16 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 78-83 (59. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 78. Ayet

وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  ...


Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı hâlde Kitab’dan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah katındandır” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 مِنْهُمْ onlardan
3 لَفَرِيقًا bir grup (var ki) ف ر ق
4 يَلْوُونَ eğip bükerler ل و ي
5 أَلْسِنَتَهُمْ dillerini ل س ن
6 بِالْكِتَابِ Kitapla ك ت ب
7 لِتَحْسَبُوهُ siz sanasınız diye ح س ب
8 مِنَ -tan
9 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
10 وَمَا (halbuki) yoktur
11 هُوَ o
12 مِنَ
13 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
14 وَيَقُولُونَ ve derler ق و ل
15 هُوَ o
16 مِنْ -ndandır
17 عِنْدِ katı- ع ن د
18 اللَّهِ Allah
19 وَمَا oysa değildir
20 هُوَ o
21 مِنْ -ndan
22 عِنْدِ katı- ع ن د
23 اللَّهِ Allah
24 وَيَقُولُونَ ve söylerler ق و ل
25 عَلَى karşı
26 اللَّهِ Allah’a
27 الْكَذِبَ yalan ك ذ ب
28 وَهُمْ ve onlar
29 يَعْلَمُونَ bile bile ع ل م

وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ


İsim cümlesidir. وَ  atıf,  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  مِنْهُمْ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  فَر۪يقًا  ise  اِنَّ ’nin muahhar ismidir. 

يَلْوُ۫نَ  fiili  فَر۪يقًا ’ın sıfatı olarak mahallen mansubtur.  يَلْوُ۫نَ   merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَلْسِنَتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir   هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْكِتَابِ  car mecruru  يَلْوُ۫نَ  fiiline veya  اَلْسِنَتَ ’nin mahzuf haline  müteallıktır.

لِ  harfi,  تَحْسَبُوهُ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَلْوُ۫نَ  fiiline müteallıktır.  تَحْسَبُوهُ  mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

 مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır. Takdiri; معدودا من الكتاب (kitaplardan bir kısmı) şeklindedir.

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. هُوَ  munfasıl zamiri  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  مِنَ الْكِتَابِ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.           

            

وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ


Fiil cümlesidir.  İstînâfiyyedir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl  هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ عِنْدِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. هُوَ  munfasıl zamir  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  مِنْ عِنْدِ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.   


وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

 عَلَى اللّٰهِ  car mecruru   يَقُولُونَ   fiiline veya   الْكَذِبَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

İsim cümlesidir.  و   haliyyedir.  Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ   fiili haber olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ


وَ  istînâfiyyedir. Sübut  ifade eden isim cümlesidir.  إِنَّ  ve  لَ ’la tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  فِی ذَ ٰ⁠لِكَ  car mecruru  إِنَّ ’in, mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

لَفَر۪يقًا ’daki tenvin tahkir ifade eder.

يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ  cümlesi  لَفَر۪يقًا  için sıfat olarak gelmiş müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ  cümlesine dahil olan  لِ , masdar harfi lam-ı ta’lildir. Masdar teviliyle  يَلْوُ۫نَ  fiiline mutallak olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَمَاهُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ  cümlesi  وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Menfi isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَيْسَ  gibi amel eden  مَا ’nın haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنَ الْكِتَابِۚ  bu mahzuf habere müteallıktır.

لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ  cümlesiyle  وَمَاهُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Zamir yerine zahir isim olarak  الْكِتَابِ ’nin zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ales’-sadr sanatları vardır.

Türkçede kullandığımız levye kelimesi  يَلْوُ۫نَ  fiilinden gelir.

[Muhakkak onlardan bir grup (fırka) vardır, dillerini bükerler.] ifadesinde dil ile kastedilen kelimeler, sözlerdir. Mecaz-ı mürselden alete isnad vardır. 

وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقًا يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ [Ehl-i kitaptan bir grup, kitabı okurken dillerini eğip bükerler.] لي bir şeyi ters yüz etmek demektir. Aslında kelime düz bir şeyi eğmek demektir. Ehl-i kitaptan bir grup ağızlarını eğerler. Burada isim haber mevkiinde bulunduğu için başına  ل  gelmiştir. Tertip üzere zikredildiğinde haber mevkiindedir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

الْكِتَابِ  kelimesi burada Tevrat için kullanılmıştır. 

“Bu kitaptandır.” sözü kizbî haberdir.

يَلْوُ۫نَ  [eğerler..] kelimesinin masdarı olan,  اَللُّىُّ  kelimesi, bir şeyi büküp onu dümdüz ve dosdoğru olmaktan çıkararak eğriltmektir. (Fahreddin er-Râzî)

Ve “O, Allah katındandır.” derler” buyurmuştur. Bil ki bazı alimler, “Cenab-ı Hakk’ın, “Siz onu kitaptan sanasınız diye... Halbuki o, kitaptan değildir.” buyruğu ile ve “O, Allah katındandır, derler. Halbuki o, Allah katından değildir.” buyruğu arasında mana bakımından bir fark yoktur. Fakat bunu, tekid için farklı iki lafızla tekrar etmiştir, demişlerdir.

Muhakkik alimler ise bu iki ifadenin farklı anlamlara geldiğini söyler. Çünkü kitapta olmayan her şeyin Allah katından olmadığı söylenemez. Zira şer’i hükümler bazen kitap bazen sünnet bazen icma bazen de kıyasla sabit olur ki bunların hepsi de Allah katındandır. Buna göre “Siz onu kitaptan sanasınız diye... Halbuki o kitaptan değildir.” ifadesi, hususi bir nefydir. Sonra bu hususi manadaki nefye, Allah, umumi bir nefyi atfederek ve “O, Allah katındandır, derler. Halbuki o, Allah katından değildir.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ


Ayetin atıfla gelen bu cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise isim cümlesi formunda  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

 وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ  cümlesi وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Menfi  isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَيْسَ  gibi amel eden  مَا ’nın haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ  bu mahzuf habere müteallıktır.

بِعَهْدِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması, عَهْدِ ’ye şeref kazandırmıştır. 

هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ  cümlesiyle, وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

İsm-i celalin (Allah) ve kitap kelimesinin zamir makamında açık olarak zikredilmeleri, cüret ettikleri sözlerin korkunçluğunu zımnen ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)


  وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


وَ ’la makabline atfedilmiş cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  عَلَى اللّٰهِ  önemine binaen mef’ûl olan  الْكَذِبَ ’ye takdim edilmiştir.

Ayetin fasılası  وَ ’la gelmiş  hal cümlesidir. Hal, anlamı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâbtır.

Mübteda ve haberden müteşekkil  وَهُمْ يَعْلَمُونَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve (zem makamı olduğu için) istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar.

Zamir makamında zahir isimle Allah lafzının tekrarlanması durumun önemini vurgulamak ve ikaz içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ales’-sadr sanatları vardır.

يَقُولُونَ - الْكِتَابِ - مِنْ - مَا - عِنْدِ - هُوَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ales’-sadr sanatı vardır.


Âl-i İmrân Sûresi 79. Ayet

مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَاداً ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ  ...


Allah’ın, kendisine Kitab’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbânîler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 كَانَ mümkün değildir ك و ن
3 لِبَشَرٍ hiçbir insanın ب ش ر
4 أَنْ
5 يُؤْتِيَهُ ona vermesinden (sonra) ا ت ي
6 اللَّهُ Allah
7 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
8 وَالْحُكْمَ hüküm (hikmet) ح ك م
9 وَالنُّبُوَّةَ ve peygamberlik ن ب ا
10 ثُمَّ sonra (o kalksın)
11 يَقُولَ demesi ق و ل
12 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
13 كُونُوا olun ك و ن
14 عِبَادًا kul(lar) ع ب د
15 لِي bana
16 مِنْ
17 دُونِ bırakıp د و ن
18 اللَّهِ Allah’ı
19 وَلَٰكِنْ fakat (der ki)
20 كُونُوا olun ك و ن
21 رَبَّانِيِّينَ Rabbe halis kullar ر ب ب
22 بِمَا şeyler gereğince
23 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
24 تُعَلِّمُونَ okuyor ع ل م
25 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
26 وَبِمَا ve
27 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
28 تَدْرُسُونَ öğretiyor د ر س

Allah’ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik vermesinden sonra hiçbir insanın kalkıp insanlara "Allah’ı bırakıp bana kul olun" demesi düşünülemez. Aksine "Okuyup öğretmekte olduğunuz kitap ve yapmakta olduğunuz incelemeler gereğince rabbin halis kulları olun!" der. 

Peygamber, kendisinin kul olduğunu, kulların da kullukları ve ibadetleriyle yöneldiği biricik ilâhın Allah olduğunu kesin olarak biliyordu; insanlardan kulluğu gerektiren ilâhlık sıfatını kendisine yatırmalarını istemesi mümkün değildi. 

Hiçbir peygamberin insanlara “Allah’ı bırakarak bana kul olun” demesi söz konusu olamaz. Peygamberin onlara çağrısı “Allah’a kul olmayı benimseyin” şeklindedir. Allah’ın kulları ve köleleri olarak Allah’a bağlanın, ibadet ile yalnız ona yönelin. Hayat sisteminizi yalnız O’ndan alın. 

Böylece tertemiz ve Rabbanîler olarak O’na yönelin. Kitabı bilmenizin ve onu tetkik etmenizin hükmü ile Rabbaniler olunuz. Çünkü kitabı bilmenin ve onu tetkik etmenin gereği budur. (Fizilal’il Kur’ân)

 ما كانَ şeklindeki olumsuz sîgalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. Bundan maksat şudur: “Allah’ın kendisine peygamberlik verdiği ve şeriat gönderdiği peygamberin uluhiyet iddiasında bulunması, bırakın bunun meydana gelmesini, aklen tasavvur dahi edilemez” demektir (Sabuni).

مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ 


Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

لِبَشَرٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ’nin muahhar ismidir.  يُؤْتِيَهُ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ  kelimeleri atıf harfi  وَ’la  الْكِتَابَ ’ye matuftur.

Buradaki  مَا كَانَ  ifadesinde iki vecih vardır: 

Birincisine göre bu ifade nefy anlamındadır. Yani hiçbir peygamber bu niteliğe sahip olamaz.  مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ  [Allah elbette evlat edinmiş değildir. (Meryem Suresi, 35)] ayeti de böyledir. 

İkinci vecih ise “Böyle bir şey yapması peygambere haramdır. şeklindedir. Mesela, bir kişiye:  مَا كَانَ لَكَ اَنْ تَفْعَلَ كَذَا  (Senin böyle yapmaya hakkın yok.) denildiğinde de işin yasak olduğu anlaşılır.  وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَغُلَّ  [Hiçbir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz.” (Âl-i İmran Suresi, 161) ayetinde de böyle bir anlam vardır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

           

ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَاداً ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يَقُولَ  fiili  يُؤْتِيَهُ  fiiline matuftur.  لِلنَّاسِ  car mecruru  يَقُولَ  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli, كُونُوا عِبَادًا ل۪ي ’dur.  كُونُوا  nakıs fiili ن  ’un hazfi ile emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı   كُونُوا ‘nun ismi olup mahallen merfûdur.  عِبَادًا  ise  كُونُوا ’nun haberidir. 

ل۪ي  car mecruru  عِبَادًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.  مِنْ دُونِ  car mecruru  ل۪ي ’deki mütekellim zamirinin mahzuf haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.                  

 

وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ


Cümle mahzuf fiilin mekulü’l kavlidir. Takdiri;  ولكن يقول كونوا şeklindedir.  

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  لٰكِنّ ’den muhaffefedir.  كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle isim cümlesidir.   كُونُوا  nakıs fiili  ن ’un hazfiyle emir fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı   كُونُوا ‘nun ismi olup mahallen merfûdur.  رَبَّانِيّ۪نَ  ise  كُونُوا’nun haberidir. Cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti  ي ’dir.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte fiil manasında olduğu için  رَبَّانِيّ۪نَ’ye müteallıktır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تُعَلِّمُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. 

تُعَلِّمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte fiil manasında olduğu için  رَبَّانِيّ۪نَ ’ye müteallıktır.  كُنْتُمْ  nakıs fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تُعَلِّمُونَ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.  تَدْرُسُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تُعَلِّمُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ  [Fakat der ki: Rabbânî olunuz.]  اَلرَّبَّانِيُّ  kelimesi, tıpkı  رَقَبَانِي  ve  لِحْيَانِي  kelimeleri gibi  اَلرَّب  kelimesine bir  انِ  ilave edilerek yapılmış bir ism-i mensubdur. Anlamı ise; ‘’Allah’ın dinine ve O’na itaate çok sıkı bir şekilde bağlı olan kimse’’dir. (Keşşâf)




مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ


Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

لِبَشَرٍ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin muahhar müsnedi masdar-ı müevvel olarak gelmiştir. 

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden ref mahallindeki … يُؤْتِيَهُ اللّٰهُ  cümlesi müspet muzari fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.

Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

لِبَشَرٍ ’deki tenvin kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

ما كان’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir Tefsir 3/79)

الْحُكْمَ  kelimesi “hikmet” anlamına gelir ki bu da sünnettir. (Keşşâf)

“Beşer” kelimesi  hükmün illet ve sebebini zımnen açıklıyor. Çünkü İsa’nın beşer olması, o kâfirlerin kendisine isnat ettikleri emre münafidir. Yani hiçbir beşer, Allahu Teâlâ kendisine, hakkı açıklayan, tevhidi emreden ve şirki yasaklayan kitap, hikmet (ilâhî sünneti anlayıp kavrama ilmi) ve nübüvvet verdikten, onu bu şereflerle şereflendirdikten sonra insanlara dönüp: “Allah’ı bırakıp da veya Allah ile beraber bana kulluk edin!” demesi kendisine yaraşmaz. (Ebüssuûd)

ما كانَ لِبَشَرٍ  sözündeki  لِ  istihkak manasındadır. Hiç bir insanın bunu hak etmediğini ifade eder. (Âşûr)


ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَاداً ل۪ي مِنْ دُونِ اللّٰهِ


Terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile masdar-ı müevvele atfedilen cümle müspet muzari fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli, emir sıygasında gelen  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, talebî inşâî isnaddır. 

مَا كَانَ - كُونُوا  arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

لِبَشَرٍ - لِلنَّاسِ , الْكِتَابَ - الْحُكْمَ - النُّبُوَّةَ - رَبَّانِيّ۪نَ  kelime grupları arasında mürâât- nazîr sanatı vardır.

“Allah’ın yanında (yanı sıra) bana kullar olun.” Burada geçen  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  ibaresine “Allah'ın yanı sıra” manasının verilmesi uygundur. (Ebüssuûd, Mustafa Yıldız, Ümit Şimşek, Mahmut Kısa) دُونِ , Kur’an’da geldiği bağlama göre ‘yanı sıra’ veya ‘dışında’ manası taşır. Ama  من غير الله  ibaresi her zaman ‘Allah’ın dışında’ manası taşır. (Sâmerrâî) Burada vahiy, hüküm ve nübüvvet verilen kişilerin, “Allah'ı bırakın da bana” veya “Allah’ın yanında bana da kulluk edin.” demesinin yakışık almayacağı ifade edilmiştir. 

Ayetin anlamı,  كُونُوا عِبادًا لِي  sözünün hiçbir insan için geçerli olmadığıdır. Bu  لّ  harfi, وما كانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ [Halbuki Allah, onlara azap edecek değildir.] (Enfal Suresi, 33) ayetinde olduğu gibi asıl cuhûd lam’ı manasında gelmiştir. Cuhûd lam’ının bulunduğu bütün cümleler burada olduğu gibi mübalağalı bir olumsuzluk ifadesi için kalp kabilindendir. Öyle ki böyle bir fiili yapacak bir müsnedün ileyhin varlığı olumsuzlanır. Yani yaratılış olarak böyle bir fiili yapmaktan uzaktır. Bunun için de cuhûd olarak isimlendirilir. (Âşûr)

 

 وَلٰكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ


İstidrak harfi  لٰكِنْ ’i takip eden ve öncekiyle aynı üslupla gelmiş  كُونُوا رَبَّانِيّ۪نَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ  الْكِتَابَ  cümlesi mukadder fiilin mekulü’l-kavlidir. Yani …ولكن يقول كونوا (Lakin … olun der) demektir.

Emir  sıygasında gelen  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, talebî inşâî isnaddır. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ’yı takip eden cümle  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Başındaki  بِ  harfiyle birlikte  مَا  harfi  رَبَّانِيّ۪نَ ’ ye müteallıktır.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.

İkinci masdar harfi ve masdar-ı müevvel olan  وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ  cümlesi de  بِ  harfiyle بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ ‘ye matuftur.

كُونُوا - كُنْتُمْ - كَانَ  kelimeleri arasında iştikak cinası,  لٰكِنْ -  كَانَ  arasında cinas-ı nakıs ve bu kelime gruplarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 كُونُوا - الْكِتَابَ - اللّٰهِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

تُعَلِّمُونَ - الْكِتَابَ -  تَدْرُسُونَۙ  kelimeleri arasında mürâât- nazîr sanatı vardır.

رَبَّانِيّ۪نَ kelimesi İbranicede de ‘alimler’ manasını taşır, dolayısıyla “alimler olun” anlamı vardır. 

Bu ayette kitabın manası daha umumi olabilir. Vahyi veya nazil olan kitapların hepsini ifade eder.

İlmin ve dersin konusu kitaptır ve en geniş manada vahyedilen kitaptır.

Kitabı öğrenmekten sonra ders çalışmanın zikredilmesi öğrenimin ancak ders yoluyla müzakere ve tekrarla yerleşeceğini ifade eder.

[İnsanlara “Allah’ı bırakıp bana kul olun!” demesi mümkün değildir.] Yani bana tapın ve beni ilâh edinin demesi imkân dışındadır. Sizi Üzeyir’i ve İsa’yı rab edinmekten alıkoyan Hz. Muhammed’in (sav) böyle bir şey yapması nasıl mümkün olabilir? O kendisi hakkında böyle bir şeye nasıl razı olur? Bir görüşe göre bu ayet ehl-i kitaba cevaptır. Yani kendilerine kitap verildikten sonra İsa ve Üzeyir’in veya başka bir peygamberin insanlara böyle bir şey teklif etmesi mümkün değildir. Bilakis şöyle demesi gerekir: ‘’Rabbe halis kullar olunuz.’’ Yani bu peygamber insanlara ancak ‘’Rabbanî alimler olunuz.’’der. Mukātil şöyle demiştir: ‘’Allah Teâlâ’ya ibadet eden kimseler olunuz.’’ Kelbî şöyle demiştir: “Tevrat’takileri öğreniniz.” Bir görüşe göre “Hikmet sahibi alimler olunuz.” demektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

“Rab” kelimesine elif ve nûn harflerinin ilave edilmesi, bu sıfatın kemâline işaret etmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayet; ilmin, talimin ve tedrisin insanın rabbani olmasının sebebi olduğunu gösterir. Binaenaleyh kim bundan başka bir gaye ile öğretim ve eğitim işiyle meşgul olursa onun gayretleri boşa gitmiş ve işi neticesiz olmuş olur. Bu, zahiren güzel görünen bir ağaç dikip meyvesinden istifade edemeyen bir kimsenin durumuna benzer. (Fahreddin er-Râzî)




Âl-i İmrân Sûresi 80. Ayet

وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟  ...


Onun size, “Melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinin.” diye emretmesi de düşünülemez. Siz müslüman olduktan sonra, o size hiç inkârı emreder mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 يَأْمُرَكُمْ ve size emretmez ا م ر
3 أَنْ diye
4 تَتَّخِذُوا edinin ا خ ذ
5 الْمَلَائِكَةَ Melekleri م ل ك
6 وَالنَّبِيِّينَ ve peygamberleri ن ب ا
7 أَرْبَابًا tanrılar ر ب ب
8 أَيَأْمُرُكُمْ size emreder mi? ا م ر
9 بِالْكُفْرِ inkar etmeyi ك ف ر
10 بَعْدَ sonra ب ع د
11 إِذْ olduktan
12 أَنْتُمْ siz
13 مُسْلِمُونَ müslümanlar س ل م

Bu âyette yer alan “peygamberleri rab edinme” ifadesiyle madde âleminde bulunan, “melekleri rab edinme” ifadesiyle de madde ötesi âlemde bulunan mahlûkatın en üstün mertebede olanları zikredilerek, hangi meziyetlere sahip olursa olsun Allah’tan başkasına kulluk etmenin ilâhî dinlerin ilkeleriyle bağdaşmayacağı ve bir peygamberin bu ilkeyi çiğneyen bir öğretiye sahip olabileceğinin hiçbir akıl sahibince tasavvur olunamayacağı vurgulanmaktadır. 

Buradan öncelikle çıkan bir anlam da şudur: Veli, şeyh, rahip, haham, kâhin, cin, şeytan vb. varlıkları rab yerine koyarak onlara bel bağlamak, hele akıl sahibi olmayan yahut cansız varlıkları bu mertebeye çıkarmak, insanı “kulluk etme”ye yönelten duygu ve sâikin temel karakteriyle bağdaşmaz. Bu tür ikameler son tahlilde, amaca hizmet etmeyen oyalanmalardan ibarettir ve insana bahşedilen akıl nimetinin beyhude yere harcanması demektir. 

Zira “kul”luk ancak kulların ve bütün evrenin yaratıcısı olan, varlığı ve gücü başka hiçbir varlığa bağlı olmayan yüce Allah’a içtenlikle boyun eğme noktasına ulaştığı zaman anlam kazanır ve insan gerçek değerine sadece böyle bir kullukla erişebilir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْمُرَ  fiili önceki ayetteki  يُؤْتِيَ  fiiline atfedilmiş mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَأْمُرَ  fiilinin ikinci mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.  تَتَّخِذُوا  fiili  ن ’un hazfiyle mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْمَلٰٓئِكَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

النَّبِيّ۪نَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْمَلٰٓئِكَةَ ’ye matuftur.  النَّبِيّ۪نَ  kelimesinin nasb alameti  ي’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.  اَرْبَابًا  kelimesi  تَتَّخِذُوا  fiilinin ikinci mef’ûlu olup fetha ile mansubtur.

تَتَّخِذُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi أخذdır. İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

Bil ki ayetteki “hiçbir insanın” ifadesinden maksad, “Bu sözü onun söylemesi haram olur.” manası değildir. Çünkü böyle bir şey söylemek, bütün mahlukat için haramdır. Ayetin zahiri, bunun, Allah’ın o kimseye kitap, hikmet ve nübüvveti vermesi sebebiyle olmadığına delalet eder. Yine bundan maksad, bir haram kılma olsaydı, şüphesiz ki bu, Hıristiyanların bunu Hz. İsa için iddia etmiş olmalarında onları yalanlama manasına gelmezdi. Çünkü bir başkasının bir şey yaptığını iddia eden kimseye, “Onun bunu yapması helal değildir.” denilmesi, o kimseyi iddiası hususunda bir yalanlama olmaz. Cenab-ı Hakk bununla Hz. İsa’nın (as), onlara “Allah’tan başka, beni ilâh edininiz.” dediğini iddia ettiklerini anlatmıştır. Binaenaleyh bundan murad, bizim söylediğimiz manadır. Bunun bir benzeri de “Allah’ın evlat edinmesi olacak şey değil!” (Meryem Suresi, 36) ayetidir. Bunu, bir çocuğun olması halini kendi zatından nefyetme yoluyla söylemiştir; tahrim ve nehyetme üslûbunda değil. Hakk Teâlâ’nın, “Bir peygamberin emanete hainlik etmesi yakışık almaz.” (Âl-i İmran Suresi, 161) buyruğu da böyledir. Bundan murad da “nefy”dir, nehiy değildir! Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟


Hemze istifham harfidir.  يَأْمُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِالْكُفْرِ  car mecruru  يَأْمُرُ  fiiline müteallıktır.

بَعْدَ  zaman zarfı,  يَأْمُرَكُمْ  fiiline müteallıktır. اِذْ, zaman zarfı, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟  cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُسْلِمُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُسْلِمُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

وَلَا يَأْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلٰٓئِكَةَ وَالنَّبِيّ۪نَ اَرْبَاباًۜ


وَ ’la …مَا كَانَ لِبَشَرٍ  cümlesine atfedilen bu cümlede  لَا  zaiddir. Olumsuzluğu tekid için gelmiştir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

يَأْمُرَكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlü olarak mansub mahaldeki masdar-ı müevvel, müspet muzari  fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İkinci mef’ûl olan  اَرْبَابًاۜ ’deki tenvin, tahkir ifade eder.

الْمَلٰٓئِكَةَ - النَّبِيّ۪نَ - اَرْبَابًاۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلَا يَأْمُرَكُمْ  ifadesi  ثُمَّ يَقُولَ  ifadesine matuf olarak mansub okunmuş olup iki şekilde açıklanabilir. İlkine göre  لَا  harfi, مَا كَانَ لِبَشَرٍ  ifadesindeki olumsuzlama anlamını tekid etmek için gelmiş olan zaid bir ifadedir. Anlam; ‘’Hiçbir beşerin, putları terk edip sadece Allah’a kulluk etmeye çağırmak üzere Allah tarafından peygamber olarak seçilip de sonra insanları kendisine kul olmaya çağırması ve “melekleri ve peygamberleri rab edinin” demesi söz konusu değildir.’’ şeklindedir. İkinci değerlendirmeye göre  لَا  zaid değildir. Şöyle ki: Allah Resulü, Kureyşlileri meleklere kulluktan, Yahudi ve Hristiyanları da Üzeyir ve Mesih’e kulluk etmekten sakındırıyordu. Peygambere (sav), “Seni mi rab edinelim?!” dediklerinde onlara şöyle denildi: “Allah tarafından nebi seçilen hiçbir beşerin, daha sonra insanlara kendisine kulluk etmelerini emretmesi söz konusu değildir; hele meleklere ve peygamberlere kulluk etmekten sizi men ederken…” (Keşşâf)

ولا يامُرُكُمْ  sözünde gaipden muhataba iltifat vardır.


اَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟


Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle asıl olarak soru manası taşımamaktadır. Taaccüb ve tenkit ifade eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ۟  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilmiş cümle sübut ifade eder.

مُسْلِمُونَ۟ - الْكُفْرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, يَأْمُرُكُمْ - لَا يَأْمُرَكُمْ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.

يَأْمُرُكُمْ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

[Siz Müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?] Bu kınama ve olumsuzlama manasında bir sorudur. Yani Allah Teâlâ size bunu asla emretmez. “Müslüman olmanızdan sonra!” Yani sizi İslam’a davet ettikten ve bazılarınız bu davete icabet ettikten sonra demektir. Bir görüşe göre ayet şu anlama gelir: Siz yaratılış şehadeti ile Müslüman olduktan sonra Allah size hiç inkârcı olmanızı emreder mi? (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

İlim, talim ve tedris, sahibinin rabbani olmasını gerektiren şeylerdir. Sebep, şüphe yok ki müsebbebden (neticeden) başkadır. Binaenaleyh bu durum bir kimsenin rabbani olmasının, alim, muallim ve tedriste devamlı bir kimse olmasından farklı bir şey olmasını gerektirir. Bu da ancak o kimsenin Allah rızası için öğrenmiş, öğretmiş ve tedrisatta bulunmuş olmasıyla mümkün olur. Velhasıl onu bütün bu işlere sevk eden, Allah rızasını elde etme gayesi; her türlü kötü fiilden vazgeçiren de Allah’ın cezasından sakınma isteğidir. Peygamberin, insanlara bunu emrettiği sabit olunca insanlara kendisine kulluğu emretmiş olmasının imkânsızlığı sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)


Âl-i İmrân Sûresi 81. Ayet

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَـمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ  ...


Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye söz almış ve, “Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?” demişti. Onlar, “Kabul ettik” demişlerdi. Allah da, “Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve ne zaman
2 أَخَذَ almıştı ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 مِيثَاقَ şöyle söz و ث ق
5 النَّبِيِّينَ peygamberlerden ن ب ا
6 لَمَا elbette
7 اتَيْتُكُمْ size verdim ا ت ي
8 مِنْ
9 كِتَابٍ Kitap ك ت ب
10 وَحِكْمَةٍ ve hikmet ح ك م
11 ثُمَّ sonra
12 جَاءَكُمْ geldiğinde ج ي ا
13 رَسُولٌ bir peygamber ر س ل
14 مُصَدِّقٌ doğrulayıcı ص د ق
15 لِمَا bulunan(Kitap)ı
16 مَعَكُمْ yanınızda
17 لَتُؤْمِنُنَّ mutlaka inanacak ا م ن
18 بِهِ ona
19 وَلَتَنْصُرُنَّهُ ve ona mutlaka yardım edeceksiniz ن ص ر
20 قَالَ demişti ق و ل
21 أَأَقْرَرْتُمْ bunu kabul ettiniz mi? ق ر ر
22 وَأَخَذْتُمْ ve aldınız mı? ا خ ذ
23 عَلَىٰ üzerinize
24 ذَٰلِكُمْ bu hususta
25 إِصْرِي ağır ahdimi ا ص ر
26 قَالُوا dediler ق و ل
27 أَقْرَرْنَا kabul ettik ق ر ر
28 قَالَ dedi ق و ل
29 فَاشْهَدُوا o halde tanık olun ش ه د
30 وَأَنَا ben de
31 مَعَكُمْ sizinle beraber
32 مِنَ
33 الشَّاهِدِينَ tanık olanlardanım ش ه د

  Qarra قَرَّ  :

  Yerinde donuk bir biçimde sabit kaldı anlamında kullanılır. Bu fiilin mastarı قَرارٌ şeklinde gelir. Kelimenin aslı soğuk, soğukluk anlamındaki قُرٌّ sözcüğüdür. Çünkü soğuk hareketsizliği, sükunu gerektirir.

  Kuran-ı Kerim'de قَرارٌ kelimesinin geldiği farklı manalar vardır.  Yerleşilecek yer manasındaki anlamı, durak anlamı, sabitlik anlamı, emniyet ve istikrar anlamı bunlardandır.

  إقْرارٌ  ise bir şeyi sabit kılmak/ispat etmektir. Bu sabit kalma kalple, dille ya da her ikisiyle gerçekleşebilir. Ancak kişiye Tevhid ve benzeri şeylere ikrar husususunda kalple ikrar eklenmedikçe dille ikrar hiçbir fayda vermez.

  Kuran-ı Kerim'de birkaç defa benzer formlarda geçen قُرَّةَ عَيْنٍ ifadesi bir kimsenin gözünün sevinçle/sûrurla dolması demektir. Bir görüşe göre de bunun aslı soğuk manasındaki قُرٌّ kelimesinden gelir ki gözü serinleşti ve sağlığına kavuştu demek olur. Diğer bir görüşe göre bu قَرارٌ sözcüğünden gelir. Buna göre mana Yüce Allah ona kendisiyle gözünün sukûnet bulacağı ve böylece başkasına gözünü dikip bakmayacağı/tamah etmeyeceği şeyi versin demek olur. Diğer bir görüşe göre ise mutluluktan akan yaş soğuk, üzüntüden akan yaş ise sıcak olduğu için böyle denmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 38 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri karar, takrir, ikrar, istikrar, karargah ve mukarrerdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَـمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ


وَ  istînâfiyyedir.  اِذْ  zaman zarfı, mahzuf fiile muteallıktır. Takdiri;  اذكر  şeklindedir.  اَخَذَ  fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  م۪يثَاقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

النَّبِيّ۪نَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. Muzâfı hazfedilmiştir. Takdiri; أتباع النبيّين أو أولاد النبيّين (nebilerin takipçilerine veya çocuklarına) şeklindedir.  لَ  kasemin başına gelen vakıadır.  مَا  iki fiili cezmeden şart ismidir.

اٰتَيْتُكُمْ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  اٰتَيْتُكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Şart fiili olup mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mensubtur. 

مِنْ كِتَابٍ  car mecruru  مَٓا ’nın mahzuf haline veya mahzuf halin  temyizine müteallıktır.  حِكْمَةٍ  kelimesi atıf harfi وَ’la  كِتَابٍ ’e matuftur.

لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ  ifadesindeki  لَ , [yeminden sonraki şart cümlelerinin başına gelen] hazırlık لَ ’ıdır; çünkü misak almak yemin ettirmek demektir; 

لَتُؤْمِنُنَّ  ifadesinde de yeminin cevabının başına gelen لَ  vardır. مَٓا , şart manası içeren مَٓا ’ya da hamledilebilir; bu durumda hem kasemin hem de şartın cevabı yerine geçer. Yine, ism-i mevsûl  مَٓا ’sı da olabilir ki bu durumda anlam, “size vermiş olduğum şeye kesinlikle inanacağınıza dair” şeklinde olur.  لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ  ifadesi,  لَمَٓا اٰتَيْنَاكُمْ  [size vermiş olduğumuz şey] şeklinde de okunmuştur. Hamza b. Zeyyât, lam’ın kesresi ile   لِمَٓا اٰتَيْتُكُمْ  şeklinde okumuştur ki: “Size bazı kitaplar ve hikmet vermiş olduğum için ardından da elinizdekini tasdik eden bir elçi geldiği için ona mutlaka inanacaksınız.” demektir. Bu durumda  لِمَٓا اٰتَيْتُكُمْ ’deki  مَٓا, masdar  مَٓا ’sı olur ve  مَٓا  ile birlikte  اٰتَيْتُكُمْ  ve  جَٓاءَكُمْ  fiilleri de masdar manasında olur.  لِ  ise gerekçelendirme anlamı vermek üzere fiilin başına gelmiş olur. (Keşşâf)    


ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ 


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَسُولٌ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مُصَدِّقٌ  kelimesi  رَسُولٌ’ün sıfatıdır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  kelimesi  لِ  harfiyle birlikte  مُصَدِّقٌ  kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur. Îrabta mahalli yoktur.

Mekân zarfı  مَعَ  mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  kasemin başına gelen vakıadır.  تُؤْمِنُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

بِه۪  car mecruru  تُؤْمِنُنَّ  fiiline müteallıktır. وَ  atıf harfidir.  تَنْصُرُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.     

   

قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli  ءَاَقْرَرْتُمْ ’dur.  قَالَ  fiilinin  mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Hemze istifham harfidir.  اَقْرَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  

وَ  atıf harfidir.  اَخَذْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى ذٰلِكُمْ  car mecruru  اَخَذْتُمْ  fiilinin hitap zamirinin mahzuf haline müteallıktır. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  اِصْر۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim  يَ ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

    

  قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ 


Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  اَقْرَرْنَا’dır. 

قَالُٓوا  fiilinin  mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  اَقْرَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.     


قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Mekulü’l-kavli mukadder şart cümlesi ve cevabıdır.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri;  إن أقررتم فاشهدوا (Kabul ettiyseniz şahit olun!) şeklindedir.  اشْهَدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı faildir.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı  مَعَ  mahzuf hale müteallıktır. مِنَ الشَّاهِد۪ينَ  car mecruru  اَنَا۬ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ی’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ 


Müstenefe olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَخَذَ  fiiline muzâf olan zaman zarfı اِذْ, takdiri أذْكُرْ  olan fiile müteallıktır.

Müsbet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ, muzâfun ileyhdir. 

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Çünkü mütekellim Allah Teâlâ’dır.

[Peygamberlerden alınan söz] konusunda birden çok yorum söz konusudur. Birincisi; ifadenin zahiri üzere anlaşılması yani peygamberlerden söz alınmış olmasıdır. İkincisi; sözün peygamberlere atfedilmesinin, tıpkı Allah’ın misakı ve Allah’ın ahdi ifadelerinde olduğu gibi söz alınana atıf şeklinde değil, söz alana atıf şeklinde olmasıdır. Burada sanki “Hani Allah, peygamberlerinin ümmetlerinden almış olduğu o sözü almıştı.” denilmiştir. Üçüncüsü; peygamberlerin evlatlarının, yani İsrailoğullarının misakının kastedilmiş olması ve ifadede muzâfın hazfedilmiş olmasıdır. Dördüncüsü; ehl-i kitap kastedilerek alaycı bir üslupla ibarenin onların iddialarına göre getirilmiş olmasıdır. Zira onlar, “Peygamberliğe biz daha layığız, çünkü biz ehl-i kitabız; peygamberler hep bizden çıkmıştır!” demekteydiler. (Keşşâf)

Ayetteki “Peygamberlerin misakı” tabirine gelince bil ki masdarların failine de mef’ûlüne de muzâf olması caizdir. Binaenaleyh bu tabirden murad, Allah’ın bizzat peygamberlerin kendilerinden aldığı ahid olabileceği gibi peygamberleri için başkalarından aldığı ahid de olabilir. İşte bundan dolayı müfessirler, bu ayetin tefsirinde ihtilaf ederek her iki şekilde de mana vermişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)


  لَـمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ


لَ  kasemin cevap harfidir.  مَٓا  şart harfi olarak mukaddem mef’ûldür. Şart   üslubunda gelen cümle aynı zamanda kasemin de cevabıdır.

Şartın cevabı  لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪  cümlesidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda gelmiş faide-i haber inkarî kelamdır.

مَٓا ’nın ism-i mevsûl ve mübteda olmasına da cevaz vardır.  مَٓا  mübteda olduğu takdirde  لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪  cümlesi de haberi olur.

لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ  ifadesinde gaipden muhataba dönüşe (iltifat) sanatı vardır. Zira daha önce gaip sıygası olan  م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ  geçmişti. (Safvetü’t Tefâsir) 

Ayette geçen  مَٓا, ism-i mevsûl manasındadır. ‘’Size verdiğim kitap ve hikmet gibi şeylere mutlaka iman edip tasdik edecektiniz.’’ Bundan dolayı Allah Teâlâ der ki: “Ey Muhammed hatırla o vakti ki Allah peygamberlerden söz almıştı ve onlara şöyle demişti.” (Onlara şöyle demişti) ifadesi hazfedilmiştir. Yahut burada söz alma ile kastedilen “size verdiğim kitap ve onun açıklaması”dır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ  ifadesindeki  لَ, yeminden sonraki şart cümlelerinin başına gelen hazırlık lam’ıdır; çünkü misak almak yemin ettirmek demektir;  لَتُؤْمِنُنَّ  ifadesinde de yeminin cevabının başına gelen  لَ  vardır.  مَا, şart manası içeren  مَا ’ya da hamledilebilir; bu durumda  لَتُؤْمِنُنَّ  hem kasemin hem de şartın cevabı yerine geçer. Yine ism-i mevsûl  مَا ’sı da olabilir ki bu durumda anlam, “size vermiş olduğum şeye kesinlikle inanacağınıza dair” şeklinde olur. (Keşşâf)


ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ


Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile  اٰتَيْتُكُمْ ’e atfedilen bu cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَسُولٌ , مُصَدِّقٌ  için sıfatttır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مَعَكُمْ  mahzuf olan bu sılaya müteallıktır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.


 لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ


لَ  mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle şart cümlesinin de cevabıdır. Aynı üsluptaki  لَتَنْصُرُنَّهُۜ, makabline matuftur. 


قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına karşın takrir amacı güdüyor olması sebebiyle vaz edildiği manadan ayrılmıştır. Bu nedenle terkip mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Allah Teâlâ ile ilgili olarak soru sorup cevap bekleme gibi bir durum söz konusu olamadığı için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ  cümlesi de istifhama dahil olarak makabline  وَ ’la atfedilmiştir.

Fasılla gelen  قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ  cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِصْر۪يۜ kelimesi, ağır yük anlamında olup ahid için kullanılmıştır. İstiare vardır.  Allah’a verilen söz ağır bir şeye benzetilmiştir. Câmi’; taşıma, yerine getirme, mesuliyet zorluğudur.

 

 قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle  müspet mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise  فَ  karînesiyle gelmiş, mukadder şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayetin fasılası  وَ ’la gelmiş müstenefe veya hal cümlesidir. İsim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ’nin muteallakı olan haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

فَاشْهَدُوا - الشَّاهِد۪ينَ  kelimeleriyle  قَالَ - قَالُٓوا ;  اَخَذَ - اَخَذْتُمْ  ve  ءَاَقْرَرْتُمْ - اَقْرَرْنَاۜ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ, peygamberleri gaip yoluyla zikretmiş, daha sonra da “Size... verdim.” buyurmuştur ki bu bir hitaptır ve burada bir hazif vardır. Bunun takdiri, “Allah, peygamberlerden ahd alıp onlara hitap ederek ‘Ben size kitap ve hikmet verdim.’ demiştir.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


Âl-i İmrân Sûresi 82. Ayet

فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  ...


Artık bundan sonra kim yüz çevirirse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ artık kim
2 تَوَلَّىٰ dönerse و ل ي
3 بَعْدَ sonra ب ع د
4 ذَٰلِكَ bundan
5 فَأُولَٰئِكَ işte
6 هُمُ onlar
7 الْفَاسِقُونَ fasıklardır ف س ق

فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ


فَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَوَلّٰى  şart fiili olup mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.  تَوَلّٰى  mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

بَعْدَ  zaman zarfı,  تَوَلّٰى  fiiline müteallıktır.  ذٰ  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir.  İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda veya fasıl zamiridir.  الْفَاسِقُونَ  ise  هُمُ’ün veya  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberidir.

فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ


فَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber inkarî kelamdır. Şart cümlesi  تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi ise fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkarî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail  الْفَاسِقُونَ , istimrara delalet eder. 

Mübteda olan şart ismi  مَنْ ’in haberi şart ve cevap cümleleridir.

Cevap cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tahkir ifade eder.

ذٰلِكَ  ile misaka işaret edilerek önemi vurgulanmıştır. Misakın  tazimini ifade eder.

İşaret ismi  ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

…فَاُو۬لٰٓئِكَ; şartın cevabıdır. Cevap isim cümlesi olarak geldiği için başına rabıta  فَ’si gelmiştir. 

اُو۬لٰٓئِكَ; bu çirkin vasıf sahiplerinin şerde ve fesatta çok ileri gittiklerini zımnen belirtir.

Direk olarak “Siz fasıksınız!” buyurulmamış, tariz yapılmıştır.

فَمَنْ تَوَلّٰى بَعْدَ ذٰلِكَ [Artık bundan sonra kim yüz çevirirse] ifadesi kim sözünden cayar ve anlaşmayı kabul ettikten sonra onu bozarsa anlamına gelir. [Onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.] Burada çoğul kipi kullanmıştır. Çünkü “kim” anlamına gelen  مَنْ  kelimesi çoğul için de kullanılabilir. Peygamberler verdikleri sözden asla yüz çevirmezler ve günahkârlıkla nitelenemezler. Ancak bunun iki yönü vardır. Birincisi şudur: Buradaki anlaşma peygamberler ve tebeiyyet yoluyla ümmetleri hakkındadır. Yüz çevirme işini yapan hususen onların ümmetleridir. İkincisi şudur: Önceden defalarca zikredildiği üzere ismet (günahsızlık) sıfatı imtihanı ortadan kaldırmaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Allahu Teâlâ, kendilerinden ahd almış olduğu kimselerin, Hz. Muhammed’e (sav) iman etmemeleri halinde fasık olacaklarına hükmetmiş olmasını tekid etmektedir. 

Fasık olmak vasfı peygamberlere değil, onların ümmetlerine yakışır.”  (Fahreddin er-Râzî)

Fasık, her taifenin haddi aşanlarıdır. (Ebüssuûd)

Uzağı gösteren  ذٰلِكَ  kelimesinin kullanılması, işaret ettiğini tazim içindir. Yine uzağı işaret eden  اُو۬لٰٓئِكَ  kelimesinin kullanılması, o çirkin vasıf sahiplerinin şerde ve fesatta çok ileri gittiklerini zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 83. Ayet

اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ  ...


Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَغَيْرَ başkasını mı غ ي ر
2 دِينِ dininden د ي ن
3 اللَّهِ Allah’ın
4 يَبْغُونَ arıyorlar ب غ ي
5 أَسْلَمَ teslim olmuştur س ل م
6 مَنْ olanların hepsi
7 فِي
8 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
9 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
10 طَوْعًا isteyerek ط و ع
11 وَكَرْهًا ve(ya) istemeyerek ك ر ه
12 وَإِلَيْهِ ve O’na
13 يُرْجَعُونَ döndürüleceklerdir ر ج ع

 Kerahe كره :

  Bir görüşe göre كَرْهٌ ve كُرْهٌ sözcüklerinin her ikisi de iğrenme, tiksinme ve nefret anlamlarına gelir. Diğer bir görüş ise كَرْهٌ ün insana dışarıdan uygulanan baskı nedeniyle zorla yaptırılan işler olduğu, كُرْهٌ ün de kişinin kendi başına karar verip hoşlanmayarak ya da tiksinerek yaptığı işler olduğu ifade edilmiştir ki bu da iki çeşittir: Birisi doğal olarak tiksinilen şeyler, diğeri de akıl ya da şeriat bakımından hoşa gitmeyen şeylerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 41 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kerih, kerhen, mekruh, ikrah, istikrah ve kerahattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ


Hemze istifham harfidir.  فَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. 

غَيْرَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Aynı zamanda muzâftır. 

 د۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَبْغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  haliyyedir.  لَهُٓ  car mecruru  اَسْلَمَ  fiiline müteallıktır.  اَسْلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

الْاَرْضِ  ifadesi atıf harfi  وَ ’la  makabline matuftur.  طَوْعًا  hal olup fetha ile mansubtur.  كَرْهًا  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir.  إِلَیۡهِ  car mecruru  يُرْجَعُونَ  fiiline müteallıktır.  يُرْجَعُونَ  meçhul muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُون [Allah’ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar?] Kınama maksadıyla sorulmuş bir sorudur. Buradaki  فَ  takibiyye anlamına sahiptir. غَيْرَ kelimesi  يَبْغُونَ  fiilinin mef’ûlü olduğu için mansubtur. Yani bu kadar ayetten sonra Allah’ın dininden başkasını mı diliyorlar? (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

يَبْغُونَ  talep ederler demektir. بَغَا - بُغًا  kelimenin masdarıdır, ‘istemek’ anlamındadır.  بَغَا - بِغًا  ise zina etmek demektir.  بَغَا - بَغْيًا  de zulmetmek demektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

  طَوْعًا وَكَرْهًا   ifadeleri, hal mahallinde gelmiş olan birer mef’ûlu mutlak oldukları için mansûb olmuşlardır. İfadenin takdiri ise; طَائِعًا وَ كَارِهًا  şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ


فَ  atıf veya istînâfiyyedir. Hemze inkarî istifham harfidir. Ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. غَيْرَ, amili olan  يَبْغُونَ  fiiline takdim edilmiştir. 

İnşa üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve kınama manasında olduğu için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda tecâhül-i ârif,  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

د۪ينِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  د۪ينِ  şan ve şeref kazanmıştır. Ya da o gün başka dinlerin Allah’ın dini olarak kabul edilmeyeceği içindir. (Âşûr)

Buradaki istifham azarlamak ve uyarmak içindir. 81. ayetteki muhatap zamirden gaip zamire iltifatın sebebi, kelamın ehli kitaptan Müslümanlara yönelmesi ve onlara bunu söylemek konusundaki isteksizlik dolayısıyladır. (Âşûr)

Bu ifadenin başındaki hemze, istifham içindir. Bu istifhamdan maksat, onların yaptıklarını yadırgamak (istifham-ı inkarî) veya onların yaptıklarını sadece belirtmek (istifham-ı takrirîdir). Bu istifham edatının esasen yeri  يَبْغُونَ  lafzıdır. Bunun takdiri ise;      اَ يَبْغُونَ غَيْرَ دٖينِ اللّٰهِ  “Allah’ın dininden başkasını isterler mi?” şeklindedir. Çünkü istifham ancak fiil ve hadiseler hakkında olur. Ama ne var ki Cenab-ı Hak, mef’ûl olan غَيْرَ

kelimesinden önce getirmiştir. Çünkü bu, hemzenin manası olan inkâr etme ve yadırgamanın, batıl bir mabuda yönelmiş olması itibariyle daha mühimdir. Bu ifadenin başında bulunan  فَ  harfi ise cümleyi cümleye atfetmek için getirilmiştir. Takdiri;  فَاُولٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ فَغَيْرَ دٖينِ  اللّٰهِ يَبْغُونَ  (İşte bunlar, fasıkların ta kendileridirler ve onlar yine Allah’ın dininden başkasını isterler.) şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً 

 

Hal olarak  وَ ’la gelen cümlede car mecrurun takdimi, tahsis ifade eder. Kâinattaki her şey istisnasız Allah’a boyun eğmektedir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  ve  طَوْعًا - كَرْهًا  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَلَهُٓ اَسْلَمَ [O’na boyun eğmiştir.] ifadesi, hasr ifade eder. Yani “Göklerde ve yerde bulunan her şey ve herkes başkasına değil, sadece ve sadece O’na boyun eğmiştir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 

وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ


وَ ’la makabline atfedilmiş olan  وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ  fiil cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِ  amili olan  يُرْجَعُونَ  fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder.

  اِلَيْهِ  maksûrun aleyh (mevsûf), يُرْجَعُونَ  maksûrdur (sıfat). 

Takdim kasrında her zaman için maksûrun aleyh; takdim olan kelimedir. Sonradan zikredilen lafız ise maksûrdur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle faide-i haber talebî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Bu cümlede lazım-lezum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘O’na döndürülürsünüz’ cümlesiyle, yaptıklarının karşılığı sevap veya ceza olarak verilecek olması kastedilmiştir. Yani vaad ve tehdit ifade eder. 

وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ [O’na döndürülürsünüz.] Yani ahirete; O’nun, iyilik ve kötülüğe karşı vereceği karşılığa dönersiniz. Bu ayette teşvik ve tehdit vardır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belaği tefsiri,  Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel denir.

اَسْلَمَ - طَوْعًا  arasında mürâaât-ı nazîr vardır.

Ayete göre göktekiler Allah’a ve O’nun belirlediği kadere  طَوْعًا  teslimiyet gösterirken, yeryüzündekilerin bir kısmı  طَوْعًا  bir kısmı da kerhen boyun eğeceklerdir.  Kur’an’a göre müminler طَوْعًا, kâfirler ise كَرْهًا teslimiyet göstereceklerdir. Kâfirlerin كَرْهًا boyun eğişleri farklı zaman ve mekânlar için söz konusudur. (Kur’an Tefsirinde Farklı Yorumlar)

Kâfirler boyun eğmemiş gibi görünüyorlar ama dünyaya gelirken kendi iradesi dışında buna boyun eğmişlerdir. Dünyada başına gelenlere de boyun eğmişlerdir. Ölünce de boyun eğerler ve ahirette de boyun eğeceklerdir. 

Allah Teâlâ’nın iki çeşit kanunu vardır. Tekvînî ve teşrîî kanunlar. 

Tekvînî kanunlara bütün mahlukat kayıtsız şartsız itaat eder. Bunlar kâinatın yaratılışı ve işleyişi hakkında konmuş kanunlardır ki fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin konusudur.  Buna bütün varlıklar kayıtsız şartsız boyun eğer.

Teşrîî kanunlar, dini kanunlardır. Bunu kabul etmeyenler de vardır.


Günün Mesajı
Nebî sözlükte “haber veren; mertebesi yüksek olan; açık seçik yol” anlamlarına gelir. Resul ve mürsel kelimeleri de “gönderilmiş kişi” manasındadır. Gerek nebî gerek resul Kur’an’da “Allah’ın buyruklarını ve öğütlerini muhataplara bildirmek üzere seçtiği elçi” anlamında, resul ayrıca Allah ile peygamberleri veya diğer bazı yaratılmışlar arasında elçilik yapan melekler hakkında kullanılır. Tercih edilen tanıma göre resul, “Allah’ın vahiy yoluyla kitap ve şeriat verdiği ve bunları insanlara tebliğ etmekle görevlendirdiği elçi”, nebî ise “Allah’ın, resullerine indirdiği kitap ve şeriata inanmaya insanları davet etmesi için vahiy verdiği, bunları tebliğ etmekle görevlendirdiği kişi” anlamına gelir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanların çoğu sabırsızdır ama sabırsızlığını gösterme şekilleri farklıdır. Kimisi pes eder, kimisi hayatı başkalarına zorlaştırır, kimisi kendisini yalnızlaştırır. Liste uzar gider. Çoğunluğu ise maneviyatını gerekenlerle doldurmadığında, o boşluğu kapatmak için somut şeylere ihtiyaç duyar. Sıkıntılarından kurtulmak veya umduklarına kavuşmak için dünya içinde dua niyetiyle bir şeyler yapmak ister. Belki dileklerini yazıp bir yere gömer. Belki belli isteklerini, belli rakamlarla istemesi gerektiğine inanır. Belki çareyi başka inançların adetlerinde veya sembollerinde arar. 

Halbuki “Allah’a teslim oldum” diyen kul, yüzünü İslam’a döndüğünde, aslında duanın ne kadar zahmetsiz bir iş olduğunu görür. Allah’a dua etmek oldukça kolaydır. En güzel isimleriyle kapısına gitmek bedavadır. Yeryüzünün her temiz köşesinde secdeye gidebilmekte ve ellerini açabilmektedir. Her an Rabbine sığınabilme lüksüne sahiptir. Bedeni bir işin peşinden koştururken, kalbiyle duasını edebilmektedir. Ayaktayken, otururken ve yatarken Rabbini anabilmektedir. Yaratan her an onunladır ve her duasını işitmektedir.

Rabbim! Evimizi, bedenimizi ve kalbimizi batıl inançlardan arındır. Hayatımızın her döneminde ve her alanında daima Hak üzerine yaşamamızı kolaylaştır. Yalnız Senden isteyen ve Sana hakiki manada tevekkül eden kullarından olmamızı nasip et. Kalbimizi ve zihnimizi hakikatinle doldur. Ahiret ilimlerimizi hayırla arttır. Bilmediğimiz ama yaptığımız yanlışların doğrusunu öğrenmemizi ve karşımıza çıkan o doğruları gören kullarından olup hatalarımızı düzeltmemizi nasip et. 

Rabbim! Bizi İslam’la şereflendirdiğin için hamd olsun. Senin dininden başkasını aramıyoruz. Din olarak İslam’dan razıyız. İslam üzerine yaşayıp ölenlerden olmak duasıyla.

Amin.

•••

Medrese yıllarından kalma ders kitabından rastgele bir sayfa açtı ve kenarına aldığı notları okumaya başladı:

“İnsanın fikirleri değerlidir ama kendisinin zannettiği kadar değildir. Kendi aklına yatıp yatmadığını kontrol etmeden önce Allah katındaki ve sünnetteki yerine bakmalıdır. Aksi takdirde, fikirlerine ölçüsüzce ve hiçbir kontrol filtresinden geçirmeden kıymet veren insanın yanlışa batması çok kolaydır. Tarih ve günümüz, insana mantıklı gelen ve kimilerinin menfaatine hizmet eden birçok sapkın ya da topluma zararlı fikirlerle doludur. Görünürde mantıklı, sevimli ya da zararsız gelen fikirleri, içlerindeki çürüklüğün ya da tehlikenin ihtimalini görür görmez, terk edebilmek dünya hayatında imtihanın bir parçasıdır.”

Ey Allahım! Sözlerimizde, düşüncelerimizde, hareketlerimizde ve niyetlerimizde; bizi Kur’an ve sünnet filtresi kullananlardan eyle. Senin emir ve yasaklarından biri hatırlatıldığı zaman, bizi nefsini susturmasını bilenlerden, batıl olduğunu fark ettiklerimize derhal sırtını dönenlerden ve hakikate kulak verip Sana itaat edenlerden eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji