15 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 71-77 (58. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 71. Ayet

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟  ...


Ey Kitap ehli! Niçin hakkı batılla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
2 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
3 لِمَ niçin
4 تَلْبِسُونَ karıştırıyorsunuz ل ب س
5 الْحَقَّ hakkı ح ق ق
6 بِالْبَاطِلِ batılla ب ط ل
7 وَتَكْتُمُونَ ve gizliyorsunuz ك ت م
8 الْحَقَّ gerçeği ح ق ق
9 وَأَنْتُمْ ve siz
10 تَعْلَمُونَ bildiğiniz halde ع ل م

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟


يَٓا  nida harfidir.  اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  لِمَ تَلْبِسُونَ ‘dir.  مَ  istifham ismindeki elif harfi ism-i mevsûl olduğu zannedilmesin diye hazfedilmiştir,  لِ  harf-i ceriyle  تَلْبِسُونَ  fiiline müteallıktır. 

 تَلْبِسُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْحَقَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بِالْبَاطِلِ  car mecruru  تَلْبِسُونَ  fiiline müteallıktır. 

تَكْتُمُونَ الْحَقَّ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makablindeki nidanın cevabına matuftur. Nidanın cevabının irabdan mahalli olmadığı için buradaki matuf cümlenin de irabdan mahalli yoktur.

وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟  hal cümlesidir.  و  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَعْلَمُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı …  لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ  ise istifham üslubunda talebî  inşâî isnaddır. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp, kınama, tehekküm ve azarlama manasındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü, Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.

Ayet 65 ve 70. ayetler gibi başladığı için bu ayetler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin lügavi tercümesi [niçin hakkın üzerine batıl elbisesi giydiriyorsunuz] şeklindedir. Bu ifadede istiare vardır. Batılın, insanı her yönden kuşatıcı etkisiyle sarması elbiseye benzetilmiştir. Elbisenin insanları gözlerden gizlediği gibi batıl da gerçeği insanlardan gizler. Vech-i şebeh örtmektir. 

وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ [Hakkı gizliyorsunuz] cümlesi وَ ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Önceki  manayı tekid eder. Fiilin muzari oluşu bunun defalarca yapıldığını ifade eder. 

بِالْبَاطِلِ - الْحَقَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَلْبِسُونَ - تَكْتُمُونَ  kelimeleri  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْحَقَّ  kelimesi ayette önemine binaen tekrarlanmıştır, bu tekrarda  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Hal  vavıyla gelen  وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟  cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesi olduğu için tetmim ıtnâbına girer.

Hal cümlesi isim cümlesi olduğunda ve mübtedası da hal sahibine ait bir zamir olduğunda başına  و   harfinin gelmesi vaciptir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve (zem makamı olduğu için) istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

تَعْلَمُونَ۟  fiilinin mef’ûlü muhatabın serbestçe düşünebilmesi ve faydayı çoğaltmak için hazf olmuştur.

وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟  [Bildiğiniz halde.] Halbuki Hz. Muhammed’in sizi davet ettiği dinin hak olduğunu ve onun peygamber olduğunu biliyorsunuz. Bir görüşe göre ayetin anlamı şöyledir: ‘’Siz neden Tevrat’ı ellerinizle yazdıklarınızla karıştıyorsunuz ve Tevrat’ı tahrif ettiğiniz gerçeğini saklıyorsunuz. Oysa siz bunların Tevrat’tan olmadığını gayet iyi bilmektesiniz.’’ Başka bir görüş ise şöyledir: ‘’Sizler işleri gayet iyi aklediyor, hak ile batılı ayırt edebiliyorsunuz. Elinde hiçbir delili olmayan kişi gibi değilsiniz ki mazur görülesiniz.’’ Bir görüşe göre ise ayet-i kerîme şöyle açıklanabilir: ‘’Siz İslam’ı neden Yahudilik veya Hrsitiyanlıkla karıştırıyor ve “O da İslam gibi haktır.” diyorsunuz? Allah Teâlâ nezdindeki hak dinin İslam olduğunu bilmektesiniz.’’ (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Âl-i İmrân Sûresi 72. Ayet

وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ  ...


Kitap ehlinden bir grup, “Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَتْ ve dedi ki ق و ل
2 طَائِفَةٌ bir grup ط و ف
3 مِنْ -nden
4 أَهْلِ ehli- ا ه ل
5 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
6 امِنُوا inanın ا م ن
7 بِالَّذِي olana
8 أُنْزِلَ indirilmiş ن ز ل
9 عَلَى üzerine
10 الَّذِينَ kimseler
11 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
12 وَجْهَ önünde و ج ه
13 النَّهَارِ günün ن ه ر
14 وَاكْفُرُوا ve inkar edin ك ف ر
15 اخِرَهُ sonunda ا خ ر
16 لَعَلَّهُمْ belki onlar
17 يَرْجِعُونَ dönerler ر ج ع

İçlerinden bazıları, Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği mesaja sırf inatlarından ötürü karşı çıkmadıkları, aksine objektif bir yaklaşım içinde oldukları izlenimini vermek üzere zaman zaman onun bildirdiklerini onaylayan bir tavır takınıp kısa bir süre sonra da bunları inkâr yönüne gidecekler ya da onun bildirdiklerinin bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr edecekler, böylece Kur’ân etrafında bir kuşku çemberi oluşturup hem kendi çevrelerinin bu mesaja iltifat etmesini önlemiş, hem de inancı henüz çok kuvvetli olmayan müminlerin hak yoldan dönmelerini sağlamış olacaklardı. 

Yüce Allah’ın, bu haince girişimi haber vermesi, Rasûlullah’ın ilâhî vahye mazhar olmuş hak bir peygamber olduğunu apaçık bir biçimde ortaya koymuş bulunuyordu. Dolayısıyla bu, bir taraftan düşmanların bu tür girişimleri için caydırıcı bir rol oynayan, diğer taraftan müminlerin bunlara karşı daha dikkatli ve bilinçli olmaları gerektiğini hatırlatan bir uyarı niteliğindeydi (Râzî, VIII, 95). (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

  Nehera نهر :

  نَهْرٌ taşan suyun mecrası, süratle aktığı veya geçip gittiği yerdir. Çoğulu أنْهارٌ şeklinde gelir. نَهَرٌ ise suyun akışına benzetme yapılarak genişlik ve bolluk için kullanılmıştır. نَهارٌ kavramı temelde güneşin doğuşundan batışına kadar geçen zaman aralığıdır. Şer'i dilde ise fecrin doğuşundan güneşin batış vaktine kadar geçen zaman aralığıdır. Son olarak نَهْرٌ ve إنْتِهارٌ sert bir şekilde azarlamaktır.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli kalıplarda 113 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli nehirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir.  طَٓائِفَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ اَهْلِ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Mekulü’l kavli  اٰمِنُوا بِالَّذ۪ٓي ’dir. Mekulü’l kavl cümlesi mahallen mensubdur.

 اٰمِنُوا  fiili, نَ ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ٓي  müfret müzekker has ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اٰمِنُوا  emir fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اُنْزِلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  عَلَى  harf-i ceriyle birlikte  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  وَجْهَ  zaman zarfı,  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır.  النَّهَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اكْفُرُٓوا  fiili,  نَ ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اٰخِرَ  zaman zarfı,  اكْفُرُٓوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  يَرْجِعُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَرْجِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اٰمِنُوا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ


Ayet istînâfiyyedir. Müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  طَٓائِفَةٌ ‘ün nekre gelişi tahkir ifade eder.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  …اٰمِنُوا بِالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Tevcih ihtiva eden, mecrur mahaldeki ism-i mevsûller  الَّذ۪ٓي  ve  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümleleri müspet mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  اكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ  cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. 

وَجْهَ النَّهَارِ  ‘gündüzün yüzü’ ifadesinde istiare vardır. Gündüz insana benzetilmiştir. İnsanın bir cüzü olan yüz kelimesi gündüze isnad edilmiştir. Müşebbehün bihin bir cüzü olduğu için meknî istiaredir. Yüz, bir insanın en önemli dikkat çeken, tanınmasını sağlayan en önemli cüzüdür. Gündüz de aydınlık dolayısıyla her şeyin açıkça görüldüğü tespit edildiği bir zamandır. Vech-i şebeh açıklık, tanınmadır. 

[Ehl-i kitaptan bir grup şöyle dedi: Gün başlarken müminlere indirilmiş olana (görünüşte) iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler.] Yani müminler dinlerinden dönerler. Hz. Muhammed’e indirilen Kur’an’a iman edin. Kur’an aynı zamanda müminlere de indirilmiş gibidir. Çünkü faydası onların hepsinedir. Vechü’n-nehâr gündüzün başıdır. Zira gündüzün başı elbisenin yüzü gibi ilk karşılaşılan ve görülen kısmıdır. Ve yine bir şeyin yüzü, üstü ve değerli kısmıdır. Bu kelimenin mansub olması zarf olması sebebiyledir. Müfessirlerin çoğuna göre ayetin tefsiri şöyledir: Onları günün başında tasdik edip sonunda inkâr edin. Şüphesiz ki bu onları dinlerinden dönmeye sevk edecektir.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

[Günün başında (وَجْهَ النَّهَارِ ; gündüzün başlangıcında) ve günün sonunda inkâr edin] sözü mecaz-ı mürekkebtir. Maksat zaman bildirmek değil alay etmektir.

[Kitap ehlinden bir grup: 'Kendilerine indirilene iman edenlere, günün evvelinde inanın, sonunda da inkâr edin.] Olur ki müminler de [dönerler dedi.] Kitap ehlinin büyüklerinden ve başkanlarından bir grup, kendilerine tâbi olanlara, sabahleyin Kur an'a inanmalarını ve daha sonra da inkâr etmelerini söylemişlerdir. Böylece, müminlere iman etmiş olarak görünecekler. Sonradan da düşünüp, güya müminlerin görüşlerinin çarpık olduğunu anlayacaklar ve döneceklerdir. Böylece müminler de onlarla beraber döneceklerdir. (Ruhu’l-Beyan)

Ayette geçen وَجْهَ النَّهَارِ , "gündüzün evveli" manasınadır. Arapça'da "vech", "her şeyin insana bakan tarafı ve yüzü" manasındadır. Çünkü insanın baktığı şeyde ilk karşılaştığı budur. Nitekim elbisenin görünen tarafına da "vechü's-sevb" denilir. (Fahreddin er-Râzî)

اٰمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ  cümlesi ile  وَاكْفُرُٓوا اٰخِرَهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اٰمَنُوا - اكْفُرُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ


Ayetin son cümlesi taliliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu ifade, Allah Teâlâ’nın yerine getirmesi kesin olan vaadi için kullanılan bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Kutrub (v. 106/724) ise: لَعَلَّ  kelimesinin “için” manasında olduğunu söylemiştir. 

لَعَلَّ ‘nin haberi  يَرْجِعُونَۚ , muzari sıygada faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَۚ  sözünün manası, "Biz şüpheyi onların kafalarına attığımızda, belki Muhammed'in taraftarları O'nun dininden bu yola dönerler ve vazgeçerler" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)




Âl-i İmrân Sûresi 73. Ayet

وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ د۪ينَكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ  ...


“Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah’ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تُؤْمِنُوا ve güvenmeyin ا م ن
3 إِلَّا başkasına
4 لِمَنْ kimseden
5 تَبِعَ uyan ت ب ع
6 دِينَكُمْ sizin dininize د ي ن
7 قُلْ de ki ق و ل
8 إِنَّ şüphesiz
9 الْهُدَىٰ Hidayet ه د ي
10 هُدَى hidayetidir ه د ي
11 اللَّهِ Allah’ın
12 أَنْ
13 يُؤْتَىٰ verilmesinden (mi?) ا ت ي
14 أَحَدٌ birine ا ح د
15 مِثْلَ benzerinin م ث ل
16 مَا şeyin
17 أُوتِيتُمْ size verilen ا ت ي
18 أَوْ veya
19 يُحَاجُّوكُمْ (aleyhinize) deliller getireceklerinden (mi?) ح ج ج
20 عِنْدَ huzurunda ع ن د
21 رَبِّكُمْ Rabbinizin ر ب ب
22 قُلْ de ki ق و ل
23 إِنَّ şüphesiz
24 الْفَضْلَ Lutuf ف ض ل
25 بِيَدِ elindedir ي د ي
26 اللَّهِ Allah’ın
27 يُؤْتِيهِ onu verir ا ت ي
28 مَنْ kimseye
29 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
30 وَاللَّهُ Allah’ın
31 وَاسِعٌ (lutfu) geniştir و س ع
32 عَلِيمٌ (O her şeyi) bilendir ع ل م

Müfessirler “Kendi dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın” sözünün yukarıda değinilen şaşırtma planının sahiplerine ait olduğu hususunda fikir birliği içindedirler. (İbn Atıyye, I, 454)

“De ki” hitabından sonra gelen ilk cümlenin yüce Allah’ın peygamberinden söylemesini istediği söz olduğu ise açıktır. 

Buna mukabil, “veriliyor diye” şeklinde tercüme edilen “en yü‘tâ” ifadesinin izahında müfessirler oldukça zorlanmıştır. Bu sebeple Râzî bu âyetin Kur’ân’daki en müşkil âyetlerden olduğunu kaydeder. (VIII, 96)

Bunun Allah Teâlâ’nın peygamberinden söylemesini istediği sözünün devamı olarak düşünülmesi halinde, meâlinde olduğu gibi “Birine (Hz. Muhammed) size verilenin benzeri veriliyor diye mi veya rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirecekler diye mi (böyle davranıyorsunuz)?” şeklinde çevrilmesi uygun olur. 

Ehl-i kitap’tan komplo hazırlayanların sözünün devamı sayılması halinde ise bu kısmın anlamı şöyle olur: “Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın)”.

Bu âyetin meâlinde “lutuf” şeklinde karşılık verilen fadl kelimesi “bol bol iyilik yapma ve yararlı şeylerle donatma” anlamına geldiği gibi, burada “peygamberlik verme”nin kastedildiği görüşü de vardır. Bu görüşün sahipleri, daha sonra gelen “Onu dilediğine verir” cümlesinin ışığında, bu âyet-i kerîmede peygamberlik mertebesine kişisel çaba ve hak edişle değil ancak ilâhî bağışla erişilebileceğine delâlet bulunduğunu belirtirler.

Yine bu âyette geçen “vâsi”, Allah’ın güzel isimlerinden olup “geniş” anlamındadır; genel olarak O’nun sıfatlarının kuşatıcılığını, sınırsızlığını; özellikle ilim, rahmet ve lutfunun genişliğini ifade ettiği şeklinde anlaşılmıştır. Bu sebeple “vallahu vâsiun” cümlesine meâlinde “Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır” şeklinde mâna verilmiştir. (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ د۪ينَكُمْۜ 


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُؤْمِنُٓوا  fiili  نَ ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mukadder müstesna  minh‘den bedel olarak mahallen mecrurdur. Takdiri;  لا تؤمنوا لأحد إلّا لمن تبع دينكم (Sizin dininize tâbi olmayan hiç kimseye asla iman etmeyin!) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  تَبِعَ د۪ينَكُمْ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَبِعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  د۪ينَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

     

قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

 أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِ ’dir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْهُدٰى  kelimesi  اِنَّ ’nin ismidir. Elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  هُدَى  ise  اِنَّ ’nin haberidir. Elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْ  ve  masdar-ı müevvel, mahzuf  بِ  harf-i ceri ile birlikte  تُؤْمِنُٓوا ’ne fiiline müteallıktır.  يُؤْتٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mansub, meçhul muzari fiildir.   اَحَدٌ   naib-i faildir.   مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫ت۪يتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اُو۫ت۪يتُمْ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  اَوْ  atıf harfidir.  يُحَٓاجُّوكُمْ  fiili,  نَ ’un hazfi ile mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عِنْدَ  mekân zarfı,  يُحَٓاجُّوكُمْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّ  muzâfun ileyhtir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

              

 قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ ’dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْفَضْلَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismidir.  بِيَدِ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.  اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.        


يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ


Fiil cümlesidir.  يُؤْت۪ي  fiili,  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  وَاسِعٌ  haber olup lafzen merfûdur.  عَل۪يمٌ  ise ikinci haberdir. 

وَلَا تُؤْمِنُٓوا اِلَّا لِمَنْ تَبِـعَ د۪ينَكُمْۜ


وَ  atıf harfidir. Taifenin sözleri devam etmektedir. Cümle menfi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.  لَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Ayette  tenâzu’ vardır. Meful olan mekulü’l-kavl’de iki fiil çekişmektedir. Bu söz, ya Yahudilerin sözü olup öncesinin devamıdır ve tahkir ifade eder. Veya Allah’ın sözüdür. Eğer Allah'a ait ise fiil hazf olmuştur: “Böyle oldu diye sırt çevirmeyin!” demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

قُلْ اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ


Fasılla gelen cümle itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Mekulü’l-kavl olan  اِنَّ الْهُدٰى هُدَى اللّٰهِۙ  cümlesi,  اِنَّ  ve müsnedin izafetle marife olmasıyla tekid edilmiş faide-i haber inkarî kelamdır. 

Müsnedin izafetle marife olası tahsis ifade etmiştir.

Haberin marife olarak gelmesi ile kasr-ı hakiki olmuştur. Çünkü hidayete sadece Allah'ın gücü yeter. (Âşûr)

هُدَى اللّٰهِۙ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  هُدَى , şan ve şeref kazanmıştır. Bu yolla müsned de tazim edilmiştir.

Bu cümlede iki hidayet de marife olarak gelmiştir. Bu da hidayetin şanına işaret eder. 

"Hidayet, Allah'ın yoludur" cümlesi bir itiraz (ara) cümlesi olup o Yahudilerin hilelerinin, kendileri için bir fayda sağlamadığını belirtir.

"Şüphesiz ki fadl, Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, Vâsi'dir, Alîm'dir" cümleleri de pek açık bir hüccet olarak onların iddialarını red ve iptal eder. (Ebüssuûd)

 

اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ 

 

Mahzuf  بّ  harfi ile  تُؤْمِنُٓوا  fiiline müteallık olan masdar tevilindeki  يُؤْتٰٓى اَحَدٌ مِثْلَ مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يُؤْتٰٓى  fiili mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَوْ يُحَٓاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ cümlesi masdar-ı müevvel cümlesine matuftur.

الْهُدٰى - هُدَى  ve  يُؤْتٰٓى - اُو۫ت۪يتُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنْ يُؤْتٰٓى اَحَدٌ  ifadesi  وَلَا تُؤْمِنُٓوا  ifadesi ile ilişkili olup bu iki ifade arasındakiler ise ara cümledir. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: ‘’Herhangi birine size verilenin bir benzerinin verildiğine dair imanınızı sadece dindaşlarınıza izhar edin; başkalarına değil. Yani Müslümanlara da size verilen kitap gibi bir kitap verildiğine inandığınızı gizli tutun; bunu sadece kendi yandaşlarınıza söyleyin; Müslümanlara söylemeyin, zira söylerseniz bu durum onların sebatını artırır. Ayrıca bunu Müşriklere de söylemeyin, zira bu onları İslam ’a davet eder.’’ (Keşşâf)


 قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ


İstînâfiye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mekulü’l-kavl olan  اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ , بِيَدِ اللّٰهِۚ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

 بِيَدِ اللّٰهِۚ  izafeti veciz anlatım gayesinin yanında muzâfa şan ve şeref ifade eder. 

بِيَدِ اللّٰهِۚ  [Allah’ın eli] tabirinde sebebiyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Burada Allah’ın elinden murad, kuvveti ve iradesidir.

يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi  اِنَّ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, hükmü takviye, tecessüm ve teceddüt manaları ihtiva eder.

İkinci mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  يَشَٓاءُۜ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 مَٓا - مَنْ  ;  اللّٰهِۚ - رَبِّكُمْۜ  ve  تُؤْمِنُٓوا - هُدَى  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْفَضْلَ  kelimesinden murad, peygamberliktir. Arapça'da  الْفَضْلَ  kelimesi, fazlalık anlamına gelir. Kelimenin genel olarak kullanıldığı yer ise "lütf-u ihsanın fazlalığı..." anlamıdır. Hayır olan hasletlerde, başkalarından fazla ve üstün olan kimseye, "fâdıl" denilir. Daha sonra ise "fadl" kelimesi, failinin (Onu yapanın) başkasına ihsan etmeyi düşünmüş olduğu her çeşit menfaat hakkında daha fazla kullanılır olmuştur. Hak Tealâ'nın, "Allah'ın elindedir" buyruğunun manası, "O, fadlın sahibi olup, ona kâdir ve muktedir olandır" demektir. O'nun, "onu dilediğine verir" sözü ise "Bu fadl, O'nun dilemesine bağlı olan bir lütuftur" manasına gelir. Bu da peygamberliğin, müstehak olma sebebiyle değil, lütufta bulunma ile meydana gelip tahakkuk ettiğine delalet eder. Çünkü Cenâb-ı Hak bu nübüvveti, failinin (Allah'ın) yapıp yapmamakta muhtar olduğu fadl kabilinden kılmıştır. Buna göre bu, müstehak olan kimse hakkında, ancak mecazî bir şekilde kullanılabilir. Allah'ın, "Allah, rahmeti bol olan ve her şeyi hakkıyla bilendir" ifadesi de bu manayı tekid etmektedir. Çünkü, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin bol olması kudretinin mükemmelliğine, Alîm olması da ilminin mükemmelliğine delalet eder. Böylece, O'nun kudretindeki son derece mükemmellikten dolayı, dilediği kuluna dilediğini lütfetmesi uygun olduğu gibi ilminin mükemmel olmasından dolayı da O'nun fiillerinin ancak hikmet ve doğruluk üzere olması uygun olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ


وَ  istînâfiyyedir. Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. 

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Mübteda ve haberden müteşekkil terkip, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.  عَل۪يمٌۚ  ikinci haberdir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olması durumunda, cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah'ın  وَاسِعٌ  ve  عَل۪يمٌۚ  şeklindeki sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

وَاسِعٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında  mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

وَاسِعٌ kelimesinin başında sahibi manasındaki ذو ismi hazfolmuştur. Yani Allah zenginlik ve ilim sahibidir. Belki de وَاسِعٌ muzâftır ve “nimet” gibi bir muzâfun ileyh mahzuftur.

وَاسِعٌ  ifadesinde istiare vardır. Bununla anlatılmak istenen ya O'nun bağışının bol ve iyiliğinin çok olması ya da ilim yollarının kuşatıcılığı, saltanat ve izzetinin kapsayıcı olmasıdır. (Şerîf er-Radî, Kur'ân Mecazları)

Burada bazı hazifler vardır. Konuşmaların değişik kişilere ait olma ihtimallerine göre bir kaç şekilde yorumlanmıştır. Tefsir-i Kebir'de bu ayetin çözülmesi en zor ayet olduğu söylenmiş, beş ayrı görüş zikredilmiştir.


Âl-i İmrân Sûresi 74. Ayet

يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ  ...


O, rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَخْتَصُّ has kılar خ ص ص
2 بِرَحْمَتِهِ Rahmetini ر ح م
3 مَنْ kimseye
4 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
5 وَاللَّهُ Allah
6 ذُو sahibidir
7 الْفَضْلِ lutuf ve ikram ف ض ل
8 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م

يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ


Ayet, öncesinde geçen  اللّٰهُ  lafza-i celâlinin üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir.  يَخْتَصُّ  merfû muzari fiildir. 

بِرَحْمَتِ  car mecruru  يَخْتَصُّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûl olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاء ’dur.

يَخْتَصُّ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خصص’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ


İsim cümlesidir. و  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi  ذُو , harfle îrab olan beş isimden biridir. Ref alameti  و ’dır.  الْفَضْلِ  muzâfun ileyhtir.  الْعَظ۪يمِ  ise  الْفَضْلِ ‘nin sıfatıdır.


يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ


Ayet  önceki ayetin fasılasının üçüncü haberi olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin, mübtedası mahzuf haber olduğu da söylenmiştir.

Mef’ûl  konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  يَشَٓاءُۜ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَحْمَتِه۪  izafeti muzâfın şanı içindir.

Bu cümle 73. ayetteki  اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِۚ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesinden bedel-i ba’zdır. Çünkü rahmet onun fazlından bir kısımdır. (Âşûr)


وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ


وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ  cümlesine  وَ ’la atfedilen bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Itnâb  babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil terkip, isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberin marife gelişi tahsis ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

رَحْمَتِه۪  kelimesi ile peygamberlik kastedilmiştir.

بِرَحْمَتِه۪ - الْفَضْلِ  arasında mürâat-ı nazîr vardır.

بِ  harfi,  اخْتَصّ  fiiliyle birlikte kullanılır.


Âl-i İmrân Sûresi 75. Ayet

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  ...


Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ -nden
2 أَهْلِ ehli- ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 مَنْ öylesi (vardır ki)
5 إِنْ eğer
6 تَأْمَنْهُ ona emanet bıraksan ا م ن
7 بِقِنْطَارٍ yüklerle mal ق ن ط ر
8 يُؤَدِّهِ onu öder ا د ي
9 إِلَيْكَ sana
10 وَمِنْهُمْ ve onlardan
11 مَنْ öylesi (de vardır ki)
12 إِنْ eğer
13 تَأْمَنْهُ ona versen ا م ن
14 بِدِينَارٍ bir dinar د ن ر
15 لَا
16 يُؤَدِّهِ onu ödemez ا د ي
17 إِلَيْكَ sana
18 إِلَّا başka türlü
19 مَا
20 دُمْتَ sürekli د و م
21 عَلَيْهِ başına
22 قَائِمًا dikilmeden ق و م
23 ذَٰلِكَ bu
24 بِأَنَّهُمْ onların (içindir)
25 قَالُوا dedikleri ق و ل
26 لَيْسَ yoktur ل ي س
27 عَلَيْنَا bize
28 فِي karşı
29 الْأُمِّيِّينَ ümmilere ا م م
30 سَبِيلٌ bir yol (sorumluluk) س ب ل
31 وَيَقُولُونَ ve söylüyorlar ق و ل
32 عَلَى karşı
33 اللَّهِ Allah’a
34 الْكَذِبَ yalan ك ذ ب
35 وَهُمْ ve onlar
36 يَعْلَمُونَ bile bile ع ل م

Burada genel olarak Ehl-i kitap’tan söz edilmekle beraber, bu âyetle devamındaki âyetler tarihî bilgilerin ve hadîs-i şeriflerin ışığında incelendiğinde, özellikle kutsal kitaplarındaki ifade ve hükümleri çarpıtarak takdim eden yahudilerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bazı yahudi din adamları, yahudilerin kendi dinlerinden olmayanlara karşı yapacakları haksızlıklardan ötürü sorumlu olmayacakları yorumunu yaymışlardı. 

İşte 75. âyette, bu anlayışın bir uzantısı olarak Ehl-i kitap’tan bir kesimin, kutsal bir kitapları bulunmayan Araplar’a “ümmîler” diyerek onları hafife alıp mallarını haklı bir gerekçe olmaksızın yiyebilecekleri ve bu yüzden de hiçbir veballerinin olmayacağı iddiasında bulunduklarına işaret edilmektedir.

Her iki davranış biçiminin hayret anlamı içeren cümle yapısı içinde ifade edilmiş olduğunu belirten İbn Âşûr, bunlardan birincisini “Kendi çevrelerinde emanete hıyaneti meşrû sayan bir anlayış hâkim olmasına rağmen dürüstlükten ayrılmayan insanlar da var!” şeklinde, ikincisini “Allah’ın kitabına tâbi olduklarını iddia ettikleri halde emanete hıyaneti ahlâka uygun sayabilen kişiler de var!” şeklinde açıklar. (III, 285) (Kur’ân Yolu, Diyanet Tefsiri)

 Denera دنر : 

  Dinar sözcüğünün aslı دِنَّارٌ 'dır. Sonradan iki nûn ن harfinden biri yâ ي harfine çevrilmiştir. (Müfredat) 

 Elmalılı Hamdi Yazır dinar kelimesi hakkında 'dinar kelimesinin aslı dinnardır. Kimisine göre din ile nar kelimelerinden oluşmuştur. Hakkıyla alınca ‘din’ olur, haksız alınca da ‘nar’ (ateş) olur.' demiştir.

 Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette  geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli dinardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

  

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ


وَ  istînâfiyyedir.  مِنْ اَهْلِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اِنْ تَأْمَنْهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اِنْ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir.  تَأْمَنْهُ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِقِنْطَارٍ  car mecruru  تَأْمَنْهُ  fiiline müteallıktır.  يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

 يُؤَدِّ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَيْكَ  car mecruru  يُؤَدِّ  fiiline müteallıktır.

بِقِنْطَارٍ  mümeyyezdir, yani kapalı olan bir lafızdır. Onu açıklayacak olan temyizi ise mahzuftur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

     

  وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ


وَ  atıf harfidir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اِنْ تَأْمَنْهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اِنْ  iki muzariyi cezm eden şart harfidir.  تَأْمَنْهُ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

بِد۪ينَارٍ  car mecruru  تَأْمَنْهُ  fiiline müteallıktır.  لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ  cümlesi şartın cevabıdır.  يُؤَدِّ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اِلَيْكَ  car mecruru  يُؤَدِّ  fiiline müteallıktır.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَا  masdar harfidir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  يُؤَدِّه۪ٓ  fiiline müteallıktır.  دُمْتَ  sükun üzere mebni nakıs fiildir.  تَ  muttasıl zamir   دَامَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  قَٓائِمًا ’e müteallıktır.  قَٓائِمًا  ise  دَامَ ’nin haberidir. 

 

  ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ


İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harfi ceriyle birlikte  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  هُمْ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

قَالُٓوا  fiili  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  لَيْسَ عَلَيْنَا ’dir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  عَلَيْنَا  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

 فِي الْاُمِّيّ۪نَ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  الْاُمِّيّ۪نَ  kelimesinin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.  سَب۪يلٌ  ise   لَيْسَ ’nin muahhar ismidir. 

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak vardır / mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada ‘söz ve görüş konusu olarak’ manasındadır. Yani ümmiler hakkında demektir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَقُولُونَ  fiiline veya   الْكَذِبَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.  الْكَذِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Burada rağmen manasındadır. Yani  Allah'a rağmen demektir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ


وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda gelen ve faide-i haber ibtidaî kelam olan ilk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

 مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Tevcih manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübtedadır. 

Mevsûlün sılası …اِنْ تَأْمَنْهُ , şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Cevap cümlesi  يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu cümle 72. ayetteki  وَقَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  cümlesine ya da 69. ayetteki  وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ  cümlesine matuftur. Kıssanın kıssa üzerine atfı babındandır. Atfın sebebi olan münasebet ise Yahudilerin insanlar arasında İbrahim (as)’ın dinine en çok kendilerinin layık olduklarını iddia etmelerine rağmen Müslümanlara olan hasetleri ve İbrahim’in dininden sapmaları dolayısıyla Müslümanlarla ilişkilerindeki müdahaleci halleridir. (Âşûr)

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ  sözündeki müsnedin takdimi iki yerde de müsnedin sılasının muhtevasına taaccüb içindir. İlk cümlede din ehlinin ihanet ihtimali ve adetlerinde ihanet için bir mazeret söz konusuyken emanetin kuvvetine taaccüb edilmiştir. İkincide ise taaccüb; Allah’ın kitaplarından bir kitaba uyan kimsenin ahlakında ihanet olmasınadır. (Âşûr)

Ayette  بِقِنْطَارٍ  ve  بِد۪ينَارٍ  lafızlarının zikredilmesinden murad, çok sayıda veya az sayıda maldır. Yani "Ehl-i kitap içinde, kendilerine çok sayıda para ve mal emanet edildiği halde emaneti yerine getiren son derece güvenilir kişiler bulunduğu gibi,

yine onların içinde, kendilerine az miktarda mal emanet edilse bile hıyanet etmekten çekinmeyen son derece hain kişiler de vardır. (Fahreddin er-Râzî)


 وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ 


وَ ’la gelen cümle makabline matuftur. Cümlede  îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Tevcih manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübtedadır. 

Mevsûlün sılası …اِنْ تَأْمَنْهُ , şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Cevap cümlesi 

 لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Masdar harfi  مَا ’yı takip eden nakıs fiil  دام ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle zaman zarfı olarak,  يُؤَدِّه۪ٓ  fiiline müteallıktır.

لَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale-s sıfattır.

وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَۚ  cümlesiyle  وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ لَا يُؤَدِّه۪ٓ اِلَيْكَ  cümlesi arasında dörtlü mukabele sanatı vardır.

Allah burada ehli kitaptan iki fırkayı zikretmiştir. Birinci fırka ihanetten uzak durarak emaneti iade edenlerdir. İkinci fırka ise dinlerinde ihanetin mübah olduğunu sebep göstererek emaneti iade etmeyenlerdir. Bu ayetten maksat ikinci fırkayı zemmetmektir. (Âşûr)

تَأْمَنْهُ  fiili  بِ  ile müteaddi kılınmıştır ve bu  بِ  harfinin  عَلَي manasında olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)

اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ  sözünün vakitlerden müferrağ istisna olması caizdir.  مَا  nın konumu bu vakitlere delalet eder. Takdiri şöyledir: Sana olan borcunu her zaman iade etmez. Sadece üzerinde dikilip durduğun zaman öder.  اِلَّا  dan sonra gelen  مَا  zarf olarak nasb olur.  مَا  masdariyyenin delalet ettiği masdarlardan müferrağ olması da caizdir.  Bu durumda  اِلَّا  dan sonra gelen  مَا  hal olarak mansub olur. Çünkü masdarlar hal olur. (Âşûr)

قَٓائِمًاۜ  kelimesi  عَلَي  harfiyle müteaddi kılınmıştır. Çünkü  القِيامَ  ısrar ve tekrar manasında mecazdır. Kıyamın istila harfi ile müteaddi olması istiare için karînedir. (Âşûr)

عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ  sözünde car-mecrur ihtimam için müteallakına üzerine takdim edilmiştir. Bu takdimde ısrar manası vardır. Yani ‘’Sen onun tepesine dikilip durmadıkça emanetini sana ödemez’’ demektir. (Âşûr)

تَأْمَنْهُ بِد۪ينَارٍ  kavlinin kullanımı  مَرَرْتُ بِهِ  ve  مَرَرْتُ عَلَهِ  (Ona uğradım) denilmesi gibidir.  اَمِنْتُهُ بِكَذَا  ve  اَمِنْتُهُ عَلَى كَذَا  "Ona falan hususta güvendim" denilir. Buradaki  بِ  harfi, emaneti yapıştırmak ve bitiştirmek,  عَلَى  harf-i ceri de emanete hakim kılmak manasındadır. Buna göre bir kimseye bir şey güvenilip emanet edildiği zaman, o kimseye olan yakınlığı ve onu koruyup gözetme münasebetinden dolayı, emanet edilen o şey adeta o şahsa yapıştırılmış ve bitiştirilmiş gibi olur. Yine bu mal emanet edilen kimse, bu emanete hakim olmuş ve adeta onu ele geçirmiş bir kimse gibi olur. İşte bu sebepten dolayı, bu manayı her iki şekilde ifade etmek de güzel olmuştur.  اَمِنْتُكَ بِدِينَارِ  (Sana, bir dinar emanet ettim) sözünün, "Bu hususta sana güvendim" manasında  اَمِنْتُكَ عَلَيْهِ  (Sana, onu emanet ettim) sözünün ise "Seni, ona emin ve muhafız kıldım" manasında olduğu söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette geçen  قَٓائِمًاۜ  lafzı hakkında şu iki izah yapılmıştır:

1) Bazı alimler bunu hakiki manasıyla almışlardır.

Süddî şöyle demiştir: "Bu, "bizzat onun yanında dikilip ondan ayrılmadıkça..." manasındadır. Buna göre ayet, "O, yanı başında dikilip durduğun müddetçe, kendisine verdiğin şeyi itiraf edip kabul eder. Fakat işi ihmal edip geriye bırakır ve ertelersen inkâr eder" demektir.

2- Bazı alimler de bu lafzı mecazî manada almış ve şu izahları yapmışlardır: İbn Abbas (ra), bu ifadeden maksadın ısrar etmek, çekişmek, davalaşmak ve istemek manaları olduğunu söylemiştir. İbn Kuteybe "Bu kelimenin aslı şuna dayanır: Bir Şeyi ısrarla isteyip peşine düşen kimse, o şey için kâim (ayakta) olmuş olur. Onun peşini bırakan kimse ise adeta ona aldırmamış, oturup kalmış olur. Bunun delili, اُمَّةٌ قَاءِمَةٌ (Âl-i İmran, 113) yani, "Allah'ın emrine göre çalışıp, hiç ondan çıkmayan bir ümmet" ayetidir. Sonra bir işin peşini bırakmayan herkes için, bizzat ayakta bulunma söz konusu olmasa da ‘’ اِنَّهُ قَامَ بِهِ  (onun peşini bırakmadı denilir)" demiştir. Ebu Ali el-Fârisî de Arapça'da "kıyam" (ayakta durma) kelimesinin, devam ve sebat manasına geldiğini söylemiştir ki biz bunu,  يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ  (Bakara, 3) ayetinin tefsirinde zikrettik.  دِينًا قِيَمًا  "Dimdik ayakta duran bir din" (Enam, 161) ayeti de böyledir. Bu "devam eden, mensûh olmayan sabit bir din" demektir. Buna göre ayetteki ifadesi  اِلَّا مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَٓائِمًاۜ "Emanet ettiğin bu malı ondan geri istemeye ısrarla devam etmedikçe..." manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)


 ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الْاُمِّيّ۪نَ سَب۪يلٌۚ 


Ayetin bu cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsnedin işaret ismiyle marife olması işaret edilene tahkir ifade eder.

 Cümlenin müsnedinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel bu mahzuf habere müteallıktır.

بِ  harfi sebep içindir. (Âşûr)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden …هُمْ قَالُوا لَيْسَ  cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Bu cümlenin müsnedi …قَالُوا لَيْسَ  şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan ve  لَيْسَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  سَب۪يلٌۚ , muahhar mübtedadır.

قَالُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

Uzaktaki eşyayı işaret eden  ذٰلِكَ  kelimesinin kullanılması da onların şer ve fesatta çok ileri gittiklerini zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

فِي  harfi burada ta’lil içindir. Ta’lil olması kendileriyle ilgili değildir. Bunun delili  فِي  harfi ile mecrur olan muzâfın takdiridir. Bu takdir;  في مُعامَلَةِ الأُمِّيِّينَ  (ümmilerin işlerinde) şeklindedir. (Âşûr)

Burada geçen  ذٰلِكَ  onların şer ve fesatta çok ileri gittiklerini zımnen belirtir.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi ref mahallindedir ve  ehli kitabın durumuna işaret etmektedir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْاُمِّيّ۪; Kitap ehli olmayan demektir. Bu anlamın en büyük delili bu ayettir. Okuma yazma bilmemek bir kusur değildir. Aksine o zaman için okuma yazma bilmek şaşılacak bir durumdur.

سَب۪يلٌۚ  kelimesi sorumluluk, vebal manasında kullanılmış. Arapça'da sebil kelimesinin kınama, azarlama, eleştiri, suçlama gibi manalarda kullanılması mecazen meşhurdur. (Âşûr, Tevbe/91, 93) 

Ayette geçen "ümmî" kelimesinin manası  الاُمُّ  (ana, asıl, kök, anne...)'ye mensup olan" demektir.

Hazret-i Peygamber (sav)'in yazı yazmadığı için "ümmi diye adlandırıldığı söylenmiştir. Bu böyledir, çünkü  الاُمُّ  bir şeyin aslı ve temeli demektir. Binaenaleyh, yazı yazamayan birisi, aslolan yazı yazamama işini sürdürmüştür demektir.

Hazret-i Peygamber (sav)'in "Ümmü'l-Kurâ" (Beldelerin anası, aslı…) olan Mekke'ye nispet edilmesi sebebiyle bu ümmî vasfını almış olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ


وَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin sonundaki faide-i haber talebî kelam olan  وَهُمْ يَعْلَمُونَ  cümlesi, وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.

Mütekellimin amacına göre takdim-tehirler kelama güzellik kazandırır ve etkisini arttırır.

وَهُمْ يَعْلَمُونَ  cümlesinde olduğu gibi müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet olması ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

يَقُولُونَ  ve  يَعْلَمُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

[Allah adına yalan söylüyorlar.] Allah Teâlâ onların “Bu (dinimizden olmayanların malları bize helal olması) Tevrat’ta olan şeydir.” sözlerine cevap vermiştir ve [Allah hakkında yalan söylüyorlar.] buyurmuştur. [Halbuki bunu biliyorlar.] Yani Allah adına yalan söylediklerinin farkındalar. Bir görüşe göre onlar Allah’ın Tevrat’ta herkes hakkında emaneti yerine getirmelerini emrettiğini bilmektedirler. Dahhâk şöyle demiştir: Onlar Hz. Muhammed aleyhisselâmın davetinin hak olduğunu biliyorlar. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Bu ayet, alacağını dava yoluyla takip ve ispat sadedinde şahit dinletmek isteyen alacaklının durumunun mübalağalı biçimde ifadesidir. (Ebüssuûd)




Âl-i İmrân Sûresi 76. Ayet

بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ  ...


Hayır! (Gerçek, onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلَىٰ Hayır
2 مَنْ kim
3 أَوْفَىٰ yerine getirir و ف ي
4 بِعَهْدِهِ sözünü ع ه د
5 وَاتَّقَىٰ ve (günahtan) korunursa و ق ي
6 فَإِنَّ şüphesiz
7 اللَّهَ Allah (da)
8 يُحِبُّ sever ح ب ب
9 الْمُتَّقِينَ korunanları و ق ي

Verilen söze bağlılıkta olsun diğer konularda olsun fark etmez; ilişki her şeyden önce Allah ile ilişkidir. Bu ilişkide Allah’ın rızası düşünülür, O’nun öfkesinden sakınılır, rızası elde edilmeye çalışılır. 

Ahlâkın temeli menfaat değildir. 

Toplumun anlayışı da değildir. 

Yürürlükteki şartların gereği hiç değildir. 

Çünkü toplum da sapıtabilir, doğru yoldan ayrılabilir. Yanlış değerler toplumda revaç bulabilir. Buna göre bireyin kendisine dayandığı gibi toplumun da kendisine dayanması ve cemiyette değişmez değerlerin olması gerekir. Sonra bu değerlerin, değişmezliğinin yanında daha yüce bir kaynaktan gelmeleri lâzımdır. 

İnsanların seviyelerinden ve değişmekte olan hayat şartlarından daha yüce bir kaynaktan alınmalıdır. Onun içindir ki, değerlerin ve ilkelerin Allah’tan alınması gerekir. Allah’ın razı olduğu ahlâkın benimsenmesi, onun rızasını elde etme çabası ve takva bilincine varma temeline oturmalıdır.

İşte İslâm bununla insanlığın sürekli olarak yeryüzü değerlerinden daha yüce değerlere yükselmesini, bu üstün, yüce, değişmez ufuktan değer yargılarını ve ilkelerini almasını garanti etmektedir. (Fizilal’il Kur’ân)


بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ


بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.  بَلٰى  ; soru olumsuz, cevap olumlu olduğunda, cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

مَنْ  şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَوْفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir. Faili müstetir هُو  zamiridir. 

بِعَهْدِه۪  car mecruru  اَوْفٰى  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  وَ  atıf harfidir.  اتَّقٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir  هُو  zamiridir.   

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.  يُحِبُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  الْمُتَّق۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُتَّق۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

یُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir. İf’al babı fiile, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

Burada  اَوْفٰى  [vefa gösterdi.] anlamındadır. Ancak Hicaz lehçesinde  اَوْفٰى , Necid lehçesinde  وَفَى  fiili kullanılır.  بَلٰى  [Hayır!] ifadesiyle önceki ayette bulunan cümleye cevap verilmiştir. Yani durum Yahudilerin söylediği gibi değildir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda, haberî isnaddır.

Şart cümlesi ve aynı zamanda  مَنْ ’in haberi  اَوْفٰى بِعَهْدِه۪  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَاتَّقٰى , aynı üslupta makabline matuftur. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّق۪ينَ  faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Şartın cevabı, mesel tarikinde tezyîl olarak ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

اتَّقٰى - الْمُتَّق۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Muhakkak ki Allah takva sahiplerini sever.] Ahde vefalı olmak takvalı olmaktır. Lazım söylenmiş, melzum kastedilmiştir. Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

Bu ayet, Yahudilerin reddettiklerini ispat eder. Daha açık bir deyişle onlar, kendi dinlerinden olmasa da başkasının haklarından sorumludurlar. Bu istînâf cümlesi, "hayır!" kelimesiyle zımnen bildirilen manayı açıklar. Ayet, her işin temelinin takva olduğunu vurgular. Bu takva, ahde vefayı, vacipleri ifâyı, yasaklardan sakınmayı ve diğer hususları kapsar. (Ebüssuûd)

بِعَهْدِه۪  kelimesindeki zamir yüce Allah’a racidir. Allah lafzı ise "Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler" ayetinde geçmiş idi. (Dolayısıyla zamir ona râci olabilir). Bunun emaneti ödeyen, küfürden, hainlikten ve ahdi bozmaktan sakınan kimseye ait olması da mümkündür. "Ahd" ise faile ve mef'ûle de izafe olunabilen bir masdardır. (Kurtubî)


Âl-i İmrân Sûresi 77. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler (var ya)
3 يَشْتَرُونَ satanlar ش ر ي
4 بِعَهْدِ verdikleri sözü ع ه د
5 اللَّهِ Allah’a
6 وَأَيْمَانِهِمْ ve yeminlerini ي م ن
7 ثَمَنًا paraya ث م ن
8 قَلِيلًا az bir ق ل ل
9 أُولَٰئِكَ işte
10 لَا yoktur
11 خَلَاقَ bir payı خ ل ق
12 لَهُمْ onların
13 فِي
14 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
15 وَلَا
16 يُكَلِّمُهُمُ onlara konuşmayacak ك ل م
17 اللَّهُ Allah
18 وَلَا
19 يَنْظُرُ bakmayacak ن ظ ر
20 إِلَيْهِمْ onlara
21 يَوْمَ günü ي و م
22 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
23 وَلَا
24 يُزَكِّيهِمْ ve onları yüceltmeyecektir ز ك و
25 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
26 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
27 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

Verilen sözde durmayanlar ve emanete hıyanet edenler “Allah’a verilen sözü ve kendi yeminlerini az bir pahaya satanlar” diye nitelendirilmiştir. Burada, onlar ile Allah arasındaki ilişki, onlarla insanlar arasındaki ilişkiden önce gelmektedir… Onun içindir ki, şu kadarcık dünya menfaatlerinden oluşan az bir paha karşısında verilen söze ihanet edip, onu bozduklarında, ahirette Allah katında hiçbir payları kalmaz! Dünyada verdiği sözü -bu verilen söz insanlarla yaptıkları sözleşmedir- bozmuş olmalarının karşılığı olarak Allah onları ahirette korumayacaktır.

Burada Kur’ân’ın, ifade biçiminde tasvir yolunu kullandığını görüyoruz. Allah’ın onları ihmal etmesi ve onları korumaması Allah’ın onlarla konuşmaması, onlara bakmaması ve onları arındırmaması şeklinde ifade ediliyor. Bunlar, ihmalin, insanların görebildiği başlıca belirtileridir. Onun için Kur’ân, insanın vicdanı üzerinde soyut ifadenin etkisinden daha derin etki yapacağından, durumu canlı bir biçimde tasvir etmeye başvuruyor. Kur’ân bu yöntemle daha derin ve engin boyutlara ulaşabilmektedir. (Fizilal’il Kur’ân)

Ebu Bekr ibn Ebi Şeybe kanalıyla Abdullah ibn Ömer’den rivayete göre  Allah’ın Rasûlu(sav) : ”Her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse Allah’a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur.” buyurmuştur.

İbn Ömer bu hadisi rivayet ederken içeri Eş’as ibn Kays girmiş ve: “Ebu Abdurrahman (yani ibn Ömer) size ne rivayet etti ?” diye sormuş, oradakiler de “şöyle şöyle rivayet etti “ demişler.

Eş’as: Ebu Abdurrahman doğru söylemiş. Benim hakkımda nazil oldu. Bir adamla aramda Yemen’deki bir arazi yüzünden bir anlaşmazlık vardı. Onu da alıp Hz. Peygamber’e (sav) gittim ve onun hükmüne müracaat ettim.

Allah’ın Rasûlu (sav) : ”Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde beyyine (delil) var mı?” diye sordu.

Ben: “hayır, yok” dedim. “O halde onun yemini” buyurdular. Ben “O halde yemin eder.” dedim de Allah’ın Rasûlu (sav):  “her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine gecirmek için yalan yere yemin ederse Allah’a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur.” buyurdu ve hemen akabinde “Allah’a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir bahayı satın alanlar yok mu....” ayet-i kerimesi nazil oldu (müslim, İmam, 220) Başka bir rivayette tartışmalı olan yer arazi degil kuyu olarak geçmektedir. (müslim, İmam, 221)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشْتَرُونَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَشْتَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.   بِعَهْدِ  car mecruru  يَشْتَرُونَ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  اَيْمَانِهِمْ  kelimesi  بِعَهْدِ’ye matuftur.  ثَمَنًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  قَل۪يلًا  ise  ثَمَنًا ’in sıfatıdır.

اُو۬لٰٓئِك  işaret ismiyle başlayan cümle  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اُو۬لٰٓئِك  mübtedadır.  لَا خَلَاقَ لَهُمْ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِك ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  خَلَاقَ  kelimesi  لَا nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.  لَهُمْ  car mecruru  لَا nın mahzuf haberine müteallıktır.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  لَا nın mahzuf haberine müteallıktır.

يَشْتَرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري’dir. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ


Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

 يُكَلِّمُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْظُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  يَنْظُرُ  fiiline müteallıktır.  يَوْمَ  zaman zarfı,  يَنْظُرُ  fiiline müteallıktır.

الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  لَا يُزَكّ۪يهِمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  لَا يُكَلِّمُهُمُ ’ye matuftur.

يُزَكّ۪يهِمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زكو’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

       

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  لَهُمۡ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  أَلِیمٌ  ise  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ


Ayet müstenefedir.  اِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bu kişilerin bilinen kişiler olduğunun belirtmenin yanında tahkir de ifade eder.

Mevsûlün sılası  يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

بِعَهْدِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması, عَهْدِ ’ye şeref kazandırmıştır. 

ثَمَنًا ’deki tenkir, kıllet ve tahkir ifade eder.  ثَمَنًا  için sıfat olan  قَل۪يلًا  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

اِنَّ ’nin haberi olarak gelen isim cümlesi formundaki … اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin uzağı işaret eden ism-i işaretle gelmesi işaret edilenlere tahkir ve gelecek haber dikkat çekmek içindir.

Bir görüşe göre Allah’ın ahdi onun emir ve yasaklarıdır. Aynı zamanda anlaşmanın Yahudilerin Hz. Muhammed’in Tevrat’ta geçen vasıflarını saklamayacaklarına ve insanlara onu anlatacaklarına dair sözleri de olduğu ifade edilmiştir. Ne var ki onlar bu gerçekleri saklamışlardır. Ayette bahsedilen yeminler ise yine bu güruhun yöneticiliklerini ve geçimlerini kaybetme korkusuyla Tevrat’ta Hz. Peygamber aleyhisselâmın sıfatının bulunmadığına dair yalan yere ettikleri yeminleridir. Allah'a verilen söz ile yeminlerin aynı şey olması da mümkündür. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

يَشْتَرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)


 وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ  cümlesi 

 لَا خَلَاقَ  ifadesine  وَ ’la atfedilmiştir. 

Cümlede  müsnedün ileyhin  اللّٰهُ  lafzıyla gelmesi tehdidi artırmak amacına matuftur.

Aynı üsluptaki  لَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  ve  وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ  cümleleri de  اِنَّ ’nin haberi olan cümlenin müsnedine matuftur.

Müsnedin menfi muzari fiille cümle olarak  gelmesi, hudûs ve kesinlik ifade eder.

Mazi  fiil sübuta, temekküne ve istikrara işaret eder. (Âşûr, Mümtehine/6) 

Yine  خَلَاقَ  kelimesine  وَ ’la atfedilen  وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda  عَذَابٌ  için sıfat olan  اَل۪يمٌ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

عَذَابٌ ‘deki tenvin bilinemeyecek bir evsafta olduğuna işaret eder.

الْاٰخِرَةِ - يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar] sözünde istiare vardır. Satın almak manasındaki اشتري fiili, değiştirmek manasındaki استبدل manasında kullanılmıştır. Ahdi bozmaktan, istiare yoluyla satın almak şeklinde bahsedilmiş. Dünyalık değersiz şeyler Allah’la olan ahidle değiştirilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyani İlmi, S. 255)

وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ [Allah onlarla konuşmayacak ve bakmayacak] cümleleri horlamak ve kızmak manasında mecazdır. Yokmuş gibi muamele görmek değersizlik hissi verir. Dünyada bile çok kötüdür.

Ahirette nasibi olmamaları, sevapları olmayacak manasındadır. 

Kur'an'da geçen nasip, pay, hisse manasındaki kelimeleri şunlardır:

خلاق  kelimesi (6): 2/102-200, 3/77, 9/63 (3 kere).

نصيب kelimesi (14): 2/202, 4/7 (2 kere), 32/2, 33, 53, 85, 4/141, 7/37, 11/109, 12/56, 28/77, 42/20.

حظ  kelimesi (4): 4/11-17, 28/79, 41/35.

قسط  kelimesi (15): Kur'an'da pay manasında geçmemiştir.

[İşte bunların ahirette bir payı yoktur.] Yani onların ahirette hayır ve iyilikten nasipleri yoktur. [Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak.] Allah onlara lutfuyla hitap etmeyecek, merhamet nazarıyla bakmayacaktır. [Onları temize çıkarmayacaktır.] Onların amellerini sevabıyla çoğaltmayacaktır. [Eğer bir iyilik ise onu kat kat artırır.] (Nisâ 4/40) ayetinde anlattığı şekilde onlara lütuf ve keremiyle muamelede bulunmayacaktır. Bir görüşe göre onları hayırla anmayacaktır. Bir görüşe göre ise onları temize çıkarmayacaktır. [Onlar için acı bir azap vardır.] Acı verici bir azap vardır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsî

Bu ayetin bundan önceki ayetlerle ilgisi şudur ki emanete hıyanet, Müslümanlarla Kureyşliler arasındaki ahdi ve yemini geçersiz kılar. Kelam; Yahudiler arasında yaygın olan kötülükleri de içeren kötü ahlakı zikretmek amaçlı bir istinaftır. (Âşûr) 

Kıyamet gününde Allah'ın (cc) kelimelerinden ve ayetlerinden faydalanmayacaklardır. Zahirde bu ifade, Allah'ın şiddetli öfkesinden ve gazabından -Ondan Allah'a sığınırız- kinayedir. Çünkü bu cümleden sonraki  وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ  [onlara nazar etmeyecek veya onların yüzüne bakmayacak] ifadesinden de bu anlaşılır. Zira bu cümlede, onlara buğz ve onları tahkir anlamı içeren bir mecaz vardır. Çünkü değer verilen bir kimsenin yüzüne bakılır. Ancak bu ifade, bakma olmasa da itibar ve ihsan manası ifade etmek üzere de kullanılmış olabilir. Bununla beraber ihsan bir yana yüzüne hiç bakılmayacak kimseler için de kullanılmış olabilir. Fakat şurası da bir gerçek ki bu cümle, pek korkunç bir vaîd (ceza vaadi) anlamı taşır. (Ebüssuûd)

Bu ayetin içeriğine işaret ederek Malik b. Dînâr hazretleri demiştir ki: "Dinnar kelimesi, 'din' ile 'nâr' kelimelerinden oluşmuştur. Hakkıyla alınca 'din' olur, haksız alınca da 'nâr' (ateş) olur". (Elmalılı)




Günün Mesajı
Yahudilerin değişmez niteliklerinden birisi de mali ve dini konularda hainlik etmeleridir. Bunun için sabahleyin Müslüman olduklarını açıkladıktan sonra insanları şüphelendirmek için akşamleyin İslam dininden döndüklerini ilan ederler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Adalet’in sürüldüğü Erdemler Şehri’nde yeni dönem başlamıştı. Faziletler, adaletin yokluğunda zayıflamış, Reziletler ise semirmişti. Halk, Reziletler’e esir olmayı kabul eden zalimler ve Faziletler’den vazgeçmeyen mazlumlar diye ayrılmıştı. Hakkı olmadığı halde, hakkı olduğunu iddia edenler artık her yerdeydi. Her köşeden, bir mazlumun ahı yükseliyordu. Toprak bu yükün altında çöküyordu. Erdemler Şehri sahip olduğu her şeyi kaybetmek üzereydi. Ne tarihinin, ne de sanatının kıymeti kalmıştı. Aslında hepsi farkındaydı; adaletin barınmadığı yerde ne bereket, ne de hayat kalırdı. Ne sözler tutulur, ne de hak sahibine verilirdi.

Ancak Faziletler’in bir bildiği vardı: inanan kul, Rabbinden ümidi kesmeyendi. Bir gün, Faziletler toplandı. Alınan karar üzerine önce halkın mazlumlarını, sonra mazlum olma korkusundan zalimlerin yanında duranları çağırdılar. Davetleri basitti. Vakit, Allah’a sığınma ve dua etme vaktiydi. Kendi iç dünyalarındaki adaleti sağlama zamanı gelmişti. Yani değişim önce kendilerinde başlayacaktı. Ve yağmur duası gibi adalet duasına çıkacaklardı.

Ey Rabbim! Adaletsizlikten Sana sığınırız. İç ve dış dünyasında daima adil olanlardan. Haklıya hakkını verenlerden. Hangi mertebe veya makama gelirsek gelelim, daima alçak gönüllü kalanlardan. Elimizdekileri verenin Sen olduğunu ve ne zaman istersen de geri alacağını bilerek davrananlardan ve kıymet bilip şükredenlerden olmamızı nasip et. Ey duaları işiten Rabbim! Bizleri affet ve bizlere merhamet et. Yaşadığımız yeri adaletsiz bırakma. Hallerimizi faziletsiz bırakma. Ne dünyanda, ne de ahiretinde, ne dilimizi, ne de kalbimizi. Bizleri Sensiz bırakma Rabbim! 

Rüzgar, el açmışların arasında esiyor ve beraberinde taşıdığı haberi iletiyordu. Duyan yüzler aydınlanıyor, dillerinden elhamdulillah düşüyordu.

‘Adalet geri geldi.’

Adil yaşayıp, adil ölenlerden. Rabbinin huzuruna adil bir kul olarak çıkanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji