4 Haziran 2024
Âl-i İmrân Sûresi 174-180 (72. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 174. Ayet

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ  ...


Bundan dolayı Allah’tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَانْقَلَبُوا geri döndüler ق ل ب
2 بِنِعْمَةٍ bir ni’metle ن ع م
3 مِنَ -tan
4 اللَّهِ Allah-
5 وَفَضْلٍ ve bollukla ف ض ل
6 لَمْ
7 يَمْسَسْهُمْ kendilerine dokunmadı م س س
8 سُوءٌ hiçbir kötülük س و ا
9 وَاتَّبَعُوا ve uydular ت ب ع
10 رِضْوَانَ rızasına ر ض و
11 اللَّهِ Allah’ın
12 وَاللَّهُ Allah
13 ذُو sahibidir
14 فَضْلٍ lutuf ف ض ل
15 عَظِيمٍ büyük ع ظ م

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ 


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  انْقَلَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِنِعْمَةٍ  car mecruru  انْقَلَبُوا  fiilindeki failin mahzuf haline müteallıktır. 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  نِعْمَةٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَضْلٍ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  نِعْمَةٍ’e matuftur.

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌ  cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَمْسَسْهُمْ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  سُٓوءٌ  fail olup lafzen merfûdur.

انْقَلَبُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب’dir. Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.        


  وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اتَّبَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  رِضْوَانَ  mef’ûlun bihtir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اتَّبَعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi  ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti  و ’dır.  الْفَضْلِ  muzâfun ileyhtir.  الْعَظ۪يمِ  ise  الْفَضْلِ’nin sıfatıdır.

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ 


Ayet atıf harfi  فَ  ile mahzufa atfedilmiştir. Takdiri;  وخرجوا مع النبي  [Peygamber ile birlikte çıktılar.] olabilir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِنِعْمَةٍ ,وَفَضْلٍ  kelimelerinin nekre gelişi tazim ve nev ifade eder. Ayrıca tenvin burada azlık ifade eder. Çünkü Allah tarafındandır. O’nun tarafından olan az birşey aslında çok büyüktür. Kaynağının  Allah Teâlâ olduğu belirtilerek nimetin  ve faziletin tazimi artırılmıştır.

نِعْمَةٍ’deki  بِ  mülabese içindir. Yani  مُلا پِسِنَ لِنِعْمَة وَفَضْلٍ مِنَ الله  demektir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

بِنِعْمَةٍ - وَفَضْلٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Nimetten sonra faziletin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. 

Bu cümle, kelamın siyakından anlaşılan bir cümleye atıftır. Yani Peygamber (s.a.) ve ashab-ı kiram Bedr’e gittler, o vaadi yerine getirdiler ve Allah Teâlâ’nın lütfu ile sağ salim ve ticarette de büyük bir kazanç elde ederek geri döndüler. (Ebüs.suûd)

Hakk Teâlâ, فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ  [Allah’tan bir nimet ve lütuf ile geri geldiler] buyurmuştur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), savaş için çıkmıştı. Buna göre mana, [Onlar çıktılar ve geri döndüler.] şeklindedir. Binaenaleyh ayette, “çıkma” hususu hazfedilmiştir. Çünkü “geri geldiler” sözü ona delalet etmektedir. (Ebüssuûd - Âşûr)

Hakk Teâlâ’nın, بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ  [Allah’tan bir nimet ve fazl ile] ifadesinde, Mücahid ve Süddi, buradaki  نِعْمَةٍ’in, afiyet (belasız olarak dönme) ve فَضْلٍ’ın da ticaret olduğunu söylemişlerdir. Ayetteki  نِعْمَةٍ’ın dünya menfaatlerini, فَضْلٍ’ın da ahiret sevabını ifade ettiği söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Ebüssuûd)

 لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ  cümlesi müekket hal olarak وَ ’sız gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ  ifadesinde mef’ûlün takdimi tahsis için ve tehir edilmesi durumunda mana bozukluğu söz konusu olacağı içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)  

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ  [Onlara kötülük dokunmadı.] ifadesinde dokunmak kelimesi mecaz-ı mürseldir. Dokunmak, eleme sebep olur. O halde sebep zikredilmiş müsebbep kastedilmiştir. Bu ifadedeki ‘dokunmak’ fiilinde istiare de düşünülebilir.

سُٓوءٌۙ ’deki tenvin, kıllet ve nev içindir. ‘Hiçbir’  manasındadır. Olumsuz siyakdaki nekre umum ifade eder.

سُٓوءٌۙ  - فَضْلٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ [Onlara kötülük dokunmadı] isnad-ı mecazîdir. Onlar bir kötülük yaşamadı ifadesi yerine masdara isnad yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُوفَضْلٍ عَظ۪يمٍ

 

Tezayüfle  فَانْقَلَبُوا ’ya atfedilen  وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رِضْوَانَ اللّٰهِۜ  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzâf olan  رِضْوَانَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetin son cümlesi tezayüf nedeniyle öncesine atfedilmiştir. Mesel tarikinde tezyîl olan cümle, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْعَظ۪يمِ kelimesi الْفَضْلِ kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve konunun önemini, işin büyüklüğünü vurgulamak için alem isimle marife olmuştur. 

Müsnedin izafetle marife olması ise veciz anlatım (az sözle çok mana ifade etme) ifade eder. 

اللّٰهُ  ve  فَضْلٍ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ayette ilk geçen  فَضْلٍ  kelimesi, sahabelerin elde ettiği ahiret sevabına ve ticaret kârına işarettir. [Allah büyük ihsan sahibidir.] cümlesindeki  فَضْلٍ  kelimesi ise Allah Teâlâ’nın rahmetidir, daha umumi manalıdır. İkisi arasında cinas-ı tam mümasil vardır. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Allah kendi lütfundan onlara, imanda sebat ve cihada koşmakta muvaffakiyet, dinde salâbet (sağlamlık), düşmana karşı cüret, üzüntü verici şeylerden himayenin yanı sıra büyük menfaatler elde etmiş olma nimetlerini de bahşetti. Bu itibarla bu ayet, bu sefere katılmamış olan sahabiler için hayıflandırma anlamı taşır ve fikirlerinde yanıldıklarını gösterir. Nitekim onlar, sefere katılanların elde ettikleri maddi ve manevi nimetlerden kendi nefislerini mahrum ettiler. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 175. Ayet

اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ  ...


O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا şüphesiz
2 ذَٰلِكُمُ işte o
3 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
4 يُخَوِّفُ sizi korkutuyor خ و ف
5 أَوْلِيَاءَهُ kendi dostlarından و ل ي
6 فَلَا
7 تَخَافُوهُمْ onlardan korkmayın خ و ف
8 وَخَافُونِ benden korkun خ و ف
9 إِنْ eğer
10 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
11 مُؤْمِنِينَ inanmış ا م ن

Kureyş lideri Ebû Süfyân’ın casusu, müşrik ordusunun geri dönüp Medine’ye baskın yapacağı ve müslümanların kökünü kazıyacağı haberini yayarak onları korkutmaya çalışıyordu. Yüce Allah bu şahsı veya onu göndereni “şeytan” olarak nitelendirmekte ve müslümanlara hitap ederek eğer Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorlarsa o casusun veya gönderenin dostları olan müşriklerden korkmamalarını, kendisinden korkmalarını emretmektedir. Buradaki şeytandan maksat “insan şeytanı” olabileceği gibi, insanlara vesvese veren “cin şeytanı” da olabilir (şeytan hakkında bk. Nisâ 4/117-121; En‘âm 6/112). Allah müminlerin dostu olduğu gibi şeytan da müşriklerin dostu olduğu için müminleri Allah’a ve Rasûlü’ne itaatsizliğe teşvik eder. Yüce Allah müminleri uyararak bu tür propagandalara aldanmamaları, şeytanın vesvesesine kapılmamaları Allah’a isyan etmekten sakınmaları gerektiğini buyurmaktadır. Çünkü O, her şeye kadirdir, zafer de yenilgi de O’nun elindedir. “İşte o şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutur” şeklinde tercüme edilen cümleye, “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur” şeklinde mâna vermek de mümkündür. Bu takdirde şeytanın propagandasına aldanarak korkanlar, onun dostları olan münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan imanı zayıf kimselerdir. Yüce Allah bunları uyararak eğer Allah’ın varlığına, kudretine ve müminlere yardım edeceğine inanıyorlarsa insanlardan korkmamaları, ancak kendisinden korkmaları gerektiğini emreder. Çünkü bütün güç ve kuvvet O’nun elindedir. O dilerse sayıca daha az, savaş araç ve gereçleri bakımından daha zayıf olan müslümanları daha güçlü olan müşriklere üstün kılar. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 

  Havefe خوف:

  خَوْفٌ zanna ya da  bilgiye dayanan bir işaretten yola çıkarak nahoş, kötü, fena veya istenmeyen bir şeyin vuku bulacağını beklemektir. Bu tıpkı رَجاء ve طَمَعٌ kavramlarının zanna veya bilgiye dayanan bir işaret ve emareden hareketle hoş, iyi, tasvip edilen ve istenen bir şeyin vuku bulacağını beklemek demek olduğu gibidir. خَوْفٌ lafzının zıddı أمْنٌ (güven) kavramıdır. Allah'dan korkmaktan maksat, ilk akla gelen manadaki  رُعْبٌ , yani ürkmek veya aslana karşı duyulan tarzda bir korku değildir. Bilakis bununla kastedilen yalnızca masiyet ve itaatsizliklerden sakınıp itaat ve taatleri gerçekleştirmenin peşine düşme ve bunun yollarını aramaktır. Tef'il babındaki تَخْوِيفٌ sözcüğü korkutma demektir. خِيفَةٌ ise insanın üzere bulunduğu korku hali/durumudur.  Son olarak Tefe'ul babındaki تَخَوُّفٌ kullanımı insanda korkunun peyda olmasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 124 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli havf (korkanın kendi korkaklığı) ve recâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ


اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan 

مَا  demektir.

İşaret ismi  ذٰلِكُمْ, mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir.  الشَّيْطَانُ  haberdir.

يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُ  cümlesi  الشَّيْطَانُ ’nın hali olarak mahallen mansubtur.  يُخَوِّفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Birinci mef’ûl mahzuftur. Takdiri;  يخوّفكم şeklindedir. 

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bihtir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُخَوِّفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  خوف’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.        


 فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن حثّوكم على المعصية فلا تخافوهم  (Sizi günaha teşvik ederlerse onlardan korkmayın.) şeklindedir. 

لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَخَافُو  fiili,  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir.  خَافُونِ  fiili,  ن ’un hazfi ile emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Hazfedilen  يَ  ise mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.

اِنْ  iki muzari fiili cezmeden şart harfidir.  كُنتُم’un dâhil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri; إن كنتم مؤمنين فخافوني (Eğer mümin iseniz benden korkun.) şeklindedir.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi  كان ’nin haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar. 

مُؤْمِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. Sülâsîsi  أمن  fiilidir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkarî kelam olan cümle, kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiştir. Kasr-ı  mevsuf ale’s-sıfattır. Fiille mef’ûl arasında kasr-ı kalptir. Yani şeytan sadece dostlarını korkutur. Başka kimseyi korkutamaz.

ذٰلِكُمُ  mübteda,  الشَّيْطَانُ  haberdir. Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismiyle gelmesi işaret edilene tahkir ifade eder.

Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi herkes tarafından bilinir olduğuna  işaret eder.

Şeytanın sıfatı olarak gelen  يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari gelmesi tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.

اَوْلِيَٓاءَهُۖ  izafetinde الشَّيْطَانُ’a ait zamire muzâf olması,  اَوْلِيَٓاءَ  için tahkir anlamındadır.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi, Fatma Serap Karamollaoğlu)

[Bakınız; bu sözü size söyleyen, aslında, şeytandır] yani o sizi alıkoymaya çalışan şeytandan başkası değildir;  يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ  [O, sadece kendi dostlarını korkutabilir.] Bu, yeni bir cümle olup onun şeytanlığını beyan etmektedir veya ism-i işareti tavsif etmektedir ki bu durumda [korkutabilir] kelimesi, haber olur. (Keşşâf)

Ayette hitap, müminlere olup “Ey müminler! Sizi bu seferden alıkoymak için söylenen sözler, sizi kendi dostları olan Ebu Süfyan ve adamlarından korkutmaya çalışan şeytanın sözleridir.” demektir. Başka bir kavle göre ise şeytan o sözleriyle ancak Resulullah ile beraber sefere çıkmak istemeyen dostlarını korkutmaktadır. (Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)


 فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

 

فَ  mukadder şartın cevabına gelen harftir. Mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Şartın cevabı  لَا تَخَافُوهُمْ, nehy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Tezatla makabline atfedilen  خَافُونِ  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümlede mef’ûl konumundaki mütekellim zamiri mahzuftur. Nûn-u vikayedeki kesre, zamirden ivazdır.

لَا تَخَافُوهُمْ  cümlesi ile  وَخَافُونِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

خَافُونِ  [Benden korkun!] ifadesi, “Azabımdan korkun!” anlamındadır. 

وَخَافُونِ  cümlesi  فَلَا تَخَافُوهُمْ  ile  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين  arasında itiraziyye cümlesidir. (Âşûr)

لَا تَخَافُوهُمْ  - خَافُونِ -  يُخَوِّفُ  kelimeleri arasında iştikak cinası,  لَا تَخَافُوهُمْ  - خَافُونِ kelimeleri arasında  tıbâk-ı selb ve bütün bu fiiller arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

فَلَا تَخَافُوهُمْ [Artık onlardan korkmayın!]  hitabı, her iki fırka yani hem Peygamber (s.a.) ile beraber sefere çıkan fırka hem de sefere çıkmayıp evinde kalan fırka içindir. (Ebüssuûd)

Tefsiriyye veya istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.

Takdiri;  إن كنتم مؤمنين فخافوني  [Eğer müminseniz, Benden korkun!] olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazfedilmiştir. Dolayısıyla cümlede  îcâz-ı hazif sanatı vardır. Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa cevap hazfedilir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)

Ayetteki,  وَخَافُونِ  [Benden korkun]  yani “Peygamberimle birlikte cihada çıkın ve her emrine koşun.” demektir.  اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ين  [Eğer müminlerseniz…] yani “İman, Allah'ın korkusunu insanların korkusuna tercih edip üstün tutmanızı gerektirir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)


Âl-i İmrân Sûresi 176. Ayet

وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...


Küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَحْزُنْكَ seni üzmesin ح ز ن
3 الَّذِينَ kimseler
4 يُسَارِعُونَ koşan(lar) س ر ع
5 فِي
6 الْكُفْرِ inkara ك ف ر
7 إِنَّهُمْ elbette onlar
8 لَنْ
9 يَضُرُّوا zarar veremezler ض ر ر
10 اللَّهَ Allah’a
11 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
12 يُرِيدُ istiyor ر و د
13 اللَّهُ Allah
14 أَلَّا
15 يَجْعَلَ koymamak ج ع ل
16 لَهُمْ onlara
17 حَظًّا hiçbir nasip ح ظ ظ
18 فِي
19 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
20 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
21 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
22 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

Hz. Peygamber, müşriklerin inkârda ısrar etmeleri ve Kur’ân’a karşı olumsuz tavır almaları, münafıkların aleyhte propagandaları, İslâm’a tam ısınmamış olanlardan bazı kimselerin dinden dönmeleri ve yahudilerin yıkıcı hareketleri sebebiyle üzülüyordu. Yüce Allah onların bu tutumlarını “inkârda yarışma” olarak değerlendirmekte, bu ve benzeri âyetlerde Hz. Peygamber’i teselli ederek onların bu düşmanca davranmaları karşısında kendini üzmemesini tavsiye etmektedir (krş. Kehf 18/6; Şuarâ 26/3). 

Çünkü onlar bu davranışlarıyla Allah’a ve O’nun dinine hiçbir zarar veremezler. Onlar istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. Onların yaptıklarının vebali kendilerine aittir, hesaplarını Allah’a kendileri vereceklerdir; bu sebeple Peygamber’in üzülmesine gerek yoktur. Onun görevi inanmayanları mutlaka imana getirmek değil, Kur’ân’ı tebliğ ederek onları hak yoluna çağırmaktır (Nahl 16/82). İnkâr eden, üstelik müminleri maddî ve psikolojik yönden ezmek için yarışırcasına çaba harcayan zalimler hakkında Allah yasasını uygulayacak, onlara güzel olan hiçbir şey nasip etmeyecek ve onlar âhiret nimetlerinden mahrum kalacaklardır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 

  Hazza حظّ :

  حَظٌّ miktarı belirlenmiş nasip, pay ya da hissedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 7 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli hazdır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

يَحْزُنْ  fiili meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسَارِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُسَارِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِي الْكُفْرِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ ‘deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.

يُسَارِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  سرع ’dur. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

      

اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  لَنْ يَضُرُّوا  fiili,   اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. 

يَضُرُّوا  fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  شَيْـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naibtir. 

 

يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  masdar harfidir.  لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَجْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَهُمْ  car mecruru  يَجْعَلَ  fiiline müteallıktır.  حَظًّا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  حَظًّا ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.      

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  isim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

 

وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ

 

Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nasb mahallindeki mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılası  يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, muzari fiille gelerek tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir

فِي الْكُفْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak onların küfürde karar kıldıklarını, işin başında da sonunda da küfre büyük ilgi gösterdiklerini etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Beyân İlmi, Ebüssuûd - Âşûr)

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ  [Küfürde yarışıyorlar.] Allah yolunda savaşa katılmayan, küfür içinde her türlü gayreti gösteren münafıklar hakkındaki bu ayet-i kerimede  يُسَارِعُونَ  kelimesinde istiare yapılmıştır.  يُسَارِعُونَ; koşmak yarışmak  demektir. Küfür alanında ellerinde geleni yaptıkları manasında müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her iki durumun da gayret gerektirmesidir. Ayette hakiki manadan mecazî manaya geçişin sebebi; küfür içinde hareket edenlerin Allah katında etkisiz ve değersiz  olduğunu vurgulu bir şekilde ifade etmektir.  

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ  sözünde  küfre koşuştukları anlatılan kimseler, söz konusu sefere katılmayan münafıklarla Yahudilerden bir topluluktur. Bir görüşe göre ise bunlar, İslam’dan dönen bir kavimdir. (Ebüssuûd) 

Müminlere hitaptan bu ayette Hz. Peygambere hitaba dönülmesi iltifat sanatıdır.

Hitabın değiştirilerek Resulullah’a (s.a.) tevcihi, ilâhî teselliyi tahsis suretiyle O’nu şereflendirmek ve din işlerinin tedvir ve tedbirinin, Peygambere ait olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۜ

 

Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve  لَنْ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ, menfi muzari fiil cümlesi şeklinde gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. 

شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ  [Allaha zarar veremezler.] ibaresinde sebep; Allah’a zarar veremezler, müsebbep de sana, sahabilerine, dinine zarar veremezler manasıdır. Mecazı mürsel vardır. 

Bu ifade, onların Allah’a hiçbir zaman ve hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri hakikatini ortaya koymak suretiyle nehyin illetini beyan ve teselliyi ikmal eder. Yani onlar bu yaptıkları ile Allah dostlarına zarar veremeyeceklerdir. 

Ayette “Allah'ın dostlarına…” yerine “Allah’a…” denmesi, onları şereflendirmek ve Allah’ın dostlarına zarar vermenin Allah Teâlâ’ya zarar vermek gibi olduğunu bildirmek içindir. Bunda ziyadesiyle teselli manası vardır. (Ebüssuûd)


 يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Beyanî istînâf olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması, durumun önemini vurgulamak, konuya dikkat çekmek amacına matuftur.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûl konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَظًّا ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işarettir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen ikaz ve haşyet duyguları uyandırma amacıyla zamir yerine  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi, ıtnâb ve tecrîd sanatıdır. 

Son cümle  وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يم  masdar-ı müevvel cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezayüftür. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. Haberin takdimi ihtimam içindir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَهُمْ  maksûrun aleyh/mevsuf, عَذَابٌ عَظ۪يم  maksûr/sıfattır. O azim azabın onlara mahsus olduğu, kasr üslubuyla etkili bir biçimde belirtilmiştir.

Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. عَذَابٌ’da tenvin, azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.

عَظ۪يمٌ۟  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Bu ayet istinaf cümlesi olup onların küfre dalmaya mübtela olmalarının ilâhî sırrını açıklar. Burada  يُر۪يدُ اللّٰهُ  [Allah irade eder, diler.] buyurulmak suretiyle iradenin zikri, onların ahiret nasibinden (hazzı) mahrum kalmalarını ve ilâhî azaba uğramalarını gerektiren gayet açık sebepler olduğunu bildirir. Zira Erhame’r-Rahimîn olan Allah Teâlâ’nın iradesinin ona taalluku bunu gösterir. (Ebüssuûd - Keşşâf - Âşûr) 

Tefsir alimleri derler ki bir şeye koşmak, koşanın nazarında koşulan şeyin şanının pek büyük olduğuna ve kadrinin yüceliğine delalet eder. Burada da aralarında münasebet olsun diye onların mucib olduğu azab büyük olarak vasıflandırılmış ve  koştukları şeyin haddi zatında pek değersiz olduğuna dikkat çekilmiştir. (Ebüssuûd)

 
Âl-i İmrân Sûresi 177. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


İman karşılığında küfrü satın alanlar Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 اشْتَرَوُا satın alan(lar) ش ر ي
4 الْكُفْرَ inkarı ك ف ر
5 بِالْإِيمَانِ iman karşılığında ا م ن
6 لَنْ
7 يَضُرُّوا zarar vermezler ض ر ر
8 اللَّهَ Allah’a
9 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
10 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
11 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
12 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اشْتَرَوُا الْكُفْرَ’dur.

اشْتَرَوُا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْكُفْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بِالْا۪يمَانِ  car mecruru  اشْتَرَوُا  fiiline müteallıktır.

لَنْ يَضُرُّوا  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. 

يَضُرُّوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  شَيْـًٔا  mef’ûlu mutlaktan naibtir.

شَيْـًٔا  kelimesi masdar olarak mansubtur; mana “hiçbir zarar, herhangi bir zarar” şeklindedir. (Keşşâf)

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  أَلِیمٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.


اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـٔاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ  ve  لَنْ  olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş bu isim cümlesi, sübut ifade eder.

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçen kişileri tahkir ve konuya dikkat çekmek içindir. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

Mevsûlün sıla cümlesi olan اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan  لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۚ  cümlesi اِنَّ’nin haberidir. Müsnedin muzari fiille cümle formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzarideki tecessüm özelliğiyle olayın daha kolay kavranması sağlanır. 

Önceki ayetteki  لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۚ  cümlesi bu ayette tekid amacıyla tekrar edilmiştir.  Tekid ile beraber Resulullah’ı teselli etme sebebi zikredildikten sonra önemi 

kastedilerek bu haber ondan bağımsız olarak ifade edilmiştir. (Âşûr)

İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْـًٔاۜ ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ [Küfrü imanla değiştirdiler.] cümlesinde meknî istiare vardır. Satın almak manasındaki اشْتَرَوُا lafzı, değiştirmek manasında müstear olarak kullanılmıştır. İman ve küfür, satın almaya veya satmaya konu olacak şeyler değildir, dolayısıyla hakiki manada kullanılmamıştır. Muhatabı etkilemek için düz manalar yerine mecazî manalar kullanılabilir. Câmi’ her iki durumda da zararlı duruma düşmektir.

“İmanı, küfürle değiştirdiler.” yerine “Küfrü, imanla değiştirdiler.” denilerek kalp yapılmış ve küfrün kötülüğüne işaret edilmiştir.

اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ [İmanı vererek küfrü satın alanlar] ifadesi, ya söz konusu kişilerden bir daha bahsetmekte -ve böylece Allah’ın kendilerine nispet ettiği küfrü haklarında tekid ve tescil etmektedir- ya da inkâr edenlerin tamamını kapsarken ilk ibarede özel olarak (ikinci Bedir’e) katılmayan münafıkları veya İslam’dan ayrılanları ifade etmektedir. Yahut da ilk ifade, umumi olarak inkârcılar ikinci ifade ise hususi olarak nifak üzere olup veya dinden çıkarak o harekete katılmayanlara işaret etmektedir. (Keşşâf - Ebüssuûd) 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olmasına rağmen ikaz ve haşyet duyguları uyandırma amacıyla  اللّٰهَ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْكُفْرَ -  الْا۪يمَانِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Cümlesi öncesine وَ  ile atfedilmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve

kıllet ifade etmiştir. Allah katından gelen azabın çok azı bile dayanılmaz ve korkunçtur.

Bu ayet-i kerimede عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi azabın büyüklüğünü, korkunçluğunu ifade eder. Öyle bir azap ki kelimelerle tarif edilemez, demektir.

اَل۪يمٌ  kelimesi sıfat olduğundan cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Tefsir alimleri der ki cari olan âdete göre bir malı satın alan kimse o alışverişten kârlı çıktığı zaman memnun olur ve o malı elde ettiğine sevinir. Zararlı olduğu zaman ise bu alışverişten elem duyar. İşte bunun gözetilmesi için onların azabı elem verici olarak vasıflandırılmıştır. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 178. Ayet

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْماًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  ...


İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَحْسَبَنَّ sanmasınlar ح س ب
3 الَّذِينَ kimseler
4 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
5 أَنَّمَا ki
6 نُمْلِي süre vermemiz م ل و
7 لَهُمْ kendilerine
8 خَيْرٌ hayırlıdır خ ي ر
9 لِأَنْفُسِهِمْ kendileri için ن ف س
10 إِنَّمَا
11 نُمْلِي biz süre veriyoruz م ل و
12 لَهُمْ onlara
13 لِيَزْدَادُوا artırsınlar diye ز ي د
14 إِثْمًا günahı ا ث م
15 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
16 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
17 مُهِينٌ alçaltıcı ه و ن

Bu, Allah’ın bütün insanlık için koymuş olduğu değişmez kanunudur (sünnetullah). İnsanlar bu dünyada kendi hür iradeleriyle tercihte bulunurlar, diledikleri gibi yaşarlar. Ancak yüce Allah burada inkârlarına rağmen kâfirlere böyle bir fırsat vererek onları serbest bırakmasının kendileri için hayırlı bir şey olduğunu sanmamaları gerektiğini, onlara sadece günahlarının artması için mühlet verdiğini, dolayısıyla bunun sevinilecek veya övünülecek bir şey olmadığını haber vermekte ve bu suretle onları uyarmaktadır. Çünkü insan kuvvetli bir imana, güzel bir ahlâka ve iyi bir amele sahip ise işte o zaman yüce Allah’ın ona verdiği fırsat, uzun ömür ve bol servet faydalı olur. Oysa inkârcılarda iman ve imana dayalı güzel amel yoktur. 

Bu sebeple onların ömürlerinin uzun, servetlerinin çok olması günahlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Günahları arttıkça da azapları şiddetlenecektir. Bu sebeple yüce Allah onlar için alçaltıcı bir azap hazırlanmış olduğunu bildirmektedir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.   يَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

َوَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا [Sakın o inkâr edenler sanmasınlar.] buyruğundaki  لَا يَحْسَبَنَّ [Sanmasınlar] kelimesi hem  ي  hem de  ت  olarak okunmuştur. Birinci kıraate göre “İnkâr edenler sanmasınlar” takdirindedir.  ت  ile şöyledir: “İnkâr edenlere... sanmayasın.” (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an - Âşûr - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

اَنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَحْسَبَنَّ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur.

نُمْل۪ي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  لَهُمْ  car mecruru  نُمْل۪ي  fiiline müteallıktır.  خَيْرٌ  kelimesi  اَنَّ’nin haberidir.  

لِاَنْفُسِ  car mecruru خَيْرٌ’e müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İsmi mevsûl olmayan  ما  harfi inne ve kardeşleri ile birleştiğinde sahih olan görüşe göre  ليْتَ  hariç inne ve kardeşlerinin amelini engeller.  ما  ile  اَنَّ  birleştiğinde iki durum da caizdir yani  اَنَّ  harfi amel ettirilebileceği gibi ettirilmeye de bilir. Zaid  ما  ile tekid harfi birleştiğinde amel ettirilmesinin örneği, İbni Âşûr’a göre Âli İmran Suresi’nin 178. ayetidir. Erken ve geç dönem tefsir alimleri ayette geçen  اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ [Kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, onlar için hayırlı olduğunu sanmasınlar.] cümlesindeki  اَنَّمَا ’daki  اَنَّ’nin kardeşlerinden ve  ما harfinin zaid olmayan ism-i mevsûl olduğunda icma etmiştir. İbni Âşûr’a göre ise söz konusu  أنما’daki  اَنَّ’nin kardeşlerindendir ona bitişen  ما  harfi ise kâffe olan  ما’dır. Bu, müfessirlere göre hasr üsluplarından birisidir. (Aboubacar Mohamadou, İbni Âşûr’un et-Tahrîr ve’t-Tenvîr adlı eserinde Sarf Ve Nahiv Merkezli Tercihler, Doktora Tezi)

    

  اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْماًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

نُمْل۪ي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  لَهُمْ  car mecruru  نُمْل۪ي  fiiline müteallıktır. 

لِ  harfi,  يَزْدَادُٓوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  نُمْل۪ي  fiiline müteallıktır.

يَزْدَادُٓوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِثْمًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.

وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  isim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  مُه۪ينٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ

 

İstînâf  وَ’ıyla gelen ayetin ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُٓوا, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün  ileyh, küfredenleri tahkir amacıyla ve gelecek habere dikkat çekmek için mevsûlle gelmiştir. 

Mevsûlde tevcîh sanatı vardır

اَنَّ ’nin dâhil olduğu cümlede ismi mevsûl  مَا  mübteda,  خَيْرٌ  haberdir. 

اَنَّ  ve akabindeki isim cümlesi  مَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ , masdar teviliyle faide-i haber talebî kelamdır. Masdar-ı  müevvel nasb mahallinde  لَا يَحْسَبَنَّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

 اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْماًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

 

Cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Önceki cümleye ta’liliyedir.

اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelam olan fiil cümlesidir. 

لِيَزْدَادُٓوا اِثْمًاۚ  cümlesine dâhil olan  لِ, ta’lil bildiren masdar harfidir. Cümle masdar teviliyle cer mahallinde  نُمْل۪ي  fiiline müteallıktır. 

اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا  cümlesi, kâfirlere mühlet vermenin hikmetini açıklar.  لِ  harfi, ehl-i sünnete göre irade içindir. (Yani Allah onlar için böyle irade buyuruyor, demektir.)  Çünkü onlara göre “hayır ve şer Allah tarafından”dır. Ayette geçen “imla” ömrü uzatmaktır. Bu ise şüphesiz Allah’ın işidir. (Ebüssuûd)

اِثْمًاۚ ’deki tenvin, nev ve teksir ifade eder.

اِثْمًاۚ - خَيْرٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Allah’ın her şeyi kuşatan ilminde onların günahlarını arttıracakları bilindiği için kendi haline bırakma mecaz yoluyla onların günahlarının artması için bir illet ve sebep olmuştur. (Keşşâf) 

Ayetten anlaşılan inkârcı ve günahkâr kulların ömürlerinin uzatılıp dünya isteklerini elde etmeleri, kendileri için hayırlı bir şey değildir. Bunlar her ne kadar görünürde nimet ise de gerçekte kendileri için azaptır. Bir insana zehirli tatlı ikram eden kişi gerçekte tatlı değil, zehir ikram etmiştir. Bu da ona benzer. Çünkü sonuç bakımından onun helakına sebep olmuştur. Kulun yapacağı şey uzun ömüre, yardımla destek görmesine, mal ve çocukların çokluğuna aldanmamaktır. (Ebüssuûd)

وَ ’la gelen cümle  اِنَّمَا نُمْل۪ي’ye matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّمَا  ve  اَنَّمَا  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı,  نُمْل۪ي - لَهُمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve

kıllet ifade etmiştir. Allah katından gelen azabın çok azı bile dayanılmaz ve korkunçtur.

Bu ayet-i kerimede عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi azabın kelimelerle tarif edilemeyen özel bir nev olduğuna işaret eder.

مُه۪ينٌ  kelimesi sıfat olduğundan cümlede ıtnâb sanatı vardır.

وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ Onlara, alçaltıcı bir azap vardır. Onunla ahirette horlanıp aşağılanacaklardır. Hazreti Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: “İnsanların hayırlısı ömrü uzun, ameli güzel olandır. İnsanların şerlisi ise ömrü uzun, ameli de kötü olandır.” (Ebüssuûd)

Kâfırlere mühlet verme kapsamında onları dünya lezzetlerinden ve ziynetlerinden faydalandırma bulunduğu ve bu da onların güçlenmelerine ve zorba tavırlar sergilemelerine zemin hazırladığı için onların azabı alçaltıcı olarak vasıflandırılmıştır ki cezaları hallerine uygun bir ceza olsun. (Ebüssuûd)

 
Âl-i İmrân Sûresi 179. Ayet

مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  ...


Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 كَانَ değildir ك و ن
3 اللَّهُ Allah
4 لِيَذَرَ bırakacak و ذ ر
5 الْمُؤْمِنِينَ mü’minleri ا م ن
6 عَلَىٰ (şu) üzerinde
7 مَا bulunduğunuz
8 أَنْتُمْ sizin
9 عَلَيْهِ (hal) üzere
10 حَتَّىٰ kadar
11 يَمِيزَ ayırıncaya م ي ز
12 الْخَبِيثَ pis olanı خ ب ث
13 مِنَ -den
14 الطَّيِّبِ temiz- ط ي ب
15 وَمَا
16 كَانَ ve değildir ك و ن
17 اللَّهُ Allah
18 لِيُطْلِعَكُمْ sizi vâkıf kılacak ط ل ع
19 عَلَى üzerine
20 الْغَيْبِ gayb غ ي ب
21 وَلَٰكِنَّ fakat
22 اللَّهَ Allah
23 يَجْتَبِي seçer ج ب ي
24 مِنْ -nden
25 رُسُلِهِ elçileri- ر س ل
26 مَنْ kimi
27 يَشَاءُ diliyorsa ش ي ا
28 فَامِنُوا o halde inanın ا م ن
29 بِاللَّهِ Allah’a
30 وَرُسُلِهِ ve elçilerine ر س ل
31 وَإِنْ eğer
32 تُؤْمِنُوا inanır ا م ن
33 وَتَتَّقُوا ve korunursanız و ق ي
34 فَلَكُمْ sizin için vardır
35 أَجْرٌ bir mükafat ا ج ر
36 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

Ayeti kerimede münafıka murdar, Mümine ve temiz, tayyip denmesi herbirine layık olan vasfı tescil etmek ve onları birbirinden ayırmak hükmünün illetini bildirmek içindir. (Ebussuud)

مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ


Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder.

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup merfûdur.

لِيَذَرَ  fiiline dâhil olan  لِ , lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir. 

أن  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; ما كان الله مريدا لأن يذر المؤمنين (Allah müminleri terk etmeyi istemez.) şeklindedir.

يَذَرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bihtir.  Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يَذَرَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْتُمْ عَلَيْهِ’dir. İrabtan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf  haberine müteallıktır.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. يَم۪يزَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  يَذَرَ  fiiline müteallıktır.

يَم۪يزَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْخَب۪يثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنَ الطَّيِّبِ  car mecruru  يَم۪يزَ  fiiline müteallıktır.

           

 وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup merfûdur.

لِيُطْلِعَكُمْ  fiiline dahil olan  لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli  أن ile nasb ederek masdara çevirmiştir. 

أن  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

يُطْلِعَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَلَى الْغَيْبِ  car mecruru  يُطْلِعَ  fiiline müteallıktır.


وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

يَجْتَب۪ي  fiili,  لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مِنْ رُسُلِه۪  car mecruru  يَجْتَب۪ي  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri;  إذا جاءكم المجتبى من الله فآمنوا به (Allah’ın seçtiklerinden biri size geldiğinde ona hemen iman edin.)  şeklindedir. 

اٰمِنُوا  fiili,  نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمِنُوا  fiiline müteallıktır. 

رُسُلِه۪  atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَجْتَب۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi جبي’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

      

وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder.  تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَتَّقُوا  fiili atıf harfi  وَ’la makabline matuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَجْرٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  اَجْرٌ ’un sıfatıdır.

اِنْ [Eğer] şart edatı, kulun inanıp-inanmamakta, sakınıp-sakınmamakta hür olduğunu göstermektedir. Şayet kul iradesini inanmadan yana kullanırsa muhteşem bir ödüle sahip olacaktır. Ayetteki  عَظ۪يمٌ  kelimesi, “büyük, sonsuz, muhteşem” manalarına gelir. Bu ödül, imana teşviktir. Aslında kâmil mümin ödül için değil, Allah’ın rızasını elde etmek için inanır. Bununla birlikte ilk başta, inanmak için bu ödülün teşvik edici olduğu da inkâr edilemez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ

 

Ayet  istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  كَانَ ’nin dâhil olduğu menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

…..مَا كَانَ  formunda gelen cümleler, aklen vukuu mümkün olmayan durumlarda kullanılır.

Ayette farklı görevlerdeki iki  مَا  arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Lâm-ı cuhudun dahil olduğu …لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi masdar teviliyle  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cer mahallindeki ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْتُمْ عَلَيْهِ  cümlesinde îcâz-ı hazif vardır.  عَلَيْهِ, mahzuf habere müteallıktır.

Burada müminlerden murad, ihlaslı müminlerdir.  عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ  [üzerinde olduğunuz, bulunduğunuz] hitabı ise bir görüşe göre ihlaslı olsun, münafık olsun, zahiren İslam’ı tasdik eden cumhur içindir. Onların içinde bulunduğu durumdan maksat da ihlaslı müminlerle münafıkların karışık halde olmaları ve İslamî hükümlerin icrasında eşit olmalarıdır. Zira iki fırka arasındaki ortaklık ancak bu durumdur. Diğer iki görüş ise bundan uzaktır. Meânî alimlerinin çoğunun düşüncesine göre nazımda hitaptan önce müminlerin zikri, hükmün illetini bildirmek içindir. (Yani onların o durumda bırakılmamalarının sebebi mümin olmalarıdır.) (Ebüssuûd)

مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ  [Allah, müminleri bırakacak değildir.] ibaresindeki “bırakmamak” fiili, münafıklara nispet edilmemiştir. Çünkü bu fiilin nisbeti, önemsemeyi gerektirir. Akl-ı selime göre bir şeyi bulunduğu halde bırakmamak ifadesinden ilk akla gelen, onu kendisine yakışmayan bir halde bırakmamaktır. (Ebüssuûd)

Gaye bildiren masdar harfi  حَتّٰى  ve akabindeki muzari fiil cümlesi  يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّب, masdar teviliyle  لِيَذَرَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّب  [Temiz ve pis ortaya (açığa) çıkıncaya kadar] ibaresinde istiare vardır. İman ve küfür, temiz ve pis kelimeleriyle ifade edilmiştir. 

الْخَب۪يثَ - الطَّيِّب  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

“Müminler” şeklinde gaib zamirle başlayan cümlede,  muhatap zamir  اَنْتُمْ ’e iltifat vardır. 

Ayette, münafığa murdar (خَب۪يثَ), mümine de temiz (الطَّيِّب) denmesi, herbirine layık olan vasfı tescil etmek ve onları birbirinden ayırmak hükmünün illetini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ 

 

وَ ’la gelen cümle, ayetin başındaki  مَا كَانَ ’ye matuftur.  كَانَ ’nin dâhil olduğu menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Lâm-ı cuhudun dâhil olduğu  لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Allah sizden birine gayb ilmi verip kalplerde olan küfre ve imana bununla muttali kılacak değildir. Lakin Allah dilediğini risaleti için seçer, ona vahyeder ve ona bazı gaybî şeyleri bildirir. Veya gaybe delalet eden bazı emareler ortaya koyar anlamındadır. (Beyzâvî)


وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ

 

وَ  atıftır. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Allah lafızlarında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.

لٰكِنَّ’nin haberinin muzari fiil sıygasında faide-i haber iptidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

إجْتَبَى - يَجْتَب۪ي  (seçmek)  fiilinin kullanılarak,  وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ  [Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer.] buyurulması, bu gibi gaybî sırlara muttali olmanın (bir konuyu öğrenme) ancak Allah Teâlâ’nın, pek yüce makamlar için layık gördüğü ve cumhurun irşadı için yine onun içinden seçtiği kimselere mümkün

olduğu içindir. (Ebüssuûd)

رُسُلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  رُسُلِ  için şan ve şeref ifade eder.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri; إذا جاءكم المجتبى من الله فآمنوا به [Allah’tan size seçilmiş kişi geldiği zaman hemen ona iman edin.] şeklindedir. Mahzufla birlikte cümle, talebî inşâî isnaddır. 

Şart cümlesinin hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şartın cevabı olan  فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ   [Peygamberlerinden dilediğini]  buyrulması da ictibanın (seçmenin) diğer peygamberlere teşmil ve tamimi (genelleme) ise peygamberin bu konudaki durumunun pek sağlam olduğunu, bunun aslının peygamberler arasında câri olan sünnetullaha, ilâhî âdet ve geleneğe dayandığını göstermek içindir. (Ebüssuûd)

Ayetin her iki cümlesinde de ism-i celilin ( اللّٰهَ) zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)


وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَتَتَّقُوا  cümlesi tezayüfle şart cümlesine atfedilmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  şeklindeki cevap cümlesi ise isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَجْرٌ  muahhar mübtedadır.

اَجْرٌ ’daki tenvin teksir ve nev ifade eder.  اَجْرٌ  için sıfat olan  عَظ۪يمٌ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

تُؤْمِنُوا - تَتَّقُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمُؤْمِن۪ينَ - اٰمِنُوا - تُؤْمِنُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا كَانَ اللّٰهُ  ibaresinin tekrarında ve  مِنَ - مَنْ  kelimeleri arasında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı  vardır.

Bu mükâfat, takvanın derecesine göre artar. Yüce maksatlara yürümek ve seçilmişlerin derecesine ulaşmak, ancak takva ayaklarıyla hazırlanır. Allah’a ve O’nun peygamberine inanmak, kalp ile tasdik etmek ve şeriata sarılmakla mümkündür. (Ruhu’l Beyan)

 
Âl-i İmrân Sûresi 180. Ayet

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْراً لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟  ...


Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَحْسَبَنَّ sanmasınlar ح س ب
3 الَّذِينَ kimseler
4 يَبْخَلُونَ cimrilik eden(ler) ب خ ل
5 بِمَا ne ki
6 اتَاهُمُ kendilerine vermiştir ا ت ي
7 اللَّهُ Allah
8 مِنْ -ndan
9 فَضْلِهِ lütfu- ف ض ل
10 هُوَ o
11 خَيْرًا hayırlıdır خ ي ر
12 لَهُمْ kendileri için
13 بَلْ (hayır) bilakis
14 هُوَ o
15 شَرٌّ şerlidir ش ر ر
16 لَهُمْ kendileri için
17 سَيُطَوَّقُونَ boyunlarına dolandırılacaktır ط و ق
18 مَا şeyler
19 بَخِلُوا cimrilik ettikleri ب خ ل
20 بِهِ onunla
21 يَوْمَ günü ي و م
22 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
23 وَلِلَّهِ Allah’ındır
24 مِيرَاثُ mirası و ر ث
25 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
26 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
27 وَاللَّهُ Allah
28 بِمَا ne ki
29 تَعْمَلُونَ yapıyorsunuz ع م ل
30 خَبِيرٌ haber alandır خ ب ر

Riyazus Salihin, 1482 Nolu Hadis

Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

 “Allâhumme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-buhli ve’l-heremi ve azâbi’l-kabr. Allâhumme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhumme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ: 

Allahım!

 Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”

Müslim, Zikir 73

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre o, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikce, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz.”

Buhârî, Cihâd 89; Zekât 28, Talâk 24; Libâs 9; Müslim, Zekât 76-77. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 61

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْراً لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.   يَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ,  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَبْخَلُونَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَبْخَلُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَبْخَلُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

للّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ فَضْلِه۪  car mecruru  اٰتٰيهُمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُوَ  fasıl zamiridir.  خَيْرًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Veya birinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Kelamın siyakı buna delalet eder. Takdiri; البخل şeklindedir.  لَهُمْ  car mecruru خَيْرًا ’e müteallıktır. 

• لَا يَحْسَبَنَّ [Sanmasınlar]’ın faili ya Allah Resulü veya herhangi biridir. Buna göre “Allah’ın Resulü veya herhangi bir kimse cimrilik edenlerin cimriliğinin onlar için hayır olacağını sanmasın.” manasındadır. 

• Fiilin faili,  الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ [cimrilik edenler]’dir. Buna göre mef’ûl hazfedilmiştir. Takdiri; “Cimrilik edenler cimriliklerinin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.” şeklindedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)  

بَلْ  idrâb harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَرٌّ  haberdir.  لَهُمْ  car mecruru  شَرٌّ ’e müteallıktır.     


سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  يُطَوَّقُونَ  meçhul mebni muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و’ı naib-i faildir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  بَخِلُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

بَخِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  بَخِلُوا  fiiline müteallıktır.  يَوْمَ  zaman zarfı,  سَيُطَوَّقُونَ  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يُطَوَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  طوق’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. م۪يرَاثُ  muahhar mübtedadır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.   


وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَبِیرࣱ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

خَبِیرࣱ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.


وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْراً لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ

 


İstînâf  وَ’ıyla gelen ayetin ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Cümle nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan … يَبْخَلُونَ  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, bahsi geçenleri tahkir amacıyla ve gelecek habere dikkat çekmek için mevsûlle gelmiştir. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

Sıla cümlesi olan  اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

خَيْرًا  birinci mef’ûlü mahzuf olan لَا يَحْسَبَنَّ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. 

Ayetin başlangıcı, 178. ayetin başlangıcıyla aynıdır. İki ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı  vardır.

هُوَ خَيْرًا لَهُمْۜ  [Bu kendileri için bir hayır…] ifadesindeki  هُو  zamirine, Basralılar “zamir-i fasıl”, Kûfeliler ise “zamir-i imâd” adını vermişlerdir. Çünkü daha önce “cimrilik edenler” ifadesinin zikredilmesi, sanki cimriliğin zikredilmesi gibidir. Buna göre âdeta “Cimrilik edenler, bu cimriliklerini kendileri için bir hayır sanmasınlar.” denilmektedir. Bu hususta sözün özü şudur: Hem mübtedanın hem de haberin bir hakikati vardır. Mübtedanın hakikatinin haberin hakikati ile tavsif edilmesi, mübtedanın ve haberin hakikatinden farklı bir şeydir. Binaenaleyh bu tavsif, her iki şeyin kendisinden fazla bir mana olunca o tavsife delalet eden üçüncü bir sıyganın olması gerekir ki bu da “هُو (o)” kelimesidir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

İstînâfiyye olan cümlede  بَلْ  atıftan mücerret, idrâb harfidir. Cümle, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَرٌّ -  خَيْرًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, مَٓا - الَّذ۪ينَ  ve  فَضْلِه۪ - خَيْرًا  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada cimriliğin hali, akıbetinin vehameti ve cimrilerin, buhul (ﺑﺨﻞ)’ün kendileri için hayırlı olduğunu sanmalarında yanıldıkları beyan edilmektedir. Nitekim bundan önce (ayet: 178) kâfirlere verilen mühletin de onların hayrına olmadığı beyan edilmişti. Onların cimrilik ettikleri malların, Allah Teâlâ’nın lütuf ve kereminden kendilerine verildiğinin belirtilmesi, davranışlarının kötülüğünü ziyadesiyle ifade etmek içindir. Çünkü bu mallar Allah’ın onlara lütuf ve keremi olması, Allah yolunda infakı gerektirir Bu hayır mal da olabilir, bir ilim de olabilir.

Cimriliğin hayır olmadığı şer olduğu anlaşıldığı halde sarahatle bunun şer olduğunun belirtilmesi, mübalağa içindir. (Ebüssuûd)


 سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ

 

Ta’liliyye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Vaid anlamı bulunan cümleye dâhil olan istikbal harfi  سَ, tekid ifade eder.

Fiilin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır. Sılası olan  بَخِلُوا بِه۪  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

[Cimrilik ettiği şeyler kıyamette onların boynuna dolanacak] ifadesinde istiare vardır. Cimrinin malının kendisine fayda değil zarar vereceğini ifade eder.

بَخِلُوا -  يَبْخَلُونَ  fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayet-i kerime cimriliğin şer olmasının keyfiyetini beyan eder. Yani onların dünyada cimrilik yaptıkları zekatın vebali, kıyamet günü bir yılan olarak boyunlarına geçirilecek ve bu yılan tepelerinden ayaklarına kadar her taraflarını sokacak, tepelerini delecek ve “Ben, cimrilik yaptığın malınım.” diyecektir. (Ebüssuûd)


وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

وَ ’la gelen cümle itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları bulunan cümlede  لِلّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ, muahhar mübtedadır. Müsned, veciz ifade kastıyla izafet terkibinde gelmiştir.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcâb sanatları vardır. Ekseri müfessire ait olan görüşe göre bu ifadeden murad, yerdeki ve göktekilerin helak olup neticede bütün mülkün Allah’tan başka bir maliki olmayacak tarzda geriye kalacağıdır. Bu, veraset manasına gelen bir tabirdir. (Ebüssuûd)


 وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyyedir. Lafza-i celâl mübteda, خَب۪يرٌ۟ haberidir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir. 

Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

بِمَا تَعْمَلُونَ car mecruru amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızdan haberdardır. Haberdar olmadığı hiçbir şey yoktur.” manasındadır. Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi  تَعۡمَلُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

وَٱللَّهُ بِمَا تَعۡمَلُونَ خَب۪يرٌ۟ sözü, lafzen sarih olarak Allah'ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek  sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)

بِمَا تَعْمَلُونَ  cümlesi hem  ت  ile hem de  ى  ile okunmuştur. (Yaptıklarınızdan - Yaptıklarından) şeklindeki tâ’lı okuyuş [gaibden muhataba] iltifat olup, azap tehdidi hususunda daha etkili bir ifadedir; Yâ’lı okuyuş ise ibarenin normal akışına göredir. (Keşşâf - Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)


Günün Mesajı
Allah yolunda can ve mal ile cihad etmek, cimrilikten sakınmak çok önemlidir. Zekatını verenler büyük bereketlere nail olurlar. Bu farzı ihmal edenler ise cimrilikleri dolayısıyla kınanmış ve ahiretteki kötü akıbetle uyarılmışlardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her kendimizce hayırlı dediğimiz, bizim için hakiki manada hayırlı olan mıdır? Menfaatimize yaraması veya dünyada kazandırması hayırlı olmasının mı delilidir? Yakalanmadığımız için yapmaya ısrarla devam edebildiğimiz yanlışlarımız, şanslı olduğumuzun mu göstergesidir? İstediğimizi elde etmek için başkalarını yanıltabilmemiz, akıllı olduğumuzun mu belirtisidir? Yoksa bunların hepsi bir imtihan mıdır?

Müslümana, yaptığı yanlışta, süre verilmesi, kendi isteğiyle vazgeçsin ve tövbe etsin diyedir. Çünkü yapabilecekken, Allah rızası için uzak durmayı seçmekle, mecburiyetten bırakmak zorunda kalmak arasında dağlar kadar fark vardır.

Allahım! Dünyada kendisine verilen ömrü en güzel şekilde değerlendirenlerden. Geçici zevkler için ahiretini tehlikeye atmaktan Sana sığınanlardan. Günümüzde normalleşmiş ahlaksızlıklardan, haksızlıklardan ve onları yapanlardan uzak duranlardan. Cimrilik yapmaktan haya edenlerden. Hayırda yarışanlardan. Daima imanının selametine göre hareket edenlerden. Günahını değil, sevabını arttıran kullardan. Günahlarından tövbe edenlerden. Yaptığı yanlışları, Allah’ın rahmetiyle, örtülü kalanlardan. Dünyadaki menfaatinden öte, ahiretteki halini düşünenlerden. Ve yalnız Senden korkanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji