14 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 62-70 (57. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 62. Ayet

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...


Şüphesiz bu (İsa hakkındaki) gerçek kıssadır. Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰذَا budur
3 لَهُوَ (Îsa hakkındaki) o
4 الْقَصَصُ kıssa (öykü) ق ص ص
5 الْحَقُّ gerçek ح ق ق
6 وَمَا yoktur
7 مِنْ hiçbir
8 إِلَٰهٍ tanrı ا ل ه
9 إِلَّا başka
10 اللَّهُ Allah’tan
11 وَإِنَّ ve elbette
12 اللَّهَ Allah
13 لَهُوَ O
14 الْعَزِيزُ azizdir (kesin galib) ع ز ز
15 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰذَا  işaret ismi,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

هُوَ  fasıl zamiridir.  الْقَصَصُ  kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. Veya munfasıl zamir  هُوَ mübtedadır.  الْقَصَصُ  haberdir. هُوَ الْقَصَصُ  isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  الْحَقُّ  kelimesi  الْقَصَصُ  sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مِنْ  zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur mahallen merfû olarak mübtedadır. اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, haberdir.

هُوَ  zamiri ya  اِنَّ ’nin ismi ile haberi arasında fasıl zamiridir ya da mübtedadır. Bu durumda   الْقَصَصُ الْحَقُّ  ifadesi haber olur ve bu cümle bir bütün olarak  اِنَّ ’nin haberi olur. Şayet “Fasıl zamirinin başına  لَ  gelmesi neden caiz olmuştur?” dersen şöyle derim:  لَ ’ın haberin başına gelmesi caiz olduğuna göre fasıl zamirinin başına gelmesi haydi haydi caizdir. Zira bu zamir, mübtedaya haberden daha yakındır, aslolan  لَ ’ın mübtedanın başına gelmesidir. (Keşşâf


وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. هُوَ  fasıl zamiridir. الْعَز۪يزُ kelimesi  اِنَّ ’nin haberidir.  الْحَك۪يمُ  ise  الْعَز۪يزُ ’nun sıfatıdır.


اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ


Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi; اِنَّ, fasıl zamiri, tekid lamı ve haberin harf-i tarifle gelmesi olmak üzere birden çok unsurla tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. الْقَصَصُ ,الْحَقُّۚ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

İsmi işaret olan  هٰذَا; İsa (as) için bahsedilen ilâhlığın reddi içindir. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene tazim ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ  cümlesi  الْكَاذِب۪ينَ sözünün gereğini açıklamak için itiraz olarak  وَ ile atfedilmemiştir. Çünkü onlar İsa’nın (as) Allahın kulu olduğunu inkâr ettiler ve onun üstün olduğunu iddia ettiler. Bu cümle onun kul olduğunun ve anlatılanların doğru olduğunun ispatıdır. (Âşûr)   

[Şüphesiz bu (İsa hakkında söylenenler), doğru haberlerdir.] Yani sana Hz. İsa hakkında peşi sıra anlattığımız bu kıssa, içinde hiç yalan bulunmayan hakikattir, o doğrunun ta kendisidir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Ebüsuûd - Ruhu’l Beyan - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

وَ  atıf   مَا  nafiyedir. Sübut ifade eden cümlede, mübteda olan  اِلٰهٍ ’e dahil olan  مِنْ zaiddir. Cümlenin zaid harf, haberin marifeliği ve kasrla tekid edilmesi faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. İlâhlık, Allah’a kasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.

اِلٰهٍ ’deki tenvin “hiçbir ilâh” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُۜ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Müsnedin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur.

وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ [Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur.] ifadesindeki  مِنْ  harfi,  لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ifadesindeki  اِلٰهَ ’nin fetha üzere mebni olması gibi istiğrak yani “hiçbir” anlamı ifade eder. Maksat, teslis konusunda Hristiyanları reddetmektir. (Keşşâf - 

Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan - Âşûr)

مِنْ  edatı olumsuzluğu vurgulamak ve mübalağa için gelmiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)


وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ


İstînâfa matuf olan cümle, fasıl zamiri, tekid lamı ve haberin harf-i tarifle gelmesi olmak üzere birden çok unsurla tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlin, müsnedün ileyh konumunda gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

الْعَز۪يزُ  ve  الْحَك۪يمُ  isimleri Allah’a (cc) ait iki sıfat, iki haberdir. Müsnedin harf-i tarifle marife olması tahsis ifade eder. Ayrıca Allah Teâlâ’ya ait bu iki sıfatın marife gelişi bu sıfatların varlık derecesinin kemâline işaret eder. Aralarında  وَ  olmaması sıfatların her ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene, bu sıfatların ayetin bağlamıyla uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatları vardır.

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)

Son cümlede Allah’a ait zamir yerine Allah isminin gelmesi muktezâ-i zâhirin hilafınadır. 

Allah lafzının tekrarı onun azametine işaret içindir. 

[Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.] Yani düşmanlarından intikam alan ve dostlarına delillerini öğretendir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)
Âl-i İmrân Sûresi 63. Ayet

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟  ...


Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları çok iyi bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 تَوَلَّوْا dönerlerse و ل ي
3 فَإِنَّ muhakkak ki
4 اللَّهَ Allah
5 عَلِيمٌ bilir ع ل م
6 بِالْمُفْسِدِينَ bozguncuları ف س د

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟


فَ  atıf harfidir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. تَوَلَّوْا  şart fiili, elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir. عَل۪يمٌ  ise  إِنَّ’nin haberidir.

بِالْمُفْسِد۪ينَ۟  car mecruru  عَل۪يمٌ’e müteallıktır. الْمُفْسِد۪ينَ۟  kelimesinin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salimler ى  ile mecrur olurlar.

الْمُفْسِد۪ينَ۟  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.


فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟


Ayet önceki istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. تَوَلَّوْا şart fiilidir. Cevap, rabıta harfi  فَ ’nin dahil olduğu  اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟  cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, kalplerde haşyet duyguları uyandırmak ve haberin önemine işaret etmek içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk’ın تَوَلَّوْا  emrine gelince bundan murat, her ne kadar bir yerden başka bir yere geçmek söz konusu olmasa dahi çağrılmış oldukları şeyi belirlemeleri ve onu incelemeye yönelmeleridir. Çünkü bunun aslı تَعَالى lafzından alınmadır. Bu kelime, alçak bir yerden yüksek olan başka bir yere yükselmek anlamını ifade eder. Sonra bu kelime çok kullanıldığı için kendisine çağırılan şeye ve yere yönelme ve teveccüh etmeyi isteme manasına delalet eder olmuştur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)  

اِنْ  ve  اِنَّ  arasında cinas vardır.

Aslında şartın cevabı hazfolmuştur. فَ  ile başlayan cümle, cevap gibi gözükse de tam olarak cevap değildir. Takdir şöyledir: “Onlara cehennem azabı var. Çünkü Allah fesat çıkaranları iyi bilir.” Bu manadaki bir cümle hazfedilmiştir. Bu hazifler zihnin devreye girmesini ve mananın daha iyi yerleşmesini sağlar. Bu hazif yerine gelen cümle; Allah’ın yüz çevirenlerin işleyeceği kötü amelleri bildiği ve gereğince cezalandırdığı manasını ifade eder. Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette zamir yerine الْمُفْسِد۪ينَ۟ diyerek zahir isim kullanılması; delillerden yüz çevirmenin ve tevhidden yan çizmenin dini bozmak ve nefsi fesada götüren hatta dünyayı fesada veren itikat olduğunu göstermek içindir. (Kādî Beyzâvî)

Onların الْمُفْسِد۪ينَ۟ [bozguncu] olarak vasıflandırılmaları, “Delil ve belgeler açık seçik ortaya koyulduktan sonra yine de tevhidden ve kaçınılmaz haktan yüz çevirmek, âlemi ifsattan başka bir şey değildir.” anlamındadır. (Ebüssuûd)

[Eğer yine yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir.] Yani ‘’eğer mübâheleden (lanetleşme) yüz çevirirlerse.’’ Bir görüşe göre de anlam şöyledir: Sana iman edip Seni bu konuda tasdik etmekten yüz çevirirlerse Allah onlara vereceği cezayı çok iyi bilmektedir. Çünkü onlar insanları fesada sürüklemekte, yeryüzünde fesat çıkarmaktadırlar. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Ebüssuûd - Ruhu’l Beyan)
Âl-i İmrân Sûresi 64. Ayet

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ  ...


De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
3 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
4 تَعَالَوْا gelin ع ل و
5 إِلَىٰ
6 كَلِمَةٍ bir kelimeye ك ل م
7 سَوَاءٍ eşit olan س و ي
8 بَيْنَنَا bizim aramızda ب ي ن
9 وَبَيْنَكُمْ ve sizin aranızda ب ي ن
10 أَلَّا
11 نَعْبُدَ ibadet etmeyelim ع ب د
12 إِلَّا başkasına
13 اللَّهَ Allah’tan
14 وَلَا
15 نُشْرِكَ ortak koşmayalım ش ر ك
16 بِهِ O’na
17 شَيْئًا hiçbirşeyi ش ي ا
18 وَلَا
19 يَتَّخِذَ edinmeyelim ا خ ذ
20 بَعْضُنَا bazımız ب ع ض
21 بَعْضًا bazımızı ب ع ض
22 أَرْبَابًا tanrılar ر ب ب
23 مِنْ
24 دُونِ başka د و ن
25 اللَّهِ Allah’tan
26 فَإِنْ eğer
27 تَوَلَّوْا yüz çevirirlerse و ل ي
28 فَقُولُوا deyin ق و ل
29 اشْهَدُوا şahid olun ش ه د
30 بِأَنَّا şüphesiz biz
31 مُسْلِمُونَ müslümanlarız س ل م

   Aleve-Aleye علو-علي :

  عُلُوٌّ yani yükseklik kelimesi, سُفْلٌ'un yani alçaklığın zıddıdır. Ulvî عُلْوِيٌّ ve suflî سُفْلِيٌّ sözcükleri bu ikisine mensup olanlar hakkında kullanılır.

  Fetha ile gelen عَلا kullanımı daha çok mekan ve cisimler için kullanılır.

  أعْلَى en şerefli, en yüce anlamındadır. إسْتِعْلَى lafzı bazen yerilen ululanma isteği bazen de yücelik ve ululuk isteme anlamında gelir. 

  İfade edildiğine göre عَلا fiili övülen ve yerilen hususların her ikisinde de kullanılır. عَلِيَ fiili ise yalnızca övülen hususlarda kullanılır.

  Allahu Teala hakkında kullanılan Teâlâ تَعالَى kavramının tefâul babında gelmesinin sebebi insanda olduğu gibi tekellüf yollu değil aksine bu hususta mübalağa bildirmek içindir.

  عَلِيٌّ kadri yücedir ve عَلِيَ kökünden gelir.

  Türkçede de kullandığımız ilave عِلاوَةٌ kelimesi bir şeyin en üst kısmını ifade eder. Yine bu köke ait ألْعُلَى ise أعْلَى sözcüğünün dişilinin çoğuludur.

  عُلُوٌّ makamın yüksek olmasıdır. تَعالَ diyen kimse sanki yüceliğin olduğu yere/tarafa çağırmaktadır.

  Son olarak عُلُوٌّ göz önünde bulundurularak yüksek yer, yücelik ve şerefe عَلْياءُ denmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 70 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri âlâ, ale(lâde), âli, ulvî, ilave, istilâ, müteâl, aliyyülâlâ, teâli, Teâlâ, ılliyyun ve Ali'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli, يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ ’dir. 

يَٓا  nida harfidir.  اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı تَعَالَوْا ’dir. تَعَالَوْا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلٰى كَلِمَةٍ  car mecruru  تَعَالَوْا  fiiline müteallıktır. سَوَٓاءٍ kelimesi  كَلِمَةٍ ’in sıfatıdır.

بَيْنَ  mekân zarfı, سَوَٓاءٍ’e müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَكُمْ  izafeti atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَنَا ’ya matuftur. اَنْ  masdar harfidir.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, سَوَٓاءٍ  kelimesinden bedel olarak mahallen mecrurdur. Yani تعالوا إلى ترك عبادة غير الله (Gelin, Allah’tan başkasına ibadeti terk edelim.) demektir. Veya mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfû olması da caizdir. Takdiri هي  şeklindedir. نَعْبُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُشْرِكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.  بِه۪  car mecruru  نُشْرِكَ  fiiline müteallıktır. شَيْـًٔا  mef’ûlun bihtir.

Cümle atıf harfi وَ ’la  نَعْبُدَ  fiiline atfedilmiştir.

 لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَّخِذَ  mansub muzari fiildir. بَعْضُ  faildir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَعْضًا  mef’ûlun bihtir.  اَرْبَابًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

مِنْ دُونِ  car mecruru  اَرْبَابًا’in mahzuf sıfatına müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

      

 فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ


فَ  istînâfiyyedir. اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَوَلَّوْا  şart fiili, elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُولُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı faildir. Mekulü’l-kavli  اشْهَدُوا ’dur. قُولُوا  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

اشْهَدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و’ı faildir. 

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceri ile birlikte  اشْهَدُوا  fiiline müteallıktır.  نَا  mütekellim zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  مُسْلِمُونَ  ise  أَنَّ ’nin haberidir. Ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـٔاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً اَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ


Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı …تَعَالَوْا اِلٰى ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ  ifadesiyle bir görüşe göre hem Hristiyanlar hem Yahudiler; bir görüşe göre Necran heyeti; diğer bir görüşe göre de Medine Yahudileri kastedilmiştir. (Keşşâf - Âşûr) 

Masdar harfi  أن’in dahil olduğu cümle  لَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ, cer mahallinde  كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ ’den bedeldir. Menfi muzari fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. 

تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ  [Sizinle bizim aramızda eşit olan] yani Kur’an, Tevrat ve İncil’in farklılık arz etmediği, dolayısıyla aramızda eşit olan bir ilkeye gelin. 

İlke; yani  كَلِمَةٍ  ise [Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; bir kısmımız bir kısmımızı Allah’tan başka Rab edinmesin.] ifadesidir. Yani burada şöyle denmektedir: Gelin bu ilkede birleşelim de “Üzeyir Allah’ın oğludur.” veya “Mesih Allah’ın oğludur.” demeyelim. Çünkü bunların her ikisi de bizden birileridir; bizim bir kısmımızdır, bizim gibi bir beşerdir. Din adamlarımızı, Allah’ın koymuş olduğu yasaya müracaat etmeden ihdas etmiş oldukları haram ve helaller konusunda takip etmeyelim, onlara uymayalım demektir. (Keşşâf) 

سَوَٓاءٍ  kelimesi, adalet ve insaf demektir. Öyle ki insafın hakikati, bir şeyin yarısını vermek, ortalamak demektir. Çünkü aklen vacip olan, kişinin hem kendine hem de başkasına zulmetmeyi terk etmesidir. Bu da ancak yarıyı vermekle, ortalamakla, ortayı gözetmekle mümkün olur. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)

Cümlede  لَّا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid ederek hem olumsuz hem de olumlu mana kazandırmıştır. Yani ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. Sadece Allah’a kulluk edelim’ demektir.

İbadet etmek Allah’a mahsus kılınmıştır. Yine kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Vakıaya da uygun olduğu için hakikî ve tahkikî kasrdır. Yani mevsûfa hasredilen sıfat, başkasında hakikî manada bulunmaz ve vakıa da böyledir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim ifadesinden sonra hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım ifadesi, hususun umuma atfı babında ıtnâbdır.

لَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا  cümlesi ve  لَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ  cümlesi  لَّا نَعْبُدَ’ya  وَ ’la atfedilmiştir. Her iki cümle de faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade etmiştir.

Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

دُونِ اللّٰهِۜ  izafeti, gayrıyı tahkir ve kısa yoldan izah için gelmiştir.

Farklı manalardaki  بَيْنَ  ve  بَعْض  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَيْـًٔا  ve  اَرْبَابًا  kelimelerinin nekre gelişleri ‘’hiçbir’’ anlamı kazandırmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder. 

اَرْبَابًا - نُشْرِكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَلِمَةٍ’nin belirsiz olması tazim için olabilir. Kelime zikredilmiş, kelimenin hükmü kastedilmiştir. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

اَرْبَابًا kelimesinde teşbih vardır. Ehli kitabın bazı haramları helal sayan alimleri, ibadete layık olan Allah’a benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)

 

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ


فَ  istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi …فَقُولُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli … اشْهَدُوا, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetin sonundaki cer mahallindeki masdar-ı müevvel, بِاَنَّا مُسْلِمُونَ  cümlesi ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.

İki fiili cezm eden  اِنْ  şart harfi vukuu kesin olmayan durumlarda müstakbel için kullanılır. Mütekellim ya iki şey arasında tereddüt ediyordur ya da vuku bulacağına ihtimal vermiyordur. Yani fiilin gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali eşitse ya da gerçekleşmeme ihtimali daha da fazla ise şart için bu harf  kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

اِلَّا  ve  اَلَّا  arasında muharref cinas, قُلْ ve قُولُو arasında ise iştikak cinası reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

[Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız!’ deyiniz.] Yani eğer onlar bunu kabul etmeyip yüz çevirirlerse “Biz Allah’ı bir bilip O’na kulluk ederek ihlaslı olanlarız, İbrahim’in dininden olanlarız. Şüphesiz ki o (İbrahim) hanif bir Müslümandır.” deyiniz.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Ebüssuûd)
Âl-i İmrân Sûresi 65. Ayet

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ  ...


Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
2 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
3 لِمَ neden
4 تُحَاجُّونَ tartışıyorsunuz ح ج ج
5 فِي hakkında
6 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
7 وَمَا
8 أُنْزِلَتِ oysa indirilmiştir ن ز ل
9 التَّوْرَاةُ Tevrat
10 وَالْإِنْجِيلُ ve İncil
11 إِلَّا ancak
12 مِنْ
13 بَعْدِهِ ondan sonra ب ع د
14 أَفَلَا
15 تَعْقِلُونَ düşünmüyor musunuz? ع ق ل

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ


يَٓا  nida harfidir. اَهْلَ  münadadır.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  لِمَ تُحَٓاجُّونَ’dir.  لِمَ  kelimesinin aslı  لِمَا  şeklindedir. İstifham ile haberin arasındaki farkı göstermek üzere elif hazf edilmiştir (Kurtubî). 

 مَ  istifham ismi,  لِ  harf-i ceriyle  تُحَٓاجُّونَ  fiiline müteallıktır.  تُحَٓاجُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  تُحَٓاجُّونَ  fiiline müteallıktır.

اِبْرٰه۪يمَ  gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

    

وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ


وَ  haliyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اُنْزِلَتِ  meçhul mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.

التَّوْرٰيةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

الْاِنْج۪يل  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  التَّوْرٰية ’ye matuftur. اِلَّا  hasr edatıdır. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اُنْزِلَتِ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.      

Hemze inkârî istifhamdır. فَ  atıf harfidir.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ  muzari fiil  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida  üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı … لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي   ise istifham üslubunda talebî  inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir. 

Nidanın cevabındaki istifham, gerçek manada soru olmayıp ikaz ve azarlama manasına geldiğinden cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Âşûr)

ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ’den murat, O’nun dinidir. Bu; hükmü zatıyla açıklamaktır. (Âşûr)

 


وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ


Ayette hal konumunda olan cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır, مَٓا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr sayesinde olumsuz ve olumlu hüküm tek bir cümlede kısaca ve tekidle ifade edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale-l mevsûftur. Kasr-ı kalptir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi mukadder istînâfa matuftur.  Takdiri; أغفلتم فلا تعقلون (Gaflet ettiniz ve artık akletmez misiniz?) olabilir. 

İnkârî istifham olan bu cümle, taaccüp manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İndirilenlerin Tevrat ve İncil olarak açıklanması taksim sanatıdır. 

Tevrat ve İncil kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin sonu mücadele edenlerin akıllarını yeterince kullanmadıklarına işaret eder. 

Tevrat ve İncil onlardan sonra indirildi derken melzumu olan Musa (as) ve İsa (as) ondan sonra gönderildi manası kastedilmiştir. Kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

[Ey ehli kitap! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz?] Yani niçin İbrahim hakkında tartışıyorsunuz ve onun Yahudi veya Hristiyan olduğunu söylüyorsunuz. [Oysa Tevrat da İncil de ondan sonra indirilmiştir.] Yani İbrahim’in ölümünden sonra indirilmiştir. Bir rivayete göre Tevrat, Hz. İbrahim’in vefatından bin sene sonra; İncil ise iki bin sene sonra indirilmiştir. (Batıl olan) Yahudilik, Tevrat ehlinin kitaplarına muhalefet etmeleriyle, (batıl olan) Hıristiyanlık ise İncil ehlinin kitaplarına aykırı gelmeleriyle ortaya çıkmıştır. Yahudilik ve Hristiyanlık gibi sıfatların Hz. İbrahim’e nispet edilmesi nasıl doğru olabilir ki?! Bunlar Hz. İbrahim’den çok uzun zaman sonra nazil olmuştur. “Siz hiç düşünmüyor musunuz?” Yani bu sözün yanlış olduğunu anlayacak kadar da aklınız yok mu? (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Keşşâf - Ebüsuûd)
Âl-i İmrân Sûresi 66. Ayet

هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  ...


İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَا أَنْتُمْ işte siz böylesiniz
2 هَٰؤُلَاءِ o kimseler ki
3 حَاجَجْتُمْ tartışıyorsunuz ح ج ج
4 فِيمَا olan şey
5 لَكُمْ sizin
6 بِهِ onun (hakkında)
7 عِلْمٌ biraz bilginiz ع ل م
8 فَلِمَ ama neden?
9 تُحَاجُّونَ tartışıyorsunuz ح ج ج
10 فِيمَا hakkında
11 لَيْسَ olmayan ل ي س
12 لَكُمْ sizin
13 بِهِ onun (hakkında)
14 عِلْمٌ bilginiz ع ل م
15 وَاللَّهُ Allah
16 يَعْلَمُ bilir ع ل م
17 وَأَنْتُمْ ve siz
18 لَا
19 تَعْلَمُونَ bilmezsiniz ع ل م

هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ


İsim cümlesidir.  هَٓا  tenbih harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i işaret  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  حَاجَجْتُمْ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  حَاجَجْتُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası   لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  بِه۪  car mecruru  عِلْمٌ  mahzuf haline müteallıktır.  عِلْمٌ  muahhar mübtedadır.

فَ  atıf harfidir.  مَ  istifham isminin ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye elifi hazf edilmiştir.  لِ  harf-i ceriyle  تُحَٓاجُّونَ  fiiline müteallıktır. تُحَٓاجُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  حَاجَجْتُمْ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَيْسَ  nakıs camid fiildir. كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  لَكُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  بِه۪  car mecruru  عِلْمٌ ’un mahzuf haline müteallıktır.  عِلْمٌ  kelimesi  لَيْسَ’nin muahhar ismidir.

Burada geçen  هَٓا  tenbih anlamında kullanılan bir edattır.  اَنْتُمْ  [Siz] zamiri ile ehli kitaba hitap edilmiştir. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  kelimesi  اَنْتُمْ  (siz) ifadesini tekiddir. Bir görüşe göre ayetin manası şöyledir: İşte [peygamberle] tartışan sizler böyle kimselersiniz. Bir görüşe göre buradaki  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ifadesi “Ey şu kimseler” şeklinde bir hitaptır. Yani sizler Musa’nın ve İsa’nın dini konusunda Hz. Muhammed’e (sav) karşı geliyorsunuz. Çünkü Tevrat ve İncil, o ikisine indirilmiştir. Siz de Hz. Muhammed’in davet ettiği dinin, Musa’nın ve İsa’nın dinlerine muhalif olduğunu iddia ettiniz. Çünkü siz Tevrat’ın ve İncil’in hükümlerini bilmektesiniz ve Hz. Muhammed’den (sav) bunlara aykırı gibi görünen bazı şeyler duydunuz. Her ne kadar (dininizin Hazreti Musa ve İsa’nın dini olduğu konusunda) (Tevrat ve İncil’den öğrendiğiniz) bilgi ile Peygamberle mücadele ettiyseniz de / etseniz de Hz. İbrahim’in Yahudi mi yoksa Hristiyan mı olduğu konusunda mücadele edemezsiniz. Çünkü bu konuda Tevrat’ta da İncil’de de bu meseleye dair herhangi bilgi yoktur. Dolayısıyla bu konuda tartışmak, bilgisizce çekişmek anlamına gelir.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr- Ebüsuûd - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)

      

 وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

یَعۡلَمُ  muzari fiili haber olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  أَنتُمۡ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَا تَعۡلَمُونَ  haber olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعۡلَمُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur.




هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ 


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda lâzım-ı  faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenleri tahkir ifade eder.

هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ [Siz öyle kimselersiniz ki] ifadesindeki  هَٓا; dikkat çekme, tenbih veya taaccüp ifadesi,  اَنْتُمْ  mübteda, هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ise haberdir.  ْحَاجَجْتُمْ [münakaşa ediyorsunuz] ifadesi ilk cümleyi açıklayan yeni bir cümle olup “siz öyle ahmak insanlarsınız ki ahmaklığınız, akıl yetersizliğinizin izahı, münakaşa ediyor olmanızdır.” şeklindedir. (Keşşâf)

Müstenefe olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin  اَنْتُمْ  için haber olmasına da cevaz vardır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sıla cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عِلْمٌ’un muahhar mübteda olduğu bu cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bildikleri şeyde tartışmaları bilginin doğru olmadığını ifade eder. Hakla batılı karıştırmışlardır.

لَكُمْ  ve  ف۪يمَا  ifadelerinin tekrarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle  فَ  ile istînâfa atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sıla  cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَيْسَ لَكُمْ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

 عِلْمٌ’un لَيْسَ’nin muahhar mübtedası olduğu bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ cümlesiyle  لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ cümlesi arasında mukabele vardır.

[Haydi, bilginiz olan şeyler üzerinde] yani Tevrat ve İncil’in bildirdiği konularda [münakaşa ediyorsunuz! Peki, bilginiz olmayan bir şey üzerinde] yani kitaplarınızda söz konusu edilmeyen, İbrahim’in dini meselesinde [niçin münakaşa ediyorsunuz?] (Keşşâf)

Ayet-i kerimede bilgisi olmayanlarla tartışmanın ve konu ile ilgili yeterince araştırması bulunmayan kimsenin, o konuda tartışmasının yasak kılındığına dair delil vardır. Bununla birlikte bilen ve yakîn sahibi olan kimsenin tartışacağına dair de emir varid olmuştur. (Kurtubî)


وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ


وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir.

 Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir.

Ayetin isim cümlesi formunda gelen son cümlesinde ise müsned, menfi fiil cümlesidir. Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. 

يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُون kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır. علم kelimesi bir kere olumlu bir kere olumsuz gelmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهَ  isminde tecrîd sanatı vardır.

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ  ve  اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

يَعْلَمُ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

Ayette  عِلْمٌۜ fiili 4 kere geçmiştir. Aralarında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle Bakara Suresi 233. ayetin fasılasıyla aynıdır. İki cümle arasında tekrir ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette mezhebu’l-kelamî sanatı vardır. Kur’an-ı Kerim bu ve buna benzer ayetlerle, insanın aklını kullanarak gerçeğe ulaşma konusunda varsayımları eleyerek mantıklı bir düşünce sistemi içerisinde hakikatı bulma yolunu göstermektedir. Meẕhebu’l-kelamî sanatı açısından da güzel bir örnek oluşturmaktadır. (Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Hasan Uçar Doktora Tezi) 

وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ [Oysaki Allah her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.] Yani Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in sizin iddia ettiğiniz gibi olmadığını bilir. Sizler ise onun iddia ettiğiniz gibi olduğunu bilmiyorsunuz. Allah gaibi de gaip olmayanı da bilir. Siz ise sadece gördüklerinizi ya da size haberi ulaşan şeyleri bilirsiniz. İbrahim sizin yanınızda değildi. Yahut onun haberi doğru bir şekilde size ulaşmamıştı. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr-Keşşâf)

Âl-i İmrân Sûresi 67. Ayet

مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِياًّ وَلَا نَصْرَانِياًّ وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفاً مُسْلِماًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  ...


İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 كَانَ değildi ك و ن
3 إِبْرَاهِيمُ İbrahim
4 يَهُودِيًّا yahudi
5 وَلَا ne de
6 نَصْرَانِيًّا hıristiyan ن ص ر
7 وَلَٰكِنْ fakat
8 كَانَ idi ك و ن
9 حَنِيفًا dosdoğru ح ن ف
10 مُسْلِمًا bir müslüman س ل م
11 وَمَا
12 كَانَ ve değildi ك و ن
13 مِنَ -den
14 الْمُشْرِكِينَ müşrikler- ش ر ك

İslâm, insan tabiatına ve fıtrata en uygun dindir. İslâm’ın özü, Allah’a tam teslim olmayı ve sadece O’na kul olmayı ifade eden “hanîflik”tir. Nitekim Yüce Allah, “(Habibim) sen yüzünü bir hanîf olarak (dini sadece Allah’a has kılarak) dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır.” (Rûm, 30/30.) buyurmuş, Rasûlullah (sav) da bir hadisinde Allah’ın bütün insanları hanîf olarak yarattığını söylemiştir.(M7207 Müslim, Cennet, 63.)

Bir başka hadiste Allah’ın en sevdiği din olarak ifade edilen (İbn Hanbel, I, 236.) “hanîflik”, Kur’ân’da, “Millete İbrâhîme hanîfen” (Bakara, 2/135.) ifadesiyle İbrâhim Peygamber’e izafe edilmiştir. 

Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) peygamberlik geleneği içinde kendisini, bir binanın eksik kalmış son tuğlasına benzetmiştir. (B3535 Buhârî, Menâkıb, 18.) 

Bütün peygamberler Allah’tan aldıkları ve özde aynı olan dini/İslâm’ı tebliğ etmişler ve risâlet Hz. Peygamber’le (sav) son bulmuştur. (Hadislerle İslâm Cilt 1 Sayfa 49)

مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِياًّ وَلَا نَصْرَانِياًّ وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفاً مُسْلِماًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ


مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi  اِبْرٰه۪يمُ ’dur. Haberi ise  يَهُودِيًّا ’dir. 

  نَصْرَانِيًّا  kelimesi atıf harfi وَ ’la  يَهُودِيًّا ‘e matuftur. وَ  atıf harfidir.  

لٰكِنْ  istidrak harfidir,  لٰكِنّ ’den muhaffefedir. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو’dir.  حَن۪يفًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir. مُسْلِمًا  ise ikinci haberdir.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هو  zamiridir. 

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti  ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.


مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِياًّ وَلَا نَصْرَانِياًّ وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفاً مُسْلِماًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ


Ayet istînâfiyyedir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı tekid ifade eder.

مَا كَانَ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

وَلٰكِنْ  istidrak harfidir. لٰكِنْ  kendisinden  sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474) 

İstînâfa matuf olan ve  كَانَ’nin dahil olduğu isim cümlesi   وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ  sözünde Müslümandan maksat, Allah’a itaat eden, boyun eğen, demektir. Yoksa Hz. İbrahim’in İslam dini üzere olduğu kastedilmemiştir. (Ruhu’l Beyan - Ebüssuûd)

كَانَ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/36, s.124)

Ayetin son cümlesi  وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ’nin müteallakı olan haber  كَانَ ’nin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  cümlesiyle  كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

كَانَ - مَا كَانَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı, لٰكِنْ - كَانَ  kelimeleri arasında  cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَهُودِيًّا - نَصْرَ, حَن۪يفًا - مُسْلِمًاۜ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حَن۪يفًا - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ayrıca ‘müşrik değildi’ demeye ihtiyaç olmadığı halde söylenmiş. Demek ki burada bir vurgu vardır. Mefhumu muhalifi, ‘ama siz şirk koşuyorsunuz’ manasıdır. 

Son cümle manevi tekiddir. 

مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا [İbrahim, ne Yahudi ne de Hıristiyan idi.] Bu, her iki grubun Hz. İbrahim hakkındaki sözünün reddedildiğine dair bir açıklamadır. 

وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ [Fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi.] Hz. İbrahim istikamet sahibi bir Müslümandı. Her türlü günahtan uzak dururdu. Hac yapmış ve sünnet olmuştu. Siz ey ehli kitap! Böyle değilsiniz ve onu takip etmiyorsunuz. [Müşriklerden de değildi.] Sizler ise “Üzeyir Allah’ın oğludur.”, “Mesih Allah’ın oğludur.” dediğiniz için müşriklerdensiniz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Ebüssuûd)
Âl-i İmrân Sûresi 68. Ayet

اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ doğrusu
2 أَوْلَى en yakın olanı و ل ي
3 النَّاسِ insanların ن و س
4 بِإِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
5 لَلَّذِينَ kimselerdir
6 اتَّبَعُوهُ ona uyan(lar) ت ب ع
7 وَهَٰذَا ve bu
8 النَّبِيُّ peygamber ن ب ا
9 وَالَّذِينَ ve kimselerdir
10 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
11 وَاللَّهُ Allah da
12 وَلِيُّ dostudur و ل ي
13 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlerin ا م ن

Ayette yahudilerin ve hıristiyanların iddialarının çürütülmesiyle ilgili ifadeleri müşrik Araplar’ın istismar edip kendilerine pay çıkarmalarına imkân bırakılmamış ve Hz. İbrâhim hakkında ayrıca “müşriklerden de değildi” buyurulmuştur (krş. Bakara 2/135).

اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اَوْلَى  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismidir. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بِاِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اَوْلَى ’ya müteallıktır. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوهُ’dur.  اتَّبَعُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  هٰذَا, ism-i mevsûle atfedildiği için mahallen merfûdur.  النَّبِيُّ  ism-i işaretten bedel veya onun sıfatıdır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ  [Ona uyanlardır.] Buradaki  لَ  harfi,  اِنَّ  edatının cevabının başına vurgulama amacıyla gelmiştir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

 

وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ


İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  وَلِيُّ  haberdir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Ayetteki ilk ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müfessirler  اَوْلَى’nın burada  اَجْدَرَ (daha layık) anlamında olduğunu söylemişlerdir. Bu yüzden  بِاِبْرٰه۪يمَ’den önce bir muzâf yani  بِدِينِ إبْراهيم  takdir edilmesi gerekmektedir. (Âşûr)

اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يم  [İbrahim’e en yakın olanlar] yani onun en has ve yakını olan kimseler demektir. اَوْلَى  kelimesi yakınlık anlamındaki  وَلىِ  kökündendir.  اتَّبَعُوهُ [şüphesiz, ona uyanlardır] yani döneminde ve sonrasında ona uyanlardır.  هٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ [ve özellikle şu Peygamber ve iman edenlerdir] onun ümmetidir. (Keşşâf)

Cümle bedel olarak  لَلَّذ۪ينَ’ye atfedilmiştir. Bedel ıtnâb sanatıdır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle sübut ifade eder. 

Nebilerin  هٰذَا  ile işaret edilmesi onları tazim içindir.

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi o kişilerin bilinen olduğunu belirtmenin yanında o kişilere tazim ifade eder. Mevsûlün sılası müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هٰذَا النَّبِيُّ’deki işaret ismi muhataplar arasında tanınmasından mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

 الَّذ۪ينَ’de tevcih sanatı vardır. Ayrıca ayetteki iki  الَّذ۪ينَ  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ


Bu cümle istînâfiyye olarak  وَ ’la gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve muhabbet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

اَوْلَى- وَلِيُّ  ve  الْمُؤْمِن۪ينَ - اٰمَنُواۜ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cem’ (insanların en yakını) ma’at-taksim (Ona uyanlar, bu peygamber ve iman edenler) vardır.

Allah müminlerin velisidir (lazım) yani onları kendine yaklaştırır, korur, destekler (melzum). Bu cümlede lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır.

اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ [İnsanların İbrahim’e en yakın olanı] ifadesi insanların İbrahim’in dinine mensup olduğuna dair iddiasında en haklı olanı anlamına gelmektedir. 

 اتَّبَعُوهُ  لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ [Ona uyanlardır.] Buradaki  اِنَّ , لَ  edatının cevabıdır. Vurgulama amacıyla gelmiştir. [Şu peygamber] Yani Muhammed Mustafa’dır (sav). Çünkü ona tâbi olmuştur.  وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ [Ona iman edenlerdir.] Yani onun ümmetidir. Zira onlar O’na (Hz. Peygambere) tâbi olmuşlardır.

وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ [Allah müminlerin dostudur.] Yani Allah müminleri sever. O’na (Hz. Peygambere) tâbi olanların derecelerini yükseltir. Hz. İbrahim’e dostluk (halîl olma) nimetini verdiği gibi Hz. Peygambere tâbi olanlara da velayeti / dostluğu layık gördü. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Ruhu’l Beyan)

وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ  Allah, müminlerin yardımcısıdır ve onları imanlarına karşılık güzelce ödüllendirecektir. Burada özellikle müminlerin zikredilmesi, nihai hakimiyet ve zaferin Peygamberimize (sav) ait olduğunu nass delaletiyle tespit etmek içindir. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 69. Ayet

وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ  ...


Kitap ehlinden bir grup sizi saptırabilmeyi çok arzu etti. Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar, fakat farkına varmıyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَّتْ istedi ki و د د
2 طَائِفَةٌ bir grup ط و ف
3 مِنْ -nden
4 أَهْلِ ehli- ا ه ل
5 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
6 لَوْ eğer
7 يُضِلُّونَكُمْ sizi saptırsınlar ض ل ل
8 وَمَا oysa
9 يُضِلُّونَ saptırıyorlar ض ل ل
10 إِلَّا sadece
11 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
12 وَمَا
13 يَشْعُرُونَ farkında değiller ش ع ر

وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ 


Fiil cümlesidir.  وَدَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir. 

طَٓائِفَةٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ اَهْلِ  car mecruru  طَٓائِفَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَوْ  masdar harfidir. لَوْ  ve masdar-ı müevvel,  وَدَّتْ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubtur.

يُضِلُّونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ  [Ehl-i kitaptan bir kısmı sizi saptırmayı arzu ettiler.] Yani [sizi saptırmak] istediler ve temenni ettiler. لَوْ  temenni edatıdır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

وَدُّوا  لَوْ يُضِلُّونَكُمْ  [Sizi saptırmayı arzu ederler] ile  اَرَادُوا اَنْ  يُضِلُّوكُمْ [Sizi saptırmayı murat ederler.] arasındaki fark şudur: İrade muradın gerçekleştirilmesini gerektirir veya fiile çağırma yerinde kullanılır.  لَوْ   ile yapılan bir temenni ise bir şeyin gerçekleşmesinin bildirimi değil de insanın içinden geçen bir arzunun ve isteğin ifadesidir.  (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)   

     

وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُضِلُّونَ  muzari fiildir.  نَ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْفُسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَشْعُرُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُضِلُّونَ   fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل’dır. İf’al babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müspet fiil cümlesi sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  طَٓائِفَةٌ ’un nekre gelişi tahkir ifade eder.

مِنْ  harf-i ceri, ba’diyet ifade eder. Burada Cenab-ı Hak onların bir kısmını zikretmiş, bu hükmü onların hepsine teşmil etmemiştir. Çünkü onların içinde iman etmiş olanlar da bulunmaktaydı. (Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Âşûr)

يُضِلُّونَكُمْۜ  cümlesine dahil olan لَوْ  cümleyi masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, mef’ûl olarak nasb mahallindedir.

Bu ayet, Yahudilerin, Huzeyfe b. Yeman, Ammar b. Yasir ve Muaz b. Cebel’i kendi dinlerini kabule davet ettikleri zaman inmiştir. (Ebüssuûd)


وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ


Hal olarak وَ ’la gelen ve ıtnâb olan cümle, menfi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. Kasr-ı kalptir.

Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Başka mef’ûllere değil. Ama o mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Menfi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَمَا يَشْعُرُونَ  cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir.

مَا يُضِلُّونَ -  يُضِلُّونَكُمْۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve tam cinas sanatı vardır.

وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ [Ehli kitaptan bir kısmı sizi saptırmayı arzu ettiler.] Yani [sizi saptırmak] istediler ve temenni ettiler. لَوْ  temenni edatıdır. 

وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ [Oysa onlar sadece kendilerini saptırırlar.] Yani bu olsa bile aslında onlar kendilerini saptırmışlardır. Çünkü sizi saptırarak yaptıkları bu işin zararı sonunda onlara dokunacaktır. Allah Teâlâ [Onlar yüklerini ve yükler üzerine başka yükleri de taşırlar. (Ankebut Suresi,13)] buyurmuştur. [Onlar bunun farkına bile varmazlar.] Yani onlar Allah Teâlâ’nın peygamberine bunu haber vereceğini bilmezler. Bir görüşe göre onlar yaptıkları bu işin zararının kendilerine döneceğini bilmezler. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr - Ebüssuûd)

Allahu Teâlâ daha önce kitap ehlinin yolunun haktan yüz çevirmek ve getirilen delilleri kabul etmemek olduğunu belirtince burada ayrıca onların bununla yetinmediklerini, Hz. Peygambere inananları şüpheye düşürmek suretiyle saptırmaya çalıştıklarını beyan etmiştir. (Ruhu’l Beyan)


Âl-i İmrân Sûresi 70. Ayet

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ  ...


Ey Kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَهْلَ ehli ا ه ل
2 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب
3 لِمَ niçin?
4 تَكْفُرُونَ inkar ediyorsunuz ك ف ر
5 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
6 اللَّهِ Allah’ın
7 وَأَنْتُمْ ve siz
8 تَشْهَدُونَ (gerçeği) gördüğünüz halde ش ه د

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ


يَٓا  nida harfidir. اَهْلَ  münadadır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Nidanın cevabı  لِمَ تَكْفُرُونَ’dir.  مَ  istifham isminin ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye elifi hazf edilmiştir,  لِ  harfi ceriyle  تَكْفُرُونَ  fiiline müteallıktır. 

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ  car mecruru  تَكْفُرُونَ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَشْهَدُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı … لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ  ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle istifhami inkârî  üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp kınama, tehekküm ve azarlama manasındadır. Va’z edildiği anlamın dışında mana ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.

Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

بِاٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  اٰيَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Hal وَ ’ıyla gelen  وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ  cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye hudûs, teceddüt ve (zem makamı olduğu için) istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

تَشْهَدُونَ  fiilinin mef’ûlü faydayı çoğaltmak için hazfolmuştur.

بِاٰيَاتِ اللّٰهِ  [Allah’ın ayetlerini] ifadesinden maksat; Tevrat ve İncil, onları inkâr etmeleri ise onların Peygamberin (sav) nübüvvetinin sıhhati ve başka konularda konusunda söylediklerine inanmamalarıdır. 

 وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ, onların şahitlikleri de bunların Allah’ın ayetleri olduğunu itiraf etmeleridir. Veya bu iki kitapta sıfatlarını görüp “şahitlik ettiğiniz halde” Peygamberin (sav) nübüvvetinin delillerini ve Kur’an’ı “nankörce inkâr ediyorsunuz!?” Ya da Allah’ın bütün ayetlerini hak olduklarını “bile bile” nankörce inkâr ediyorsunuz. (Keşşâf - Ebüssuûd)
Günün Mesajı
Ehli kitapla veya başka dinden olanlarla asgari müştereklerde buluşmak üzere bir düstur temin etmek gerekir. Tebliğde yumuşak bir üslup tercihi önemlidir. Hz İbrahim'in asla müşrik olmadığının ifade edilmesinde Yahudi ve Hristiyanların şirke bulaştığına ima vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey Aziz ve Hakim olan Allahım! Yarattığın her varlık şahidimiz olsun, biz müslümanlarız. Rasûlullah (sav)’e tebliğ etmesini emrettiğine iman ettik. Biz yüz çevirenlerden değiliz. Yalnız Sana taparız. Yalnız Senden isteriz. Sana hiçbir şeyi ortak koşmayız. Bilerek veya bilmeyerek, küçük veya büyük her türlü şirkten yine Sana sığınırız. 

Ey ilmi sonsuz olan Rabbim! Bilmediğimizi istemekten ve bilmediğimiz hakkında tartışmaktan Sana sığınırız. Dünyalık meselelerde haklılığımızı savunmak için boş konuşmaktan, büyüklerimizle edep sınırlarını aşmaktan ve küçüklerimizle gereksiz rekabete girmekten muhafaza buyur. Ahiret ilimlerinde, bilmediğimizi veya yanlış bildiğimizin doğrusunu öğrenmemizi kolaylaştır. Her iki cihanda da cahilliğinde ve ahmaklığında ısrar edenlerle beraber olmaktan ve onlara benzemekten bizleri koru.

Ey müminlerin velisi olan Allahım! Sevdiğin kullarına dost olanlardan eyle bizi. Hz. İbrahim (as)’a ve Hz. Muhammed (sav)’e yakınlardan olmamızı nasip et. Gerçeği görenlerden, ayetlerine itaat edenlerden olmamızda yar ve yardımcımız ol.

Bizi affet. Azabından koru, rahmetine nail eyle. Bizden razı ol. Ve canımızı müslüman olarak al. 

Amin.

•••

Evde ya da sosyal hayatta, insan tartışmaya meyillidir. Eğer tartışma sebepleri gözden geçirilse, çoğunun basit konulardan ibaret olduğu görülür. Tartışırken sarfedilen kelimeler dinletilse, insanın o an ile alakasız ya da kanıtlanması imkansız konulara kayma kabiliyetine şahit olunur.

Gereksiz tartışmalar, gereklilerden oldukça fazladır. Kimi uzman, bunun sebebini, insanın basit ya da ciddi konularda, devamlı kendi haklılığını ispatlama çabasında olmasına bağlamaktadır. O yüzden de, aslında, tarafların bazen tek duymak istediğinin: ‘Haklısın!’ cümlesi olduğu söylenir. 

Tartışmaları gereksiz ya da gerekli diye ayırmanın yanında; yapıcı ve yıkıcı diye ayırmak da mümkündür. Yapıcı tartışmaların sayısı, yıkıcılara kıyasla oldukça azdır. Bu yüzden, aile danışmanları, özellikle de eşlere yapıcı bir şekilde tartışmayı öğretmektedir.

Geçici dünyanın, geçici bir parçası olan insanın, her konuda haklı olması imkansızdır. Yine de, öyle olduğuna inanan bir insanın, sözlerinin sınırı ve hareketlerinin freni yoktur. Genellikle seçilen zihniyetlilere verilen ‘Konuşma Özgürlüğü’; insanın bu nefsani ya da narsistik yönünü beslemektedir.

Dünyayı fazla seven, devamlı haklılığını ispatlama çabasındadır. Yani yıkıcı ve gereksiz tartışmalarla meşguldur. Dini konularla alay eden, bilmediğini biliyor gibi pazarlayan ya da ispatlanması mümkün olmayan komplo teorileri yayanlara bakıldığında; Rasulullah (sav) zamanında, hz. İbrahim (as) hakkında tartışan Ehl-i Kitap gibileri hatırlanır ve insanın özünde hep aynı olduğu anlaşılır.

Ey Allahım! Bizi gerekli konularda, yapıcı bir şekilde tartışmasını bilenlerden eyle. Nefsine kapıldıktan sonra yanlış, yalan ve boş konuşmaktan muhafaza buyur. Bizi doğru zaman ve mekanlarda, doğru insanlarla ve doğru konularda; daima hakkı konuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji