlardan ayrılarak mevcudu azaltmaları, müşrikleri takviye oldu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

قرب,  küfrü açığa çıkarmak anlamında mecazdır. (Âşûr) 


 يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ


Fasılla gelen müstenefe cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesi olduğu da söylenmiştir.

Tevcih ihtiva eden, müşterek ism-i mevsûl  يَقُولُونَ  ,مَا  fiilinin mef’ûlü olup mahallen mansubtur. Sılası,  لَيْسَ’nin dâhil olduğu faide-i haber ibtidai kelam olan menfi isim cümlesidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ ’in amili olan  لَيْسَ’nin haberi mahzuftur.

ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ  ibaresinde  istiare vardır. Bilindiği gibi  ف۪ي  harfinde zarfiye manası vardır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. 

Söz zaten ağızla söylendiği için  بِاَفْوَاهِهِمْ  kelimesinin zikri, imanlarının gerçek olmadığını vurgulamak için yapılmış ıtnâb sanatıdır.

ق۪يلَ -  يَقُولُونَ - قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Ağızlarıyla söylüyorlar] yani onların imanları ağızlarından ve harflerin mahreçlerinden öteye gitmez; kalpleri ondan habersizdir. Burada kalple birlikte ağzın da zikredilmesi, onların nifaklarını tasvir etmekte ve imanlarının, müminlerin iman konusunda kalplerinin ağızları ile uyumlu olmasının aksine ağızda mevcut ama kalpte yok olduğunu ifade etmektedir. (Keşşâf) 

Ayet, faide-i haber olarak gelmiştir. Allah, münafıkların kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylediklerine ilişkin olarak ayetin muhatabı Hz. Peygamber ve sahabeyi bilgilendirme gereği duymuştur. Çünkü münafıkların söylediği sözler ağızlarından başka bir yere gitmiyordu, sadece ağızlarında ve harflerin çıktığı yerde kalıyordu. Kalplerinde bu sözlere ait bir şey yoktu. Ağızlarla kalpleri birlikte zikretmesinin sebebi de onların münafıklığını tasvir etmek içindir. Böylece münafıkların söylediklerine ilişkin olarak Hz. Peygamber ve sahabe bilgi sahibi yapılmıştır. Ayet dikkatle incelendiğinde hiçbir tekid ifadesinin olmadığı, buna da gerek duyulmadığı görülmektedir.  (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı (Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)

Bu sözden maksat, ya bazen dillerinde bazen de kalplerinde oluşan kelamın kendisidir. Buna göre ispat ve nefyedilen sözlerin yerleri değişik ise de kendileri aynıdır. Ya da yalnız ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. Bu takdirde nefyedilen, sözlerin menşei ağızdır, söylenen söz de ondan ayrı değildir. Bu takdirde sözün menşei olan ağzın söz olarak ifade edilmesi, aralarındaki sıkı bağlılıktan dolayıdır. Bunun anlamı şudur: “Onlar öyle batıl sözler sarf etmişlerdir ki o sözlerin kalplerinde yeri yoktur. Nitekim onlar bu sözleriyle kalplerinde asla mevcut olmayan iki şeyi izhar ettiler:

1- Savaşmayı bilmediklerini,

2- Savaşmayı bilmiş olsalardı o takdirde Müslümanların peşlerinden gideceklerini.

Oysa onlar her iki halde de apaçık yalan söylüyorlardı. Çünkü onlar, savaşmayı biliyorlardı ve Müslümanların peşlerinden gitmeye de niyetleri yoktu.

Hayır, onlar Müslümanlara yardım etmemekte kararlı ve irtidad etmeye azimli idiler.” (Ebüssuûd)


 وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ


Ayetin  وَ ’la gelen son  cümlesi müstenefedir. Hal olduğu da söylenen, mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ [Gizlediklerini bilir] ifadesi, bilmekle kalmaz karşılığını da verir anlamında lâzım-melzûm alakasıyla, mecaz-ı mürseldir.

Yine [gizlediklerini bilir] ifadesinin mefhumu muhalifi “Allah’ın bilmediği hiç bir şey yoktur. Yani gizlediklerini bilir ama açığa vurduklarını da bilir.” manasıdır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا’da tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesi olan  يَكْتُمُونَۚ  muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

نَعْلَمُ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onların gizlediklerini Allah çok iyi bilir!] Allah, onların nifaklarını ve beraberce işledikleri “müminleri kötüleme, onları cahil bulma, fikirlerini yanlışlama, onların başına gelenlere sevinme” vb. durumlarını daha iyi bilir. Yani “Siz onların bir kısmını bazı emarelerle kısaca bilirsiniz. Ben ise bütün tafsilatı ve her yönüyle tam bir ihata ile bilirim!” (Keşşâf)

“Allah en iyi bilendir.” buyurulmak suretiyle bilme fiilinde tafdîl kipi kullanılmıştır. Çünkü o münafıkların, müminleri zemmetmeleri, görüşlerini yanlış saymaları, başlarına musibetler gelmesine sevinmeleri gibi nifak hükümlerinden gizledikleri şeyleri müminler de icmâl olarak biliyorlardı. Bunların tafsilat ve keyfiyetlerinin bilgisi ise ilm-i ilâhîde mevcuttur. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 168. Ayet

اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


(Onlar), kendileri oturup kaldıkları hâlde kardeşleri için, “Eğer bize uysalardı, öldürülmezlerdi” diyen kimselerdir. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz kendinizden ölümü savın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimselere
2 قَالُوا diyen(lere) ق و ل
3 لِإِخْوَانِهِمْ kardeşleri için ا خ و
4 وَقَعَدُوا (Savaştan geri kalıp) oturarak ق ع د
5 لَوْ eğer
6 أَطَاعُونَا bizim sözümüzü tutsalardı ط و ع
7 مَا
8 قُتِلُوا öldürülmezlerdi ق ت ل
9 قُلْ de ki ق و ل
10 فَادْرَءُوا haydi savın د ر ا
11 عَنْ
12 أَنْفُسِكُمُ kendinizden ن ف س
13 الْمَوْتَ ölümü م و ت
14 إِنْ eğer
15 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
16 صَادِقِينَ doğrulardan ص د ق

Quud قُعُود kelimesi, Oturmak anlamındadır. Bir işte tembellik gösteren kişiye de قَاعِدٌ adı verilmiştir. قَاعِدَة sözcüğü ise ay halinden ve evlilikten eli eteği çekilmiş kadın demektir. Bunun çoğulu da قَوَاعِدٌ kelimesidir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kaide, makad, kâde/kuud(namazda), tekâüd, mütekâid ve Zilkâdedir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

Derece: Aynı düzlemde uzanıp gitmek değil de yükselmek dikkate alındığında menzileye دَرَجَة denir. دَرْجٌ kitap ve elbiseyi dürmektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri derece, tedrici, istidrac ve dercetmektir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ


İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri  هم  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  لِاِخْوَانِ  car mecruru  قَالُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  قَعَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُوا ’dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  اَطَاعُونَا  şart fiilidir. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim  zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.   

Şartın cevabı  مَا قُتِلُوا ’dir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  قُتِلُوا  damme üzere meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.              

    

 قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir. Mekulü’l-kavli, mukadder şart cümlesidir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri;  إن كنتم صادقين في دعواكم فادرؤوا  (Eğer davanızda sadıksanız kendinizden savın) şeklindedir.

ادْرَؤُ۫ا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَنْ اَنْفُسِ  car mecruru  ادْرَؤُ۫ا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

صَادِق۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ un haberidir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.

صَادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.


اَلَّذ۪ينَ قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ وَقَعَدُوا لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ


Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istînafiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, takdiri  هم  olan mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur.

Mevsûlün sılası  قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَقَعَدُوا  cümlesi, قَالُوا  fiilinin failinden haldir veya sıla cümlesine matuftur.

Müsnedin ismi mevsûlle gelmesi açık ismin zikrinin kerih görülmesi ve haberle ilgili açıklama sebebiyledir. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  لَوْ اَطَاعُونَا مَا قُتِلُواۜ  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır.  اَطَاعُونَا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi 

مَا قُتِلُواۜ  ise menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette geçen  قَعَدُ [oturmak] fiili savaşa katılmamaktan kinayedir.

اَلَّذ۪ين  ism-i mevsûlünün cümle içindeki mahalli hakkında farklı tefsirler vardır: 

  • Bir önceki ayette geçen  الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ  dan bedel olarak mensubtur. 
  •  بِمَا يَكْتُمُونَۚ’deki fail zamirinden bedel olarak merfûdur. 
  • Mahzuf mübtedanın haberi olarak merfûdur. Takdiri;  هم الذين “Onlar şöyle şöyle olanlardır.” şeklindedir. Zem yerinde olarak zemme delalet eden mahzuf bir fiille mensubtur. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an) (Keşşşâf)

[Kardeşleri için dediler]  قَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ  cümlesindeki kardeşlik; nesep, aynı memleketten olma, peygambere düşman olma ya da putlara ibadet etme hususunda müşterek olma manasındadır. İstiare-i vefakiyedir. İnanç yakınlığı, kan bağına benzetilmiştir. Kardeşler birbirlerini düşünür, arar sorar, sever, ilgilenir. Münafıklar da nerde olsalar birbirlerini bulur, kırk kat yabancı bile olsalar İslam aleyhine bir mevzu olunca hemen birleşir, öz kardeş gibi birbirlerine destek olurlar.َ [ve oturdular]  وَقَعَدُوا  istiare-i tahakkümiyedir. Oturmak, yorgunluğun, ayakta duramamanın tezahürüdür. Oturan kişi, işi olmayan, herhangi bir acelesi olmayıp dinlenen kişidir. Münafıkların savaştan geri kalması hantal, hasta, kendini kaldıramayan kişinin oturup kalmasına benzetilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

 

 قُلْ فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

İstînâfiyye olan cümle fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

فَادْرَؤُ۫ا عَنْ اَنْفُسِكُمُ الْمَوْتَ  cümlesine dâhil olan  فَ , takdiri  إن كنتم صادقين في دعواكم  [eğer davanızda haklıysanız] olan, mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. 

Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan terkip  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavlidir. 

Müstenefe olan  اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  cümlesi de şart üslubunda, talebî inşaî isnaddır.

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ي  cümlesi,  كان ’nin dâhil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş şarttır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu, gereksiz sözden kaçınmak için yapılan îcâz-ı hazif sanatıdır. 

[Ölümü kendinizden savın] emri, aciz bırakmak ve istihza kastıyla söylenmiş olduğu için cümle vaz edildiği anlamın dışında mana kazanmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

قُتِلُواۜ - الْمَوْتَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  قُلْ - قَالُوا  kelimeleri arasında  ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Kardeşleri hakkında] yani Uhud’da öldürülen münafık kardeşleri veya nesep ve komşu kardeşleri hakkında savaşa gitmeyip [evlerinde oturdular] ve kardeşlerimiz [sözümüzü dinleyip] savaşa katılmayarak [bize muvafakat etselerdi], bizim gibi onlar da [öldürülmeyeceklerdi] dediler. [De ki: Doğru söylüyorsanız, kendinizden ölümü kaldırın] yani eğer öldürülmekten kurtulmanın bir yolunu bulduysanız -ki bu, size göre savaşa katılmamaktır- o halde ölümden kurtulmanın da bir yolunu bulun. Yani savaşa katılmamak suretiyle öldürülmekten kurtulmanız, sizi bütünüyle ölümden kurtarmaz. Çünkü ölümün sebeplerinden sadece biri olan öldürülmekten kurtarsanız bile hayatın çeşitli noktalarına yayılmış diğer sebeplerinden kurtulamazsınız; mutlaka onlardan biri gelip sizi bulur.

[Kendinizden ölümü kaldırın.] ifadesi onlarla alay etmektir. Yani eğer ölümün sebeplerini kendinizden uzaklaştıracak kadar yiğitseniz, onun bütün sebeplerini kaldırın da ölmeyin bari! (Keşşâf)

Sizin öldürülmemeniz, bunun Allah tarafından yazılmamış olması sebebine bağlıdır; yoksa sizin iddia ettiğiniz gibi hakkınızda ölüm yazılmış olduğu halde evlerinizde oturmakla ölümü önlediğiniz için değil. Zira böyle olması imkânsızdır. Hatta bazen savaşa katılmak kurtuluş sebebi, evde oturmak ise ölüm sebebi olmaktadır.

Rivayet olunur ki münafıklar bunu söyledikleri gün kendilerinden eceliyle yetmiş kişi öldü.

Bir görüşe göre de eğer sizi dinleyip de evlerinde kalsalardı, savaşta öldürüldükleri gibi bu defa evlerinde öldürüleceklerdi, demektir.

Bu görüşe göre “Haydi kendinize gelen ölümü def edin!” cümlesi, onlarla istihza mahiyetindedir. Yani eğer siz gerçekten ölüm sebeplerini önleyen insanlar iseniz, o zaman iddianıza göre bu özel sebebi kaldırdığınız gibi ölümün bütün sebeplerini ortadan kaldırın ki hiç ölmeyesiniz. (Ebüssuûd)

درأ  fiili Kur'an'da 5 kere geçmiştir. İki yandan birine meyletmek, savunmak, kovmak manaları vardır. (Ra’d Suresi, 22; Nûr Suresi, 8; Bakara Suresi, 72; Âl-i İmran Suresi, 168; Kasas Suresi, 54)


Âl-i İmrân Sûresi 169. Ayet

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ  ...


169-170. Ayetler Meal  :   
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تَحْسَبَنَّ sanma ح س ب
3 الَّذِينَ kimseleri
4 قُتِلُوا öldürülenleri ق ت ل
5 فِي
6 سَبِيلِ yolunda س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 أَمْوَاتًا ölüler م و ت
9 بَلْ bilakis
10 أَحْيَاءٌ (onlar) diridirler ح ي ي
11 عِنْدَ katında ع ن د
12 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
13 يُرْزَقُونَ rızıklanmaktadırlar ر ز ق

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  ن, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fail müstetir olup takdiri  أنت’dir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  قُتِلُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

قُتِلُوا  damme üzere mebni meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  قُتِلُوا  fiiline müteallıktır.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَمْوَاتًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَا تَحْسَبَنَّ  [Sakın saymayasın] hitabı Peygambere (s.a.) veya herkesedir. (Keşşâf)            

       

 بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ


بَلْ  idrâb ve atıf harfidir.  اَحْيَٓاءٌ  kelimesi mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri  هم (onlar) şeklindedir.

عِنْدَ  mekân zarfı,  اَحْيَٓاءٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُرْزَقُونَ  fiili, mahzuf mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. Meçhul mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

عِنْدَ [Katında] kelimesi, Allah'tan onlara ikram ve tazimi ifade eden bir yakınlıkla yakın olma manasındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتاًۜ


وَ  istînâfiyye, لَا  nahiyedir. Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mef’ûl konumundaki mevsûlün sılası  قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَمْوَاتًاۜ ’deki tenvin tazim ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Ayetteki [Sakın saymayasın] hitabı Hz. Peygambere veya herkesedir. 

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  şeref kazanmıştır.

سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir. 

فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ  ibaresinde  فِی  harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi  فِی  harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

وَلَا تَحْسَبَنَّ  ifadesi akıbet bildirme anlamında olup cihad edenlerin sonunun ölüm olmayıp hayat olduğu ifade edilmiştir. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa (Bakara Suresi Örneği)) 

Bu ayet, Bedir ve Uhud şehitleri hakkında nazil olmuştur. Çünkü bu ayet nazil olduğunda, bu iki meşhur günde öldürülenlerin dışında başka bir şehit yok idi. Münafıklar da Müslümanlardan bu iki günde öldürülenler gibi öldürülmesinler diye mücahitleri cihaddan uzaklaştırmak, nefret ettirmek istiyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ, Müslümanları bu iki günde cihad edip öldürülen kimselere benzemeye, onlar gibi olmaya davet etsin diye bu iki günde öldürülenlerin fazilet ve mertebelerini beyan etmiştir. Sözün özü şudur: Cihadı terk eden kimse dünya nimetlerine bazen ulaşır bazen de ulaşamaz. Ulaştığının farz edilmesi halinde bile bu dünya nimetleri önemsiz ve geçicidir. Savaşa yönelen kimseler ise kesinlikle ahiret nimetlerine nail olur. Bu nimet büyük bir nimettir. Büyüklüğünün yanında da devamlı ve ebedîdir. Durum böyle olunca cihada katılmanın, onu bırakıp katılmamaktan daha efdal olduğu ortaya çıkmış olur. (Fahreddin er-Râzî)

Bundan önce ölümden sakınmak maksatıyla savaştan kaçmanın hiçbir fayda sağlamayacağı beyan edilmişti. Şimdi bu istînâfî cümlede, Allah yolunda ölmenin aslında sakınılacak bir şey olmadığı aksine insanların bu yolda yarışmaları gerektiği beyan, ediliyor.

Allah yolunda öldürülenlerden murad, Uhud şehitleridir ki bunlar yetmiş kişi idi. Hamza b. Abdülmuttalib, Mus’ab b. Umeyr, Osman b. Şıhab ve Abdullah b. Cahş olmak üzere dördü muhacirlerden, diğerleri de ensardan idi. Allah cümlesinden razı olsun!

Bu ayetteki hitap hem Resulullah hem de hitaba ehil herkes içindir. (Ebüssuûd)


بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ


İstînâfiyye olan cümlede  بَلْ  idrâb harfidir

İsim cümlesi olarak gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم  olan mübteda mahzuftur.  اَحْيَٓاءٌ  haberdir.

عِنْدَ رَبِّهِمْ’in amili olan müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidai kelam olan  يُرْزَقُونَۙ  ikinci haberdir.

Car mecrurun önemine binaen amiline takdimi, takdim-tehir sanatıdır.

Aslında rızıklanmaları değil, Rabblerinin katında olmaları bir şereftir. Takdim kasrı da düşünülebilir. Yani onlardan başka rızıklanan yoktur.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Yenilenen, hiç bitmeyen bir şekilde rızıklanırlar. Muzari fiil tecessüm özelliğiyle olayın zihinde daha kolay canlandırılmasını sağlar.

Failinin malum olduğu fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

عِنْدَ رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâf olan  عِنْدَ  ve muzâfun ileyh olan Allah yolunda savaşarak ölenlere ait  هِمْ  zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.

اَمْوَاتًاۜ -  اَحْيَٓاءٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat sadece matufu, îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. İdrâb edatıdır. Idrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. Sîbeveyh;  بَلْ , “sözdeki bir şeyi bırakıp başka bir şeyi almak içindir” diyerek bu edatın işlevini ifade etmiştir. er-Rummânî:  بَلْ  edatını “sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır” şeklinde tanımlamıştır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ [Rableri katında rızıklanırlar.] cümlesi, ibhamdan sonra izah ıtnâbıdır. Çünkü “diridirler” dedikten sonra, bunun nasıl olacağını açıklar. Ölümün en bariz özelliği yeme-içmenin bitmesidir. “Rızıklanırlar” buyurarak bunun gerçek bir hayat olduğunu bildirmiştir. Aynı zamanda tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

“Rableri katında” ifadesinden, Rabbe yakınlık kastedilmektedir. Terbiye ve kemâle erdirme anlamını ifade eden Rabb unvanının onların zamirine izafe edilerek zikredilmesi, onlara ziyadesiyle bir ikramdır. Yani onlar diridirler; cennette nimetlerle rızıklanırlar. Bu da onların diri olduklarını tekid ve hayatlarının hakikat olduğunu tespit etmektir.

İmam Vahıdî'ye göre şehitlerin hayatı hakkında Peygamberden (s.a.) nakledilen en sahih rivayet şöyledir: “Şehitlerin ruhları yeşil kuşlar misâli suretler içindedir; onlar rızıklanırlar, yerler ve nimetlenirler.”

Yine rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sizin kardeşleriniz Uhud’da şehit olunca Allah Teâlâ, onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu; onlar cennet ırmaklarında dolaşırlar.”

Başka bir rivayete göre de: “Onlar cennet ırmaklarından su içerler; cennet meyvelerinden yerler; cennette istedikleri yere uçarlar ve arşın gölgesinde asılı bulunan altından kandillere inip orada barınırlar.”  (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)


Âl-i İmrân Sûresi 170. Ayet

فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَرِحِينَ sevinirler ف ر ح
2 بِمَا şeylerden
3 اتَاهُمُ kendilerine verdikleri ا ت ي
4 اللَّهُ Allah’ın
5 مِنْ -ndan
6 فَضْلِهِ lutfu- ف ض ل
7 وَيَسْتَبْشِرُونَ ve müjdelemek isterler ب ش ر
8 بِالَّذِينَ kimselere
9 لَمْ
10 يَلْحَقُوا henüz yetişemeyen(lere) ل ح ق
11 بِهِمْ kendilerine
12 مِنْ
13 خَلْفِهِمْ arkalarından خ ل ف
14 أَلَّا
15 خَوْفٌ korku olmadığına خ و ف
16 عَلَيْهِمْ onlara
17 وَلَا
18 هُمْ onların
19 يَحْزَنُونَ üzüntüye uğramayacaklarına ح ز ن

   Fedale فضل :

  فَضْلٌ itidali aşan ziyade ve artıştır.

 Fazlalık iki kısma ayrılır: 1-  Övülen türden ziyade/artma. Örneğin ilim ve hilmin artması gibi.. 2- Yerilen türden ziyade/artma. Örneğin öfkenin gerekenin üzerinde artması gibi..

  Övülen hususlarda daha çok فَضْلٌ sözcüğü, yerilen hususlarda ise فُضُولٌ sözcüğü kullanılır.

  Ayrıca فَضْلٌ kelimesi iki şeyden birinin diğerine üstünlüğü ile alakalı kullanıldığında cins (hayvan cinsinin bitki cinsine üstünlüğü), nev' insanın kendi dışındaki canlılardan üstünlüğü) ve zât (bir adamın başka bir adama üstün olması) üstünlüğü olarak üç kısma ayrılır.

  Herhangi bir zorlama ve zorunluluk olmaksızın verilen her atiyyeye/bağışa da فَضْلٌ denir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 104 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Fâzıl, fazilet, fazla, fuzuli, efdal, fodul, Fâdıl, Fazilet, (Hılful)fudul'dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ 


فَرِح۪ينَ  önceki ayetteki  يُرْزَقُونَ  fiilinin failinin veya  اَحْيَٓاءٌ  kelimesinin hali olup mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.  فَرِح۪ينَ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  فَرِح۪ينَ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru  اٰتٰيهُمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

                

وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ


وَ  haliyyedir. Atıf olması da caizdir.  يَسْتَبْشِرُونَ  fiili mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri;  هم (onlar)  şeklindedir.

يَسْتَبْشِرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَسْتَبْشِرُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَلْحَقُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَلْحَقُوا  fiili, ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِهِمْ  car mecruru  يَلْحَقُوا  fiiline müteallıktır.

مِنْ خَلْفِ  car mecruru  يَلْحَقُوا  fiilindeki failinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  كائنين من خلفهم أو باقين من خلفهم  (Onların ardından baki olanlar.) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَبْشِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstifâl babındadır. Sülâsîsi بشر ’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.



اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ

 

اَلَّا  daki  أنّ  tekid ifade eden muhaffefe  أنْ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur.  خَوْفٌ عَلَيْهِمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَوْفٌ  mübtedadır.  عَلَيْهِمْ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

Veya  لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  خَوْفٌ  mübtedadır.  عَلَيْهِمْ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  خَوْفٌ  kelimesi لَا ’nın ismidir.   عَلَيْهِمْ car mecruru,  لَا’nın mahzuf haberine müteallıktır.

لَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir.  لَا  zaiddir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَحْزَنُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. Muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur.

Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ  [Onlar için hiçbir korku yoktur.] ifadesi,  الَّذ۪ينَ’den bedel olup “Geride bıraktıkları müminlerin hallerini yani onların kıyamet günü güven içinde diriltileceklerini anlayarak bunu kendilerine müjdeliyorlar.” anlamına gelmektedir. Yani bunu kendilerine Allah tebşîr etmiş; onlar da bununla sevinmiş; istibşâr etmişler; müjdelemek istemişlerdir. (Keşşâf)  

فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ

 


فَرِح۪ينَ, Allah katında rızıklananların halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Mecrur mahaldeki  مَٓا  ism-i mevsûlu başındaki harfi cerle birlikte  فَرِح۪ينَ’ye müteallıktır. Tevcîh anlamı ihtiva eder. Sılası olan  اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَضْلِه۪ۙ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ  cümlesinde  وَ  hal veya istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Takdiri  هم  olan mübtedanın haberi olarak gelen …يَسْتَبْشِرُونَ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mahzufla birlikte faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinin haberinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde olay kolayca göz önünde canlanır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sılası olan  لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَرِح۪ينَ - يَسْتَبْشِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Ruhların, bu ikinci bakımdan duydukları neşe ve sevinç, birincisinden duyduklarından daha ileri ve mükemmeldir. Binaenaleyh ayetteki ‘rızıklanırlar’ kelimesi birinci dereceye, ‘sevinerek’ kelimesi de ikinci dereceye işarettir. İşte Cenab-ı Hakk bundan dolayı ‘Allah’ın lütfu inayetinden kendilerine verdiği şeyler ile sevinerek…’ buyurmuştur. Yani onların bu sevinçleri rızık sebebi ile değil, rızkın kendilerine verilmesi sebebiyledir. Çünkü rızık ile meşgul olan kendisi ile meşgul olmuş olur. Fakat kendisine rızık verilmesine bakan kimse, rızkı veren ile meşgul olmuş olur. Hakkı, başka bir sebepten ötürü isteyen kimse Hak’tan mahrum olur.”  (Fahreddin er-Râzî)

İstibşâr, müjdeleme ile tahakkuk eden sürûr ve sevinç demektir. “İstifâl” babının aslı, fiili talep etmek ifade eder. Binaenaleyh müjde veren kimse sürûru talep edip de müjde ve beşaret ile onu bulan kimse demektir. (Fahreddin er-Râzî)


اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ

 


اَلَّا, nefy harfi  لَا  ve muhaffefe olan  أن ’den oluşmuştur. Şan zamirinin ve  عَلَيْهِمْ’in müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mübteda olan  خَوْفٌ ’un nekre gelmesi nev ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

Makabline tezayüfle atfedilmiş  وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim edilmiş müsnedün ileyhten önce nefy harfinin gelmesi tahsis ifade etmiştir. Ayrıca müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder.

Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

يَحْزَنُونَۢ - فَرِح۪ينَ  ve  يَسْتَبْشِرُونَ - يَحْزَنُونَۢ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab vardır.

اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ  [Onlara korku yoktur.] sözünden sonra üzülmeyeceklerinin söylenmesi tetmim ıtnâbıdır.

يَحْزَنُونَۢ - خَوْفٌ  ve  الَّذ۪ينَ - مَٓا  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

خَلْفِ  ile  خْوف  arasında bir harf farkı ile cinas-ı muzariye lahik vardır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ  [Onlar için hiçbir korku yoktur.] ifadesi, الَّذ۪ينَ’den bedel olup “geride bıraktıkları müminlerin hallerini yani onların kıyamet günü güven içinde diriltileceklerini anlayarak bunu kendilerine müjdeliyorlar.” anlamına gelmektedir. Yani bunu kendilerine Allah tebşîr etmiş; onlar da bununla sevinmiş; istibşâr etmişler; müjdelemek istemişlerdir.  Şehitlerin durumlarının ve kendilerinden sonraya kalanları müjdelediklerinin zikredilmesi, geride kalanları daha çok taat işlemeye ve daha ciddi cihad etmeye teşvik etmekte; şehitlik makamını ve şehitlerin elde ettiği mükâfatı onların da arzulamasını sağlamaya çalışmaktadır; kendisi bir güzelliğe nail olup da aynısını din kardeşleri için isteyen kişileri övmekte; müminlerin ahirette kurtuluşa ereceklerini müjdelemektedir. (Keşşâf,Ebüssuûd, Elmalılı,  Âşûr)

Korku, gelecekte vâki olabilecek bir kötülüğün beklenmesinden ötürü hissedilir. Hüzün ise geçmişte mevcut olan birtakım menfaatlerin elden kaçırılması sebebiyle hissedilir. Böylece Hakk Teâlâ, ilerde kıyametin hallerine dair gelecek şeyler hususunda onlar için bir korkunun söz konusu olmadığını ve dünya nimetlerinden kaçırıp elde edemedikleri şeyler hususunda da onlar için bir hüznün ve kederin söz konusu olmadığını beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)




Âl-i İmrân Sûresi 171. Ayet

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ ۟  ...


(Şehitler) Allah’ın nimetine, keremine ve Allah’ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْتَبْشِرُونَ müjdelerler (sevinirler) ب ش ر
2 بِنِعْمَةٍ ni’metini ن ع م
3 مِنَ
4 اللَّهِ Allah’ın
5 وَفَضْلٍ ve lutfunu ف ض ل
6 وَأَنَّ ve muhakkak
7 اللَّهَ Allah’ın
8 لَا
9 يُضِيعُ zayi etmeyeceğini ض ي ع
10 أَجْرَ ecrini ا ج ر
11 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlerin ا م ن

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ

 


Fiil cümlesidir.  يَسْتَبْشِرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı  fail olup mahallen merfûdur.

بِنِعْمَةٍ  car mecruru  يَسْتَبْشِرُونَ  fiiline müteallıktır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  نِعْمَةٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَضْلٍ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  نِعْمَةٍ’e matuftur.      


وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  نِعْمَةٍ’e matuftur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.

لَا يُض۪يعُ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُض۪يعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

اَجْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

يُض۪يعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  ضيع dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette  يَسْتَبْشِرُونَ  fiilinin tekrarı tekid içindir. Şehitlerin mükâfatlarının mükemmelliğini bildirmek için gelen tetmîm ıtnâbıdır.

Kelamda kastedilen manadan başkasını çağrıştırmayacak bir fazlalığın mübalağa veya benzeri bir nükteden dolayı getirilmesine “tetmîm” denir. (Ar. Gör. Ömer KaRa, Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bedel veya tekid olan cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِنِعْمَةٍ  ve  فَضْلٍۙ  kelimelerinin nekre gelişi tazim, nev ve kesret ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

وَ ’la  بِنِعْمَةٍ ’e atfedilen  اَنَّ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkaî kelamdır. tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بِنِعْمَةٍ - فَضْلٍۙ  - اَجْرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. 

Bir önceki ayette geçen istibşar (sevinç duymak) fiilinin burada da tekrar edilmesi, bunun sadece korku ve üzüntünün olmama sevinci değil bunun yanı sıra bir de değer ve miktarı ölçülemeyecek kadar büyük nimetlerin yani amellerin sevabının da sevinci olduğunu beyan etmek içindir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî.)

Ayet, onların, kardeşlerinin mutluluğundan duydukları sevincin, kendi saadetlerinden duydukları sevinçten daha mükemmel ve fazla olduğuna delalet eder. Çünkü ilk önce zikredilen sevinç, kardeşlerinin durumlarından dolayı hissolunan sevinçtir. Bu da insanın, kardeşlerinin ve kendisine bağlı olanlarının durumlarının iyi olmasından dolayı duyacağı sevincin, kendi durumlarının iyi olmasından ötürü hissedeceği ferahlık ve sevinçten daha mükemmel ve tam olması gerektiğine dair Allah Teâlâ tarafından dikkat çekmedir. (Fahreddin er-Râzî)

اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ۟  izafeti, muzâf ve muzâfun ileyhin şanını bildirir. “Allah onların veya şehitlerin ecrini zayi etmez.” buyurulmayıp [Müminlerin ecrini zayi etmez.] denmesi, idmâc yoluyla şehit olmasa da tüm müminlerin ecir alacağını gösterir. Allah Teâlâ'nın amele karşılık vermesi, “zayi etmez” fiiliyle istiare edilmiştir. Mümin çalışıp karşılığında ücret alan biri gibidir. Allah Teâlâ da adil-i mutlak olarak onun karşılığını verecek, yaptıklarını mükafatsız bırakıp boşa çıkarmayacaktır. Mefhumu muhalifi ile; kâfirlerin yaptıkları boşa çıkar, zayi olup gider, demektir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Allah’ın müminlere olan mükâfatını asla zayi etmeyeceği, ibaresinin başındaki اَنَّ edatı إِنَّ olarak da okunmuştur. Buna göre anlam “Allah, müminlerin ecrini (mükâfatını) asla zayi etmez.” şeklinde olur. Bu takdirde istînafî ve arızî bir cümle olarak iman etmemiş insanların amellerinin mükâfatı olmayacağı zımnen belirtilmiş bulunur.

Bu ayetler, pek açık olarak cihadı, şehitliği, taat ve ibadetleri artırmak için büyük bir teşvik ve müminler için felah müjdesidir. (Ebüssuûd)




Âl-i İmrân Sûresi 172. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظ۪يمٌۚ  ...


Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ O(mü’mi)nler ki
2 اسْتَجَابُوا çağrısına uydular ج و ب
3 لِلَّهِ Allah’ın
4 وَالرَّسُولِ ve Elçinin ر س ل
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra bile ب ع د
7 مَا ne ki
8 أَصَابَهُمُ isabet etti ص و ب
9 الْقَرْحُ bir yara ق ر ح
10 لِلَّذِينَ onlar için vardır
11 أَحْسَنُوا güzel davrananlar ح س ن
12 مِنْهُمْ onlardan
13 وَاتَّقَوْا ve korunanlar için و ق ي
14 أَجْرٌ bir ecir ا ج ر
15 عَظِيمٌ pek büyük ع ظ م

Hele o müminler ki, "Onlar, kendilerine yara dokunduktan sonra da Allah ve peygamberinin davetine uydular. Hele onlardan iyilik edenlere ve Allah'tan korkanlara büyük bir mükafat vardır." Bu âyet de Uhud'un arkası sıra Hamra-i Esed Gazvesi hakkında inmiştir. 

Rivayet olunuyor ki, Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan çekilip Revha denilen yere vardıklarında pişman olmuşlar: "Çoğunu öldürdük, azı kalmıştı, neye bıraktık geldik, herhalde dönmeli ve köklerini kesmeliyiz." diyerek, dönüp müslümanlara tekrar hücum etmek istemişlerdi. Hazreti Peygamber de bunu derhal haber almış ve onları yıldırmak, kendinin ve ashabının kuvvetini göstermek için, Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere ashabını teşvik etmiş ve: "Bugün bizimle beraber ancak dünkü günümüzde hazır bulunanlar çıksın." buyurmuş idi. Şu halde Peygamber'le beraber bir cemaat hareket ettiler ki, yetmiş kişi oldukları söylenmiştir. 

Medine'den sekiz mil mesafede bulunan Hamra-i Esed isimli yere kadar vardılar. Ashab yaralı idiler, çok zahmet çekiyorlardı, sevaplarını kaçırmamak için katlanıyorlardı. İçlerinde öyle yaralılar vardı ki sırayla birbirlerini sırtlarında taşıyorlardı. Biraz birisi yükleniyor, biraz sonra binen inip altındakini yükleniyordu. Yine içlerinde saatlerce birbirlerine dayanarak gidenler bulunuyordu ki, hep bunlar yaraların ıztırabından idi. Fakat Cenab-ı Allah müşriklerin kalblerine korku koydu da kaçtılar, gittiler. İşte bu âyet, bu hal içinde Rasûlullah'ın davetine katılan bu müminler hakkındadır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri;  هم (onlar) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَجَابُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اسْتَجَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru  اسْتَجَابُوا  fiiline müteallıktır.

الرَّسُولِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اسْتَجَابُوا  fiiline müteallıktır.  مَٓا  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir.  اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْقَرْحُ  fail olup lafzen merfûdur.

اسْتَجَابُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsî fiili  جوب’dir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

اسْتَجَابُوا fiili sahabenin bu icabeti istekle ve gayretle yaptıklarını ifade eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا  ifadesi ya mübtedadır ve  لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا  onun haberidir veya daha önce geçen  الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesinin sıfatıdır ya da medih ifade eden bir cümle olarak mansubdur. (Keşşâf)

         

 لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظ۪يمٌۚ

 

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ismi mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَحْسَنُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اَحْسَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَحْسَنُوا  fiilindeki failin mahzuf haline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  اتَّقَوْا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir.  اَجْرٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌ  ise  اَجْرٌ ’un sıfatıdır.

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ’daki  مِنْ  harfi; tıpkı  وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا [Allah iman edip salih ameller işleyenlere, yani bunlara mağfiret va’detmektedir.] (Fetih Suresi, 29)]’ daki  مِنْ  gibi tebyîn içindir; zira bu  مِنْ ’in tebîz için olması mümkün değildir. Çünkü bu ayette Allah ve Resulünün çağrısına uyanların bir kısmı değil, tamamı ihsan ve takva üzere olan kimselerdi; dolayısıyla ihsan üzere hareket edenlerin onların bir kısmı olduğu söylenemez. (Keşşâf) 


اَلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ

 

Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم  olan mübteda mahzuftur.

اَلَّذ۪ينَ ’nin mübteda, arkadan gelen  لِلَّذ۪ينَ ’nin haber olması da caizdir.

Haber olarak ref mahallindeki ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası, müspet mazi fiil sıygasındaki …اسْتَجَابُوا لِلّٰهِ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle ifade edilmesi bahsi geçen kişilerin tanındığını belirtmesi yanında o kişilerin tazimini ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır. 

لِلّٰهِ - الرَّسُولِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Muzafun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası  اَصَابَهُمُ الْقَرْحُۜۛ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yara manasındaki قرح kelimesi Kur’an’da hepsi de bu surede olmak üzere 3 kere geçmiştir. 140. ayette iki kere geçmiştir. Yara kelimesi bu sıkıntının geçici olduğuna işarettir.

اسْتَجَابُوا fiili استفعال  babı dolayısıyla sahabenin bu kabulu istek ve gayretle yaptıklarını ifade eder.

 

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ وَاتَّقَوْا اَجْرٌ عَظ۪يمٌۚ

 

Beyanî istînâf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemali ittisâldir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لِلَّذ۪ينَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَجْرٌ  muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki   وَاتَّقَوْا  cümlesi tezayüfle mâkabline matuftur. 

اَجْرٌ ,عَظ۪يمٌۚ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı, ism-i mevsûllerde ise tevcih sanatı vardır. 

اَحْسَنُوا - اتَّقَوْا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müsnedün ileyh  اَجْرٌ’un nekre gelmesi tazim, nev ve kıllet ifade eder. 

Kelimedeki tenvin, azlık ifade eder. Çünkü Allah tarafındandır. O’nun tarafından olan az birşey aslında çok büyüktür. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا مِنْهُمْ’daki  مِنْ  harfi  tebyîn içindir; zira bu  مِنْ ’in tebîz için olması mümkün değildir. Çünkü bu ayette Allah ve Resulünün çağrısına uyanların bir kısmı değil, tamamı ihsan ve takva üzere olan kimselerdi; dolayısıyla ihsan üzere hareket edenlerin onların bir kısmı olduğu söylenemez. (Keşşâf)

İyilik ve takva vasıflarını bir arada zikretmekten maksat, takyit (mükâfatı bu kayda bağlamak) değil, fakat o müminleri methetmek ve bu mükâfatın illet ve sebebini bildirmektir. Çünkü Allah Teâlâ’nın ve Resulünün çağrısına uyanların tamamı iyilik ehli ve takva sahipleridir. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 173. Ayet

اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ  ...


Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 قَالَ deyince ق و ل
3 لَهُمُ kendilerine
4 النَّاسُ halk ن و س
5 إِنَّ elbette
6 النَّاسَ (Düşman) İnsanlar ن و س
7 قَدْ muhakkak
8 جَمَعُوا (ordu) toplamışlar ج م ع
9 لَكُمْ size karşı
10 فَاخْشَوْهُمْ onlardan korkun خ ش ي
11 فَزَادَهُمْ (bu söz) onların artırdı ز ي د
12 إِيمَانًا imanını ا م ن
13 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
14 حَسْبُنَا bize yeter ح س ب
15 اللَّهُ Allah
16 وَنِعْمَ ve ne güzel ن ع م
17 الْوَكِيلُ vekildir و ك ل

Riyazus Salihin, 77 Nolu Hadis

Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” sözünü, ateşe atıldığında İbrahim aleyhisselâm söylemiştir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bu sözü “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çaresine bakınız!” dediklerinde söylemiştir. Nitekim bu haber müslümanların imanını arttırmıştı ve onlar hep birlikte “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” demişlerdi.

Buhârî’nin Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan naklettiği bir başka rivayette Abdullah şöyle demiştir:

“Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselâm’ın son sözü:

“Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” demek olmuştur.

Buhârî, Tefsîrû sûre (3), 13

اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ


Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ, mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Takdiri;  أمدح  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  قَالَ لَهُمُ النَّاسُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَلَّذ۪ينَ  ile murad edilenler, Allah ve Rasulüne icabet edenlerdir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

لَهُمُ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır.  النَّاسُ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  النَّاسَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.  قَدْ جَمَعُوا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَمَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  جَمَعُوا  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  اخْشَوْهُمْ  fiili,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

فَ  atıf harfidir.  زَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ا۪يمَانًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 


وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ


Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  حَسْبُنَا اللّٰهُ ‘dur. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahalllen mansubtur.  حَسْبُنَا  mübtedadır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   اللّٰهُ  lafza-i celâli, haberdir. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  عون الله  şeklindedir.

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  نِعْمَ  camid fiil olup medih fiillerindendir.  الْوَك۪يلُ  kelimesi  نِعْمَ ’nin failidir.  نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  الله  şeklindedir.

Bu cümle, müminin korkuya sebep olan etkenlerden kurtulmasının mümkün olduğunu göstermektedir. Mümin, “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.” sözüyle korkunun hakkından gelebilir.

Vekil, “kefil, kafi (yeten)” anlamındadır. Veya “Vekîl”, fa’il vezninde olup ism-i mef'ûl manasındadır. Buna göre buradaki “vekil, “mevkûlun ileyh (kendisi vekil kılınmış olan)” manasındadır. Kâfi ve kefîl olana, “vekîl” denilmesi caizdir. Çünkü kâfi olan da kefil olan da işe vekil kılınmış olur. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ ا۪يمَاناًۗ


Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَلَّذ۪ينَ, takdiri   أمدح  olan fiilin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir. Sılası  قَالَ لَهُمُ النَّاسُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ  fiil cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.  

اِنَّ ’nin haberi  قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ, müsbet mazi fiil cümlesi formunda gelerek hudus ve hükmü takviye ifade etmiştir.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  فَاخْشَوْهُمْ  cümlesi  فَ  ile  قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Burada inşâ cümlesinin haber cümlesine, sebebiyyet ilişkisi nedeniyle atfedilmesine cevaz verilmiştir. (Mahmut Sâfî) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًاۗ  cümlesi, قَالَ fiilinin mekulü’l-kavline  فَ  ile atfedilmiştir. 

ا۪يمَانًاۗ ’deki tenvin tazim ifade eder.

النَّاس  kelimesinin tekrarında reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَلَّذ۪ينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ  [İnsanlar onlara dediler] cümlesindeki “İnsanlar”dan kasıt münafıklardır. Umum söylenmiş, husus kastedilmiştir.  اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ  [İnsanlar sizin için toplandı.] ifadesindeki insanlar'dan murad, Ebu Süfyan, ordusu ve komutanlarıdır. Burada da umum söylenmiş, husus kastedilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an-Keşşâf)

فَزَادَهُمْ ا۪يمَانًاۗ  [Onların imanını arttırmış.] ifadesindeki gizli zamir, söylenen söz olan  قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ  [Adamlar sizin için kuvvet toplamış, onlardan korkun!] ifadesine racidir. Sanki “Onlar bu sözü söylediler ve o da onların imanını arttırdı.” denilmiştir. Ya da o zamir  قَالُوا  kelimesinin masdarına racidir. (Keşşâf)


وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ


Ayetin son cümlesi makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Veciz ifade yollarından biri olan izafetle gelmiş  حَسْبُنَا  haber mukaddem, lafza-i celâl muahhar mübtedadır. 

وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ  cümlesine dâhil olan  وَ  istînâfiyye veya haliyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Camid fiil  نِعْمَ ’nin faili  الْوَك۪يلُ ‘dir.  

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan  نِعْمَ’nin mahsusu, mahzuftur. Cümlenin takdiri; نعم اللّٰهُ الْوَك۪يلُ (Allah ne güzel vekildir.) şeklindedir.  

قَالُوا -  قَالَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

“Vekîl”, fe’îl vezninde olup ism-i mef’ûl manasındadır. Buna göre buradaki “vekil”, “mevkûlun ileyh (kendisi vekil kılınmış olan)” manasınadır. Kâfi ve kefîl olana, “vekîl” denilmesi caizdir. Çünkü kâfi olan da işe vekil kılınmış olur; kefil olan da... (Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

Eğer “Nuaym veya onun sözleri Müslümanların imanını nasıl arttırmıştır?” dersen, şöyle derim: Müslümanlar, ne zaman ki onun sözlerini dinlemeyip niyetlerine sarılarak cihad etmede kararlılık gösterdiler ve İslam’a bağlılık gösterdiler, işte bu onların yakînlerini arttırdı, inançlarını güçlendirdi. Tıpkı yakînin, delillerin birbirine eklenmesiyle artması gibi. (Keşşâf) 

Bu ayet-i kerime imanın ziyadeleşmesinin delilidir. İmanın ülfet, tefekkür ve hüccetlerin yardımıyla ziyadeleştiğinde şüphe yoktur. (Ebüssuûd)

Bu ziyadeleşmeyi kuvvetlenme diye tanımlayabiliriz. Yoksa iman edilecek şeyler bellidir. Bunlarda artma-eksilme söz konusu olmaz. 

Rivayet olunur ki Ebu Süfyan b. Sahr b. Harb b. Ümeyye, Uhud’dan askerleriyle Mekke’ye dönerken Revha denilen yere geldiklerinde kısmi bir zafer kazanmış iken savaştan çekildiklerine pişman oldular ve tekrar savaş için geri dönmek istediler. Bu haber Resulullah’a ulaşınca Resulullah kendisinin ve ashabının kuvvetlerinin yerinde olduğunu göstermek ve onları yıldırmak istedi. Ashabını Ebu Süfyan’ı takip için teşvik etti: “Dün savaşta bizimle beraber olanlardan başka hiç kimse bu gün bizimle beraber çıkmasın!” diye kesin emir verdi.

Peygamberimiz (s.a.) bir cemaatle yola çıktı ve Hamrau’l Esed denilen yere kadar gitti. Burası Medine’den sekiz mil uzakta idi. Peygamber ile giden ashabdan yaralı olanlar bu ecirden mahrum kalmamak için kendilerini çok zorlamışlardı. Müşrikler, Peygamberin (s.a.) kendilerini takip ettiği haberini alınca Allah Teâlâ tarafından onların kalplerine korku ilka edildi. Müslümanlarla tekrar çarpışmayı göze alamadılar ve hemen Mekke'ye yöneldiler. İşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazıl oldu. 

Peygamberimizin, düşmanı o şartlar içinde takip etmesi askerî otoritelerce hayranlıkla karşılanmış olup ayrıca yüksek bir pedagojik değer ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.” çok güzel bir duadır. Melzûmu; bizi korur, gözetir demektir.




Günün Mesajı
Şehitler ölü değildir. Allah teala'ya yakın bir konumda akla hayale gelmez nimetlerle ikram görmektedirler. Hepsi sevinç içindedir ve arkalarından gelecek olanları "sizin için hiçbir korku ve hüzün yoktur" diye müjdelemek isterler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sınıra bakıp derin bir nefes aldı. Karışmış saçını başını, titreyen elleriyle düzeltmeye çalıştı. Toz toprak içinde kalmış elbiselerine, bir iki vurdu. Nefesini toparladıktan sonra çantasını açıp, içinden bazı şeyleri çıkartıp yere bıraktı. Kalan eşyalarını düzenlerken bir iki oyalandı, sonra da yola çıktı.

‘Yapabilirim Allahım. Senin yardımınla her sınırı geçer, her sıkıntının şifasını Senden ister, mükafatının hayalini kurarım ve yine Senin yardımınla, vakti geldiğinde hayırla ilerlerim.' 

Sınıra yaklaştığında, arkasından sesler duydu. Tanıdığı simalar, daha az evvel binbir zorlukla bıraktığı, yoluna köstek olan anılarının parçalarını ellerine almış, koşarak ona geliyorlardı. Kalbiyle midesinin ters döndüğünü hissetti. 

‘Hazır mısın? Devam edebileceğine emin misin?' diye sordular. 'Hazırım' dese de, inanmayan gözlerle bakıyorlardı. Sanıyorlardı ki titreyen sesi ve ona uyum sağlayan bedeni, emin olmayışının deliliydi. Halbuki artık onları inandırma çabalarından yorulmuştu. Kimisi dedi ki ‘hiç boşuna yorulma’, çünkü başarma ihtimali yokmuş. Hasretle biraz ötesindeki sınıra baktı. Sınırdan ters yöne doğru süreklendiğini hissettiğinde, panikle ellerini çekip kendisini yere bıraktı. 

‘Nasıl kurtulurum?' diye düşünürken Rabbinin rahmetiyle gönlüne düşen kelimelerle önce kalbi, sonra dudakları kıpırdadı. Yüzüne sallanan anılarından korkmadığını farketti. Çantasını tekrar açıp tanıdıklarının ellerindeki anılarını alıp, yerlerine geri koydu. Tanıdıklarının gözlerinde tebessüm, dudaklarında ciddiyet 'biz biliyorduk yapamayacağını' der gibi bakıyorlardı.  

Çantasını sırtına takıp, sınıra çevirdi yüzünü. Fısıldadı gönlüne düşeni. 'Efendim?' dediler. Koşmaya başladı ve coşan duygularıyla bağırdı: 'Hasbunallahu ve ni'mel vekil.' Sınırdan geçen adımı attığı anda, kavurucu sıcakta kendisini serin sulara bırakmış gibi ferahladığında, yine bağırdı: 'Hasbunallahu ve ni'mel vekil! - Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!'

Başladığı her işte, aldığı her niyette, verdiği her kararda, umduğu her güzellikte, atlattığı her sıkıntıda. Korktuğu, üzüldüğü, endişelendiği, şaşırdığı ve kararsız kaldığı her anında, ihtiyacı olan en güzel dosta zaten sahip olduğunu hatırlayıp, gönlüne soğuk bir su içirir gibi Allah’ın yardımını ve merhametini içine çekenlerden olmak duasıyla.

Amin.

***

İnsan farklı amaçlara hizmet edecek şekilde konuşma yeteneğine sahiptir. Birçok şeyde olduğu gibi bu iletişim kabiliyetinin de yanlış kullanımı sıkıntılara yol açmaktadır. Kişinin kendisini ve hatta bazen etrafındakileri felakete sürüklemektedir. 

Dünya için yaşayan; kimi zaman seçtiği kelimeleriyle, asıl niyetini dış dünyadan gizler. Fitne, küfür ve yalanla meşgul olan diliyle beraber karanlıklara gömülür. Belki dünyalık menfaatleri elde eder ama Allah’tan uzaklaşan kalbini kasvetli bir tatminsizlik kaplar.

Denilir ki: Çoğunun saklamayı seçtiği iç dünyasının, illa ki dışa vurduğu anları vardır. Canını veya sevdiği bir dünyalığı kaybetme korkusuyla şaşırır. Sonrasında ise kendisini açıkladığı süslü ifadeler kullanır. Ancak, o korku anındaki gerçeği gören görür. Sözlerine kanmayı seçen ise kanar. Bunların içinde en tehlikeli olanı ise kişinin kendisini kandırmasıdır. 

Ey Allahım! Bizi Senin rızan için samimi niyetlerle doğru ve dürüst konuşan kullarından eyle. İmanımıza zarar verecek ve küfre yaklaştıracak sözleri söylemekten ve işitmekten muhafaza buyur. Bizi son nefesini Sana itaat halinde veren, içi ve dışı hakikat üzerine bir olan takva sahibi kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji