17 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 84-91 (60. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 84. Ayet

قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ  ...


De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz O’na teslim olanlarız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 امَنَّا inandık ا م ن
3 بِاللَّهِ Allah’a
4 وَمَا şeye
5 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
6 عَلَيْنَا bize
7 وَمَا ve şeye
8 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
9 عَلَىٰ
10 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
11 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il’e
12 وَإِسْحَاقَ ve İshak’a
13 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’a
14 وَالْأَسْبَاطِ ve sıbtlara س ب ط
15 وَمَا ve şeye
16 أُوتِيَ verilen ا ت ي
17 مُوسَىٰ Musa’ya
18 وَعِيسَىٰ ve Îsa’ya
19 وَالنَّبِيُّونَ ve peygamberlere ن ب ا
20 مِنْ tarafından
21 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
22 لَا
23 نُفَرِّقُ ayırım yapmayız ف ر ق
24 بَيْنَ arasında ب ي ن
25 أَحَدٍ hiçbirinin ا ح د
26 مِنْهُمْ onlar
27 وَنَحْنُ ve biz
28 لَهُ O’na
29 مُسْلِمُونَ teslim olanlarız س ل م

قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavl  اٰمَنَّا بِاللّٰهِ ’dır. 

قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubtur. اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا   lafza-i celâle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ عَلَيْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  عَلَيْنَا  car mecruru 

اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ  ifadesi atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. 

 عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ  kelimeleri اِبْرٰه۪يمَ’e matuftur.

Ayette geçen  اُنْزِلَ  kelimesi hem اِلٰٓى  hem  عَلَى  cer edatıyla müteaddi (geçişli) hale gelir, işte bu bakımdan  Bakara Suresi 136. Ayetinde  اِلٰٓى  ile müteaddi olmuşken Â-i İmran Suresinin, bu ayetinde  عَلَى  cer edatı ile müteaddi olmuştur. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Tevİl)

Peygambere (sav), kendisinin ve beraberindekilerin iman ettiğini haber vermesi emrolunmaktadır. Bu nedenledir ki  قُلْ  [de] fiilinde zamir tekil, اٰمَنَّا [iman ettik]’te ise çoğul yapılmıştır. Ayrıca Peygambere (sav), peygamberin itibarını yükseltmek için kendisine dair konuşurken kralların konuştukları gibi [çoğul sıygasıyla] konuşması da emredilmiş olabilir. Şayet  اُنْزِلَ  fiili isti’la harfiyle [عَلَى] müteaddi yapıldı ama daha önce niye intiha harfiyle [ اِلٰٓى ] yapılmıştı? dersen, şöyle derim: [İnzalde] iki mana da mevcut olduğu içindir. Çünkü vahiy yukarıdan iner ve peygamberde son bulur. Dolayısıyla birinde manalardan biri öbüründe ise diğeri ile birlikte ifade edilmiştir. Bazı kimseler, “Peygamberle müminleri ayırmak için  قُلْ  karşılığında  عَلَينَا (üzerimizde), قُولُوا  karşılığında da  اِلَيْنَا  kullanılmıştır demiştir. (Keşşâf) 


وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ  


وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تِيَ مُوسٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اُو۫تِيَ  meçhul mazi fiildir.  مُوسٰى  naib-i faildir. Maksur isim olduğu için takdiren merfûdur.  ع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ  kelimeleri  مُوسٰى ’ya matuftur.

مِنْ رَبِّ  car mecruru  اُو۫تِيَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


 لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ


لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُفَرِّقُ  merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

بَيْنَ  mekân zarfı  نُفَرِّقُ  fiiline müteallıktır.  اَحَدٍ  muzâfun ileyhtir.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَحَدٍ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَهُ  car mecruru  مُسْلِمُونَ ’ye müteallıktır.  مُسْلِمُونَ  haberdir. Merfû alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  

قُلْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۖ 


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli  اٰمَنَّا بِاللّٰهِ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muhatap Efendimiz (sav)’dir. 

Müşterek ism-i mevsûl mecrur mahalde lafza-i celâle matuftur. İsm-i mevsûlün sılası  اُنْزِلَ عَلَيْنَا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İkinci ve üçüncü ism-i mevsuller de lafza-i celâle matuftur. Sıla cümleleri de aynı üslupta faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette birbirine matuf olarak gelen ism-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Farklı şeyleri belirten  مَٓا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

رَبِّهِمْۖ  izafeti, rab isminin muzâfun ileyhi olan  همْۖ zamirine tazim ve teşrif ifade eder.

أُنزِلَ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Özel isimlerin zikri tazim, telezzüz ve teberrük içindir. İttırad sanatı vardır. 

Bu şekilde övülen kişinin silsilesinin manayı bozmayacak sıkmayacak şekilde sıralanması muhataba zevk verir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)

مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَالنَّبِيُّونَ  ifadesinde umumi olan  النَّبِيُّونَ  kelimesi, hususi olan Musa ve İsa kelimeleri üzerine atfedilmiştir. Burada umuminin hususiye atfı söz konusudur. (Safvetü’t Tefasir)

Musa ve İsa (as)’a “verilen”, diğerlerine “indirilen” buyurulmuştur. Belki o iki peygambere kitap geldiği içindir. O peygamberlerden Musa (as) Kelimullah, İsa (as) ise Kelimetullah olarak anılır.


لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ


Cümle hal olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَحَدٍ ’deki tenvin hiçbir manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, hâl-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela,  هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir.) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık gibi sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman و’sız gelir.

Hal müekkide olduğunda cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacı da güder. Hâl-i müekkid, kendisinden önceki fiille lafzen farklı olmakla beraber manen aynı olabileceği gibi lafzen ve manen de aynı olabilir.

Buradaki ٍ أَحَدࣲ  kelimesi, cemaat anlamında olduğundan önüne َ بَیۡنَ [arasında] kelimesi gelebilmiştir. (Keşşâf)

Burada muhtemelen bir kısaltma ifadesi vardır ve kastedilen “Hiçbiri ile bir diğeri arasında iman konusunda fark gözetmeksizin” -ki böyle yaparsak tıpkı Yahudiler ve Hristiyanlar gibi peygamberlerin sadece bazılarına iman etmiş oluruz- manasıdır. Bir görüşe göre anlam şöyledir: ‘’Biz bu peygamberlerin dinin aslı konusunda farklı olduklarını söylemeyiz. Aksine şeriatları farklı da olsa hepsinin dininin tevhid ve itaate dayandığını söyleriz.’’ (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

[Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız.] Yahudiler gibi bir kısmına iman eder, bir kısmını inkâr eder değiliz.  اَحَدٍ  lafzı nefy siyakında olduğundan geneldir,  بَيْنَ’nin ona muzâf olması caiz olmuştur. (Beyzâvî)

Bu cümlede Yahudi ve Nasranilere tariz vardır. Cümlede takdir edilmiş وآخَرَ (ve diğerlerinden) mahzuftur. (Âşûr)


وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ


Ayetin son cümlesi و  ’la öncesine atfedilmiştir. Veya  نُفَرِّقُ  fiilinin failinden haldir.  MüsPet isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. 

Zamirinin Allah Teâlâ’ya ait olduğu  لَهُ  car mecruru amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a teslim olanlarız, başka hiçbir kimseye değil.” anlamındadır.

اٰمَنَّا - مُسْلِمُونَ , اُو۫تِيَ - اُنْزِلَ  ; إِبۡرَ ٰ⁠هِـۧمَ - إِسۡمَـٰعِیلَ - إِسۡحَـٰقَ - یَعۡقُوبَ - مُوسَىٰ - عِیسَىٰ  ve  ٱللَّهِ - رَّبِّ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette teşâbüh-i etrâf vardır.


Âl-i İmrân Sûresi 85. Ayet

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  ...


Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 يَبْتَغِ ararsa ب غ ي
3 غَيْرَ başka غ ي ر
4 الْإِسْلَامِ İslam’dan س ل م
5 دِينًا bir din د ي ن
6 فَلَنْ (bilsin ki) asla
7 يُقْبَلَ (o din) kabul edilmeyecek ق ب ل
8 مِنْهُ ondan
9 وَهُوَ ve o
10 فِي
11 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
12 مِنَ
13 الْخَاسِرِينَ kaybedenlerden olacaktır خ س ر

   Qabele قبل :

  قَبْلُ önce demektir ve öne geçmekle ilgili kullanılır. Zıddı بَعْدُ sözcüğüdür.

  قَبْلُ kelimesi değişik anlamlarda kullanılır. Örneğin mekan, zaman, makam/mevki ve yapılan bir işteki sıralamada öncelik için kullanılır.

  İkbâl إقْبالٌ tıpkı istikbal إسْتِقْبالٌ gibi öne yönelmek demektir.

  قَبِلَ ve تَقَبَّلَ fiilleri kabul etmek anlamındadır.

  تَقَبُّلٌ bir şeyi karşılığında hediye vb. bir mükafatı gerektirecek tarzda kabul etmektir.

  Kefalete de قُبالَةٌ denir, çünkü kefalet en sağlam kabuldur.

  Yine bu köke ait tekâbül تَقابُلٌ ve mukâbele مُقابَلَةٌ sözcükleri insanların ya bizzat ya da yardımlaşarak; ya çaba sarf ederek veya sevgiyle birbirlerine yönelmeleridir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı türevde 294 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kabul, makbul, kâbil, kâbiliyet, kabala, kıble, kabile, mukabil, mâkabl, mukabele, ikbal, tekabul, istikbal, müstakbel, (hissi) kablel (vuku) ve mütekabildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ


وَ  istînâfiyyedir. مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَبْتَغِ  şart fiili olup illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. 

غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْاِسْلَامِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  د۪ينًا  müPhem bir kelime olduğu için  غَيْرَ ’nın temyizi olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.  يُقْبَلَ  meçhul mebni muzari fiildir. Naib-İ faili müstetir  هُوَ  zamiridir.  مِنْهُ  car mecruru  يُقْبَلَ  fiiline müteallıktır. 

 

وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  الْخَاسِر۪ينَ ’ye müteallıktır.  مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.  الْخَاسِر۪ينَ  kelimesinin cer alameti  ي’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪يناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ



وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelamdır. 

مَنْ  şart edatı ref mahallinde müsnedün ileyhdir. Müsned ve şart fiili  يَبْتَغِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ ’in haberinin şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkiptir.

فَ  karÎnesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. 

Şartın cevabına matuf olan  وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’ın istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  mahzuf habere müteallıktır.


Âl-i İmrân Sûresi 86. Ayet

كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ  ...


İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَيْفَ nasıl ك ي ف
2 يَهْدِي yol gösterir ه د ي
3 اللَّهُ Allah
4 قَوْمًا bir topluma ق و م
5 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
6 بَعْدَ sonra ب ع د
7 إِيمَانِهِمْ İman ettikten ا م ن
8 وَشَهِدُوا ve gördükten ش ه د
9 أَنَّ gerçekten
10 الرَّسُولَ Resul’ün ر س ل
11 حَقٌّ hak olduğunu ح ق ق
12 وَجَاءَهُمُ ve kendilerine geldikten ج ي ا
13 الْبَيِّنَاتُ açık deliller ب ي ن
14 وَاللَّهُ Allah
15 لَا
16 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
17 الْقَوْمَ toplumu ق و م
18 الظَّالِمِينَ zalim ظ ل م

Bu, korkunç bir uyarıdır; içinde zerre kadar iman taşıyan, işin hem dünyada hem de ahiretteki önemini kavrayan her kalbi titretir. Bu, kendisine kurtuluş imkanı tanındığı halde ondan bu şekilde yüz çevirenlere gerçekten uygun bir cezadır. 

Fakat İslâm, bununla beraber tevbe kapılarını açık bırakıp, tevbe etmek isteyen sapıkların yüzüne bu kapıyı kapamıyor. Gelip bu kapıyı çalmasından başka bir yükümlülük de getirmiyor. Kişi O’na doğru yönelip yaklaşmaya çalıştığında, önünde hiçbir engel bulunmadığını görecektir. Yeter ki güven veren sığınağa gelsin ve güzel işler yapmaya koyulsun. Ve böylece, tevbenin, gerçekten pişmanlık duyan bir gönülden kaynaklandığını göstersin. (Fizilal’il Kur’ân)

كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ 


كَيْفَ  istifham harfi olup hal olarak mahallen mansubtur.  يَهْدِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  قَوْمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

Âşûr’a göre bu istinaf cümlesidir. كَيْفَ  inkârî istifhamdır. 

كَفَرُوا  fiili  قَوْمًا  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بَعْدَ  zaman zarfı,  كَفَرُوا  fiiline müteallıktır.  ا۪يمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  شَهِدُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.  اَنَّ   ve masdar-ı müevvel, mahzuf  بِ  harf-i ceriyle birlikte  شَهِدُٓوا  fiiline müteallıktır.  الرَّسُولَ  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup mansubtur.  حَقٌّ  ise  اَنَّ ’nin haberi olup merfûdur.

وَ  atıf  harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْبَيِّنَاتُ  faildir. 

           

    

وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  لَا يَهْدِي  haber olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمَ ’nin sıfatıdır. Cemi müzekker salim  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir. Cer alameti  ي’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.




كَيْفَ يَهْدِي اللّٰهُ قَوْماً كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nefy ve zem manasındaki bu istifham cümlesi asıl vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsna ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi tazim ve haşyet hissettirmek içindir.

Allah Teâlâ’nın mütekellim olduğu ayette  Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır. 

كَفَرُوا  cümlesi  قَوْمًا  için sıfattır dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

قَوْمًا ’deki tenkir tahkir içindir.


وَشَهِدُٓوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ

 

Sıfat cümlesine matuf olan bu cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi ise faide-i haber talebî kelamdır. Takdir  edilen  بَ  harfi ile beraber masdar tevilinde,  شَهِدُٓوا  fiiline müteallıktır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki  وَجَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ  cümlesi  شَهِدُٓوا’ya matuftur.

كَفَرُوا - ا۪يمَانِهِمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. ا۪يمَانِهِمْ - يَهْدِي -  الرَّسُولَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


  وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan  اللّٰهَ  ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikri, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Son cümlede “Allah zalim kavme hidayet etmez” sözünden,  peygamber’in gerçekten peygamber olduğuna tanıklık ettikten sonra; kendilerine tanıklar yani peygamberliği ispat eden Kur’an gibi mucizeler geldikten sonra hâlâ nankörce inkâr eden kimselerin zalim oldukları anlaşılmaktadır. 

ٱلظَّـٰلِمِینَ - كَفَرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الظَّالِم۪ينَ - حَقٌّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَهْدِي - لَا يَهْدِي  arasında tıbâk-ı selb, cinas, reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Ayette tecrîd ihtiva eden lafzatullah tekrar edilmiştir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.




Âl-i İmrân Sûresi 87. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ  ...


İşte onların cezası; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin üzerlerine olmasıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte
2 جَزَاؤُهُمْ onların cezası ج ز ي
3 أَنَّ gerçekten
4 عَلَيْهِمْ onların üzerine olmasıdır
5 لَعْنَةَ la’neti ل ع ن
6 اللَّهِ Allah’ın
7 وَالْمَلَائِكَةِ ve meleklerin م ل ك
8 وَالنَّاسِ ve insanların ن و س
9 أَجْمَعِينَ hepsinin ج م ع

اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ


İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  birinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ  cümlesi bu mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. جَزَٓاؤُ۬هُمْ kelimesi haber olan bu cümlenin mübtedasıdır.

اَنَّ  harfi, اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. İsim cümlesinin manasını masdara çevirir ve tekid eder.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mübteda olan  جَزَٓاؤُ۬هُمْ  kelimesinin haberi olarak mahallen merfûdur. 

 عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  لَعْنَةَ  ise  اَنَّ ’nin muahhar ismidir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle atfedilmiştir.  اَجْمَع۪ينَ  manevi tekiddir.


اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’yi takip eden  عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ  isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  لَعْنَةَ ا  للّٰهِ ‘nin,  اَنَّ ’nin muahhar ismi olduğu cümle, masdar teviliyle takdir edilen  ل  harf-i ceri sebebiyle  جَزَٓاؤُ۬هُمْ ’un mahzuf haberine müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi,  اَنَّ  tekid edilmiş, faide-i  haber talebî kelamdır.

Az sözle çok anlam ifade etme amacına matuf  لَعْنَةَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın tazimi, gayrıyı tahkir içindir.

Müsnedün ileyhin işaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  ile marife oluşu işaret edilenleri tahkir ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَجْمَع۪ينَۙ  manevi tekid kelimelerindendir. Hepsinin lanetinin aynı anda olduğunu ifade eder ve bunu vurgular.

Allah’ın laneti, onları rahmetinden uzaklaştırmasıdır. Diğerlerinin laneti, bunun için dua etmektir.

Lanet vardır diyerek lazım söylenmiş, rahmetten mahrum kalıp cehenneme gitmek şeklinde melzûm kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.


Âl-i İmrân Sûresi 88. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ  ...


Onun (lânetin) içinde ebedî kalacaklardır. Onların azabı hafifletilmez, onlara göz açtırılmaz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ ebedi kalacaklardır خ ل د
2 فِيهَا O(la’net)in içinde
3 لَا
4 يُخَفَّفُ hafifletilmeyecek خ ف ف
5 عَنْهُمُ onlardan
6 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
7 وَلَا
8 هُمْ ve onlara
9 يُنْظَرُونَ fırsat verilmeyecektir ن ظ ر

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ


خَالِد۪ينَ  önceki ayetteki  عَلَیۡهِمۡ ’in zamirinden hal olarak mansubtur. Nasb alameti  ى’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ى  ile nasb olurlar.  فِیهَا  car mecruru  خَـٰلِدِینَ ’ye müteallıktır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  یُخَفَّفُ  merfû muzari fiildir.  عَنۡهُمُ  car mecruru  یُخَفَّفُ  fiiline müteallıktır.  ٱلۡعَذَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمۡ   mübteda olarak mahallen merfûdur.  یُنظَرُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. Meçhul muzari fiil olarak gelmiştir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

يُنْظَرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نظرdir. İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ [Onların azabı hafifletilmez ve onların yüzüne bakılmaz.] Yani onların azabı sükûnet bulmaz ve onlara mühlet verilmez.  اِنْظَار  kelimesi ile  اَلْاِمْهَال kelimesi arasındaki fark şudur: اِنْظَار, bir kişinin durumuna bakılması için kendisine mühlet verilmesidir. اَلْاِمْهَال  ise teklif edilen işin kolaylaştırılması için kişiye mühlet vermektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ


خَالِد۪ينَ, önceki ayetteki  عَلَيْهِمْ  zamirinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

ف۪يهَاۚ ’daki zamir lanete aittir. Onlar lanetin içinde ebedi kalacaklardır. Bu ifadedeki  ف۪ harfinde zarfiyyet anlamı dolayısıyla istiare vardır. Onları her yönden kuşattığını mübalağalı bir şekilde ifade etmek için lanet, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  عَنْهُمُ, azabın onlara olduğunu vurgulamak üzere failin önüne geçmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.

Makabline  وَ ’la atfedilmiş  وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ  cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim edilmiş müsnedün ileyhten önce nefy harfinin gelmesi tahsis ifade etmiştir. Ayrıca müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

يُنْظَرُونَۙ  fiili meçhul bina edilerek failin aşikâr olduğu bu durumda, mef’ûle dikkat çekilmiştir.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ [Orada (ebedi) kalıcıdırlar.] sözünden sonra azabın hafifletilmeyeceğinin söylenmesi tetmim ıtnâbıdır.
Âl-i İmrân Sûresi 89. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler müstesnadır. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا dışında
2 الَّذِينَ kimseler
3 تَابُوا tevbe eden ت و ب
4 مِنْ
5 بَعْدِ sonra ب ع د
6 ذَٰلِكَ ondan
7 وَأَصْلَحُوا ve uslananlar ص ل ح
8 فَإِنَّ çünkü
9 اللَّهَ Allah
10 غَفُورٌ çok bağışlayan غ ف ر
11 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م

İslâm’da günah işleyenlere bir daha dönüşü olmayan bir yola girmiş ve tamamıyla dışlanmış insanlar olarak bakılmadığı ve yüce Allah’ın –işledikleri günahın ağırlığı ne olursa olsun– kullarına karşı ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğu bu âyette çok açık bir biçimde ifade edilmiştir.

86-88. âyetlerde tasvir edilen günah ve cezadan sonra “tövbe” kapısının hâlâ açık olduğunun belirtilmesi, müslümanlara insanlar arası ilişkilerde de bağışlama ve hoşgörünün yaygınlaştırılmasında başkalarına örnek olma ödevini yüklemektedir. Şu var ki büyük günahı işleyen kişilere tövbe kapısının açılması zâhiren pişmanlık belirtmelerinin istenmesi demek değildir. Nitekim âyette “Ama bundan sonra tövbe edip kendilerini düzeltenler başka” buyurulmuş ve tövbenin samimi olduğunun iyi davranışlarla ortaya konması istenmiştir. Buna göre beşerî ilişkilerde de kusurlu tarafın bağışlanma ve hoşgörülme beklentisi içine girerken kendisine düşen vecîbeleri ihmal etmemesi, kuru kuruya bir özür dileme ile yetinmeyip duyduğu üzüntü ve pişmanlığı hal ve hareketleriyle ortaya koyması gerekir. (Fizilal’il Kur’ân)

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

اِلَّا istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ, müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَابُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.  تَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابُوا  fiiline müteallıktır. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَابُوا  fiiline müteallıktır.  ذا  işaret ismi olup sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

وَ  atıf harfidir.  اَصْلَحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ   ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  غَفُورٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir.  رَح۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُوا


Ayet önceki ayettekilerden istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ’nin sıla cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Veciz ifade amacıyla gelen  بَعْدِ ذٰلِكَ  izafetindeki işaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî bir şey için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَاَصْلَحُوا  cümlesi makabline tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.

“Ancak o kimseler ki tövbe ettiler.” sözü kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

“Muhakkak ki Allah çok merhametli ve affedicidir.” lazımdır, onları da affedecek ve cennetine koyacaktır manası melzumdur. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

[Ancak bundan sonra tevbe edenler] Yani inkârlarından tövbe edenler ve kendilerine tâbi olanların aldatmaları ve azdırmaları sebebiyle bozdukları işleri düzeltenler müstesnadır. اغوي, bozmak demektir. Doğru yola geri döndürmek ise اَصْلَحُ’tır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

 

 فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


Ayetin son cümlesine dahil olan  فَ, ta’liliyyedir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. اِنَّ , غَفُورٌ ’nin birinci, رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Allah’ın  غَفُورٌ ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

تَابُوا - غَفُورٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Âl-i İmrân Sûresi 90. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ  ...


Şüphesiz iman ettikten sonra inkâr eden, sonra da inkârda ileri gidenlerin tövbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ onlar ki
3 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
4 بَعْدَ sonra ب ع د
5 إِيمَانِهِمْ inandıktan ا م ن
6 ثُمَّ sonra
7 ازْدَادُوا arttı ز ي د
8 كُفْرًا inkarları ك ف ر
9 لَنْ
10 تُقْبَلَ kabul edilmeyecektir ق ب ل
11 تَوْبَتُهُمْ onların tevbeleri ت و ب
12 وَأُولَٰئِكَ ve işte
13 هُمُ onlar
14 الضَّالُّونَ sapıkların ta kendileridir ض ل ل

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بَعْدَ  zaman zarfı,  كَفَرُوا  fiiline müteallıktır.  ا۪يمَانِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ازْدَادُوا  fiili sılaya atfedilmiştir.  Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.  تُقْبَلَ  meçhul mebni muzari fiildir.  تَوْبَتُهُمْ  naibi- fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا  [İnkârları iyice pekişenlerin…] Bunlar Hz. Musa ve Tevrat’a iman ettikten sonra Hz. İsa ve İncil’i inkâr eden ve daha sonra Hz. Peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ederek küfürlerini pekiştiren Yahudiler veya peygamber olarak gönderilmeden önce kendisine iman ettikleri halde Hz. Peygamberi inkâr eden ve daha sonra bu tutumlarında ısrar edip sürekli olarak O’nu kötülemek, O’na düşmanlık etmek, O’na verdikleri sözden dönmek, müminleri yoldan çıkarmak, O’na iman etmekten alıkoymak ve inen ayetlerle alay etmek suretiyle inkârlarını pekiştiren Yahudilerdir. (Keşşâf)


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ


İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُمُ  fasıl zamiri veya haber olarak gelen bir cümlenin mübtedasıdır.  الضَّٓالُّونَ  ise haberi veya  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberidir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ


İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

اِنَّ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا بَعْدَ ا۪يمَانِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Akabindeki aynı üslupla gelen  ازْدَادُوا كُفْرًا  cümlesi sılaya  ثُمَّ  ile atfedilmiştir.  كُفْرًا  temyizdir. Temyiz ıtnâb babındandır.

Cümlenin müsnedi  لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ , faide-i haber talebî kelamdır. Menfi  fiil  cümlesi formunda gelmiştir. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder.

كَفَرُوا - كُفْرًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  كَفَرُوا - ا۪يمَانِهِمْ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Küfrün artması, istiaredir. İmandan sonra küfre dönmek bir şeyin miktarının artmasına benzetilmiştir. Câmi’; ısrar, devam ve artıştır.

ازْدَادُوا كُفْرًا [İnkârları iyice pekişenlerin…] Bunlar Hz. Musa ve Tevrat’a iman ettikten sonra Hz. İsa ve İncil’i inkâr eden ve daha sonra Hz. Peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ederek küfürlerini pekiştiren Yahudiler veya peygamber olarak gönderilmeden önce kendisine iman ettikleri halde Hz. Peygamberi inkâr eden ve daha sonra bu tutumlarında ısrar edip sürekli olarak O’nu kötülemek, O’na düşmanlık etmek, O’na verdikleri sözden dönmek, müminleri yoldan çıkarmak, O’na iman etmekten alıkoymak ve inen ayetlerle alay etmek suretiyle inkârlarını pekiştiren Yahudilerdir. (Keşşâf)

لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ [Onların tövbeleri kabul edilmeyecektir.] Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Yani gönderilmeden önce Hz. Peygambere iman etmeleri kabul edilmez. Bir başka tefsire göre: “Ümitsizliğe düştüklerinde iman etmeleri kabul edilmez.” Yüce Allah şöyle buyurmuştur: [Bizim azabımızı gördüklerinde iman etmeleri onlara fayda vermez. (Mümin Suresi, 85)] Başka bir görüş ise şöyledir: Göstermelik olarak ettikleri tövbe kabul edilmez. Çünkü onlar bu tövbelerinde samimi değillerdir. Bunun delili ayetin devamında “Onlar sapkın olanlardır.” yani kalpleri önceki sapkınlıkları üzere kalanlardır buyurulmasıdır. Bu Abdullah b. Abbas’ın görüşüdür. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ


Haber cümlesine matuf olan  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الضَّٓالُّونَ  cümlesi ise fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkarî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

İsim  cümlesindeki müsned olan ism-i fail  الضَّٓالُّونَ, istimrara delalet eder. 

Müsnedin ال takısıyla marife olarak gelmesi tahsis ifade eder. Müsned, müsnedün ileyhe kasretmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.

الضَّٓالُّونَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَفَرُوا ‘da irsâd sanatı vardır. Ayetin sonunda كُفْر  anlamca benzeri olan  الضَّٓالُّونَ zikredilmiştir.

[İşte onlar sapkınların ta kendileridir.] Yani onlar sapkınlıkları üzere kalanlardır. Bir görüşe göre onlar bu tövbe ile umdukları sevabı kaybedenlerdir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)


Âl-i İmrân Sûresi 91. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟  ...


Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
4 وَمَاتُوا ve ölenler م و ت
5 وَهُمْ ve onlar
6 كُفَّارٌ kafir olarak ك ف ر
7 فَلَنْ
8 يُقْبَلَ kabul edilmeyecektir ق ب ل
9 مِنْ -nden
10 أَحَدِهِمْ hiçbiri- ا ح د
11 مِلْءُ dolusu م ل ا
12 الْأَرْضِ dünya ا ر ض
13 ذَهَبًا altın ذ ه ب
14 وَلَوِ ve olsa dahi
15 افْتَدَىٰ fidye vermiş ف د ي
16 بِهِ onu
17 أُولَٰئِكَ işte
18 لَهُمْ onlar için vardır
19 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
20 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
21 وَمَا ve yoktur
22 لَهُمْ onların
23 مِنْ hiçbir
24 نَاصِرِينَ yardımcıları ن ص ر

Rasûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştu: “Kıyamet gününde Allah Teala Cehennem’de azabı en hafif birine: “Yeryüzünde ne varsa senin olsaydı, kurtulmak için onları verir miydin?”  diye soracak. Adam “evet” diye cevap verecek. Bunun üzerine Allah Teala ona “Baban Adem’in sulbünde iken, Ben senden, bundan daha kolayını istedim. Allah’a hiçbirşeyi ortak koşmayacaksın diye senden söz aldım, ama sen Allah’a ortak koşmakta direttin” diyecektir. (Buhari, Enbiya 1, Rikak 49, 51; Müslim, Kıyamet 51)

(Kaynak: Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ - Prof. Dr. Mehmet Yaşar KANDEMİR)

  Mele'e ملأ :   مَلأ sözcüğü bir görüş üzerinde bir araya gelenlerdir. Gözleri, görüş ve duruşları itibarıyla, kalpleri saygınlık ve heybet yönünden dolduran ileri gelen topluluk demektir.

  Bu kökten gelen مِلْءٌ lafzı dolu kabın aldığı miktardır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 40  kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ 


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟ ‘dur. 

مَاتُوا۟  fiili atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمۡ  mübteda olarak mahallen merfûdur. كُفَّارٌ  haber olup lafzen merfûdur.

فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  فَ  zaiddir.  لَنْ ,muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir.  Tekid ifade eder.  يُقْبَلَ  meçhul mebni muzari fiildir.  مِنْ اَحَدِ  car mecruru  يُقْبَلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِلْءُ  naib-i faildir.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  ذَهَبًا  temyiz olup fetha ile mansubtur.

Bu ayette bulunan  فَلَنْ يُقْبَلَ  kavlindeki  فَ  harfi, bu cümlenin şart ve ceza cümlesi olarak geldiğini bildirmek içindir. Bu kimselerden fidyenin kabul edilmeme nedeni, bunların kâfir kimseler olarak ölmelerindendir. Daha önce geçen 90. ayetteki benzer ifadenin başında  فَ  harfinin yer almaması, cümlenin mübteda ve haber cümlesi olduğunu yani isim cümlesi olduğunu göstermek içindir. Onda sebep-sonuç ilişkisine dair hiçbir delil yoktur. Ayetteki  ذَهَبًا  kelimesi de temyizdir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Keşşâf)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ [Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya…]  cümlesindeki  وَ  hal içindir. فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَبًا [Fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa dahi kabul edilmeyecektir.] Ayette geçen  مِلْءُ  kelimesi “bir şeyi dolduran miktar” anlamına gelmektedir.  ذَهَبًا [altın] kelimesi temyiz olarak mansubdur.

Temyiz iki çeşittir: Birincisi:  اَحَد عَشَرَ دِرْهَمًا وَ عِشْرُونَ دِينَارًا (on bir dirhem, on iki dinar) örneklerinde olduğu üzere fertlere ait olanlar; ikincisi ise  عِنْدِي مَلؤ زقِّ عَسَلاً (Bende bir tulum bal var.) örneğindeki gibi miktarlara ait olanlar. Temyizin mansub oluşu şöyle açıklanabilir: Temyizden önceki kelime marife/bilinen bir miktardır. Miktara konu olan şey ise meçhuldür. Marifeden sonra nekre geldiği için mansub olmuştur. Temyiz bilinmeyen şeyin ne olduğunu açıklamaktadır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)


وَ  haliyyedir.  لَوِ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  افْتَدٰى  şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

 بِه car mecruru  افْتَدٰى  fiiline müteallıktır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  فلن يقبل منه  (Ondan asla kabul edilmez.) şeklindedir.

وَلَوِ افْتَدٰى بِه  [Eğer fidye olarak verseydi.] ayetindeki  وَ  harfi tekid (pekiştirme) için getirilmiştir.  عَلَيْكَ بِالصِدْقِ وَ اِنْ ضَرَّكَ (Sana zararı dokunsa da doğru söylemen gerekir.) sözünde olduğu gibi. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

افْتَدٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فدي’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

         

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


İsim cümlesidir.  İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  أَلِیمٌ  ise  عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.  


وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟


وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harfi zaiddir.  نَاصِر۪ينَ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَاصِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

Türkçemizdeki “himaye eden”, “kollayan”, “yardım eden” gibi kelimelerin karşılığı olan  نَاصِرٌ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de  نَاصِرُونَ  ve  اَنْصَارُ  şeklinde iki farklı cemi kipi ile gelmektedir. Bunlardan cemi müzekker salim kipi ile gelen  نَاصِرُونَ  kelimesi sekiz yerde, cemi kıllet kipi ile gelen اَنْصَارُ  kelimesi de on bir ayette geçmektedir.

نَاصِرُونَ ; Âl-i İmran, 3/22, 56, 91, 150; Nahl, 16/37; Ankebût, 29/25; Rûm, 30/29; Casiye, 45/34; اَنْصَارُ; Bakara, 2/270; Âl-i İmran, 3 /52, 192; Maide, 5/72; Nuh, 71/25; Tevbe, 9/100, 117; Saff, 61/14. (Abdurrahman Güney, Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur’an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri)


اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَباً وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ


İstînâf cümlesi fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

اِنَّ’nin isminin arkadan gelecek olan habere işaret eden ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki aynı üslupla gelen  مَاتُوا  cümlesi sılaya  وَ  ile atfedilmiştir.

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ifade eden, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَهُمْ كُفَّارٌ  cümlesi, haldir. Hal, ıtnâb babındandır.

Cümlenin müsnedi,  فَ  karînesiyle gelmiş, mahzuf şartın cevabı olan  لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْۚ cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Menfi  fiil  cümlesi formunda gelmiştir.

Şart cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. 

لَنْ يُقْبَلَ  fiili meçhul bina edilerek failin aşikâr olduğu bu durumda mef’ûle dikkat çekilmiştir.

اَحَدِهِمْ’e dahil olan  مِنْ  ‘hiç’ manasındadır. 

كَفَرُوا - كُفَّارٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ  cümlesinde وَ  haliyye,  لَوِ  şartiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَبًا [yer dolusu altın] mübalağanın gulüv türüdür. لَوِ harfi dolayısıyla makbul olmuştur.

Burada yardım edilmeyeceğinin sürekli ve ebedi oluşunu belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder.

Neden ayetlerden birinde  لَنْ تُقْبَلَ  şeklinde  فَ ’sız, öbüründe ise  فَلَنْ يُقْبَلَ  şeklinde  فَ’lı olarak ifade edilmiştir? dersen, şöyle derim:  فَ’lı ifadede açıklamanın şart ve ceza şeklinde yapılandığını, onlardan fidye kabul edilmemesinin sebebinin küfür üzere ölmeleri olduğu;  فَ’sız ifadede ise cümle mübteda ve haber şeklinde yapılanıp (fidye kabul edilmemesinin) sebebine dair herhangi bir işaret içermemektedir. (Keşşâf) 

Eğer kâfir kıyamet gününde yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye verme imkânı olsa ve bunu da yapsa bu ondan kabul edilmeyecek ve bunun kendisine faydası dokunmayacaktır. Zeccâc’a göre bu ayetin manası şudur: Dünyadayken kâfir kalarak bu kadar malı verseydi yine kabul edilmezdi.  وَلَوِ افْتَدٰى بِه۪ۜ [Eğer fidye olarak verseydi.] cümlesindeki وَ harfi tekid (pekiştirme) için getirilmiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

 

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, tahkir ifade eder.

Haber olan  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Haberin takdimi kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade ederek azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.

اَل۪يمٌ  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada elim azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. 

Buna karşılık onlara büyük azap türleri içerisinden öylesine büyük bir azap vardır ki bu azabın künhünü Allah’tan başkası bilmez. (Keşşâf) 

عذاب مؤلَم  yerine  عَذَابٌ اَل۪يمٌ  gelmesi mübalağa için mecaz-ı mürseldir.  

عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ  ifadesindeki  اَل۪يمٌۙ kelimesi ism-i fail kalıbındadır. İşârî olarak o öyle bir azap ki azap verirken kendisi bile acımaktadır, şeklinde düşünülebilir.  اَل۪م kökünden gelen elem acı, ağrı; اَل۪يمٌۙ ise acı çektiren, elem veren demektir. Eğer burada elim acı duyan anlamına alınırsa bu azabın değil azap edilenin sıfatı olur. O takdirde ifadede mübalağa (manayı tekid) vardır. 

 

وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟

 

Makabline matuf son cümle menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

Zaid harf  مِنْ  ve takdim olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Haberin takdimi kasr, müsnedün ileyh olan  نَاصِر۪ينَ۟’nin nekre gelişi, taklîl ifade eder. 

Cümlede  takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Olumsuz cümledeki  مِنْ ‘hiç’ anlamı verir.

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ [Onlara elim bir azap vardır.] Yani elem verici bir azap vardır. وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ۟ [Onların hiç yardımcıları yoktur.] Yani onlardan azabı kaldıracak, onların kınanmasını önleyecek kimse bulunmaz. Onların küfür üzerinde ısrarcı olmaları insanların mallarını alma amacına yöneliktir. Allah Teâlâ yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye olarak verseler dahi bunun kendilerine fayda vermeyeceğini bildirmiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Günün Mesajı
Allah katında tek geçerli din İslam'dır ve Allah'a teslimiyet esasına dayanır. Allah tevbe edip kendisini düzelten kişilerin tevbesini kabul eder. Ama bu tevbeyi ölüm anına kadar erteleyenlerin tevbesi kabul olmaz.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sahip olduğum her nimet, bedenimdeki her hücre ve bulunduğum yerde gördüğüm görmediğim her zerre şahidim olsun:

"Biz Allah’a ve bize indirilene; kezâ İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarına indirilenlere; yine Mûsâ, Îsâ ve bütün peygamberlere rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onlar arasında ayırım yapmayız ve biz O’na teslim olmuşuzdur."

Bizi İslam fıtratı üzerine yaratan, Kur’ân-ı Kerim'le tanıştıran, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i ve Peygamberleri sevdiren, bizi imanla boyayan Allah'a; gördüğüm ve göreceğim her şeyin her noktası, aldığım ve alacağım her nefes, attığım ve atacağım her adım ve daha nicelerin adedince hamd olsun. Tövbe edenlerden ve tövbesi kabul olanlardan, ahirette kazananlardan, doğru yolda ilerleyenlerden, meleklerin ve insanların selam verdiklerinden ve ebedi huzura kavuşanlardan olmak duasıyla. 

İmanımı güçlendir Rabbim! Kalbimde tek bir boşluk kalmadan imanla boyanıp, tertemiz ölenlerden olmayı nasip et!

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji