21 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 101-108 (62. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 101. Ayet

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟  ...


Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَيْفَ ve nasıl? ك ي ف
2 تَكْفُرُونَ inkar edersiniz ك ف ر
3 وَأَنْتُمْ ve üstelik size
4 تُتْلَىٰ okunmakta ت ل و
5 عَلَيْكُمْ size
6 ايَاتُ ayetleri ا ي ي
7 اللَّهِ Allah’ın
8 وَفِيكُمْ ve aranızda iken
9 رَسُولُهُ O’nun Elçisi ر س ل
10 وَمَنْ ve kim
11 يَعْتَصِمْ sarılırsa ع ص م
12 بِاللَّهِ Allah’a
13 فَقَدْ muhakkak ki o
14 هُدِيَ iletilmiştir ه د ي
15 إِلَىٰ
16 صِرَاطٍ yola ص ر ط
17 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ


Atıf harfi  وَ’la önceki ayetteki nidanın cevabına matuftur. كَيْفَ  istifham harfi olup hal olarak mahallen mansubtur.  تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. تُتْلٰى  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. تُتْلٰى  mukadder damme ile merfû meçhul mebni muzari fiildir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  تُتْلٰى  fiiline müteallıktır.  اٰيَاتُ  naib-i faildir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  ف۪يكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  رَسُولُهُ  muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

     

 وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْتَصِمْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  يَعْتَصِمْ  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  هُدِيَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  اِلٰى صِرَاطٍ  car mecruru  هُدِيَ  fiiline müteallıktır.  مُسْتَق۪يمٍ۟  ise  صِرَاطٍ’in sıfatıdır.

عَصَمَ  fiili lügatta; sığınmak, sarılmak, yapışmak, kazanmak, muhafaza etmek, mani olmak, men etmek, kulp takmak, el ile yapışmak, koyvermemek, korunmak, baş vurmak, linç etmek, boykot etmek, demektir.

İftiâl babında geldiğinde, mutavaat, edinmek, tedarik etmek, ortaklık istemek, göstermek, gayret, mübalağa, tadiye ifade eder.

Arapçanın güzel özelliklerinden biri şudur: Bir kelimenin ilk harfi  ع sonraki harfi  ص olursa bu kelime şiddet ve men etme anlamları taşır. عصب, عصف ,عصر gibi. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟’de  الي  harf-i ceri intiha-i gaye için olan, daima isimlerden önce gelen harf-i cerdir. İnsanın nihai ve asli gayesinin Allah’ın rızasına, lütfuna, cennet ve cemaline ulaşmak için yol almak olduğunu ilan eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ


Önceki ayetteki nidanın cevabına  وَ ’la atfedilen ilk cümle istifhami inkârî üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَكْفُرُونَ , كَيْفَ  fiilinin failinden haldir. Hal  anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Buradaki (كَيْفَ ) kelimesi hayret ifade eder. Hayret ise ancak o şeyin sebebini bilmeyen kimse için söz konusudur ve bu Allah hakkında imkânsızdır. Öyle ise bundan kastedilen men etme ve tehdit etme manasıdır. Çünkü Hz. Peygamber (sav), onların arasında her türlü şüpheyi izale edip her türlü delili göstermesi ve onlara peşpeşe Allah’ın ayetlerini okuması, adeta onların küfre düşmesini engelleyen bir mania gibi olmuştur. Binaenaleyh Hz. Peygamberin (sav) yanında bulunanlardan küfrün sadır olması, bu bakımdan daha uzak bir ihtimaldir. Buna göre “Eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat edecek olursanız, onlar sizi bu imanınızdan sonra döndürüp kâfir yaparlar.” ayeti, Yahudi ve münafıkların en büyük gayelerinin Müslümanları İslam’dan döndürmek olduğuna dikkat çekmektedir. Daha sonra Cenab-ı Hak, Müslümanları irşat ederek onlara vacib olanın, bu gibi kimselerin sözlerine iltifat etmemeleri, aksine bu Yahudilerden duydukları her şüpheye karşılık onu giderip onun gerçeğini ortaya koyması için Allah’ın peygamberine dönmeleri gerektiğini beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî,Tefsir-i Kebir - Keşşâf)

Ayrıca mütekellimin, cevap beklemek kastı olmaması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hal olarak  وَ’la gelen  وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ  cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesi uyarılarak konuyu daha iyi anlaması sağlanır.

وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ cümlesi iman üzere sebat etmeyi gerektiren ve küfrü men eden anlamlar içermesi itibariyle inkâr ve garipseme manasını daha da pekiştirir. (Ebüssuûd)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Az sözle çok anlam ifade eden  اٰيَاتُ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan ayetler şeref kazanmıştır.

رَسُولُهُۜ  izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olması  رَسُولُ  kelimesine şan ve şeref kazandırmıştır.

Makabline matuf  ف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ  cümlesi de haldir.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  ف۪يكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

ف۪يكُمْ  ifadesindeki  ف۪  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla onların arasında bulunmak,  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü insanlarla beraber bulunma durumu zarfiyet özelliği taşımaz. Ancak peygamberin aralarında olduğunun önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ  cümlesi, önceki cümleye atıf olup onun hükmüne dahildir. Zira Allahu Teâlâ’nın ayetlerinin onlara okunması ve Resulullah’ın (sav) onların arasında bulunması kendilerine kitabı, hikmeti öğretmesi, hakkı tahkik ve şüpheyi gidermek suretiyle onları arındırması, küfrü men eden en kuvvetli unsurlardır. (Ebüssuûd)


وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟

 

وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Şart cümlesi يَعْتَصِمْ , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi ise tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

مَنْ’in haberi olan şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil tertip, faide-i haber talebî kelamdır.

يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ [Allah’a sarılırsa] cümlesinde istiare vardır. Kim Allah’ın dinine tutunursa dalalete düşmekten korkmaz manasındadır. اعتصم burada تمسك manasında müstear olmuştur. (Âşûr)

İsmet ve masum kelimeleri  اعتصم ile aynı kökten türemiştir

Allah’ın ayetleri -ki o muciz olan Kuran’dır- [size] Peygamber lisanıyla canlı bir şekilde [okunurken] ve Peygamber aranızda olup sizi uyarır, size nasihat ederek şüphelerinizi giderirken [Nasıl nankörce inkâr ediyorsunuz?] Buradaki istifhamda inkâr ve hayret manası vardır ki “İnkâr nereden gelip sizi buluyor?!” demektir. “[Allah’a] yani O’nun dinine sımsıkı sarılan herkes” -bu ifade onları, inkârcıların kötülük ve hilelerini savuşturma konusunda Allah’a sığınmaya teşvik manasında da olabilir- [doğru yola getirilmiş] yani kesinlikle hidayeti elde etmiş demektir. Ayette; sanki hidayet hasıl olmuş gibi onu hasıl olmuş olarak haber vermektedir. Burada  قَدْ  kelimesindeki bekleme manası açıktır; çünkü Allah’a sarılan kişi, hidayet beklentisi içindedir. (Keşşâf)

هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ [Muhakkak doğru yola ulaştırılmıştır.] ceza cümlesinin mazi olarak gelmesi kesin olarak vuku bulacağına işaret içindir.

هُدِيَ ُ fiili meçhul gelmiştir, Hidayet edici Cenab-ı Hak’tır. Hidayet yollarını gösteren, sebep olan peygamberler, hak davetçileri, musibetler veya sevgi gibi hidayet vasıtaları kastedilmiş olabilir. 

Ayetteki  hitabın zahiri, kitap ehlinedir. Batıni ise dini, dünya karşılığında satan, ilminin gereğini yapmayan kötü ilim adamlarınadır. Bu ilim adamları, Kur’an’ın getirdiği, “dünyaya gönül vermeyip Hakka yönelme” ilkesini inkâr eden ilim adamlarıdır. Bu ilim adamlarının durumu muma benzer. Mum kendini yakar, etrafını da aydınlatır. (Ruhu’l Beyan)

َ ْقَدْ  tahkik edatı daima fiil üzerine gelir. İnşâda değil haber cümlesinde kullanılır. Fiile has olan  لن ـ س ـ سوف  gibi edatlarla fiilin arasına girmez. Kendinden sonra mutasarrıf (çekilebilen) fiil gelir. Maziden önce gelmesi fiile kesinlik kazandırır. Muzariden önce gelmesi “bazen olabilir” anlamı ifade eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Bu yolun müstakim, dosdoğru olarak vasıflandırılması, onu eğri göstermek çabası içinde olanlara açık bir red manası içerir. Aslında sırat-ı müstakim, Allah’ın hak dinidir ve ona hidayet edilmiş olmak da O’nun kitabına sarılmanın ta kendisidir. Ancak bu iki husus hakikatte değil, fakat itibarî olarak ayrıdır. İkinci unvan (sırat-ı müstakime hidayet), varılacak hedef olup teşvik için şart cümlesinin cevabı olarak kullanılmıştır. Tıpkı: Artık kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa işte o, gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (Âl-i İmran Suresi, 185) ayetinde olduğu gibi. (Ebüssuûd)

Âl-i İmrân Sûresi 102. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ  ...


Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 اتَّقُوا korkun و ق ي
5 اللَّهَ Allah’tan
6 حَقَّ hakkıyla ح ق ق
7 تُقَاتِهِ O’na yaraşır biçimde و ق ي
8 وَلَا
9 تَمُوتُنَّ ölmeyin م و ت
10 إِلَّا dışında
11 وَأَنْتُمْ siz
12 مُسْلِمُونَ müslümanlar olmak س ل م

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  ءَامَنُوا۟  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اتَّقُوا اللّٰهَ’dir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

حَقَّ  kelimesi mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.  تُقَاتِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَمُوتُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden  نَ ‘u sakiledir.

Tekid  نَ ’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اِلَّا  hasr edatıdır. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُسْلِمُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  

اتَّقُوا  fiili, iftiâl babındandır, bu babı anlamları ile düşünürsek:

Mutavaat: İlahi emir ve yasaklara gönülden boyun eğin, nefisleriniz istemese de ona boyun eğdirin. 

Edinmek: Tedarik edin, takvayı oluşturacak bilgileri elde edin. “Allah’tan ancak alimler hakkıyla korkar.”

Müşareket: Takva üzere yaşamak adına her gün nefsi hesaba çekip onu karşınıza alın, diğer insanların da muttaki olması için çalışın.

İstek: Takva iki cihan huzuru, sıhhati, afiyeti ve necatının kaynağı olduğunu bilip gayretle ve istekle ona sarılın. 

Göstermek: Hayata geçirip eserlerini üzerinizde gösterin.

Gayret: Rabbinizin mağfiretine ve cennetine koşun, icabet edip bütün takatınızı bu yolda sarf edin. 

Mübalağa: Himmetinizi, takva konusunda yüce tutun. Asla gevşemeyin, ciddi, samimi, sadık müminler olun. 

Tadiye: (Geçişlilik, sirayet) Takva sahibi olun, takva sahipleriyle beraber olun, iyi örnek teşkil edin, takvayı öncelikle ruh ve bedeninizde sonra da bütün müminler arasında yaygınlaştırın. Tebliğ edin, tebliğ edecek fertler, cemaatler yetiştirin. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

تُؤَدَةٌ  kelimesi  اِتَّأَدَ  fiilinden geldiği gibi [aynı vezindeki]  تَقَاة  kelimesi de  اِتَّقَى  fiilinden gelmiştir. (Keşşâf)َ

حَقَّ تُقَاتِه۪ mef’ûlü mutlaktan naibdir. Gerçek takvayı bütün boyutlarıyla yaşamak, gönüldeki varlığının zahire, bütün hayata, hatta ölüme tesiri istenmektedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪  emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟  şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  أَیّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır. Mevsûlün irabdan mahalli olmayan sılası اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

حَقَّ تُقَاتِه۪ mef’ûlü mutlaktan naibtir. 

ِحَقَّ تُقَاتِه۪  [hakkıyla sakınma] ifadesi, sakınılması gereken ve sakınılmaya layık anlamında olup farzları yerine getirmek ve haramlardan kaçınmak demektir. Bu ifadenin benzeri [Gücünüz yettiğince Allah’tan sakının. (Teğâbun Suresi, 16)] ayetidir. Bununla “takvada, gücünüz yettiği hiçbir şeyi bırakmayacak şekilde titiz davranın” manası murad edilmiştir. Yine “kul, dilini korumadıkça Allah’tan hakkıyla sakınmış olmaz” da denmiştir. (Keşşâf - Ebüssuûd - Fahreddin er-Râzî,Tefsir-i Kebir - Âşûr)

Rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Mesud (ra) diyor ki:”Hakkıyla takva, her hususta O’na itaat etmek, hiç isyan etmemek; O’nu her zaman anmak, hiçbir zaman unutmamak; her halükârda şükretmek, hiçbir nimete nankörlük etmemektir.” (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Nehiy üslubunda talebî  inşâî isnad olan  وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ  cümlesi وَ’la makabline atfedilmiştir.

وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ  cümlesi ise  وَ’la gelmiş haldir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu hal cümlesi ve sahibu’l-hal olan nehiy cümlesinin faili arasında, لَا  ve  اِلَّا  sebebiyle kasr oluşmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Ayetteki hitap müminler için olduğuna göre murad olan mana, ölünceye kadar İslam’da sebatın zaruretidir.

Bu nehyin ölüme tevcih edilmesi; yani “وَلَا تَمُوتُنَّ [hiçbir halde ölmeyin], اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ [ancak Müslümanlar olarak can verin] anlamında bir ifade kullanılması, nehiy manasını daha da güçlendirmek içindir. Bir de bu ifade tarzında ölüm ötesine de bir uyarı vardır. (Ebüssuûd)

Hal cümlesi  müstesnadır. Bu cümle var olan anlamın dışında hayat boyu islam dininden ayrılmanın nefyi için kullanıldığından lüzum alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Âşûr)

اٰمَنُوا - مُسْلِمُونَ  ve  اتَّقُوا - تُقَاتِه۪  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حَقَّ - تُقَاتِه۪ - مُسْلِمُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

“Ey iman edenler” lafzının tekrarı, iman vasfının güzelliğini, sorumluluğunu hatırlatmak, nidayla kendine muhatap alma gibi faydalara binaendir.


Âl-i İmrân Sûresi 103. Ayet

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ  ...


Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاعْتَصِمُوا ve yapışın ع ص م
2 بِحَبْلِ ipine ح ب ل
3 اللَّهِ Allah’ın
4 جَمِيعًا topluca ج م ع
5 وَلَا
6 تَفَرَّقُوا ayrılmayın ف ر ق
7 وَاذْكُرُوا ve hatırlayın ذ ك ر
8 نِعْمَتَ ni’metini ن ع م
9 اللَّهِ Allah’ın
10 عَلَيْكُمْ size olan
11 إِذْ hani
12 كُنْتُمْ siz idiniz ك و ن
13 أَعْدَاءً birbirinize düşman ع د و
14 فَأَلَّفَ (Allah) uzlaştırdı ا ل ف
15 بَيْنَ arasını ب ي ن
16 قُلُوبِكُمْ kalblerinizin ق ل ب
17 فَأَصْبَحْتُمْ (haline) geldiniz ص ب ح
18 بِنِعْمَتِهِ O’un ni’metiyle ن ع م
19 إِخْوَانًا kardeşler ا خ و
20 وَكُنْتُمْ siz bulunuyordunuz ك و ن
21 عَلَىٰ
22 شَفَا kenarında ش ف و
23 حُفْرَةٍ bir çukurun ح ف ر
24 مِنَ -ten
25 النَّارِ ateş- ن و ر
26 فَأَنْقَذَكُمْ (Allah) sizi kurtardı ن ق ذ
27 مِنْهَا ondan
28 كَذَٰلِكَ böyle
29 يُبَيِّنُ açıklıyor ب ي ن
30 اللَّهُ Allah
31 لَكُمْ size
32 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
33 لَعَلَّكُمْ umulur ki
34 تَهْتَدُونَ yola gelirsiniz ه د ي

Riyazus Salihin, 1785 Nolu Hadis

Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz Allah Teâlâ sizin için üç şeyden hoşnut olur, üç şeyden de hoşlanmaz. Sizin sadece kendisine ibadet etmenizden, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan ve Allah'ın ipine sımsıkı sarılıp tefrikaya düşmemenizden hoşlanır. Dedi kodu yapmanızdan, çok sual sormanızdan ve malı telef etmenizden de hoşlanmaz." Müslim, Akdiye 10. Ayrıca bk. Mâlik, Muvatta', Kelâm 20; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327, 360, 367

Hafera حفر :

  حُفْرَةٌ kazılmış yer anlamındadır. Buna حَفِيرَةٌ yani çukur anlamı verilir. حَفَرٌ ise çukurdan çıkarılan topraktır. Bu köke ait Kur'an-ı Kerim'de de geçen حافِرَةٌ sözcüğünün manası için iki görüş ifade edilmiştir. Birincisi kabir yapılan yer/mezarlık; ikincisi ise önceden geldiği yerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli hafriyattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اعْتَصِمُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِحَبْلِ  car mecruru  اعْتَصِمُوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  جَم۪يعًا  kelimesi  اعْتَصِمُوا  fiilindeki failin hali olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَفَرَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olarak mahallen merfûdur.

تَفَرَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  اذْكُرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  نِعْمَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  نِعْمَتَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  اِذْ  zaman zarfı, masdar manası içerdiği için  نِعْمَتَ ’ye müteallıktır.

كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  اَعْدَٓاءً  kelimesi  كُنْتُمْ ’ün haberidir.

فَ  atıf harfidir.  اَلَّفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. بَيْنَ  mekân zarfı,  اَلَّفَ  fiiline müteallıktır.  قُلُوبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اَصْبَحْتُمْ  nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  اَصْبَحَ ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِنِعْمَتِه۪ٓ  car mecruru  اِخْوَانًا ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِخْوَانًا  ise  اَصْبَحَ ’nin haberidir.

 

    وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ 

 

وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى شَفَا  car mecruru mahzuf  كُنْتُمْ ’ün haberine müteallıktır. 

حُفْرَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنَ النَّارِ  car mecruru  حُفْرَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  اَنْقَذَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنْهَا  car mecruru  اَنْقَذَكُمْ  fiiline müteallıktır.

وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ  [Bir “ateş” çukurunun tam kenarında iken]  yani içinde bulunduğunuz küfür sebebiyle cehennem ateşinin içine düşmek üzere iken

فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا [sizi oradan”  İslamiyetle “kurtarmıştı.]  مِنْهَا ’daki zamir, حُفْرَةٍ [çukur], النَّارِ [ateş] ve  شَفَا  [kenar] kelimelerinden birine racidir.  شَفَا; parçası olduğu [müennes]  حُفْرَةٍ  kelimesine muzâf olduğu için müennes kabul edilmiştir. 

شَفَا اَلْحُفْرَةِ / شَفَتُ اَلْحُفْرَةِ  terkibi müzekker ve müennes olup, “çukurun ağzı/kenarı” anlamına gelir; شَفَا  kelimesinin son harfi aslında  وَ ’dır, ancak müzekker olduğunda elif’e çevrilmekte  شَفَا; müennes olduğunda ise hazf edilmektedir [ شَفَة]. Bu  الشَّفا  ve  الشَّفَةُ  kelimelerinin bir benzeri  الجَّانِبُ  ve  الجَّانِبَةُ  kelimeleridir. (Keşşâf)

تَفَرَّقُوا  fiili tefe’ul babındandır, azar azar, güçlükle yapıldığını ifade eder. Ayrılma bazen ufak ufak başlar; gönüller, bakışlar düşünceler, görüşler, ruhlar, kalpler ayrılır. Sonra bu bedene sirayet eder. Yollar, hedefler, işler, güçler ayrılır. Birlikte kırılmayan bir düzine çubuğun tek tek, çıtır çıtır kırılması gibi. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  (gibi) manasındadır. Mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  يبيّن الله لكم آياته بيانا كذلك  şeklindedir.  ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

یُبَیِّنُ  merfû muzari fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  لَكُمُ  car mecruru  یُبَیِّنُ  fiiline müteallıktır.  ءَایَـٰتِ  mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تَهْتَدُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَهْتَدُونَ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَهْتَدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدي’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İftiâl kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

تَهْتَدُونَ fiili iftiâl babından mutavaat anlamıyla kullarda hidayet istidadının bulunduğuna ve bunun için gayret göstermeleri gerektiğine işarettir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ 


Ayet önceki ayete matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

بِحَبْلِ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  حَبْلِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

جَم۪يعًا - تَفَرَّقُواۖ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ sözünde Allah’ın dinine ve ahdine sımsıkı yapışanların hali düşerken sağ eliyle sağlam bir ipe sarılan birinin haline benzetilmiştir. Burada müfret bir istiare olması da caizdir. Bu takdirde ip kelimesi din manasında müsteardır. Câmi’; amaca ulaştırması, kurtuluş vesilesi olması veya zarardan kurtarmasıdır. اعْتَصِمُوا [Yapışın] fiili de istiarenin muraşşaha olmasını sağlar. Çünkü müşebbehün bihe mülayim bir lafızdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyâni İlmi, s. 278 - Ruhu’l Beyan - Keşşâf)

“حَبْلِ” kelimesinden murad, din yolunda hakka, hakikata o vasıta ile ulaşılması mümkün olan her şeydir. Bunun pek çok çeşidi vardır. Müfessirler şunları  zikretmişlerdir: İbn Abbas (ra), “Burada Allah’ın ipinden murad, ‘Ahdimi yerine getirin, Ben de size karşı olan ahdimi yerine getireyim.’ (Bakara Suresi, 40) ayetinde bahsedilen ‘ahd’dir.” demiştir.

Bunun, Kur’an olduğu da söylenmiştir. İbn Mesud (ra), Hz. Peygamberin (sav), “Bu Kur’an, Allah'ın ipidir.” buyurduğunu rivayet etmiştir.

Yine bundan muradın, “Allan’ın dini”; “Allah'a taat”; “Tövbede ihlas” ve Cenab-ı Hak bu ifadenin peşinden, وَلَا تَفَرَّقُواۖ buyurduğu için de “cemaat” olduğu da söylenmiştir. Bütün bu görüşler birbirine yakındır. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَفَرَّقُواۖ  cümlesi makabline matuftur.

وَلَا تَفَرَّقُواۖ  cümlesi, ehi-i kitap gibi aranızda anlaşmazlığa düşüp parça parça olmayın, haktan ayrılıp dağılmayın ya da cahiliye döneminde olduğu gibi ayrılığa düşüp birbirinizle savaşmayın yahut tefrikayı mucip olacak, aranızdaki ülfet ve sevgiyi kaldıracak şeyleri konuşmayın anlamındadır. (Ebüssuûd - Keşşâf)

تَفَرَّقُواۖ fiili tefe’ul babındandır, azar azar, güçlükle yapıldığını ifade eder. Ayrılma bazen ufak ufak başlar, gönüller, bakışlar düşünceler, görüşler, ruhlar, kalpler ayrılır. Sonra bu bedene sirayet eder. Yollar, hedefler, işler, güçler ayrılır. Birlikte kırılmayan bir düzine çubuğun tek tek, çıtır çıtır kırılması gibi. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

 

وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ  


وَ  istînâfiyye veya atıftır. Cümle, emir  üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

نِعْمَتَ اللّٰهِ  izafetinde Allah lafzına muzâf olan  نِعْمَتَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olmasına rağmen Allah isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نِعْمَتَ’ye müteallık olan zaman zarfı  اِذْ, sübut ifade eden,  كان’nin dahil olduğu isim cümlesine muzâftır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede  كان ,اَعْدَٓاءً’nin haberidir.

Cenab-ı Hakk’ın  فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ  “İşte O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz.” buyruğu, onlar arasında İslam’dan sonra carî olan bütün güzel davranış ve muamelelerin Allah’ın lütfuyla meydana geldiğine delalet etmektedir. Çünkü onların kalbinde bu vesileyi yaratan Cenab-ı Hak’tır. Bu sebep ise Allah’tan meydana gelen ve iyi fiilin meydana gelmesine sebep olan bir nimettir. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Keşşâf) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ  cümlesi كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. 

Akabindeki  اَصْبَحْ  nakıs fiilinin dahil olduğu isim cümlesi de  كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً  cümlesine  فَ ile atfedilmiştir.

نِعْمَتَ  konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بِنِعْمَتِه۪ٓ  deki  پِ  harf-i ceri  مع  manasında mülabese içindir.Yani  اَصْپَحتُمْ إخْواناً مُصَاحِپِين نِعْمَةَ الله (O’nun nimetiyle beraber kardeş oldunuz.) anlamındadır. (Âşûr)

 نِعْمَتِه۪ٓ  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olan نِعْمَتَ  şan ve şeref kazanmıştır.

اَصْبَحْتُمْ  fiili burada nakıs fiil manasındadır. Bir halden başka bir hale intikal etmeyi ifade eder.

 

وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ

 

 

Ayet önceki  كُنْتُمْ  cümlesine matuf veya istînâfiyyedir.  كُنْتُمْ’ün dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان’nin haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Allah’ın nimetini hatırlayın ifadesindeki cem’i takiben nimetin, düşmanlıktan sonra dost olmak ve uçurumun kenarından kurtulmak şeklinde açıklanması taksimdir. 

مِنَ  harfi cerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ [Ateşten bir çukur kenarındaydınız.] ifadesi istiare-i temsiliyyedir. Cahiliyedeki halleri derin bir çukurun kenarına gelmiş kimselerin durumuna benzetilmiştir. Helak olmaya yakın hallerini anlatır. Kâfir olarak cehennem ateşine düşmek üzereydiniz manasını taşır. (Ebüssuûd - Safvetü’t Tefasir)

Şayet “Bunlar nasıl ‘ateş çukurunun yani cehennemin kenarında’ gösterildiler?” dersen şöyle derim: İçinde bulundukları hal üzere ölselerdi ateşe gireceklerdi; bundan dolayı öldükten sonra ateşe gireceği beklenen hayatları, “buraya düşmelerine ramak kalmışçasına ateşin kenarında olmak” şeklinde temsilî bir ifadeyle anlatılmıştır. (Keşşâf)

 

كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كذالك  kelimesi mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. “İşte  böyle” anlamındadır. 

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, s. 101

يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪  ayetindeki açıklamanın sebebi, sizin hidayette sebat etmeniz, doğru yoldan sapmamanız içindir. Allah, müminlere önce takvayı, sonra O’nun yoluna sıkı sıkıya sarılmayı, sonra nimetlerini hatırlamayı emrediyor. Çünkü insanın fiilleri, ya korkudan ya da hevesle bir şeyi istemesinden meydana gelir. Korku; heves ve istekten önce gelir. Çünkü zararın giderilmesi, faydanın celb edilmesinden önce gelir. Tıpkı insanın kötülüklerden arınması, güzel ahlak ve iyi amellerle süslemeden önce olması gibi. (Ruhu’l Beyan)

Müsnedün ileyhin bütün kemâl ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Veciz ifade amacına matuf اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

تَهْتَدُونَ iftial babındaki mutavaat anlamıyla kullarda hidayet istiadadının bulunduğuna ve bunun için gayret göstermeleri gerektiğini işaret eder.




Âl-i İmrân Sûresi 104. Ayet

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...


Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلْتَكُنْ olsun ك و ن
2 مِنْكُمْ içinizden
3 أُمَّةٌ bir topluluk ا م م
4 يَدْعُونَ çağıran د ع و
5 إِلَى
6 الْخَيْرِ hayra خ ي ر
7 وَيَأْمُرُونَ ve emreden ا م ر
8 بِالْمَعْرُوفِ iyiliği ع ر ف
9 وَيَنْهَوْنَ ve men’eden ن ه ي
10 عَنِ
11 الْمُنْكَرِ kötülükten ن ك ر
12 وَأُولَٰئِكَ işte
13 هُمُ onlar
14 الْمُفْلِحُونَ kurtuluşa erenlerdir ف ل ح

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  لْ  emir lam’ıdır.  تَكُنْ  nakıs meczum muzari fiil veya tam fiildir.

مِنْكُمْ  car mecruru  اُمَّةٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.  اُمَّةٌ  kelimesi  تَكُنْ ’ün ismi veya tam fiilin failidir.  يَدْعُونَ  fiili  تَكُنْ ’ün haberi olarak mahallen mansubtur. Veya  اُمَّةٌ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يَدْعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلَى الْخَيْرِ  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline müteallıktır.         

لْتَكُنْ  lafzı başına sakin lam harfi gelmiş muzari fiil olup Arap dili gramerinde bu kip emr-i gaib yani üçüncü şahsa emir olarak bilinir. (Elif Yavuz, Belagat İlminde Haber Ve İnşa, Bakara Suresi Örneği)

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَأْمُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  يَأْمُرُونَ  fiiline müteallıktır.

وَ atıf harfidir.  يَنْهَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَنِ الْمُنْكَرِ  car mecruru  يَنْهَوْنَ  fiiline müteallıktır.

يَنْهَوْنَ  fiili sülasi mücerred olan  نهي  fiilinin muzarisidir.

Maruf kelimesi  عرف  fiilinden türemiştir.  عرف; “herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, eserini düşünerek onu bilmek demektir, ‘inkâr’ın karşıtıdır. Marifet ve irfan, bir şeyi derinden derine düşünerek idrak etmek, anlamak; maruf; derinlemesine düşünen aklın ve İslam’ın güzel gördüğü, güzelliği anlaşılıp kabul edilen fiil, söz ve davranışlardır.


  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda veya fasıl zamiridir.  الْمُفْلِحُونَ  ise haberi veya  اُو۬لٰٓئِكَ’nin haberidir.  الْمُفْلِحُونَ’nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ

 

وَ  atıf veya istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كان’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  كان ,مِنْكُمْ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

مِنْكُمْ [sizden, içinizden] kelimesindeki  مِنْ [den] edatı, kısım, bölük, parça ifade eden “ba'zıye” değil, “beyâniye”dir. Başka bir deyişle beyân içindir. Buna göre ayetin anlamı: “Siz hayra çağıran bir ümmet olun!” şeklindedir. (Ebüssuûd - Âşûr)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ  cümlesi muahhar mübteda  اُمَّةٌ  için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

يَدْعُونَ’nin  كان’nin haberi olduğu da söylenmiştir.  كان  fiilinin tam fiil olması da caizdir.

Aynı üslupta gelen müteakip iki cümle sıfat cümlesine matuftur. 

اُمَّةٌ’deki tenvin tazim içindir.

وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ  cümlesi ile  وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الْمُنْكَرِۜ , الْمَعْرُوفِ ,  الْخَيْر  kelimelerinin marife gelişi, istiğrak içindir.Bilgi ve yeteneğin olduğu işlerde umum ifade eder. İstiğrak-ı örfiye benzer.(Âşûr)

يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ  ve  الْمُنْكَرِۜ - الْمَعْرُوفِ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Umumdan sonra husus zikredilmiştir. Hayra davet etmek umum, devamı husustur.

Aslında bu iş peygamber görevidir çok şereflidir, bizim de bunu kendimize iş edinmemiz lazım. Eleştirileri kabullenmeyi, hatta sevmeyi öğrenmeliyiz.

Her üç fiilde يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ , وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ , وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ  (hayra çağırma, iyiliği emretme, kötülüğü men etme) de mef'ûlün (tümlecin) hazf edilmesi; ya açıkça bilindiği içindir yani bunlar hayra çağırırlar, iyiliği emir ve kötülükten men ederler ya da fiilin kendisini gerçekleştirmek içindir yani hayra çağırma, iyiliği emr ve kötülüğü nehyetme hareketlerini bilfiil yaptırmaktır. (Ebüssuûd)

Emr-i bil maruf ve nehyi ani’l münker ibaresi Kur’an’ı Kerim’de üçü bu surede olmak üzere 8 yerde geçmiştir. En çok bu surede geçmiş, çünkü kitap ehli bunu yapmayı terk etmiştir.

Örf, tanınan ve bilinen şey demektir. İnsana bilinen şeyler hoş gelir. Münker de nekre yani tanınmadık şeyleri ifade eder. Tanımadığımız bir şeyi yemek de hoşumuza gitmez ama farklı bir kültürde çok sevilebilir. O yüzden bu kuralın içine sadece dini tutum ve davranış değil, örf de girer.

Marûfu emretmenin hükmü, emredilen şeye tâbidir; emredilen, farz ise emretme de farz olur; mendup ise mendup olur. Münkeri yasaklamaya gelince bunun tamamı farzdır; çünkü çirkinlik sıfatından ötürü münkerlerin tamamının terk edilmesi farzdır. (Keşşâf)

Ayette hayra çağırma fiili müminlerin bir kısmına isnad edildiği halde hitabın bütün müminlere tevcih edilmesi bu görevi bütün müminlere farz-ı kifaye kılmak içindir.  Yani bu görev bütün müminlere farzdır, ancak bir kısmı bu görevi yaptığı vakit diğerleri de sorumlu olmaz. Ama bu görevi yapan kimse olmazsa hepsi sorumlu olur. (Ebüssuûd)

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

وَ istînâfiyye veya haliyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle, faide-i haber, inkârî kelamdır.

Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, ayrıca sübut ifade eder. Haberin  الْ  takısıyla marife gelişi kasr sebebidir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Onlar sadece kurtuluşa tahsis edilmiştir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. 

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Hayra davet etmek, emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker şeklinde taksim edilmiştir.

الْمُفْلِحُونَ - الْخَيْرِ - الْمَعْرُوفِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hayra davet eden, emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkeri yapan  kimseler, üstün vasıflar taşımaları, bu vasıflarıyla diğer insanlardan temayüz etmeleri sebebiyle felah ve kurtuluşa hak kazanmışlardır.

Resülullah’tan (sav) rivayet olunduğuna göre “Marûf ile emr ve münkerden nehyedenler, yeryüzünde Allah’ın, Resulü’nün ve kitabının halifesidir.” (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 105. Ayet

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ  ...


Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تَكُونُوا olmayın ك و ن
3 كَالَّذِينَ gibi
4 تَفَرَّقُوا bölünüp ف ر ق
5 وَاخْتَلَفُوا ve ihtilaf edenler خ ل ف
6 مِنْ -dan
7 بَعْدِ sonra ب ع د
8 مَا
9 جَاءَهُمُ kendilerine geldikten ج ي ا
10 الْبَيِّنَاتُ açık deliller ب ي ن
11 وَأُولَٰئِكَ işte onlar
12 لَهُمْ (evet) onlar için vardır
13 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
14 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونُٓوا  fiili,  ن’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  تَكُونُوا ’nin ismi olup mahallen merfûdur.

كَ  harfi cerdir.  مثل (gibi) manasındadır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl, mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَفَرَّقُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَالَّذ۪ينَ  hazfedilmiş  تَكُونُو ’nün haberi olup mahallen merfudur. 

تَفَرَّقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اخْتَلَفُوا  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْبَيِّنَاتُ  kelimesi faildir. 

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

 

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌۙ  ise  عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır. 

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ

 

Ayet … وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ  cümlesine matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

كان’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelen ayette  كان’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا  (Ayrılıp anlaşmazlığa düşenleri) dinde anlaşmazlığa düşmüş olan bütün eski ümmetleri kapsayacak şekilde genel bir manada yorumlamak  caizdir. (Ebüssuûd)

مَا  ve  الَّذ۪ينَ ismi mevsullerinde tevcih sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  كَالَّذ۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır. Mevsûlün îrabdan mahalli olmayan sılası  تَفَرَّقُوا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sılaya matuf olan, mazi fiil sıygasındaki  اخْتَلَفُوا  cümlesi de faide-i  haber ibtidaî kelamdır.

Son cümlede  جَٓاءَ’nin mef’ûlü,  önemine binaen takdim edilmiştir.

 

  وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ

 

İstînâf cümlesidir. Faide-i  haber ibtidaî kelam olan ve sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Mübteda olan işaret isminin haberi de isim cümlesidir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, bu kişilere tahkir ifade eder.  

Haber olan cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  عَذَابٌ’un sıfatı olan  عَظ۪يمٌۙ dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

Zikredilen sıfatları taşımaları yüzünden onlar için pek büyük bir azap vardır. Bu ilâhî kelam, dinde tefrikaya düşenler için apaçık, kesin ve ağır bir vaid; onlara benzeyenlere de şiddetli bir tehdit içerir. (Ebüssuûd)

لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا [Ayrılanlar gibi olmayın] buradaki nehiy sadece tebliğ cemaatine ait olmayıp bütün Müslümanları içerisine almaktadır. Çünkü cümle, cemi ve muhatap sıygasıyla gelmiştir.  َِّكَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا [Ayrılanlar gibi] ifadesindeki ism-i mevsûl zem içindir. Ehl-i kitap ve müşriklere tariz ve telmihtir. Ayrıca idmâc sanatıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Âl-i İmrân Sûresi 106. Ayet

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ  ...


O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ O gün ي و م
2 تَبْيَضُّ ağarır ب ي ض
3 وُجُوهٌ (bazı) yüzler و ج ه
4 وَتَسْوَدُّ kararır س و د
5 وُجُوهٌ (bazı) yüzler و ج ه
6 فَأَمَّا o zaman
7 الَّذِينَ kimselere
8 اسْوَدَّتْ kararan س و د
9 وُجُوهُهُمْ yüzleri و ج ه
10 أَكَفَرْتُمْ inkar ettiniz ha? (denilir) ك ف ر
11 بَعْدَ sonra ب ع د
12 إِيمَانِكُمْ inanmanızdan ا م ن
13 فَذُوقُوا öyle ise tadın ذ و ق
14 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
15 بِمَا karşılık
16 كُنْتُمْ etmenize ك و ن
17 تَكْفُرُونَ inkar ك ف ر

 Beyeda بيض :

  بَياضٌ  Renklerden biri olan siyahın zıddıdır. Fiil olarak beyaz idi ya da beyaz hale geldi manasında إبْيَضَّ يَبْيَضُّ  şeklinde kullanılır. Ali İmran 106 . ayetteki يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ  yüzlerin ağırması tabiri sevinmeyi ifade eder. Yumurtanın بَيْضٌ olarak adlandırılması beyazlığı sebebiyledir. Tekili بَيْضَةٌ şeklinde gelir. بَيْضٌ sözcüğü kinayeli olarak kadın hakkında da kullanılmıştır. Bunun nedeni kadının renk yönünden yumurtaya benzetilmesi ya da yumurta gibi kanatlar altında himaye edildiğidir.(Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

 Türkçede kullanılan şekilleri beyaz, beyzî ve beyzadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

  Sevede سود :

  سَوادٌ beyazın zıddı olan renktir. Fiil olarak siyah idi/o hale geldi anlamında إسْوَدَّ ve إسْوادَّ formlarında kullanılır.

  Bu köke ait سَوادٌ sözcüğüyle hem insan ya da başka bir şeyin uzaktan görülen karaltısı hem gözün siyahı/gözbebeği hem de kalabalık topluluk ifade edilir. Bu سَوادٌ olarak adlandırılan büyük topluluğu idare ve deruhte eden kimseye ise سَيِّدٌ denir. Bir topluluğun işlerini üstlenecek kişinin nefsini ıslah etmiş olması, doğru dürüst bir hale getirmesi ve düzeltmesi şart olduğundan kendi nefsinde fâdıl olan her kimseye de Seyyid سَيِّدٌ denmiştir. Son olarak hanımını idare etmesinden dolayı kocaya da seyyid سَيِّدٌ denilmektedir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri sevda, müsvedde, soda, seyyid, Sevde ve Sudan'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ 


Zaman zarfı  يَوْمَ, öncesinde geçen  عَذَابٌ’un mahzuf haberine müteallıktır.  تَبْيَضُّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَبْيَضُّ  merfû muzari fiildir.  وُجُوهٌ  fail olup lafzen merfûdur.

تَسْوَدُّ وُجُوهٌ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir.  تَسْوَدُّ  merfû muzari fiildir.   وُجُوهٌ  fail olup lafzen merfûdur.

تَبْيَضُّ - تَسْوَدُّ  fiilleri, if’ilâl babındandır. Bu bab, sülasi bir fiilin başına hemze, sonuna da lamel fiili cinsinden bir harf ilave edilerek elde edilir. Kullanım alanı sadece renk ve vücut sakatlıklarını mübalağalı bir şekilde ifade etmekle sınırlı olup sürekli olarak geçişsizdir. Ayrıca bu bab’a göre sadece salim ve ecvef fiiller mezid olabilir. Sülâsîsi  سود - بيض ’dir. Bu bab renkleri ve vücut kusurlarını  mübalağalı olarak ifade etmek için kullanılır. 


  فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ


فَ  istînâfiyyedir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْوَدَّتْ’tir. Îrabdan mahalli yoktur.

اسْوَدَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.   وُجُوهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ۠  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri;  فيقال لهم (Ve onlara denir ki) şeklindedir.

Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Arapça alimleri  اَمَّا  şart edatının cevabında  ف  harfinin mutlaka gelmesi gerektiğini icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü  اَمَّا  edatının özelliği; ardından gelen cevap cümlesinin, ne olursa olsun gerçekleşeceğini ifade eder. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

Hemze istifham harfidir.  كَفَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  بَعْدَ  zaman zarfı, كَفَرْتُمْ  fiiline müteallıktır.  ا۪يمَانِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen fasiha harfidir.  ذُوقُوا  fiili  ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harfi ceriyle birlikte  ذُوقُوا  fiiline müteallıktır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْفُرُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ 


Şibh-i kemâli ittisâl nedeniyle fasılla gelen ayette zaman zarfı  يَوْمَ, takdiri  اذكر  olan fiile müteallıktır.

يَوْمَ’nin önceki ayetteki mahzuf habere müteallık olmasına da cevaz vardır.

Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki  تَبْيَضُّ وُجُوهٌ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ  cümlesi, bu cümleye matuftur.

تَبْيَضُّ - تَسْوَدُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı tedbîc sanatı vardır.

Bu ayet, müminleri, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra tefrikaya düşenlerin akıbetine uğramamaları için uyarır ve dine sımsıkı sarılmaya  teşvik  eder. (Ebüssuûd)

[Bu azap onlar için ne vakit söz konusudur?] “Nice yüzlerin ağardığı gün…” Yani يَوْمَ  kelimesi zarfla  لَهُمْ  ile ya da mukadder اذكر [zikret] kelimesi ile mansuptur.

Bu beyazlık nurdan, siyahlık da karanlıktan kinayedir. اَكَفَرْتُمْ [İnkâr mı ettiniz?] ifadesi, “Onlara ‘inkâr mı ettiniz?’ denir.” anlamındadır. Hemze onları kınamak ve hayret edilecek bir durumda olduklarını ifade etmek içindir. Bunların ehl-i kitap olduğu açıktır; imandan sonra inkâr etmeleri ise gelmeden önce itiraf etmelerine rağmen Peygamberi (sav) inkâr etmeleridir. (Keşşâf - Ebüssuûd)

Bu ifade istiare-i vifâkîdir. Beyazlık; ferah ve sürurdan; siyahlık da gam ve kederden mecazdır. Arzusuna ulaşan ve gayesini elde eden kimse hakkında “yüzü ağardı” denir. Sevinme ve neşelenme manasındadır. Başına bir kötülük gelen kimseye de “yüzü tozlandı, rengi kaçtı ve şekli değişti” denir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

 فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ

 

فَ  istînâfiyye,  اَمَّا  tekid ve şart edatıdır. Cümle şart üslubunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mübteda  olan  الَّذ۪ينَ’nin sılası  اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesinde müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. İsm-i mevsulde tevcih sanatı vardır.

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cevap cümlesinde mekulü’l-kavlin amili ve rabıta harfi mukadderdir. Takdiri;  فيقال  (Ve denir ki…) şeklindedir. 

Bu iki fırkanın (hak ile batıl) hallerine daha önce icmalen işaret edildikten sonra şimdi tafsilata geçilmektedir. Bu  اَكَفَرْتُمْ  [İnkâr mı ettiniz?] cümlesindeki istifham, kınama ve onların hallerine taaccüb anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Ebüssuûd - Keşşâf)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

اَكَفَرْتُمْ - ا۪يمَانِكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Zahir olan manaya göre bu yüzleri kararanların kimler olduğu konusunda çeşitli tevcihler yapılmıştır.

Bunlar:

1- Ya ehl-i kitap olan Yahudilerle Hıristiyanlardır. Onların imandan sonra kâfir olanları da bisetten önce kendi kitaplarında vasıflarını okudukları Resulullah'a (sav) iman ettikten sonra kâfir olanlarıdır;

2- Ya bütün kâfirlerdir. Nitekim onlar misak günü  Allah, ruhlardan misak aldığı zaman tevhidi ikrar etmiş iken bilahare bundan sapanlardır;

3- Ya da açık deliller ve parlak belgeler karşısında sağlıklı bir düşünce ile iman imkânına sahip oldukları halde küfrü seçenlerdir.

4- Veya zararlı bidatlerin ve batıl itikatların sahipleridir. (Ebüssuûd)

 

 

 

 فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

 

فَ; takdiri  إن كفرتم فذوقوا olan mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا’nın sılası  كان’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz  önünde canlandırarak dikkatleri artırır.

فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Azabı tadın!] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.

Burada taksim sanatı vardır. İnsanlar ikiye ayrılırlar. Başka bir grup yoktur. Sonra bunlar birer birer açıklanır. İki grup beyaz ve kara diye sıralama yapılarak konuya girilmiş ama tafsilata geçince karadan başlanılmış. Bir an önce onları anlatıp konu bitirilmek istenmiştir. Beyazlar ise teşvik için sona bırakılmıştır.. 

اسْوَدَّتْ - تَسْوَدُّ ve  تَكْفُرُونَ - اَكَفَرْتُمْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Âl-i İmrân Sûresi 107. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ise
2 الَّذِينَ kimseler
3 ابْيَضَّتْ ağaran ب ي ض
4 وُجُوهُهُمْ yüzleri و ج ه
5 فَفِي içindedirler
6 رَحْمَةِ rahmeti ر ح م
7 اللَّهِ Allah’ın
8 هُمْ onlar
9 فِيهَا orada
10 خَالِدُونَ sürekli kalacaklardır خ ل د

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ


وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ابْيَضَّتْ ’tır. Îrabdan mahalli yoktur. 

ابْيَضَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  وُجُوهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ۠  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri  هم  şeklindedir. 

Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ف۪ي رَحْمَةِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

رَحْمَةِ اللّٰهِ  [Allah’ın rahmeti] nimet yani temelli mükâfat içindedirler. Şayet “Önce فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِ  [Allah’ın rahmeti içindedirler.]  denildikten sonra gelen  هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ [temelli kalacaklardır orada] ifadesinin îrabdaki yeri nasıldır?” dersen, şöyle derim: Yeni bir cümledir; sanki   كَيْفَ يَكُونُونَ فِيهَا (Orada nasıl olacaklar?) denilmiş ve  هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ [temelli kalacaklardır orada],yani oradan ayrılmayacak ve ölmeyeceklerdir, diye cevap verilmiştir. (Keşşâf)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ  kelimesine müteallıktır.  خَالِدُونَ  kelimesi haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Önceki ayete matuf olan bu ayetteki,  اَمَّا  tekid ve şart edatıdır. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda olan  الَّذ۪ينَ’nin sılası  ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesinde müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

فَ karînesiyle gelen  اَمَّا’nın cevap cümlesi olan فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ’de îcâz-ı hazif sanatı vardır. الَّذ۪ينَ  , ف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Veciz ifade kastıyla gelen  رَحْمَةِ اللّٰهِۜ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  رَحْمَةِ, şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla Allah isminde tecrîd sanatı vardır.

ف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın rahmeti içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah’ın rahmeti hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın nimetlerinin, rahmetinin kulları kuşatıcılığını ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

اَمَّا  tafsil edatıyla iki durum açıklandığı için tevşî’ sanatı vardır.

Önceki ayetle birlikte taksim vardır. Beyaz yüzler ve siyah yüzler zikredildikten sonra bunlarla ilgili detaylar zikredilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi) 

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Bu cümle bir istinaf cümlesi olup kelamın siyakından anlaşılan bir suale cevaptır. Sanki, “Peki, onlar orada nasıl olacaklar?” suali sorulmuş da cevabında da: “Onlar orada sonsuz kalacaklar, ne oradan ayrılacaklar ne de ölecekler.” denmiştir. (Ebüssuûd)

Faide-i haber talebî kelam olan bu hal cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, rahmete has kılınmıştır.

خَالِدُونَ  lafzı, Kur’an’da her yerde ism-i fail kalıbında gelmiştir. İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.

Onların rahmet içinde olmaları ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.

Hal cümlesinin  و’sız gelmesi, onların rahmette kalışlarının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kastedildiği zaman mesela,  هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir.) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık gibi sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman  و ’sız gelir.

Ayette rahmet lafzının kullanılması alakası haliyyet olan mecaz-ı mürsele örnektir. Zira burada mutlak olarak hal zikredilmekte, ancak bu halin gerçekleşeceği mahal olan cennet kastedilmektedir. Yani onlar cennette olacaklardır. Çünkü cennet rahmetin ineceği yerdir. Bu hususa müfessirimiz şu açıklamasıyla işaret etmiştir: Ayette yer alan فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ ifadesi “Onlar cennette ve sonsuz sevaptadırlar.” manasınadır. Allah Teâlâ’nın bu durumu rahmet lafzıyla ifade etmesi müminin, ömrünü Allah’a taatle geçirmiş olsa da cennete ancak Allah’ın rahmeti ve lütfu ile gireceğine dikkat çekmek içindir. (Süleyman Gür, Kadı Beydâvî Tefsirinde Mecaz - Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan)
Âl-i İmrân Sûresi 108. Ayet

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعَالَم۪ينَ  ...


İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ işte onlar
2 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
3 اللَّهِ Allah’ın
4 نَتْلُوهَا onları okuyoruz ت ل و
5 عَلَيْكَ sana
6 بِالْحَقِّ gerçek ile ح ق ق
7 وَمَا
8 اللَّهُ Allah
9 يُرِيدُ istemez ر و د
10 ظُلْمًا zulmetmek ظ ل م
11 لِلْعَالَمِينَ alemlere ع ل م

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ


İsim cümlesidir.  تِلۡكَ  işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir. 

اٰيَاتُ  haberdir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

نَتْلُوهَا cümlesi  اٰيَاتُ اللّٰهِ  ifadesinin hali olarak mahallen mansubtur.  نَتۡلُو  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

عَلَیۡكَ  car mecruru  نَتۡلُوهَا  fiiline müteallıktır.  بِٱلۡحَقِّ  car mecruru  نَتۡلُوهَا  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır.

 

وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعَالَم۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  مَا ’nın ismidir.  يُر۪يدُ  fiili  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubtur. 

يُر۪يدُ  merfû muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  ظُلْمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. لِ  takviye için zaiddir. 

 اَلْعَالَم۪ينَ  lafzen mecrur, ظُلْمًا  masdarının mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubtur.  اَلْعَالَم۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.


تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir. 

Müsnedin lafza-i celâle muzâf olarak marife olması ise müsnedin tazimi yanında müsnedün ileyhin de şereflendiğini ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette Allah’ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir.  Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. 

Kur’an ayetlerinin Peygambere tilaveti, Cebrail’in lisanıyla olduğu halde “نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ [Onları Sana hakk olarak okumaktayız.] buyurulması, ayetlerin tilavetine son derece önem verildiğini göstermek içindir. (Ebüssuûd)

نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ  cümlesi ayetlerin halidir. Nasb mahallindeki bu cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

ب ِ harf-i ceri burada sebebiye içindir. “Hak sebebi ile” demektir. Diğer anlamları ile Hakka ulaştırarak, yakınlaştırarak, haktan yardım almak, hakka sebep olmak, hakkı zaman ve mekânlara ulaştırmak, hakkı geçerli kılmak, hakkı bir bedel kılmak, küfrün, şirkin, tam karşıtını göstermek, hakkı dikkate sunmak, hakkı kuşatmak, hakkı pekiştirmek üzere sana okuyoruz, demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

Bu cümlede gaib zamirden, نَتْلُوهَا  fiilindeki azamet zamirine iltifat vardır.


وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعَالَم۪ينَ

 

و, istînâfiyyedir. Nefy harfi  مَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.  مَا  harfi  ليس  gibi amel etmiştir.

مَا’nın haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı ve tekrarlanmasında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

الْحَقِّۜ - ظُلْمًا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ظُلْمًا’deki tenvin hiçbir manasındadır. Nefy sıyakında nekre umum ifade eder.

Kullar yerine alemler denmesi, daha geniş bir perspektif çizmiştir. 

[İşte Allah’ın] vaad ve vaide dair [ayetleri… Onları sana] güzel iş yapanla kötü iş yapanın müstahak olduğu karşılığın kendilerine adilane verileceğini ortaya koyan gerçeğin ta kendisi olarak okuyoruz. Çünkü Allah hiç kimseye zulmetmek istemiyor ki herhangi birini suçsuz yere cezalandırsın ya da bir günahkârın cezasını artırıp güzel iş yapan herhangi bir kişinin mükâfatını eksiltsin. Allah Teâlâ zulüm kelimesini nekre olarak kullanmış; ardından da “hiç kimseye” buyurmuştur. Bu, “Yarattığı hiçbir varlığa hiçbir haksızlık yapmak istemiyor.” demektir. Zatını çirkin şeyleri murad etme ve onlara razı olma özellikleri ile tavsif edenleri derhal cezalandırmayan Allah ne kadar yücedir! (Keşşâf - Ebüssuûd)

Bu cümlenin ifade tarzında, kâfirlerin zalim olduklarına, kendi nefislerini ebedî azaba maruz bırakarak  zulmettiklerine ima vardır. (Ebüssuûd)


Günün Mesajı
102. ayette Hazret-i Yakub oğullarına ''sadece Müslümanlar olarak can verin” buyurulmuştur. Bu, görünürde ölümle ilgili bir emirdir. Ancak gerçekte, müslüman olarak yaşamakla ilgilidir ve İslâm'ın terkedilmesi yasaklanmaktadır. Çünkü ölüm onların ellerinde değildir. Bu olay, Hazret-i Yakub'un Mısır'a geldiğinde, oradaki halkın putlara taptığını görmesi üzerine olmuştu. Onun bu vasiyetini özellikle çocuklarına yapması, İslâm'ın başta gelen ve ihtimam gösterilmesi gereken bir şey olduğuna işaret etmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hayat; imtihanların nefse taktığı çelmelerden, insanın bedeni zarar görse de, - Allah’ın yardımıyla ve O’nun rızasına uygun yaşama çabasıyla - kalbine yara almadan ilerleme mücadelesidir. 

İnsan, takılan çelmelerden sonra; bazen hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder. Bazen yere yapışmasıyla kalkması bir olur. Bazen yaşadıklarının ağırlığı altında dinlenmesi gerektiğini düşünür, bir süre bekledikten sonra tekrar ayaklanır. 

Bazen ise bir daha kalkmak istemediğini söyleyerek, kendini nefsinin kasvetli havasına teslim eder. Bu öyle bir haldir ki sanki bir uçurumun kıyısındadır. İmanının verdiği kuvvetle, daha da derinlere düşmemek için tutunmaya çalışır. Bulunduğu yerden memnun değildir ama bu halden kurtulup daha iyisine ulaşmanın mümkün olmadığına inandırır kendini. Hiç değilse bulunduğu yerde kalabilmek için Allah’tan yardım ister. Bir süre sonra artık parmakları kayganlaşır, takati kesilir. ‘Beklenen son geldi işte’ diye fısıldar. Kendini düşüşe hazırladığı anda bir ip atılır. 

“Allah’ın ipine sımsıkı yapış, ey Müslüman. Geçici dünya halleri uğruna pes etmek veya ümidi kesmek yakışır mı, bu kalbe? Kendini bir anın veya bir halin içine hapsolmuş gibi hissetsen de, bu mümkün değildir. Her an geçicidir. Her hal bitmeye mahkumdur. Sıkıntıların, üzüntülerin ve korkuların dahil hepsinin, bir son kullanma tarihi vardır. Allah’tan başka hiçbir şey baki değildir.

Gülümse. Derin bir nefes al. Rabbin seninle. Halinden haberdar. Yaşadığın hiçbir anın boşa gitmediğini hatırla. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağı müjdesine sevin. De ki: ‘Rabbim yollarımızı kolaylaştır. Gönüllerimizi ferahlat. Yükümüzü hafiflet. Dünyaya ait hiçbir mesele: kalbimize tesir edemesin, imanımızı sarsamasın. Senden ister, Sana yalvarır, Sana sığınırız. İki cihanda da merhametine muhtacız. Zihnimizi ve kalbimizi hayırlarla meşgul et.’”

Takva sahibi olanlardan ve müslüman olarak can verenlerden. Rabbimizin huzuruna vardığımız gün, yüzü aydınlananlardan ve ebedi rahmetine kavuşanlardan olmak duasıyla. Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji