20 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 92-100 (61. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 92. Ayet

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ  ...


Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَنْ asla
2 تَنَالُوا eremezsiniz ن ي ل
3 الْبِرَّ iyiliğe ب ر ر
4 حَتَّىٰ kadar
5 تُنْفِقُوا (Allah için) harcayıncaya ن ف ق
6 مِمَّا şeylerden
7 تُحِبُّونَ sevdiğiniz ح ب ب
8 وَمَا ve ne ki?
9 تُنْفِقُوا harcarsanız ن ف ق
10 مِنْ herhangi bir
11 شَيْءٍ şeyden ش ي ا
12 فَإِنَّ şüphesiz
13 اللَّهَ Allah
14 بِهِ onu
15 عَلِيمٌ bilir ع ل م

“İyilik” diye çevirdiğimiz birr kelimesi ayrıca “erdemlilik, ihsan, çok iyi ve hayırlı” gibi anlamlara gelir. Kur’ân terimi olarak birr, “kişiyi Allah’a yaklaştıran iman, ibadet ve ahlâk ile en doğru ve en güzel hayatı yaşamak” mânasına geldiği gibi (bk. Bakara 2/177) “Allah’ın rızâsı, rahmeti ve cenneti” şeklinde de yorumlanmıştır. 

Râzî bunu, “saygı ifade eden bütün davranışları, itaatleri ve insanı Allah’a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime” olarak değerlendirmiştir (V, 37). Kur’ân-ı Kerîm’in en geniş kapsamlı kavramlarından olan birr, “Allah’a karşı saygılı olma” anlamına gelen takvâ kelimesiyle paralel ve ona yakın bir mâna ifade etmekte, günah anlamına gelen ism ve kötülük anlamına gelen fücûrun karşıtı olarak kullanılmaktadır (krş. Bakara 2/177; Mâide 5/2; İnfitâr82/13-14). Birr ile takvâ arasındaki bu yakınlık Kur’ân’da çeşitli vesilelerle ifade edilmiştir. Nitekim Bakara sûresinin 189. âyetinde birrin takvâ sahibi insana özgü bir fazilet olduğu bildirilerek, Mâide sûresinin 2. âyetinde de “Birr ve takvâ hususunda yardımlaşınız” buyurularak bu iki fazilet arasındaki yakınlık vurgulanmaktadır.

Müfessirler kişinin sevdiği şeyleri “servet, mevki, ilim ve beden kuvveti gibi maddî ve mânevî imkânlar” şeklinde yorumlamışlardır. Âyet-i kerîme, sadaka veya Allah yolunda yapılan diğer harcamaların işe yarar, kıymetli şeylerden yapılmasının gereğine işaret etmekte, aksi takdirde yapılan harcamada hedeflenen gayeye ulaşılamayacağını bildirmektedir. Bu tür sosyal harcamalarda verilen şey, bireyin veya toplumun bir ihtiyacını karşılayacak ve onu sıkıntıdan kurtaracak mahiyette olmalıdır. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

Riyazus Salihin, 322 Nolu Hadis

Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Medine’de ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha idi. Ebû Talha’nın en sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.

Enes (sözüne devamla) dedi ki: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi ve:

- Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızası için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum, Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum.”

Ebû Talha:

- Öyle yapayım, yâ Rasûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti.

Buhârî, Zekât 24, Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42, 43

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ


Fiil cümlesidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

تَنَالُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْبِرَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تُنْفِقُوا  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَنَالُوا  fiiline müteallıktır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  تُنْفِقُوا  fiiline müteallıktır.  İsm-i mevsûlun sılası  تُحِبُّونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  تُحِبُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  

  

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  iki fiili cezmeden şart ismidir.  تُنْفِقُوا  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

تُنْفِقُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.   مِنْ شَيْءٍ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismidir.  بِه۪  car mecruru  عَل۪يمٌ ’ne müteallıktır.  عَلِیمٌ  ise  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

تُنْفِقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

İbn Mesud  حَتَّى تُنْفِقُوا بَعْضَ  مَا تُحِبُّونَ [sevdiklerinizin bir kısmını infak etmedikçe] şeklinde okumuştur ki  مِمَّا  lafzındaki  مِنْ ’in,  اَخَذْتُ مِنَ الْمَالِ [maldan biraz aldım] cümlesindeki  مِنْ  gibi baziyet / kısmîlik ifade ettiğini göstermektedir.  مِنْ شَيْءٍ  deki مِنْ ise  وَمَا تُنْفِقُوا  ifadesini açıklamakta olup “gerek sevdiğiniz iyi şeylerden gerekse hoşlanmadığınız kötü şeylerden, infak ettiğiniz her şeyi Allah bilir ve size ona göre muamele eder” manasındadır. (Keşşâf)

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Gaye bildiren masdar harfi  حَتّٰى  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle,  تَنَالُوا   fiiline müteallıktır.

Cer mahallindeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا’ nın sılası olan  تُحِبُّونَۜ  cümlesi de muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِمَّا تُحِبُّونَۜ  [sevdiğiniz şeyler] sözü kinayedir. 

Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lazım; birre erişemezsiniz; melzum; birrden uzak olduğunuz zaman Allah’ın rızasına ve cennet derecelerine erişemezsiniz manalarıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

[Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe] yani [Kazandıklarınızın ve size yerden çıkardıklarımızın iyilerinden infak edin. (Bakara Suresi, 267)] ayetinde ifade edildiği gibi infakınız sevip tercih ettiğiniz mallarınızdan oluncaya kadar [asla “iyiliğe” erişemezsiniz] yani iyiliğin hakikatine ulaşamazsınız ve iyi olamazsınız. (Keşşâf)

Âşûr, البر deki ال ‘ın cins için olduğunu belirtir.

Birr: Bakara Suresinin 177. ayetinde açıklandığı üzere ihsan (iyilik etmek), geniş hayır, tam hayır demektir. “Birr” ile “hayır” arasında şöyle bir fark da göstermişlerdir: “Birr”, hayra ulaşan ve kastedilmiş fayda; “hayır” ise kasıtsız bile olmuş olsa muhakkak faydadır. Birrin zıddı ukuk (isyan etmek), hayrın zıddı şerdir. Bununla beraber “birr”, hıns (günah) karşılığı da kullanılır. Burada birr’e erişmek, hayır ve iyilik etme sıfatıyla sıfatlanmış olmak veya “İyiler mutlaka nimet içindedirler.” (İnfitar Suresi, 13) ayetinin delaleti üzere iyiliğe ve ilâhî sevaba ermek manalarından her biriyle tefsir edilmiştir ki ikisi birbirinden ayrılmazlar. “Allah asla sözünden dönmez.” (Âl-i İmran Suresi, 9) ayeti gereğince Allah’a söz vermek ve anlaşmada tamamıyla ayak direyerek ilâhî vaade tamamen kavuşmak, ermek manası, her ikisini de içine alır. Buna göre iman, dinin temeli; birr, dinin gayesi demektir. Hak tevhid, hayra erişmek: İşte din, bu iki esasın mahsulüdür. Ve bu şekilde bu ayet, kendisinden önceki iman konularının bir sonucu, kendisinden sonraki hükümlere dair konuların da mukaddimesi yerindedir. (Elmalı)

Bu hitap, müminler içindir. Bundan önce kâfirlere faydası olmayan ve kendilerinden kabul edilmeyen şeyler beyan edildikten sonra bu istînâfî kelam ile de müminlere faydası olan ve kendilerinden kabul edilen şeyler beyan edilmektedir.

Sizler, en değerli, en çok sevdiğiniz, en çok beğendiğiniz mallarınızdan bir kısmını, Allah yolunda harcamadıkça iyi insanların uğrunda yarıştıklar hakikî hayra eremezsiniz; hayrın yüksek derecesine ulaşamazsınız ve gerçek iyiler zümresine dahil olamazsınız; (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî) 


وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi olan  مَا , şart fiili olan  تُنْفِقُوا fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eder. Cümlede car mecrur  بِه۪ ’nin, amili olan  عَل۪يمٌ ’a takdimi söz konusudur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ’nin isminin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır. 

تُنْفِقُوا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْ شَيْءٍ ِ deki  مِنْ ِ harf-i ceri kısmîlik ifade eder; infak edilecek malın, elinde olan her şeyi değil, bir bölümü olabileceğini ifade eder. Eğer  مِنْ ِ harf-i ceri tebyin içinse “İnfak edilenin tayyib mi habis mi olduğunu bilir.” anlamındadır.  شَيْءٍ  ifadesindeki nekrelik taklîl ifade eder. Yani “Benim verecek hiçbir şeyim yok!” demeyin, küçücük bir şey dahi verseniz Allah onu bilir demektir. 

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ [Ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.] Cezanın isim cümlesi olarak gelmesi; bildiğiyle amel etmeyeni ikaz içindir. Sanki Allah’ın bildiğini, gördüğünü bilmiyormuş gibi ya sevilmeyen şeylerin infak edildiğine ya da infakın karşılığını alamam korkusuyla infaktan kaçınanlara bir tarizdir. Cenab-ı Allah’ın o infakı bilmesi, “ona sevap vermesi” manasında bir kinayedir. Bu gibi yerlerde tariz (üstü kapalı anlatmak), açıkça ifade etmekten daha beliğdir. Lâzım; ‘’Allah ne infak ederseniz onu bilir,’’ melzûm; ‘’mükâfatını verir, sizi infaka sevk eden şeyin ihlas mı yoksa riya mı olduğunu ve sizin malınızın en iyisi, en güzelini mi yoksa en adisi, en kötüsünü mü infak ettiğinizi bilir’’ manasıdır. 

Cümle hem tehdit hem müjde içerdiği için tevcihtir. Yani güzel şeyler infak ederseniz mükâfatını verecektir. Sevmediğiniz şeylerden infak ederseniz kınanır ve cezasını görürsünüz. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يم  Bu tabirde ceza (karşılık verme) manası vardır. Buna göre ayetin takdiri; “Her ne infak ederseniz -ister az olsun ister çok olsun- o infakınızdan dolayı Allah size mükâfat verir. Çünkü Allah onu bilir ve o Allah’a gizli kalmaz.” Böylece Cenab-ı Allah’ın o infakı bilmesi, “ona sevap vermesi” manasında bir kinaye kılınmıştır. Bu gibi yerlerde, tariz (üstü kapalı anlatmak), açıkça ifade etmekten daha beliğdir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

İnsan en çok nefsini sever. İman edenler Allah’ı sevdikleri için, O’nun için sevdiklerini de rahatça verebilirler.

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ [İnfak ettiğiniz şeyi muhakkak ki Allah bilir.] sözünde idmâc vardır. Güzel şeyler infak ettiyseniz mükâfat alır, kötü şeyler infak ettiyseniz kınanırsınız manalarını taşır.
Âl-i İmrân Sûresi 93. Ayet

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓائ۪لُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كُلُّ bütün ك ل ل
2 الطَّعَامِ yiyecekler ط ع م
3 كَانَ idi ك و ن
4 حِلًّا helal ح ل ل
5 لِبَنِي oğullarına ب ن ي
6 إِسْرَائِيلَ İsrail
7 إِلَّا dışında
8 مَا şeyler
9 حَرَّمَ haram kıldığı ح ر م
10 إِسْرَائِيلُ İsrail’in
11 عَلَىٰ
12 نَفْسِهِ kendisine ن ف س
13 مِنْ
14 قَبْلِ önce ق ب ل
15 أَنْ
16 تُنَزَّلَ indirilmeden ن ز ل
17 التَّوْرَاةُ Tevrat
18 قُلْ de ki ق و ل
19 فَأْتُوا getirin ا ت ي
20 بِالتَّوْرَاةِ Tevrat’ı
21 فَاتْلُوهَا ve okuyun ت ل و
22 إِنْ eğer
23 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
24 صَادِقِينَ doğru ص د ق

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓائ۪لُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ


 Ayet mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Takdiri; قالت اليهود: كلّ الطعام (Yahudiler dediler ki: Bütün yiyecekler… ) şeklindedir. İsim cümlesidir.  كُلُّ الطَّعَامِ  mübtedadır.  

الطَّعَامِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانَ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو’dir.  حِلًّا  ise  كَانَ ’nin haberi olup fetha mansubtur.  لِبَن۪ٓي  car mecruru  حِلًّا ’ye müteallıktır. 

بَن۪ٓي  muzâftır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ىdir.  اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyhtir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. 

اِلَّا  istisna edatıdır.  Müşterek ism-i mevsûl  مَا , müstesna olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  حَرَّمَ اِسْرَٓاء۪يلُ ’dir.  حَرَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اِسْرَٓاء۪يلُ  faildir. 

عَلٰى نَفْسِه۪  car mecruru  حَرَّمَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ قَبْلِ  car mecruru  حَرَّمَ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.  تُنَزَّلَ  meçhul, mansub muzari fiildir.  لتَّوْرٰيةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.         

   

قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’ dir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن كنتم صادقين بقولكم فأتوا بالتوراة (Eğer doğru sözlü iseniz Tevrat’ı getirin.) şeklindedir. Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir.  قُلْ   fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubtur. 

أْتُوا   fiili  نَ  ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالتَّوْرٰيةِ  car mecruru  أْتُوا  fiiline müteallıktır. 

فَ  atıf harfidir.  اتْلُوهَٓا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  صَادِق۪ينَ kelimesi  كَانَ nin haberidir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler, ي ile nasb olurlar.  صَادِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

Şartın cevap cümlesi,  فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ  cümlesinin delaletiyle hazfedilmiştir.


 

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاًّ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِلَّا مَا حَرَّمَ اِسْرَٓائ۪لُ عَلٰى نَفْسِه۪ مِنْ قَبْلِ اَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرٰيةُۜ

 

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir.  Takdiri; قالت اليهود (Yahudiler dedi ki...) şeklindedir.

Mübteda olan  كُلُّ ’nün haberi  كَانَ ‘nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir. 

Âşûr,  الطعام ‘daki  ال  için cins olduğunu belirtir.

Müstesna olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası …حَرَّمَ اِسْرَٓاء۪يلُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûller tevcih ihtiva ederler.

Masdar harfi  اَنْ’i takip eden müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle muzâfun ileyhdir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حِلًّا - حَرَّمَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اِسْرَٓاء۪يلُ  kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اِسْرَٓاء۪يلُ - التَّوْرٰيةُۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تُنَزَّلَ  fiili, mef’ûle dikkat çekmek maksadıyla meçhul bina edilmiştir.

[Bütün yiyecekler helaldi.] cümlesinde umum söylenmiş, hususi olarak yenilmesi helal olan bütün yiyecekler kastedilmiştir. Yoksa içki, ölü hayvan eti gibi şeyler o zaman da haramdı.

حِلًّا  ِkelimesi masdardır. Dolayısıyla müzekkere ve müennese sıfat olmada eşit olduğu gibi müfret ve cemi oluşta da eşit olan bir kelimedir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)


قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

 

Ayetin fasılla gelen ikinci cümlesi istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, mahzuf şartın  فَ  karînesiyle gelen cevabıdır. 

Takdiri; إن كنتم صادقين بقولكم فأتوا بالتوراة فاتلوها (Eğer doğru sözlü iseniz Tevrat’ı getirin.)’dir.

Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَاتْلُوهَٓا  cümlesi cevap cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. 

Ayetin fasılası olan  اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ, cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiş şart cümlesidir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

التَّوْرٰيةِ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, كُنْتُمْ - كَانَ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette ilk geçen  التَّوْرٰيةِ , Hz. Musa’ya indirilen asıl Tevrat’tır. İkinci zikredilen Tevrat; Efendimiz dönemindeki Yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’tır. Bu iki kelime arasında cinas-ı tam ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاتْلُو  ile fiili  فَأْتُوا  arasında cinas-ı nakıs vardır, harf ihtilafı birden fazladır. Ayrıca iştikaka mülhak olmuştur, ilk okuyuşta aynı fiil kökünden gelmiş izlenimi vermektedir.

“Sadıksanız Tevrat'ı getirin, okuyun!” emri mantık yollu kelamdır. Ayrıca açıkça bir meydan okumadır. Âşûr ise emrin aciz bırakmak için olduğunu bildirir.

قُلْ - قَبْلِ  kelimeleri arasında da cinas-ı nakıs vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

“Doğru söylüyorsanız Tevrat’ı getirin okuyun!” cümlesi mantık yollu kelamdır. قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ  (De ki: Tevrat’ı getirin.) Buradaki emir Yahudileri kınamak ve susturmak içindir. Onların yaptıklarının son derece çirkin olduğunu gösterir.(Safvetü’t Tefasir) 

Yahudiler, Hz Muhammed (as)'in şeriatını kabul etmeme hususunda, neshi inkâr etme esasına dayanıyorlardı. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, onların bu iddialarını, "İsrail'in kendisine haram kıldığı şeylerin dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğulları için helal idi" buyurarak çürütmüştür. İsrail (Yâkub (as)'in, kendisine haram kıldığı o şeyler, önceden helal idi. Sonra onlar hem kendisine, hem de soyuna haram kılınmıştır. Böylece bir "nesh" hadisesi meydana gelmiştir. Binaenaleyh "nesh caiz değildir" şeklindeki sözünüz asılsız olmuş olur. Sonra yahudiler, bu soru kendilerine yöneltilince, İsrail (Yakub)'in kendisine haram kılmış olması sebebiyle Cenab-ı Hakk'ın haram kılmış olduğu o yiyeceğin haram olduğunu inkâr etmişler, aksine bunun Hazret-i Adem'den bu zamana kadar haram olduğunu iddia etmişlerdir. İşte tam bu sırada Hz Peygamber onlardan Tevrat'ı getirmelerini istemiş, çünkü Tevrat'ın bazı yiyeceklerin İsraîl (Yakub)'in, kendisine haram kılmış olması sebebiyle haram olduğunu göstereceğini söylemiştir. Böylece onlar rezil ve kepaze olmaktan korkmuş ve Tevrat'ı getirmekten kaçınmışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

Âl-i İmrân Sûresi 94. Ayet

فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  ...


Artık bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنِ artık kim
2 افْتَرَىٰ uydurursa ف ر ي
3 عَلَى hakkında
4 اللَّهِ Allah
5 الْكَذِبَ bir yalan ك ذ ب
6 مِنْ
7 بَعْدِ sonra da ب ع د
8 ذَٰلِكَ bundan
9 فَأُولَٰئِكَ işte
10 هُمُ onlar
11 الظَّالِمُونَ zalimlerdir ظ ل م

فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  افْتَرٰى  şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  افْتَرٰى  fiiline müteallıktır.  الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

مِنْ بَعْدِ  car mecruru aynı şekilde  افْتَرٰى  fiiline müteallıktır.  ذا  işaret ismi olup sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda veya fasıl zamiridir.  الظَّالِمُونَ  ise  هُمُ ’un veya  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberidir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

افْتَرٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

 Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَمَنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

Ayet önceki ayete  فَ  ile atfedilmiştir.  فَ’nin istînâfiyye olduğu da söylenmiştir. 

Şart üslubunda gelmiş olan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi  fiil sıygasında gelen …افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ  şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart cümlesi …افْتَرٰى  aynı zamanda  مَنِ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin,  مَنِ ’in haberi olmasına da cevaz vardır.

Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. 

Cümledeki işaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile hükümlere işaret edilerek onlara dikkat çekilmiştir. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılır.  Bu  ayette olduğu gibi aklî bir şey için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi, isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Fasıl zamiri ve müsnedin tarifiyle tekid edilmiştir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ’yle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder.

افْتَرٰى - الْكَذِبَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Kim Allah'a yalan iftira ederse...] sözünde vurgu vardır. İftira etmek zaten yalanla olur. Ayrıca “yalan” denmesi vurgu içindir. Bir nevi mef’ûlu mutlak gibi olmuştur.  İftiranın yalan olduğu zaten açıktır, bu cümlesi de mef’ûl olarak  الْكَذِبَ’nin gelmesi, ıtnâb sanatının îgāl babındandır. (Âşûr)

الكذب’deki  ال, cins içindir. (Âşûr)

 

Bu ayet onların Tevrat’a uymadıkları ile ilgilidir. Tevrat kelimesi gizlemek manasındaki  ورى ’dan gelir.

İftira, " yalan uydurmaktır. Bu kelimenin kökü olan  فري  yalan söylemek ve iftira etmek demektir. Bu kelimenin aslı, Arapların ifadesine dayanır ki, bu da deriyi kesip parçalamak demektir. Binaenaleyh yalan için ‘iftira’ kelimesi de kullanılmıştır. Çünkü yalan söyleyen kimse de, yalanıyla bir şeyin doğru olup olmadığını araştırmaksızın, o şey hakkında konuşarak kat'î ve kesin bir hüküm verir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Müsnedin tarifi, tahsis ve müsnedin kemalde büyüklüğünü bildirmek içindir. Yani onlar zalimlikte son derece ileri gitmiş, iyice haddi aşmışlardır. 

[İşte onlar zalimlerin ta kendileridir.] ibaresi; ayetleri gizlemenin bir haksızlık, zulüm olduğunu bildirir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


Âl-i İmrân Sûresi 95. Ayet

قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


De ki: “Allah, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 صَدَقَ doğru söyledi ص د ق
3 اللَّهُ Allah
4 فَاتَّبِعُوا öyle ise uyun ت ب ع
5 مِلَّةَ dinine م ل ل
6 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
7 حَنِيفًا hanif (Allah’ı birleyici) olarak ح ن ف
8 وَمَا (O) değil
9 كَانَ idi ك و ن
10 مِنَ -dan
11 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك

De ki: "Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz. O müşriklerden değildi." 

“Allah doğruyu söylemiştir” ifadesi, Kur’ân’da anlatılanların Hz. Muhammed’in sözü olmayıp Allah kelâmı olduğuna ve yahudilerin yalan söylediklerine işaret eder. Çünkü birbirine zıt iki haberden biri doğru ise diğeri mutlaka yalandır. Dolayısıyla burada Allah’ın doğru söylediği bildirilince yahudilerin yalan söyledikleri kendiliğinden ortaya çıkmış olmaktadır.

“İbrâhim’in dini” diye çevrilen “milletü İbrâhîm” tamlaması, Hz. İbrâhim’e bildirilmiş olan ve bütün peygamberler tarafından benimsenip tebliğ edilmiş bulunan ilâhî ve değişmez ilkeleri, mesajları, topyekün bir inanç sistemini ifade eder. Bu da Hz. Muhammed’in yeni bir din uydurmadığı, aksine ona vahyedilen Kur’ân’ın bütün hak dinlerde var olduğu halde unutulmuş veya tahrif edilmiş bulunan evrensel ilkeleri içerdiği ve bu bakımdan onun geçmiş peygamberlerin bir devamı olduğu fikrini vurgular.

Nitekim Bakara sûresinin 135. âyetinde müslümanlara hitap edilerek “Biz hanîf olan İbrâhim’in dinine uyarız” demeleri emredildiği gibi burada da “Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz” buyurularak, Hz. Muhammed’in getirdiği din ile Hz. İbrâhim’in getirdiği din arasında temelde bir fark bulunmadığı, bunların aynı ilâhî gerçekleri içerdiği belirtilmektedir (hanîf kelimesinin anlamı için bk. Bakara 2/135). (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Hitap Resulullah (sav)’e yöneliktir. (Mahmut Sâfî)

Mekulü’l-kavl  صَدَقَ اللّٰهُ ’dır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubtur.  صَدَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  fasihadır.  اتَّبِعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مِلَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır.   اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. 

حَن۪يفًا  kelimesi  اِبْرٰه۪يمَ ’in hali olarak fetha ile mansubtur.  حَن۪يفًا  sıfat-ı müşebbehedir.     

 

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هو  zamiridir. 

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.


قُلْ صَدَقَ اللّٰهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette muhatap, Hz. Peygamberdir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede mekulü’l-kavl, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavle matuf olan  فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  حَن۪يفًاۜ  hal olarak mansubtur. Hal ıtnâb babındandır.

[De ki Allah doğru söylemiştir.] sözünde Yahudilerin yalan söylediğine tariz vardır. Allah’ın indirdiği hükümlerde doğru söylediği kesin olarak sabit olduğu gibi Yahudilerin de yalancı kimseler olduğu gerçeği de kesinleşmiştir.

Hanif, eğriden doğruya yönelmeyi ifade eder. Ebu Hanife’nin ismi de buradan gelir. 

[İbrahim’in dini] nisbetli kinayedir, İslam demektir.

[İbrahim’in dini] izafeti; muzâfın ve muzâfın ileyhin şanını bildirir.

[İbrahim’in dinine uyun] emri istila, irşad, tehdit bildirir. Vasıtalı  kinayedir. ‘’İbrahim’in dinini şu anda ben tebliğ ediyorum, benim dediklerime tâbi olun’’ demektir.  (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

[De ki: Doğruyu (siz değil) Allah söylemektedir…] ifadesi, onların yalan söylediklerine tarizde bulunmakta olup “İndirdiği ayette Allah doğru söylemekte, siz ise yalan söylemektesiniz.” demektir. [Öyleyse İbrahim’in dinine uyun] ki o, Muhammed ve O’nunla birlikte olanların mensup oldukları İslam dinidir. Siz de o dine tâbi olun ki amaçlarınıza ulaşmak için sizi Allah’ın kitabını tahrife mecbur eden; sizi, Allah’ın İbrahim ve tâbilerine helal kıldığı lezzetli yiyecekleri haram kılmaya zorlayan, din ve dünyanızı bozmaya sürükleyen Yahudilikten kurtulasınız. (Keşşâf,  Âşûr

 

وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

 

 

وَ 'la  حَن۪يفًاۜ ’e atfedilen  وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi de haldir. Olumsuz  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ,مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

مَا كَانَ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)

حَن۪يفًاۜ - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu cümle, Yahudilerin Allah'a (cc) ortak koştuklarına açık bir tariz ve İbrahim (as) ile onlar arasında dinî bir bağ olmadığına da sarih bir beyandır. Bundan amaç, Hz.Peygamber’in usulde İbrahim (as)’ın dininde olduğunu vurgulamaktır. Çünkü İbrahim (as)’da, yalnız tevhide ve Allah'tan başka bütün mabûdlardan uzak durmaya çağırıyordu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

‘Müşrik değildi’ sözü tekiddir, vurgu yapılmıştır. Çünkü daha önce zikredilen hanif olması manayı ifade etmiştir.
Âl-i İmrân Sûresi 96. Ayet

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ  ...


Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ doğrusu
2 أَوَّلَ ilk ا و ل
3 بَيْتٍ ev ب ي ت
4 وُضِعَ (ma’bed olarak) kurulan و ض ع
5 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
6 لَلَّذِي olandır
7 بِبَكَّةَ Mekke’de
8 مُبَارَكًا uğur, bereketlidir ب ر ك
9 وَهُدًى ve hidayet kaynağıdır ه د ي
10 لِلْعَالَمِينَ alemlere ع ل م

Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.

Geniş tefsir için:

https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Âl-i%20İmrân-suresi/389/96-ayet-tefsiri

    Evele اول :

  Te'vil تَاْوِيلٌ asla dönüş manasındaki  kökünden gelmektedir. Buna göre te'vil bir şeyi ilmen veya fiilen kendisiyle kastedilen amaca döndürmek demektir.

  Evvel أوَّلٌ başkasının kendisiyle sıraya girdiği şeydir ve bir kaç şekilde kullanılır:

  1-Zaman bakımından önce gelen

  2- Bir şeye başkanlık etme ve başkasının kendisini örnek alması ya da kendisine uyması bakımından önce gelen

  3- Konum ve nisbet/oran bakımından önde olan

  4- Yapılış düzeni bakımından önce gelen (örneğin önce temelin sonra binanın gelmesi)

  Yüce Allah'ı nitelemek için kullanılan ألأَوَّلُ kavramı varlıkta hiçbir şey O'na yetişemez, O her şeyden önce vardır anlamına gelir. (Müfredat)

   Kuran’ı Kerim’de dört farklı isim formunda 170 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri evvel, evvelâ, meâl, alet ve tevildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.   اَوَّلَ  kelimesi  اِنَّ’nin ismidir.  بَيْتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وُضِعَ لِلنَّاسِ  cümlesi  اَوَّلَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. Veya  بَيْتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  وُضِعَ  meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

  لِلنَّاسِ  car mecruru  وُضِعَ  fiiline müteallıktır. Ebu Hayyan; naib-i failin mahzuf haline müteallık olması caiz olduğunu söylemiştir. Takdiri; وضع متعبّدا للناس (İnsanların ibadet etmesi için konmuştur.) şeklindedir. (Mahmut Sâfî)

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  الَّذ۪ي  şeklindeki müfret müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

 بِبَكَّةَ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  مُبَارَكًا  naib-i failin hali olup fetha ile mansubtur.

هُدًى  atıf harfi  وَ ’la hali olan  مُبَارَكًا ’e matuftur.  هُدًى  elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.  لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru masdar olduğu için  هُدًى ’e müteallıktır. 

 اَلْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

وُضِعَ لِلنَّاسِ  [İnsanlar için kurulan] kelimesi  بَيْتٍ  [ev]  kelimesinin sıfatıdır. Onu kuran ise Yüce Allah’tır. Fail Allah olmak üzere malum olarak  وَضَعَ لِلنَّاسِ  [Allah’ın kurduğu] şeklinde okunması da buna delalet eder. Allah’ın onu insanlar için “ev” olarak kurması ise onu onlar için mabet yapması anlamındadır. Sanki “İnsanlar için kurulan ilk mabet Kâbe’dir.” denilmiştir. (Keşşâf)

لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ  [Mekke’dekidir]  yani Mekke’deki mabettir. Bekke, o saygın şehrin özel ismidir. Mekke ve Bekke aynı şeyi ifade eder. (Keşşâf)


اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Ehli  kitabın, Beytullah’ın ilk mabed olmasını inkârlarına karşı ayet tekidle gelmiştir.

اِنَّ ’nin ismi izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade edilmiştir. 

Müspet fiil sıygasındaki وُضِعَ لِلنَّاسِ  cümlesi, اَوَّلَ için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وُضِعَ  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Ref mahallindeki has ism-i mevsûl  اِنَّ ,لَلَّذ۪ي ’nin haberidir. Mevsûlün sılası mahzuftur.  بِبَكَّةَ  bu mahzuf sılaya müteallıktır.  مُبَارَكًا, naib-i failin halidir. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, müsnedin şanı için ve zikre gerek kalmayacak kadar meşhur olup muhataplar tarafından bilindiği içindir.

لِلْعَالَم۪ينَۚ’nin müteallakı olan masdar kalıbındaki بِبَكَّةَ ,هُدًى’ye, tezayüf sebebiyle atfedilmiştir.

لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ [Mekke’deki ev] demektir. Burada ism-i mevsûlun mevsûfu olan  بَيْتٍ kelimesinin hazfedilmiş olması, onun büyüklüğünü gösterir. (Safvetü’t Tefasir) 

Mabede بَيْتٍ isminin verilmesi istiare-i asliyyedir. Bir ev insanın barınağı, sığınağı, dinlendiği, korunduğu, beslenip huzur bulduğu yerdir. Allah’a ibadet için inşa edilen mabedler de böyledir. İnsana huzur verir, rahatlatır, onu tüm ağyardan korur. Ruhunu manevi gıdalarla besler. Dünya, nefis ve şeytan düşmanlarından kaçan insan mabede sığınır.

Bundan önce Yahudilerin, bütün yiyeceklerin İbrahim'e helal olduğunu inkâr ettikleri gerçeği üzerinde durulmuştu. Şimdi burada da Yahudilerin, İbrahim (as)’ın dininin diğer bazı ayırıcı vasıflarını inkâr ettikleri dile getiriliyor.

Rivayete göre Yahudiler, dediler ki:

"- Beytülmakdis, Kâbe'den daha büyüktür; çünkü eski Peygamberlerin hicret yurdudur; bir de Beytülmakdis, mukaddes topraklarda bulunmaktadır."

Müslümanlar da dediler ki: "- Hayır, Kâbe daha büyüktür."

Nihayet söylenenler, Resûlüllah'a ulaştı. İşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. İbadet için kurulup mabed yapılan ilk beyt, Kâbe'dir. Bunun kurucusu (bânii) ve koyucusu (vâzıı) da Allah'dır (cc).

"Bekke", Mekke isminin başka bir okunuş şeklidir. Zira Araplar "b" harfi ile "m" harfinin okunuşunu birbirine yaklaştırırlar.

"Bekke" kelimesine çeşitli anlamlar verilmiştir. Şöyle ki:

"Bekke", izdiham (yoğun kalabalık) demektir. Zira ziyaret için oraya gelen insanlar, izdiham oluşturur. Katâde diyor ki:

"Şehre gelen çok sayıda insan izdiham sebebiyle itişip kakıştığı ya da zorbalar dövülüp kakıldığı için buraya "Bekke" ismi verilmiştir. Nitekim Allah (cc) kötülük için Mekke'ye yönelen her zorbanın boynunu kırmıştır."

Bekke, Mekke'nin ortasındaki vadinin adıdır.

Bekke, Kabe'nin yerinin adıdır.

Bekke, Mescid-i Haram'ın; Mekke ise, bütün şehrin adıdır.

İzdihamın şehrin her yerinde değil yalnız tavaf sırasında olduğu da, bu görüşü teyit eder.

Bekke, şehrin; Mekke ise, Mescid-i Haram'ın ve tavaf yeri (metaf)nin adıdır. Zira ayette "Bekke'deki beyt" ifadesi vardır.

Rivayete göre, Peygamberimiz (sav)'e insanlar için kurulan ilk ev, mabed, soruldu.

"- İlk kurulan ev, Mescid-i Haram'dır; sonra Beytülmakdis’dir." dedi. İkisinin kuruluşu arasındaki zaman fasılası soruldu. " Kırk sene..." dedi.

Allah'ın Beytinin ilk kim tarafından inşa edildiği konusunda değişik görüşler vardır. Şöyle ki:

1- Kâbe'yi ilk önce bina eden İbrahim (as) dır.

2- Kâbe'yi ilk önce bina eden Âdem (as) dır.

Bu konuya ilişkin görüşlerin tamamı Bakara Suresinde zikredilmişti.

3- Zaman itibariyle değil, şeref itibariyle ilk kurulan Mekke'deki

Kâbe'dir.

Kâbe'nin âlemler veya bütün insanlar için mübarek (bereket kaynağı) olması, hac veya umre maksadıyla onu ziyaret ve sırf ibadet amacıyla tavaf eden, orada itikafa giren kimselerin kazandıkları sevap ve mazhar oldukları mağfiret gibi hayır ve yararlardır.

Yine Kâbe, aynı zamanda bütün insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Çünkü onların kıblesidir, mabedidir. Bir de onda, Allahu Teâlâ'nın sonsuz kudretine ve sınırsız hikmetine delalet eden çok garip deliller vardır. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı,  Âşûr) 

Mekke, sütü annesinden iyice çekmek demektir. Mekke de mecazen insanları kendisine çeker. Bir de suyu az yer demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


Âl-i İmrân Sûresi 97. Ayet

ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ  ...


Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِيهِ onda vardır
2 ايَاتٌ deliller ا ي ي
3 بَيِّنَاتٌ açık açık ب ي ن
4 مَقَامُ Makamı ق و م
5 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
6 وَمَنْ ve kim
7 دَخَلَهُ ona girse د خ ل
8 كَانَ ك و ن
9 امِنًا güvene erer ا م ن
10 وَلِلَّهِ Allah’ın bir hakkıdır
11 عَلَى üzerinde
12 النَّاسِ insanlar ن و س
13 حِجُّ (gidip) haccetmesi ح ج ج
14 الْبَيْتِ Ev’e ب ي ت
15 مَنِ herkesin
16 اسْتَطَاعَ gücü yeten ط و ع
17 إِلَيْهِ onun
18 سَبِيلًا yoluna س ب ل
19 وَمَنْ ve kim
20 كَفَرَ nankörlük ederse ك ف ر
21 فَإِنَّ şüphesiz
22 اللَّهَ Allah
23 غَنِيٌّ zengindir غ ن ي
24 عَنِ -den
25 الْعَالَمِينَ bütün alemler- ع ل م

 Ayeti Kerime'de geçen إسْتَطاعَ fiili aslında itaatin husulünü talep ve irade etmektir. Bu da güç yetmeye bağlı olduğundan sonradan kudret manasında meşhur olmuştur. (Elmalılı Hamdi Yazır)

ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ


Ayet, öncesinde geçen  الَّذ۪ي  şeklindeki ism-i mevsûlun hali olarak mahallen mansubtur. İsim cümlesidir.  ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

اٰيَاتٌ  muahhar mübtedadır.  بَيِّنَاتٌ  ise  اٰيَاتٌ  kelimesinin sıfatıdır.  مَقَامُ  kelimesi  اٰيَاتٌ  sözünden bedel-i iştimâldir.  اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır.

   

وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. دَخَلَهُ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Şartın cevabı  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ  nakıs fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Şartın cevabı olup mahallen meczumdur.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.  اٰمِنًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.


وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَلَى النَّاسِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  حِجُّ  muahhar mübtedadır.  الْبَيْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَنِ  müşterek ism-i mevsûlu,  النَّاسِ ‘den cer mahallinde bedel-i ba’z mine’l-kül’dür. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَطَاعَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اِلَيْهِ  car mecruru  سَب۪يلًا’nin mahzuf haline müteallıktır.  سَب۪يلًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

      

 وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ


وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَفَرَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  غَنِيٌّ  kelimesi  إِنَّ ’nin haberidir. 

عَنِ الْعَالَم۪ينَ  car mecruru  غَنِيٌّ’e müteallıktır.  اَلْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.


ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ 

 

Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki mevsûlden hal olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهِ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar müsnedün ileyh olan اٰيَاتٌ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.

اٰيَاتٌ , بَيِّنَاتٌ’un sıfatı,  مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ  ise  اٰيَاتٌ’dan bedeldir. Sıfat ve bedel ıtnâb sanatıdır.

[Apaçık ayetler] sıfat tamlamasıdır. Birçok ayette bu tamlama mevsûfu hazfedilerek sadece  بَيِّنَاتٌ  şeklinde gelmiştir. Apaçık ayetler, İbrahim makamı ile açıklanmıştır.

Makam-ı İbrahim'in, bir çok delil olması da bir çok delili kapsaması itibariyledir. Çünkü, onun bastığı sert kayaya ayak izlerinin çıkması, ayaklarının topuklarına kadar bu kayaya gömülmesi,  yalnız bu kaya parçasının yumuşatılmış olması,

geçmiş Peygamberlerin mucizeleri içinde yalnız bunun baki kalması, pek çok düşmana rağmen binlerce seneden beri bu izlerin korunması başlı başına birer delil ve mucizedir.  (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr) 

 

 وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

دَخَلَهُ  şart fiilidir. Cevap cümlesi  كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip veya şart cümlesi  مَنْ ,دَخَلَهُ ’in haberidir.

“Kim oraya girerse emin olur.” cümlesi, lafzen haber ifade etse de emir manası taşımaktadır. Anlamı şöyledir: “Kim, Mescid-i Haram’a girerse siz ona emniyet verin.” (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Kişi her türlü suçu işledikten sonra Harem’e sığınacak olsa orada ona dokunulmazdı. Ömer (ra) bu konuda “Orada babamın katilini yakalama imkânını bulsam, oradan çıkıncaya kadar kendisine dokunmam.” derken, Ebu Hanife Rahimehullah da şöyle demiştir: “Bir kimse haremin dışında birini öldürmek, dinden çıkmak veya zina etmek suretiyle öldürülmeyi hak etse ve daha sonra Harem’e sığınsa ona orada dokunulmaz. Oradan çıkmak zorunda kalması için sadece kendisine barınma, yeme ve içmede yardım edilmez ve onunla alışveriş yapılmaz.” (Keşşâf, Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

 

وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar müsnedün ileyh olan  حِجُّ,  izafet terkibiyle gelmiştir.  

الْبَيْتِ ‘ye muzâf olması  حِجُّ  için şan ve şeref ifade eder.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

النَّاسِ’den bedel olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası olan  اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sözlükte yol anlamına gelen "sebil" burada haccetmek için gerekli olan mal ve zenginlik ve diğer imkânlar demektir. ( Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)

Âşûr, mecaz olduğunu belirtir.

 

 وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ

 

وَ atıf veya istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.  كَفَرَ  şart fiilidir. Cevap cümlesi  اِنَّ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip veya şart cümlesi olan مَنْ ,كَفَرَ’in haberidir.

Cevap cümlesinde  اِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması tazim ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı, tekrarlanmasında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِلَيْهِ [ona] kelimesindeki zamir Kâbe’ye veya hacca racidir. Bir şeye kendisiyle ulaşılan her şey onun yoludur. Bu ifadede türlü tekid ve mübalağalar vardır. Mesela,  وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ  [Ev’i haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.] yani Allah’ın insanların boynundaki, mutlaka eda etmeleri gereken ve asla uhdelerinden düşmeyen kesin bir hakkıdır. 

Önce  عَلَى النَّاسِ [insanlar] denilmesi, sonra ondan bedel olarak  مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ [oraya yol bulabilen herkes] ifadesine yer verilmesi ki bunda iki çeşit tekid vardır. Birincisi: bedel kullanma, murad edilen şeyi iki kez zikretme ve tekrarlamadır. İkincisi: önce kapalı ifade edip sonra izah etme ve mücmel olarak/özetle zikredip ardından açıklamak, aynı şeyi iki ayrı şekilde ortaya koyma anlamına gelir. 

Bir diğer tekid ise haccetmeyenlere karşı bir baskı oluşturmak üzere, “her kim haccetmezse” yerine  وَمَنْ كَفَرَ [her kim inkâr ederse] buyrulmasıdır. 

Bir başka tekid de Allah’ın ona ihtiyacının olmadığının ifade edilmesidir ki bu, ona gazap edip yüz üstü bırakarak azap edeceğine delalet eder. 

Bir başka tekid ise “ona” değil de [hiç kimseye] denilmesidir. Bu ifade, Allah’ın insana ihtiyacının olmadığına burhanî bir yolla delalet etmektedir. Çünkü hiç kimseye ihtiyacı olmayınca bu, ona ihtiyacının olmadığını da kaçınılmaz olarak ifade edecektir. Ayrıca bu, tam bir istiğnâya delalet eder ki kendisini ifade etmek üzere kullanıldığı ilâhî gazabın büyüklüğüne en açık şekilde delalet eder. (Keşşâf)

وَمَنْ كَفَرَ [Kim inkâr ederse] sözü “kim haccetmezse” manasında gelmiştir. Bu durum haccın farziyetini ifade eder. Bu emri terk edenin büyük bir günah işlediğini gösterir. (Safvetü’t Tefasir)

Haccın vücûbunu kuvvetle vurgulamak ve onu terkin ne kadar ağır vebali olduğunu bildirmek için "kim haccetmezse" yerine " وَمَنْ كَفَرَ  / kim inkâr ederse" buyurulmuştur. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr, Elmalılı) 

Şart cümlesinin cevabı, kesinlik ifade etmesi için haber sıygasında gelmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Bu ayet lafız itibariyle ihbârî, mana itibariyle inşâî cümledir.  حَجُّوا  emir kipi yerine bu anlamı ifade eden haber cümlesinin kullanılması, hac emrinin önemine vurgu yapmak içindir. Zira şer’i hüküm ifade eden bir lafız, haber cümlesiyle bildirilirse inşâdan daha tekidli olur. Emri uygulamaya teşvikte mübalağa ifade eder. Ayetin izahında belâğî inceliklere etraflıca temas eden Beyzâvî, hac işinin zor olduğunun bu ayet-i celilede çeşitli yönlerden pekiştirilerek anlatıldığını ifade ederek şunları kaydeder: “İnşâ anlamı (emir) olduğu halde haber sıygası ile verilmesi, isim cümlesi olarak getirilmesi, haccın Allah’ın insanların boynunda bir borcu olarak bildirilmesi, hükmü önce genelleyip sonra tahsis etmesi, haccı terk etmeye küfür demesi, Allah’ın zengin olduğunun bildirilmesi, -çünkü bu ifade, bu gibi yerlerde gazaba ve yardımını kesmeye delalet eder- âlemlerden demesi de bunu gösterir, zira bu ifadede genel bir mübalağa vardır. Zenginliğini delille ispat etmesi ve gazabının büyük olduğunu bildirmesi. Çünkü hac ibadeti zor bir iştir, onda nefsi kırma, bedeni yorma, malı sarf etme, şehvetlerden soyulup Allah’a yönelme vardır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belagat İlmi ve Uygulanışı)

Bir de, haccın farziyetini sarahatle ortaya koyan bu kelamda tamim (genelleme) den (bütün insanlar) sonra tahsis (yoluna gücü yetenler), ibhâmdan sonra beyan, icmaldan sonra tahsis yapılmıştır. Bu ifade tarzında daha fazla tahkik ve izah vardır.

Ayrıca, ayette haccın terki, bütün çirkinliklerin sonu olan ve bunun ötesinde başka bir çirkinlik bulunmayan küfürle tavsif edilmiştir. Bunun müeyyidesi de, Allah Teâlâ'nın, bütün alemlerin ibadetlerinden müstağni olduğu şeklinde belirtilmiştir.

Bu, haccı terk edenin itibardan düşürüldüğü, zikrinin bile müstehcen sayıldığı, Allahu Teâlâ'nın gazap ve öfkesinin, haccı terk eden herkesi kapsadığı anlamını ifade eder. Bu da, ilâhî gazabın son derece büyük olduğuna delalettir.  (Ebüssuûd,  Fahreddin er-Râzî, Elmalılı, Âşûr)
Âl-i İmrân Sûresi 98. Ayet

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ  ...


De ki: “Ey kitab ehli! Allah, yaptıklarınızı görüp dururken Allah’ın âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 لِمَ neden?
5 تَكْفُرُونَ inkar ediyorsunuz ك ف ر
6 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
7 اللَّهِ Allah’ın
8 وَاللَّهُ Allah
9 شَهِيدٌ tanık iken ش ه د
10 عَلَىٰ
11 مَا şeylere
12 تَعْمَلُونَ yaptığınız ع م ل

De ki: "Ey Ehl-i kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah’ın âyetlerini inkâr edersiniz?" 

Rivayet olunuyor ki, Şemmas b. Kays isminde bir yaşlı yahudi varmış. Küfrü ve müslümanlara karşı hiddeti, kini ve çekememezliği pek şiddetliymiş. Bir gün Evs ve Hazrec kabilelerinden birtakım ashab-ı kiram bir mecliste oturmuş konuşurlarken bu yahudi yanlarından geçmiş, cahiliyye zamanında aralarında şiddetli düşmanlık ve hasımlık bulunan bu kimselerin İslâm'dan sonra aralarındaki bu ülfeti, toplanmayı, düzelmeyi ve sevgiyi görünce: 

"Allah'a yemin ederim ki bunlar böyle toplandıkça, bizim buralarda rahatımız kalmaz." demiş ve yanındaki bir yahudi delikanlısına: "Haydi şunların yanlarına otur, yevm-i bûâsı (buas gününü) ve daha öncekilerini hatırlarına getir ve o zaman söyledikleri şiirlerden bazı parçalar da okuyuver." diye tenbih etmişti. 

"Büas günü" ise İslâm'dan önce yüzyirmi sene kadar birbirleriyle düşmanlık ve hasımlık üzere yaşamış olan Evs ve Hazrec kabilelerinin savaş yaptıkları ve Evs'in Hazrec'e galip geldiği son bir gün idi. Delikanlı dediğini yapmış ve derken bir münakaşa kapısı açılmış, iki taraf öğünmeye başlamışlar, nihayet bir çekişme, ağız kavgası olmuş, Evs'ten Evs b. Kayzî, Hazrec'den Hübar b. Sahr sıçramışlar, birbirlerine söz atmışlar, birisi diğerine: "İsterseniz bugün yine öyle bir gün yaparız" demiş. İki taraf öfkeyle gelmiş: "Haydi yaptık, silâh silâh, haydi zahireye, harre meydanına!" demişler, sözün kısası Evs kabilesi birbirleriyle, Hazrec de birbirleriyle birleşmişler, o sırada durum Peygamberimize ulaşmış, O da yüce huzurlarında bulunan Muhacir ashab-ı kiramla birlikte onların yanlarına gelmiş: "Ey müslümanlar topluluğu!.. Allah Allah! Ben aranızda bulunurken de cahiliye davası mı yapıyorsunuz? Cenab-ı Allah sizi İslâm'a hidayet ettikten ve küfürden kurtarıp kerem (cömertlik) ve yardımıyla cahiliyyenin kökünü kestikten ve aranızı bulduktan sonra, yine eski küfre mi dönüyorsunuz?" diye nasihat edince, hepsi düştükleri tehlikenin bir şeytan tuzağı olduğunu anlayarak derhal ellerindeki silahlarını bırakmışlar, gözlerinden yaşlar dökerek birbirlerine sarılmışlar, kucaklaşmışlar ve Rasûlullah'a itaat ederek beraberce gitmişlerdi. 

Cenab-ı Allah bu şekilde Şemmas'ın fitne ateşini söndürmüş, bu sebeple hem Ehl-i Kitab'a bir öğüt, hem de müminleri onlardan herhangi birine uymaktan yasaklama maksadıyla hükmü âmm (genel) olan şu âyetleri indirmiştir: Ali imran 99-101 (Elmalili Hamdi Yazir)

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir  fiildir.  Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. Mekulü’l-kavli,  يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

يَٓا  nida harfidir.  اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  لِمَ تَكْفُرُونَ’dir.  مَا  şeklindeki istifham isminin elifi, ism-i mevsûlden ayırt edilmesi için hazfedilmiştir,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَكْفُرُونَ  fiiline müteallıktır.  تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِ  car mecruru  تَكْفُرُونَ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  


وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  شَه۪يدٌ  ise haberdir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  شَه۪يدٌ  kelimesine müteallıktır. İsm-i  mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَعْمَلُونَ۟  muzari fiildir.  نَ۟ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ  [Allah şahitken…] ifadesindeki  وَ, hal için olup cümle şu anlamdadır: Neden Allah’ın, Peygamberin (sav) doğru söylediğine delalet eden ayetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah sizin yaptıklarınıza şahittir ve sizi onlardan dolayı hesaba çekecektir. Ve bu durum, O’nun ayetlerini inkâra kalkışmamanızı gerektirmektedir. (Keşşâf)

َشَه۪يدٌ  kelimesi  شَاهِدُ 'un mübalağasıdır.  شَاهِدُ, bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar, gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. “Şehid” insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.

Rakîb ile Şehîd sözcükleri eş anlamlı sözcüklerdir. Bu yüzden murakabe, kalbi amellerin en üstünü olarak kabul edilmiştir. Allah’a Rakîb ve Şehîd isimleri ile dua etmek de kalbî amellerin en önemlilerindendir.  (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette muhatap, Hz. Peygamberdir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede mekulü’l-kavl, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın  cevabı olan  لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taaccüb ifade etmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Soru, cevap beklemek kastı taşımadığı için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

بِاٰيَاتِ اللّٰهِۗ  izafeti lafza-i celâle muzâf olan  اٰيَاتِ  için şan ve şeref ifade eder.


 وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ

 

وَ istînâfiyye veya haldir. Cümle  sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrar edilmesi, haşyet duyguları uyandırmak ve ikazı artırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, zamir makamında zahir isim gelmesi ıtnâb sanatıdır.

Cer mahallindeki müşterek ism-i mevsûlün sılası, tecessüm özelliği taşıyan muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûller tevcih ihtiva ederler.

‘Allah yaptıklarınızı görür’ ifadesi, yaptıklarınızı görmekle kalmaz karşılığını verir anlamındadır. Lâzım-melzûm  alakasıyla mecazı mürsel mürekkebtir.

Allah yaptığınız şeyler üzerine şahittir. Mefhumu muhalifi yapmadıklarınıza da şahittir. O halde hem yaptıklarımızı hem de yapmadıklarımızı gözden geçirelim.

[Ey ehli kitap] nidasında tevcih vardır. “Hem kitap ehli olmak, hem de inkâr etmek yakışır mı?” anlamındadır.

[Niçin Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?] istifhamı, tevbih, tekdir ve kınama ifade eden bir sorudur.

[Allah yaptıklarınıza şahittir.] cümlesinde zamir yerine özel ismin gelişi, muktezâ-i zâhirin hilafına kelamdır. Zihne yerleştirmek ve tazim içindir. 

شَه۪يدٌ “َBilmek, görmek” anlamıyla كفر fiilinin “örtmek, kapatmak” anlamı arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

[Allah şahitken…] ifadesindeki وَ, hal için olup cümle şu anlamdadır: Neden Allah’ın, Peygamberin (sav) doğru söylediğine delalet eden ayetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah sizin yaptıklarınıza şahittir ve sizi onlardan dolayı hesaba çekecektir. Ve bu durum, O’nun ayetlerini inkâra kalkışmamanızı gerektirmektedir. (Keşşâf)   

 لم تكفرون بالايات الله  [Allah'ın ayetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?] suali de bir tevbihtir. Allah'ın ayetlerini inkâr için hiçbir sebep olmadığını ve bundan kaçınmak gereğini belirtir.‘’Allah'ın ayetleri’’nden maksat, geniş manada hac ve diğer konulara ilişkin ayetleri ihtiva eden Kur’an ile Peygamber (as)’ in vasıflarını anlatan Tevrat ve İncil ayetleridir.


وَاللّٰهُ شَه۪يدٌ عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ [Allah yaptıklarınızı görüp duruyor] ifadesi, söz konusu tevbih ve reddi daha da ağırlaştırmak içindir.

Bu cümlede Allah kelimesinin zamir yerinde açık isim olarak zikredilmesi de, mehabeti artırmak ve durumun korkunçluğunu ifade etmek içindir.

Burada şöyle demek isteniyor:

"Siz hangi sebeple Allahu Teâlâ'nın ayetlerini inkâr ediyorsunuz? Oysa Allah sizin bütün yaptıklarınızı görüyor ve o yaptıklarınıza nasıl bir karşılık vereceğini de biliyor. İşte bu gerçek, sizin bütün yollarınızı kapatır ve sarılmak istediğiniz bütün sebepleri de ortadan kaldırır." (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


Âl-i İmrân Sûresi 99. Ayet

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ  ...


De ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 لِمَ niçin?
5 تَصُدُّونَ çevirmeğe çalışıyorsunuz ص د د
6 عَنْ -ndan
7 سَبِيلِ yolu- س ب ل
8 اللَّهِ Allah
9 مَنْ kimseleri
10 امَنَ inanan ا م ن
11 تَبْغُونَهَا göstermeğe yeltenerek ب غ ي
12 عِوَجًا eğri ع و ج
13 وَأَنْتُمْ ve siz
14 شُهَدَاءُ (gerçeğe) tanık olduğunuz halde ش ه د
15 وَمَا değildir
16 اللَّهُ Allah
17 بِغَافِلٍ habersiz غ ف ل
18 عَمَّا -dan
19 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız- ع م ل

Beğaye بغي :

  بَغْيٌ kelimesi aranan şeyde orta yolu aşmayı istemektir, gerçekten aşılıp aşılmaması farketmez.

  بَغْيٌ iki çeşittir: Birincisi iyidir, bu da adaletten ihsana, farzdan nafileye geçmektir. İkincisi kötüdür, bu da haktan batıla, şüpheye geçmektir.

  إبتغاء ise özellikle istemede tüm gücünü ortaya koymak için kullanılır. Bu maddenin fesad, zina, zulüm yada düşmanlık manasında olmadığı, bilakis kelimedeki hakiki anlamın şiddetle istemek olduğu ortaya çıkmıştır. Ve bu anlam çeşitli karinelerle muhtelif mefhumlar için kullanılır. (Müfredat-Tahqiq) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda olmak üzere 96 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir şekli bulunmamasına rağmen boğa sözcüğü işari olarak bu kökü hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli  يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir.

يَٓا  nida harfidir.  اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  لِمَ تَصُدُّونَ’dir.  مَا  şeklindeki istifham isminin elifi, ism-i mevsûlden ayırt edilmesi için hazfedilmiştir,  لِ  harf-i ceriyle  تَصُدُّونَ  fiiline müteallıktır. 

تَصُدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  تَصُدُّونَ  fiiline müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.

تَبْغُونَهَا  cümlesi  تَصُدُّونَ  filinin failinin hali olarak mahallen mansubtur.  تَبْغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عِوَجًا  hal olup fetha ile mansubtur.  وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُ  cümlesi  تَبْغُونَهَا  fiilinin failinin hali olarak mahallen mansubtur.  وَ  haliyyedir.  Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شُهَدَٓاءُ  haberdir. Gayrı munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

   

 وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  مَا ’nın ismidir. بِغَافِلٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir.  غَافِلٍ  lafzen mecrur mahallen  مَا ’nın haberi olarak mansubtur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعْمَلُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ  cümlesidir.  تَعْمَلُونَ  fiili, sülâsî mücerred olan  عمل  fiilinin muzarisidir.

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için zaid olarak gelmiştir. Olumlu cümlelerde  ل  harfinin tekid ifade etmesi gibi olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا’nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, II, 142)

Kur’an-ı Kerim’de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmla Yönüyle Arapçada Zaidlik)


 

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجاً وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette muhatap, Hz Peygamberdir. Bu ayetle, başlangıcı aynı olan önceki ayet arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede mekulü’l-kavl, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın  cevabı …لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taaccüb ifade etmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Soru, cevap beklemek kastı taşımadığı için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  için şan ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

Nasb mahallindeki  مَنْ müşterek ism-i mevsûl olup  تَصُدُّونَ  fiilinin mef’ûlüdür. Müspet mazi fiil sıygasında gelen ve faide-i haber ibtidaî kelam olan  اٰمَنَ cümlesi, mevsûlün sılasıdır. 

Fasılla  gelen  تَبْغُونَهَا عِوَجًا  cümlesi  تَصُدُّونَ  fiilinin failinden veya  سَب۪يلِ’den haldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ’la makabline atfedilmiş,  تَبْغُونَهَا’nin failinden hal olan  اَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müfessirler şöyle demişlerdir: "Ehl-i Kitabın, inananları Allah yolundan saptırmak istemeleri, zayıf müslümanların kalplerine şek ve şüphe sokmak suretiyle oluyordu ve onlar Hazret-i Muhammed (as)'in sıfatlarının kendi kitaplarında anlatıldığını da inkâr ediyorlardı." (Fahreddin er-Râzî)

Bundan önce Allah (cc), Resulüne; Ehl-i Kitabın dalaletinden dolayı onları kınamayı emir buyurmuştu. Burada onların insanları dalalete düşürme (idlâl) gayretlerinden dolayı onları kınamayı emir buyurmaktadır.

قُلْ [De ki] emrinin tekrarı, Peygamber’i onları tevbih ve takbihe ziyadesiyle sevk etmek içindir.

Bundan önceki ayette "لِمَ تَكْفُرُونَ / niçin inkâr ediyorsunuz?" dendiği halde burada "لِمَ تَصُدُّونَ / niçin çeviriyorsunuz veya alıkoyuyorsunuz ?" buyurulması, onların inkâr ve alıkoymalarının her birinin, başlı başına tevbih ve takbihi gerektirdiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Âşûr)

98. ayette de bu ayette de nida edatı uzaklık içindir.

لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰه [Niçin Allah yolundan alıkoyarsınız?] tecessüm sanatıdır. 

َتَبْغُونَهَا عِوَجًا çarpıklığını istemek, doğru yolun zıddına eğri yolu arayıp bulmaktır. Teşbihi tenasidir. Doğru yol hazırken bozuk yol arama kaygısına düşme hilekârlığına ve boşa çaba harcama eblehliğine remz ve tarizdir. 

[Sizler şahitler olduğunuz halde] hal cümlesi, zımnî delalet ile bile bile yapılan kötülüklerin Allah katında sorumuluğunun daha fazla olduğunu bildirmektedir.


وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

 

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîl olan müstenefe veya haldir. 

Öncesi için bir zeyl mahiyetinde olan bu cümle, onlar için pek ağır bir tehdit anlamı taşır. (Ebüssuûd) 

Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.  مَا  nefiy harfidir.  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  مَاnin haberi olan  بِغَافِلٍ’e dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. 

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  مَا’nın sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَاnin isminin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrar edilmesi, haşyet duyguları uyandırmak ve ikazı artırmak içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, zamir makamında zahir isim gelmesi ıtnâb sanatıdır.

Farklı manalardaki  مَا’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ [Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir.] fasılası değişik şekillerde gelmiştir. Bu cümlenin olumsuz cümle olması, zaid  بِ  harfinin gelmesi ve isim cümlesi olması dolayısıyla diğerlerine göre daha fazla vurgu vardır. 

وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ [Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.] cümlesi bileni bilmeyen yerine koymak suretiyle muktezâ-i zâhirin hilafına kelamdır. Bile bile kötülük yapmak ve bunun cezasız kalacağını sanmak, Allah’tan gafil olmayı daha da ilerisi Allah’ın kendilerinden gafil olduğunu sanmaktır ki bir önceki ayette sorulan “Neden inkâr ediyorsunuz?” ifadesini pekiştirir. 

ُ َما تَعْمَلُونََ [Yaptıklarınız] sıfatlı kinayedir, ism-i mevsûl zem içindir. 

عَمَّا تَعْمَلُونَ َifadesindeki  عن َharf-i ceri buud ve uzaklaşma manasıyla amellerinin kötü ve cezaya müstehak olmasına işaret eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 Allahu Teâlâ bir önceki ayeti, "Allah yaptığınız her şeye şahittir" tabiriyle; bu ayeti de, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" tabiriyle bitirmiştir. Çünkü, onlar Hz Peygamber'in nübüvvetini açıkça inkâr ediyorlar, ama müslümanların kalplerine şüphe atma işini açıkça yapmıyorlar, aksine bu hususta çok çeşitli hilelere başvuruyorlardı. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, açıkça yaptıkları işler hususunda "Allah şahittir"; gizli yaptıkları şeyler hususunda ise, "Allah, yaptığınız hiçbir şeyden gafil değildir" buyurmuştur. Hak Teâlâ, her iki ayette de, "De ki: Ey Ehl-i Kitap!.." hitabını tekrar etmiştir. Çünkü gaye, onları en güzel bir şekilde kınamaktır. Bundan dolayı, bu hoş hitabın tekrar etmesi, onları sapma ve saptırma hususundaki yollarından çevirme konusunda yumuşak davranma gayesine daha uygundur ve din hususunda onlara nasihat edip sakındırmaya daha güzel delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)




Âl-i İmrân Sûresi 100. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقاً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ  ...


Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِنْ şayet
5 تُطِيعُوا uyarsanız ط و ع
6 فَرِيقًا gruba ف ر ق
7 مِنَ herhangi bir
8 الَّذِينَ kimselerden
9 أُوتُوا verilen(ler) ا ت ي
10 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
11 يَرُدُّوكُمْ sizi döndürürler ر د د
12 بَعْدَ sonra ب ع د
13 إِيمَانِكُمْ imanınızdan ا م ن
14 كَافِرِينَ kafir olarak ك ف ر

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقاً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقًا ’dır.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تُط۪يعُوا  şart fiilidir.  تُط۪يعُوا  fiili  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فَر۪يقًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

الَّذ۪ينَ  müşterek ism-i mevsûlu, مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  فَر۪يقًا’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası   اُو۫تُوا الْكِتَابَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اُو۫تُوا  damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Şartın cevabı  يَرُدُّوكُمْ ’dur.  يَرُدُّو  fiili  ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i faili olup mahallen merfûdur. Muttasıl  zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

بَعْدَ  zaman zarfı,  يَرُدُّوكُمْ  fiiline müteallıktır.  ا۪يمَانِكُمْ  muzâfun ileyhtir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  كَافِر۪ينَ  hal olup fetha ile mansubtur. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقاً مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ كَافِر۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan ... اِنْ تُط۪يعُوا فَر۪يقًا مِنَ  cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. تُط۪يعُوا, müspet muzari sıygada gelmiş şart fiilidir. … يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ  cevap  cümlesi olarak ف  karînesi olmadan gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındadır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası  ءَامَنُوا۟ şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.

فَر۪يقًا’ daki tenvin tahkir içindir.

فَر۪يقًا’ ın mahzuf sıfatına müteallık, mecrur mahaldeki  الَّذ۪ينَ’ nin sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اُو۫تُوا  fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. İsm-i mevsûl ehl-i kitaptan bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder.

 اٰمَنُٓوا - ا۪يمَانِكُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

كَافِر۪ينَ - اٰمَنُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü’t Tefasir)

Bundan önce Ehl-i Kitap, yaptıkları iğva ve idlâlden vazgeçmemelerinden dolayı kınandılar, tevbihe uğradılar. Bu ayette ise, Kitap Ehline uymaktan ve onların fitnesinin etkisi altında kalmaktan sakındırmak için, hitap müminlere tevcih edilmiştir.

اِنْ تُط۪يعُو [eğer tâbi olursanız, uyarsanız] kaydı, onlara uymaktan ziyadesiyle sakınmanın ve o insanlarla arkadaşlık etmekten kaçınmanın lüzumunu daha iyi ifade etmek içindir. Nitekim bundan önceki ayette tevbihin (kınamanın) umumi olması da, caydırıcılığı kuvvetlendirmek içindir. (Ebüssuûd) 

"Evs ile Hazrec, savaşmak üzere saf bağladılar. İşte o sırada Âl-i İmrân  Suresinin "umulur ki hidayete erersiniz" cümlesine kadar 100-103. ayetleri nazil oldu. Bunun üzerine Peygamber (as) gelip iki saf arasında durdu ve bu âyetleri yüksek sesle okumaya başladı. Onlar Resûlüllah'ın (as) sesini duyunca, susup dinlediler. Nihayet Resûlüllah (as) sözlerini bitirince, onlar silahlarını atıp birbirleriyle kucaklaşmaya ve ağlamaya başladılar."

Ayetteki   بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ  [îmanınızdan sonra] ifadesi de, "derin imanınızdan sonra" demektir ki bu, mü'minler için apaçık bir sebat telkinidir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


Günün Mesajı
Birr; gerçek fazilet ve hakiki manada iyilik demektir. Buna ulaşmak için sevdiğimiz şeylerden infak etmek gerekir. Sevdiğimiz şeyler; mal, servet, makam, ilim ve beden kuvveti gibi şeylerdir. Bunlardan sahip olduklarmızı paylaşmalıyız. Mekkedeki Kabe'yi ziyaret etmek ve hac yapmak, Allah'ın kulları üzerindeki hakkıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dün sabah gözlerimi bir zindanda açtım. Korkuyla dolan kalbim, yalnız olmadığımı farkedince sakinleşti. Kalktığımda, bir kaç adımdan fazlasını gidemedim. Ellerim, ayaklarım ve bedenim duvara kelepçelenmişti.

Cevabını merak ettiğim sorularım vardı. Yine de kimseyle konuşmadım. Ta ki bir kişinin kelepçelerinden kurtulup, çıkışını görene kadar. Hayretim, karşımda oturanı güldürmüştü. Ona bakarken şaşkınlığım daha da arttı. Çünkü kendisini buraya bağlayan hiçbir şey yoktu ama oturmaya devam ediyordu. Düşüncelerimi gözlerimden okumuş gibi konuşmaya başladı:

“Halimi zincirlerden kurtarana hamd olsun. Kendimi, ne zaman dünyaya meyil edecek bir hale yakın bulsam buraya gelirim. Kafeste doğup büyüyen bir kuşun kendisini özgür sanması gibi bu halde yıllarca yaşadığımı hatırlamak için. Hakiki özgürlüğün lezzetine varana dek herkes kendini özgür sanar. Burada, kiminin zinciri daha uzundur, kısa olanlarla dalga geçer. Kiminin sadece bir uzvu kelepçelidir, fazlasına sahip olanlara acır. Hepsi kendisinin, diğerinden daha özgür olduğunu düşünür. Halbuki gerçek manada özgür olan, böyle kıyaslamalarla uğraşmaz bile. Çünkü artık derdi başkadır.  

Kendine hiç sormadın mı? Aslında hiç kimseye kalmayacağını bildiğin ve her ölümle geçiciliğine şahit olduğun bu dünyalıklara olan aşırıya kaçmış bağlılığının faydası nedir? Mutluluk ve huzur dünyaya mı, yoksa ahirete yaklaşmakta mı gizlidir? Bildiğin gerçeklere rağmen sadece nefsinin isteklerini tatmin etme çaban, dengesizlik değilse nedir? Bir gün gideceğini bildiğin alemden alacağını almak varken kazığı çakabilecekmişsin gibi yerleşmeye çalışman oldukça saçma değil mi?”

Aniden kalktı ve: “İşin sırrı istemekte gizli.” diyerek gitti. Sorduğu soruları düşünürken kalbim halden hale büründü. Her duamla bir kelepçem açıldı:

Allahım! İyiliğe eren kullarından olmak. Dünyayla olan gereksiz bağımı koparıp özgürleşmek. Emrettiğin gibi hanif olan Hz. İbrahim (as)’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e uyanlar gibi yaşamak. Rızanı ve hem dünyamı, hem de ahiretimi kazanmak. Her emrine gerektiği gibi uymak ve her yasağından gerektiği gibi sakınmak istiyorum.

Allahım! Beni, kelamında buyurduğun Ehl-i Kitap gibilerinin şerlerinden ve halimin onlara benzemesinden koru. Bana merhametinle muamele et. İki cihanda da iyilik, mutluluk ve ferahlık getirecek hayırlar ver. Her adımımı rahmetinle kolaylaştır ve güzelleştir. İki cihanda da beni her kötü halden koru. Aldığı her nefeste imanınla yaşayanlardan ve huzuruna imanınla gelenlerden olmak duasıyla.

Amin.

•••

Televizyon, sosyal medya ya da silah gibilerin zararlı mı yoksa faydalı mı olduğuyla ilgili yapılan tartışmalardan birinde, kendi dünyasına dalmış oturuyordu. Üç aşağı, beş yukarı; tartışmanın nasıl sonuçlanacağı belliydi. İnsanların nasıl kullanmayı tercih ettiklerine göre fayda ve zarar oranları değişiyordu. Sonunu bildiği için de zihninde uyanan düşünceleri dinlemeyi seçmişti:

Şüphesiz ki, Allah’ın rahmeti, bütün alemi ve amelleri kuşatmıştı. Her anında, Allah’ın rızasını kazanmayı çabalayan bir kulun yolu açıktı. Zira, halis bir niyet ile doğru seçimleri yaptığı sürece, bulunduğu her yerin çıkışında ve yaptığı her işin sonunda, Allah’ın rızasına kavuşabilirdi. 

Allah için; aç kaldığında oruç, malından verdiğinde infak, kitap okuduğunda ilim, yolculuk yaptığında Mekke’de umre/hac ya da diğer topraklarda ibret almak/ziyaret, yıkandığında abdest, düşündüğünde tefekkür, istediğinde dua, sevindiğinde şükür ve pişmanlığında tövbe olur. Allah için susmak, konuşmak, kalkmak, oturmak, gülümsemek, dinlemek, affetmek ve akla gelen -Allah için yapılan- diğer her iş, Allah katında sevaba dönüşür.

Derler ki; bu mertebeye ulaşmak kolaydı ancak dünyasını nefsi ile yaşayan ve her işin sonunda daha mutlu olması gerektiğini düşünenler çoğaldı. Anlık mutlulukların peşinden koşarken, her anında Allah’ın rızasını kazanma ihtimalinin kıymetini çoğu bilemedi. 

Ey Allahım! Bizi, her işini Senin rızan için yapanlardan ve Senin rızanı kazanma fırsatlarını değerlendirenlerden eyle. Ey Allahım! Hidayet ve bereket kaynağın olan Mekke’deki evine gelmemizi ve ibadet etmemizi nasip eyle. Rızana kavuşmak için yaptıklarımızı kolaylaştır ve kabul buyur.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji