13 Mayıs 2024
Âl-i İmrân Sûresi 53-61 (56. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Âl-i İmrân Sûresi 53. Ayet

رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ  ...


“Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 امَنَّا inandık ا م ن
3 بِمَا şeye
4 أَنْزَلْتَ senin indirdiğin ن ز ل
5 وَاتَّبَعْنَا ve uyduk ت ب ع
6 الرَّسُولَ elçiye ر س ل
7 فَاكْتُبْنَا bizi yaz ك ت ب
8 مَعَ beraber
9 الشَّاهِدِينَ şahidlerle ش ه د

رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ


Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ  cümlesi önceki ayetteki  اٰمَنَّا ’dan bedel olarak mahallen mansubtur. اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مَٓا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle  اٰمَنَّا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلْتَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.  اَنْزَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

اتَّبَعْنَا الرَّسُولَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ ’ya matuftur. اتَّبَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  الرَّسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إن صدق قولنا فاكتبنا (Sözümüz doğruysa bizi yaz…) şeklindedir.  اكْتُبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Mekân zarfı  مَعَ  kelimesi  اكْتُبْنَا  fiiline müteallıktır.  الشَّاهِد۪ينَ  muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

رَبَّنَٓا اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ


Ayet itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder.

 Münada olan Rab ismine muzâfun ileyh olan  نَٓا  zamiri şeref kazanmıştır. 

اٰمَنَّا بِمَٓا اَنْزَلْتَ  cümlesi önceki ayetteki  اٰمَنَّا ’dan bedeldir. Müsbet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.

Cer mahallindeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا’nın sılası, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Mazi fiille gelen ve lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ  cümlesi, اٰمَنَّا’ya matuftur. 

فَاكْتُبْنَا  dua manasında gelen bir emir cümlesidir.  فَ  ile mahzuf bir şart cümlesine atfedilmiştir. Takdiri; إن صدق قولنا فاكتبنا (Sözümüz doğruysa bizi yaz…) şeklindedir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Havariler, kendi durumlarını daha fazla belirtmek için hallerini önce Allah’ın Resulü İsa’ya sonra da bizzat Allah’a arz ve niyazda bulunuyorlar ve şöyle diyorlar: “Ey Rabbimiz! Biz, indirdiğin vahye iman ettik ve din işlerinde tamamen peygambere uyduk. Artık bizi, vahdaniyetine şehadette bulunanlardan yaz. Yahut ümmetlerinin lehinde şehadette bulunan Peygamberlerle beraber yaz. Yahut  Muhammed (sav) ümmeti ile beraber yaz. Çünkü Peygamberimizin ümmeti, bütün insanlar hakkında şehadette bulunacaktır.” (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî) 

Cebrail, peygambere (sav) “ihsan”ın ne demek olduğunu sorduğunda O, “Sanki Allah'ı görüyormuşsun gibi O’na ibadet etmendir.” (Buhari, İman, 37) buyurdu. İşte bu, ubûdiyyetle meşgul olmada insanın ulaşabileceği son noktadır. Bu da kulun “gaybet” makamında değil, “şuhûd” makamında olmasıdır. İşte bu havariler, istidlal hususunda mükemmelliğe ulaşınca, bu “istidlal” makamından “şuhûd ve mükâşefe” makamına yükselmek istemişler ve “Bizi şahidlerle beraber yaz.” demişlerdir.  

Allah’ı müşahede etme makamında bulunan kişi kendisine gelen çeşitli güçlük ve elemlere aldırış etmez. Binaenaleyh havariler, Hz. İsa’ya yardım edip ona yardım ve onu korumayı üstlerine alınca, “Bizi şahitlerle beraber yaz.” yani “Bize gelecek çeşitli güçlük ve meşakkatlere aldırış etmememiz için bizi celâlini müşahede eden kimselerden kıl! İşte o zaman peygamberine yardım için verdiğimiz sözü hakkıyla yerine getirmemiz kolaylaşır.” demişlerdir. (Fahreddin er- Râzî)


Âl-i İmrân Sûresi 54. Ayet

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟  ...


Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَكَرُوا ve tuzak kurdular م ك ر
2 وَمَكَرَ ve tuzak kurdu م ك ر
3 اللَّهُ Allah da
4 وَاللَّهُ çünkü Allah
5 خَيْرُ en iyi خ ي ر
6 الْمَاكِرِينَ tuzak kurandır م ك ر

Tuzak kurma negatif bir kelimedir. İçinde fesat vardır. Kur’ânda da pozitif anlamda kullanılmaz. Burda “onlar da tuzak kurdular”dan sonra gelen “Allah da tuzak kurdu” kısmını “onların bu kötülüklerinin etkisini ortadan kaldırdı, tuzaklarını boşa çıkardı” şeklinde anlamamız doğru olur. “Allah tuzak Kur’ânların hayırlısıdır” kısmındaki “makirin” ismi faildir, yani zamansızdır. Şimdi de, sonra da, her ne zaman tuzak kurulsa Allah kötülerin o tuzağını boşa çıkaracaktır...

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟


Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَكَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  istînâfiyyedir.  مَكَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرُ  haberdir. الْمَاكِر۪ينَ۟  muzâfun ileyhtir. Cer alameti  ی’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

  


وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟


وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. 

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Allah ismiyle marife olması kalplere korku salmak içindir.

Müsned, îcaz yollarından biri olan izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade edilmiştir.

وَمَكَرُوا - مَكَرَ - الْمَاكِر۪  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca  مَكَرُوا - مَكَرَ  kelimeleri arasında farklı manalara geldikleri için tam cinas ve bu cümleler arasında mukabele vardır. 

Burada مَكَرَ  (hile yapma) fiili, mecazen cezalandırmak manasında kullanılmıştır. Çünkü hile yapmak, tuzak kurmak Allahu Teâlâ’nın zatıyla uyuşmaz. Ancak bu cezaya onların mekri (hilesi) sebep olduğu için sebep alakasıyla mecaz-ı mürsel olmuştur. Lazım söylenmiş, melzum kastedilmiştir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bütün kemâl ve celâl sıfatların anlamlarını bünyesinde barındıran lafza-i celâlin tekrarı haşyet uyandırma amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ’nın kendinden Allah şeklinde bahsetmesi tecrîddir. 

Müminlere karşı girişilen hilelerin, kurulan her tuzağın aslında Allah’ın bu tuzak sahiplerine kurduğu bir tuzak olduğunu beyan eder. Başkalarına kurulan tuzak aslında kendilerine yöneliktir. Firavun ordusu ile Musa’yı takip etmiş kendisi boğulmuştur, Mekke’de müşrikler Hz. Peygamberi öldürmeye teşebbüs etmişler, O’na hicret yolu açılmıştır.

Ayette  müşâkele yapılmıştır. Buna göre Allah’a isnat edilen  مَكَرَ (tuzak kurma) lafzıyla hakiki anlamı değil de kâfirlerin planlarının boşa çıkarılması kastedilmiştir. (Adem Yerinde, Belagat İlminde Müşâkele Sanatı, Ebüssuûd, Âşûr)

Bu lafız, müteşâbihattan değildir. Çünkü bu, mükemmel ve sağlam tedbir manasınadır. Sonra örfte, başkalarına bir şer ulaştırmak için alınan tedbir manasına kullanılmıştır. Bu mana, Hak Teâlâ hakkında imkânsız değildir. (Fahreddin er- Râzî)

Mekr; karanlık, gizli, hissedilmeyecek hile ile diğerine zarar vermeye çalışmaktır. İsrailoğulları’nın buradaki hileleri, Hz. İsa’ya komploları yani Allah’ın kelimesini yok etmek için gizli gizli tedbirlere teşebbüs edip birden bire onu öldürmek üzere el altından birtakım kimseler tayin etmiş olmalarıdır. Ve Hristiyanların sözüne göre bu hileye havarilerden birisi de iştirak etmiş ve kâfirlere casusluk yapmış. Bu suikast, Hz. İsa’nın hem maddî hayatına hem manevî hayatına yönelmişti. Bir taraftan zulüm yaparak kendini öldürmek diğer taraftan davet ettiği tevhid dinini kaldırmak için mekr, hile ve hud’a düşünülüyordu. Artık İsa’nın çekilme zamanı gelmişti, fakat daha ölmeyecekti. İsrailoğulları bu hile dolayısıyla Hristiyanlığa bir hayli şeyler soktular, karıştırdılar, fakat arzularına erişemediler. İsa’yı öldüremediler. Hristiyanlığı ortadan kaldıramadılar. Onlar hile yaptılar Allah da onlara hile yaptı, onları hileden men etmedi, fakat hilelerinin cezasını verdi. Gerçekten Allah mekredenlerin hayırlısıdır. O’nun hilesi, başkalarınınki gibi şer ve zarar vermeyi hedef alan bir hile olmadığı gibi keşfi mümkün, önüne geçilebilir, durdurulur bir hile de değildir. Hatıra ve hayale gelmez, engin sırlarına erilmez yönlerden çevirir; imandan, doğruluktan çıkan, küfür ve hileye sapanların belalarını verir. Buna göre Allah’ın mekri lügat bakımından bilinen şer manasıyla değil, ona ceza olan ve müşâkele (şekli bir, manası zıt kelime getirmek) suretiyle hile denilebilen bir hayırdır. Hatta ilâhî hile, hile yapanlar için bile bir hayrı içerir. Çünkü onlara bu şekilde hilenin fenalığını, cezasını anlatır da uyanmalarına, tövbe etmelerine sebep olur. (Elmalılı)

مَكَر  fiilinin Allah’a isnat edilmesi, öncesindeki  مَكَرُوا (plan kurdular) fiiline müsahabetten  dolayıdır. Söz konusu lafız ilk geçtiği yerde hakikî anlamıyla kullanılırken ikinci yerde sözlük anlamından bağımsız farklı bir manada; “planı boşa çıkarma” manasında kullanılmış olup iki lafız arasında biçim ve fonetik uyum dışında bir alaka bulunmamaktadır. (Adem Yerinde, Belagat İlminde Müşâkele Sanatı)

Bu cümle önceki cümle için tezyîl cümlesidir. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 55. Ayet

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ  ...


Hani Allah şöyle buyurmuştu: “Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim. Seni kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar küfre sapanların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 قَالَ demişti ق و ل
3 اللَّهُ Allah
4 يَا عِيسَىٰ Îsa
5 إِنِّي elbette ben
6 مُتَوَفِّيكَ senin canını alacağım و ف ي
7 وَرَافِعُكَ ve seni yükselteceğim ر ف ع
8 إِلَيَّ bana
9 وَمُطَهِّرُكَ ve seni temizleyeceğim ط ه ر
10 مِنَ -den
11 الَّذِينَ kimseler-
12 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
13 وَجَاعِلُ ve tutacağım ج ع ل
14 الَّذِينَ kimseleri
15 اتَّبَعُوكَ sana uyan ت ب ع
16 فَوْقَ üstünde ف و ق
17 الَّذِينَ kimselerim
18 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
19 إِلَىٰ kadar
20 يَوْمِ gününe ي و م
21 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
22 ثُمَّ sonra
23 إِلَيَّ bana olacaktır
24 مَرْجِعُكُمْ dönüşünüz ر ج ع
25 فَأَحْكُمُ ben hükmedeceğim ح ك م
26 بَيْنَكُمْ aranızda ب ي ن
27 فِيمَا şeyler (hakkında)
28 كُنْتُمْ sizin ك و ن
29 فِيهِ onda
30 تَخْتَلِفُونَ ayrılığa düştüğünüz خ ل ف

Hz. İsa’ya tam olarak ne olduğu Kur’ân ve sünnette detaylıca anlatılmamıştır. Rabbimiz bilmemizi istediği kadar bir kısmını bizimle paylaşmıştır. Bunda da bir hikmet olduğuna iman etmeliyiz. Zaten surenin en başında 7. ayette de ayetlerin bir kısmının müteşabih olduğunu bildirmişti Rabbimiz. (Esin Durgun)

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا


اِذْ, zaman zarfı olup takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.  قَالَ  fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  يَا ع۪يسٰٓى ’dir.  قَالَ  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يَا  nida harfidir. ع۪يسٰٓى  münadadır.

Nidanın cevabı  اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ ’dir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. مُتَوَفّ۪يكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberidir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur

رَافِعُكَ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  مُتَوَفّ۪يكَ ’ye matuftur.  اِلَيَّ  car mecruru  رَافِعُكَ ’ye müteallıktır.  مُطَهِّرُكَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُتَوَفّ۪يكَ ’ye matuftur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, من  harf-i ceriyle birlikte  مُطَهِّرُكَ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و  ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ 


وَ  atıf harfidir. جَاعِلُ  kelimesi  مُتَوَفّ۪يكَ ’ye matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّبَعُوكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اتَّبَعُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَوْقَ  mekân zarfı,  جَاعِلُ’nun mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا’dur. كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  جَاعِلُ ’ye müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

     

 ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  اِلَيَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَرْجِعُكُمْ, muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  اَحْكُمُ  merfû muzaridir. Fail ise müstetir olup takdiri  انا ’dir.  بَيْنَ  mekân zarfı,  اَحْكُمُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  اَحْكُمُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ  car mecruru  تَخْتَلِفُونَ fiiline müteallıktır. تَخْتَلِفُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubtur.

تَخْتَلِفُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خلفdır. İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسٰٓى اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ وَرَافِعُكَ اِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۚ 


Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman  zarfı  اِذْ, takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır.

 Muzâfun ileyh olan  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 اِنّ۪  ile tekid edilmiş isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelam  اِنّ۪ي مُتَوَفّ۪يكَ  nidanın cevabıdır.  رَافِعُكَ  kelimesi  مُتَوَفّ۪يكَ  kelimesine matuftur. وَمُطَهِّرُكَ  kelimesi de  رَافِعُكَ’ye matuftur.

 Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûl, ism-i fail kalıbındaki  مُطَهِّرُكَ’ye mütellıktır. 

وَ ’la makabline atfedilmiş … وَجَاعِلُ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayetteki ikinci mevsûlün amili ism-i fail olan  جَاعِلُ ’dur. جَاعِلُ’nun ikinci mef’ûlü mahzuftur. …فَوْقَ الَّذ۪ينَ  bu mahzuf mef’ûle müteallıktır.

 Her iki mevsûlün de sıla cümleleri müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Kâfirler ve de tâbi olanlar için zikredilen  الَّذ۪ينَ ’ler arasında tam cinas vardır.

الَّذ۪ينَ -  كَفَرُٓوا - اِلَيَّ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

اتَّبَعُوكَ - كَفَرُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

مُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesinde küfredenlerin maddî/manevî pislikleri için bir istiare vardır. Müstearun minh; kir-necaset, müstearun leh küfürdür. Câmi’; zarar vermesi, fıtratı zedeleyip bozması, sevimsizlik, kerahettir. Kir, temizlenmediği takdirde sağlığı bozup bedeni hasta ettiği gibi imansızlık da giderilmezse insanın fıtratını bozar, onu manen hasta eder, helake sürükler. Burada müstarun minh ve müstearun leh zikredilmemiş, müstearun minhe ait bir şey zikredilmiştir. Meknî istiaredir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an) 

وَرَافِعُكَ اِلَيَّ [Seni katıma yükselteceğim.] Yani seni semaya yükselteceğim. Allah Teâlâ’nın Hz. İsa’yı kendisine izafe etmesi, ona şeref ve itibar bahşetmek içindir. Bu da sebebe isnaddır. Şerefli bir mekâna yükseltmeyi zatına isnad ederek ifade etmiştir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا [Seni inkâr edenlerden arındıracağım.] Yani seni öldürmek isteyenlerin elinden kurtaracağım. Eğer bunu yapsalardı inkâr pisliğinin üstüne bir de bir peygamberi öldürme pisliğine bürüneceklerdi. Seni bundan arındırdım. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Seni temizleyeceğim yani seni onlardan uzaklaştıracağım. Sen, onların küfrünü artık duymayacak ve görmeyeceksin. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 


 ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ


ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ  cümlesi, terahi ifade eden  ثُمَّ  harfi ile  مُتَوَفّ۪يكَ ’ye atfedilmiştir.

 Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيَّ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade eder. Müsnedün ileyh, müsnede tahsis edilmiştir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

Ayetin son cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كاَن ’nin  haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Car mecrur  ف۪يهِ  önemine binaen amili olan  تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.

Bu ayetteki bütün müsnedler fiil kalıbında değil, ism-i fail kalıbında gelmiştir. Dolayısıyla zamandan bağımsız bir ifade söz konusudur.

Hz. İsa'nın dünyaya gelişi gibi dünyadan ayrılışı da mucizevi bir şekilde olmuştur.

تَوَفّ۪ي’nın üç anlamı vardır: Öldürmek, uyutmak, özel bir konuma yükseltmek. (Müfredat) Bu nedenle tefsirlerde Hz. İsa’nın ölmeden önce yükseltildiği söylenmiştir. Öldükten sonra yükseltilmesi daha uygun gözükür. Kâfirlerin onu çarmıha gerip eziyet etmelerinden Allah’ın onu kurtardığı ifade edilmiştir. Ruh emanetini sahibine teslim ettiği için ölüme vefat denir. 

İbni Abbas’ın ve onun görüşüne katılan Muhsin Demirci'ye göre Hz. İsa yeryüzünde ecelini tamamlayıp ruhunu Allah’a teslim etmiştir.

Teveffî kelimesi, bir şeyi tam ve noksansız olarak almak anlamına gelir. Allahu Teâlâ, insanlardan bir kısmının hatırına Allah’ın yükselttiği şeyin Hz. İsa’nın bedeni değil de ruhu olduğu fikrinin geleceğini bilince Hz. İsa’yı ruhu ve bedeniyle bir bütün olarak göğe yükselttiğine delalet etmesi için bu kelimeyi zikretmiştir. Cenab-ı Hakk’ın, “Onlar sana hiçbir şekilde zarar veremezler.” (Nisa Suresi, 113) ayeti de bu açıklamanın doğruluğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

“Teveffi” kelimesi, “vefa” masdarından alınmış olarak esas lügatta “ıstıfa” gibi tamamen kabz edip almaktır. Fakat ruh sahiplerine ve bilhassa insanla ilgili olduğu zaman vefat ettirmek yani eceline yetiştirip ruhunu almak manasında açık ve meşhurdur. Buna göre bir delil bulunmadıkça başka bir mana ile tevili caiz değildir. Fakat burada mekir manasıyla ilgisi bulunmak üzere Nisa Suresinde, “Onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa’ya) benzetildi.” (Nisa Suresi, 157) ayeti, onların Mesih Meryemoğlu İsa peygamberi öldüremediklerini ve asamadıklarını fakat şüpheye düşürüldüklerini açıkça beyan etmiş, Hz. Peygamberden de “İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir.” hadis-i şerifi de varid olmuş bulunduğundan, buradaki “Seni öldüreceğim.” kelimesinin, az çok zahir dışı bir mana ile tevil olunması gerekmiştir.

Teveffî, vefat manasınadır. Ancak mâbad (kendisinden sonras)ında atıf harfi olan (vav), ne beraberlik ne de tertip gerektirmiyeceğinden burada nükteli bir takdim ve tehir vardır. Ref’ (yükseltme) önce, teveffî (ölme) sonra olacaktır. Bu mana Katâde’den rivayet edilmiştir. Yani İsa o suikast sırasında Allah’a yükseltilmiş, onlar öldürüp astık zannetmişler, fakat ölmemiştir. Çünkü Allah, “Muhakkak Ben, seni öldüreceğim.” buyurmuştur. Müslümanlar arasında meşhur olan mana ve inanç da budur. Çünkü burada zahire aykırı denecek bir tevil yok demektir. Bizce bu tefsir ve inancın özeti şu demek olur: Allah’tan bir kelime olan ve Ruhu’l-Kudüs ile teyid edilmiş bulunan Mesih İsa’nın ruhu henüz kabz edilmemiştir. Ruhunun eceli gelmemiştir. Kelime daha Allah’a dönmemiştir. Onun daha dünyada göreceği işler vardır. Bu, bir ruhun bâki (ebedî) olmasıdır. Fakat Hıristiyanların dediği gibi uhrevî (ahirete ait), ebedî bir ruhun bâki olması da değildir, berzaha ait bir bekadır. Onun kıyametten önce eceli gelecek, vefat edecek, Azrail tarafından öldürülecektir. Ahirette de ölümden sonra bir ba’s (yeniden dirilme), bir ahiret hayatı olacaktır. İsa’nın ruhu alınmamış olunca İsa’nın Allah’a yükselişi, yerden kalkması yönündendir. Ortadan kalkan, Allah'a yükselip dönen odur. Bundan dolayı İsa’nın haberlerde gelen semaya yükselmesiyle Kur’an’da varid olan Allah’a yükselmesi durumunu birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü sema, ilâhî isimlerden değildir. Hristiyanlar, semaya Allah, Allah’a sema diyorlarsa da İslam’da caiz değildir. O halde “Seni kendime yükselteceğim.” ifadesinin “Seni semaya yükselteceğim.” diye tevil olunmaması gerekir. Zira İsa’nın Allah’a yükseltilen cismi, semaya yükseltilen de henüz öldürülmemiş olan ruhudur, diyebiliriz. (Elmalılı, Âşûr)

Muhammed b. Ahmed el- Endülüsî el-Kurtubî diyor ki: “Sahih olan görüşe göre Allah, İsa’yı (as) vefat ve uyku olmaksızın kaldırmıştır. Nitekim Hasan-ı Basrî, İbni Zeyd, Muhammed el-l’aberî’nin tercih ettiği görüş de budur. İbni Abbas’tan gelen sahih rivayet de böyledir.” (Ebüssuûd)

 ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ [Sonra dönüşünüz Bana olacak.] Yani ahirette dönüşünüz Bana olacak.  فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ [İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben hükmedeceğim.] Yani müminlere vaadimi, kâfirlere tehdidimi gerçekleştirerek hüküm vereceğim. Bir görüşe göre haklıları haksızlardan ayırarak bunu yapacağım. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

Kıyamet günü yeniden hayata döndürülüp Bana geleceksiniz. Buradaki hasr (ancak Bana) ifadesi, vaad ve vaîdi (ceza vaadini) tekid içindir.

Ayetteki muhataplar, İsa ile ona uyanlar ve onu inkâr edenlerdir. Hepsinin muhatap alınması, müjde ve uyarı için daha etkili olması içindir. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 56. Ayet

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ  ...


“İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim. Onların hiç yardımcıları da olmayacaktır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا gelince
2 الَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
4 فَأُعَذِّبُهُمْ onlara azabedeceğim ع ذ ب
5 عَذَابًا azapla ع ذ ب
6 شَدِيدًا şiddetli ش د د
7 فِي
8 الدُّنْيَا dünyada da د ن و
9 وَالْاخِرَةِ ve ahirette de ا خ ر
10 وَمَا olmayacaktır
11 لَهُمْ onların
12 مِنْ hiçbir
13 نَاصِرِينَ yardımcıları da ن ص ر

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ


فَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُعَذِّبُ  fiili haber olarak mahallen merfûdur. Fail ise müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَذَابًا  mef’ûldur. شَد۪يدًا  ise  عَذَابًا’in sıfatıdır. 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  اُعَذِّبُ  fiiline müteallıktır.  الْاٰخِرَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الدُّنْيَا ’ya matuftur.


وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ


وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مِنْ  harfi zaiddir.

 نَاصِر۪ينَ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاصِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.


فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَد۪يداً فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ

فَ istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. …فَاُعَذِّبُهُمْ cümlesi فَ karinesiyle اَمَّا’nın cevabı aynı zamanda mübtedanın haberidir. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tahkir ifade eder. Sılası müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsm-i  mevsûl  الَّذ۪ينَ’de tevcih sanatı vardır.

اُعَذِّبُهُمْ - عَذَابًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِۘ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

Bu ayette azap hakkında kuvvetli bir vurgu vardır. عَذَابًا شَد۪يدًا’deki tenkir, tahayyül edemeyeceğimiz evsafta bir azap olduğunu ifade eder.

[İnkâr edenler var ya onları dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım.] Yani onlar suretleri değiştirilerek, kahredilerek, öldürülerek, esir edilerek ve cizyeye mahkûm olarak azaba uğrayacaklar. Bir görüşe göre hastalıklar, nefislerindeki ve mallarındaki kusurlarla azaba uğrayacaklar. Onlara müminlerin aksine bir sevap da verilmeyecektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr) 

Bu ayet, kıyamet günü iki fırka arasında verilecek hükmü belirtmekte ve onun keyfiyetini açıklamaktadır. Önce kâfirlerin hali açıklanıyor. Çünkü kelam, onları korkutarak küfür ve inattan kendilerini vazgeçirmek içindir.

“فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ  [dünyada ve ahirette]” ifadesinin manası, “dünya azabı da ahiret azabı da kıyamet günü gerçekleştirilecek ve iki azap da kıyamet günü ihdas edilecek” demek değil; “dünya ve ahiret azaplarının toplamı o gün tamamlanacak” demektir. (Ebüssuûd, Fahreddin er- Râzî, Elmalılı, Âşûr)

فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ [Aranızda Ben hâkimlik yapacağım.] Bu hakemliğin nasıl olacağı, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۘ  [Nankörce inkâr edenlere dünyada ve ahirette şiddetli bir azapla azap edeceğim.] ifadesiyle izah edilmiştir. ْ(Keşşâf)

 

وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

وَ  haliyyedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede  takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  مِنْ نَاصِر۪ينَ ’deki  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. نَاصِر۪ينَ ’in nekre gelişi anlama “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder. 

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

[Ahirette onların yardımcıları da olmayacak.] Ahiret ile kastedilen cehennemde azaba uğramaları ve orada ebedî kalmalarıdır. Onlara orada yardım edecek, kendilerinden azabı giderecek kimse olmayacaktır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr, Âşûr)

Onları, her iki cihanda da Allah’ın azabından kurtaracak yardımcıları olmayacaktır. “Yardımcılar” kelimesinin çoğul olarak “نَاصِر۪ينَ” şeklinde varid olması “ لَهُمْ  [onların]” zamirine karşılık olduğu içindir. Yani her birinin hiçbir yardımcısı olmayacaktır. (Ebüssuûd)


Âl-i İmrân Sûresi 57. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ  ...


“İman edip salih ameller işleyenlere gelince, Allah onların mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah, zalimleri sevmez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا gelince
2 الَّذِينَ kimselere
3 امَنُوا inanan ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlara ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi şeyler ص ل ح
6 فَيُوَفِّيهِمْ (Allah) tam olarak verecektir و ف ي
7 أُجُورَهُمْ mükafatlarını ا ج ر
8 وَاللَّهُ Allah
9 لَا
10 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
11 الظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م
   Ecera اجر :

  أجْرٌ ve اُجْرَةٌ sözcükleri dünyevi veya uhrevi olsun amelin karşılığının kişiye dönmesini anlatır. Bu iki sözcük bir akit ve benzeri durumlar için kullanılır. أجْرٌ kelimesinin çoğulu اُجُورٌ şeklinde gelir. Ayrıca zararın değil yalnızca faydanın olduğu şeylerle ilgili kullanılır.

  Ceza جَزاءٌ kavramına gelince; bir akit sonucunda olsun veya olmasın elde edilen karşılığı ifade etmek için kullanılır. Yine hem zararlı hem de faydalı şeyler hakkında da olabilir.

  أجِيرٌ  ise ücretle çalışan kişi anlamındadır.

  Son olarak إسْتَاْجَرَ formu bir nesneyi ücreti karşılığı talep etme anlamında kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevlerde 108 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ecir, icar, ücret ve müstecirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ


وَ  atıf harfidir. اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-yı Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

وَ  atıf harfidir. عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bihtir. Aslında  أعمالا  şeklindeki mahzuf mef'ûlün bihinin sıfatıdır. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. يُوَفّ۪يهِمْ  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  اُجُورَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi  لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi haber olup mahallen merfûdur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ

 

وَ atıftır. Ayet şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ cümlesi فَ karînesiyyle اَمَّا’nın cevabı, aynı zamanda mübtedanın haberidir. 

اَمَّا  tafsil harfidir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ifade eder.

İsm-i  mevsûl  الَّذ۪ينَ’de tevcih sanatı vardır.

Sılası, müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

[Onlara ücretleri tastamam ödenecektir.] cümlesinde istiare vardır. İman edip salih amel işleyen kimseler ücret karşılığı çalışan kişilere benzetilmiştir.

الظَّالِم۪ينَ - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi cemi müennes salimdir. Mef’ûldür, kesra ile nasb olmuştur. Başındaki elif-lam ahdi harici, cins ve hakiki istiğrak içindir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ


وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber talebî kelamdır.

 Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Önceki ayetteki mütekellim zamirinden gaib zamire iltifat vardır.

Haber menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi ise hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Burada zalimlere verilecek ceza söylenmemiş, sadece Allah’ın onları sevmediği söylenmiştir. Üstü kapalı bir anlatım söz konusudur. Lazım-melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi cemi müennes salimdir. Mef’ûldür, kesra ile nasb olmuştur.

Bundan önceki ayette kâfirlerin azabı hakkında mütekellim (birinci şahıs) kipi kullanıldığı halde (cezalandıracağım, denmiş iken), burada gaib kipi kullanılması (mükâfatlarını tam olarak verecektir, buyurulması), azap va mükâfatın kaynaklarının ayrı ayrı olduklarını zımnen bildirmek içindir. Zira birinin kaynağı Allah'ın celâl sıfatı, diğerinin ise cemâl sıfatıdır. "فَيُوَفّ۪يهِمْ  [tam olarak verecektir]" fiili bir kıraate göre "نُوَفِّيهِمْ [Biz tam olarak vereceğiz]" şeklinde azamet ifade eden "Biz" kipi ile de okunmuştur."Allah, zalimleri sevmez .

"Allahu Teâlâ, hiçbir zalimi sevmez. Bu kinaye ifadesi, bütün lügatlerde hakikat gibi kullanıldığı için ilâhî kelamda da kullanılmıştır. Kâfirlerin zalim olarak vasıflandırılmaları, onların kendi küfürleri ile haddi aştıklarını ve küfrü, şükür ve iman yerine koyduklarını zımnen bildirmek içindir. (Nitekim daha önce de belirtildiği gibi zulüm, bir şeyi hakkı olmayan bir yere koymaktır.) Bu cümle, makablinin  izahı mahiyetindedir. (Ebüssuûd, Âşûr)


Âl-i İmrân Sûresi 58. Ayet

ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ  ...


(Ey Muhammed!) Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan okuyoruz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte bu
2 نَتْلُوهُ okuduğumuz ت ل و
3 عَلَيْكَ sana
4 مِنَ -den
5 الْايَاتِ ayetler- ا ي ي
6 وَالذِّكْرِ ve Zikir(Kitap)dandır ذ ك ر
7 الْحَكِيمِ hikmetli ح ك م

ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ


İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; الأمر كذلك (Durum budur.) şeklindedir. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir. 

نَتْلُوهُ  fiili, haber olarak mahallen merfûdur. نَتۡلُو  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَلَيْكَ  car mecruru  نَتْلُوهُ  fiiline müteallıktır. 

مِنَ الْاٰيَاتِ  car mecruru  نَتْلُوهُ ‘deki gaib zamirinin mahzuf haline müteallıktır.  الْاٰيَاتِ  cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الذِّكْرِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْاٰيَاتِ ’ye matuftur.  الْحَك۪يمِ  ise الذِّكْرِ ’nin sıfatıdır.

الذِّكْرِ الْحَك۪يمِ [kanıt ve hikmet dolu mesaj] Kur’an’ı ifade etmektedir. Burada Kur’an, kendisinin sebebi olan Allah’ın sıfatı ile nitelenmiştir ya da Kur’an’ın hikmetlerinin çokluğu nedeniyle adeta “hikmet ile konuşan” kitap olduğu ifade edilmiştir. (Keşşâf) 

ذٰلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْاٰيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ


Ayet müstenefe cümlesidir. Sübut  ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu ayetteki  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi mübteda olarak ref mahallindedir, olaylara işaret etmektedir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

İşaret ismi ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi ise hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Önceki ayetteki gaib zamirinden  نَتْلُوهُ ’da azamet zamirine iltifat edilmiştir. 

Hakîm kelimesi hikmet dolu şeklinde tefsir edildiği gibi çok sağlam şeklinde de tefsir edilebilir.

Hakîm olan Allah Teâlâ’dır. وَالذِّكْرِ الْحَك۪يمِ  ifadesinde mecazî isnad vardır.

Merfû mahaldeki işaret ismi  ذٰلِكَ  okunan şeye işaret eder, onun önemini vurgulayarak dikkat çekmeyi amaçlar.

"ذٰلِكَ [ işte bu]"ndan maksat, İsâ (as) ile ilgili anlatılanlardır. Bunun ayetteki karşılığı olan ذٰلِكَ kelimesi (daha önce de geçtiği gibi), uzak ve görülen şeyleri işaret için iken, burada kullanılması, işaret edilenin şânının yüceliğini, şerefteki mertebesinin yüksekliğini ve tebliğ ettiği hakikatin gözle görülecek gibi açık olduğunu zımnen göstermek içindir.

حكيم kelimesi, "hikmet dolu, sayısız hikmeti olan" şeklinde tefsir edildiği gibi,"muhkem, çok sağlam veya halel gelmekten güvende olan" şeklinde de tefsir edilebilir. Bundan murad, ya Kur’an'dır ya da Levh-ı Mahfûz'dur. (Ebüssuûd)

Âşûr,  حكيم  için muhkem manasına  ve mecaz-ı aklî olduğunu belirtir.

"Tilâvet" ve "Kasas" kelimeleri, mana bakımından aynıdır. Çünkü her ikisi de, "bir şeyin peşi sıra başka bir şey söyleme" manasına gelir. Daha sonra Cenab-ı Hak, bu ayette ve [Sana Musa'nın haberini okuyoruz] (Kasas, 3) ayetinde "tilaveti" (okumayı), [Biz sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz] (Yusuf, 3) ayetinde de "Kasas"ı (anlatmayı) zatına nisbet etmiştir. Bütün bunlar, Allahu Teâlâ'nın, meleğin vahiy getirip okumasını, kendi okuması gibi saydığını göstermektedir. Bu ise vahiy meleğini büyük bir şekilde şereflendirme ve yüceltmedir. Bu güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü Cebrail (as)'ın okuması, kesinlikle farksız olarak Allah'ın emri ile olunca, bu, Hak Teâlâ'ya nisbet edilmiştir. ( Fahreddin er-Râzî)


Âl-i İmrân Sûresi 59. Ayet

اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ  ...


Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 مَثَلَ durumu م ث ل
3 عِيسَىٰ Îsa’nın
4 عِنْدَ yanında ع ن د
5 اللَّهِ Allah’ın
6 كَمَثَلِ durumu gibidir م ث ل
7 ادَمَ Adem’in
8 خَلَقَهُ Onu yarattı خ ل ق
9 مِنْ -tan
10 تُرَابٍ toprak- ت ر ب
11 ثُمَّ sonra
12 قَالَ dedi ki ق و ل
13 لَهُ ona
14 كُنْ Ol! ك و ن
15 فَيَكُونُ ve oldu ك و ن

Babasız doğmak bir beşere ilahlık kazandırsaydı bu Hz. İsa dan önce Hz. Adem’in hakkı olurdu. Adem’in ne annesi ne de babası vardı.

Hz. Îsâ’nın babasız olarak dünyaya gelmesi, Hıristiyanlığın teolojik esaslarını etkileyen ve mensupları arasında asırlar boyu şiddetli tartışmalara yol açan bir olay olma özelliğini korumuştur. Sûrenin nüzûl sebebi açıklanırken belirtildiği üzere, Necran heyetiyle Hz. Peygamber arasında hıristiyanların inanç esasları konusunda bir tartışma cereyan etmiş, bu tartışma sırasında heyettekilerden kimi Hz. Îsâ’dan “Tanrı’nın oğlu” kimi de “üçün üçüncüsü” şeklinde söz etmişlerdi. İşte bu heyete okunan ve hıristiyanların inançlarındaki yanlışlıkları ortaya koyup bu konulardaki gerçekleri haber veren yukarıdaki âyet-i kerîmelerden sonra burada, Hz. Îsâ’nın bir insan olduğuna ve ilâhî iradenin bu yönde olduğu bilindikten sonra onun babasız dünyaya gelmesinin yadırganacak bir husus olmaktan çıkması gerektiğine, Hz. Âdem örneğine değinilerek dikkat çekilmektedir. (Diyanet Kur’ân Yolu Tefsiri)

اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. مَثَلَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberidir.  ع۪يسٰى  muzâfun ileyhtir. Elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

 عِنْدَ  mekân zarfı,  مَثَلَ’nin mahzuf haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

كَمَثَلِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  اٰدَمَ  muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için esre almamıştır.  


 خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ


Fiil cümlesidir.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنْ تُرَابٍ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline müteallıktır.

ثُمَّ  atıf harfidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Mekulü’l-kavl cümlesindeki  كُنْ  tam fiildir. Nakıs fiil olması da caizdir. Emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.  لَهُ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır.  فَ istînâfiyyedir. يَكُونُ  fiili mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri هو şeklindedir.

فَيَكُونُ  [Oluverir.] Burada  فَكَانَ  (hemen oldu) ifadesi kullanılmamıştır. Çünkü  فَيَكُونُ   ifadesinin takdiri  فَاِذًا هُوَ كَائِنٌ  (Bir de bakarsın ki anında olur) şeklindedir ki bu ifade gelecek zaman için olduğu gibi şimdiki zaman için de uygundur. Bir görüşe göre  كُنْ  [ol]  ifadesi nakıs fiil değil, tam fiildir. Çünkü olan şey anlaşılmaktadır. Sonra  يَكُونُ  [olur] demiştir. Böylece Allah Teâlâ’nın yarattığı her şey olur demektir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)


اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ


Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. 

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Ayetteki teşbihte Hz. İsa’nın yaratılması Hz. Âdem’in yaratılmasına benzetilmiştir. Hz. İsa’nın yaratılması müşebbeh, Hz. Âdem’in yaratılması müşebbehün bihdir. Vech-i  şebeh yaratılış şeklidir.

خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ  cümlesi fasılla gelmiş hal veya tefsiriyyedir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayette gaib zamire dönülmüştür. Bu iltifat sanatıdır.

Ayetteki  تُرَابٍ [toprak] lafzı maksada uygun olarak gelmiştir. O da İsa’nın (as) yaratılma durumunun kolay olduğunu göstermektir. Çünkü  تُرَابٍ  lafzı, طِينَ [çamur] lafzından daha hafiftir. Zira  طِينَ [çamur], “toprak” ve “su”dan oluşurken  تُرَابٍ [toprak] tek bir unsurdur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları)

Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ, İsa’dan (as) ulûhiyyeti men etmek istemektedir. Bu nedenle onun da Âdem (as) gibi topraktan yaratıldığını belirtmiştir. Bu kelamda toprak manasında olan  تُرَابٍ  kelimesini seçmiştir. Halbuki Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Âdem’in (as) yaratılışından bahsederken toprak manasında  طين  kelimesini kullanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bediî İlmi)

Mazi fiilden sonra olayın zihinde daha kolay canlandırılabilmesi için muzari fiil gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meanî İlmi)

Ayette  تُرَابٍ  kelimesinin  طِينَ  kelimesine tercih edilişi mürâât-ı nazîr sanatıdır.

İki peygamber de babasız yaratıldı. Hz. Âdem’in annesi de yoktu.

Kur’an’da geçen تُرَابٍ kelimesi de Kur’an’da geçen insanların diğer yaratılış malzemeleri gibi nekre olarak gelmiştir. Bu nekrelik onların bugün bilinenden farklı, bilinmeyen bir mana taşıdığına işaret olabilir.

[Allah katında İsa’nın durumu] yani İsa’nın sıra dışı hal ve durumu [Âdem’inki gibidir] onu (bir insandan da değil) [toprak’tan yaratmıştı.] Bu ifade, İsa’nın (as) Âdem’e (as) benzetildiği yönü izah etmektedir. Yani Âdem (as), ortada ne ana ne baba varken doğrudan topraktan yaratılmıştır, işte İsa’nın (as) durumu da budur. İsa (as), (insanların dünyaya gelişi konusunda) süregelen âdetin dışında bir şekilde var edilmiş olması açısından Âdem’e (as) benzetilmiştir ki bu iki peygamber bu konuda birbirine benzer durumdadır. Ayrıca hem babasız ve hem de anasız olarak yaratılmış olmak sadece babasız olarak yaratılmış olmaktan çok daha ilginç ve büyük bir mucizedir. Dolayısıyla burada ilginç olan daha ilginç olana, harikulade olan daha harikulade olana benzetilmiş; böylece benzetmenin hasım karşısında daha kesin sonuç vermesi ve şüpheye sebep olacak hususu daha etkili bir şekilde gidermesi hedeflenmiştir. Zira şüphe sahibi kimse, çok daha harikulade olana bakıp üzerinde nazar ettiği zaman bu benzetme onun için daha etkili olacaktır. (Keşşâf)

Burada İsa'nın doğumu ile Âdem'in yoktan yaradılışı arasındaki benzerlik ortaya konmakta, müphem ve mücmel kalan taraf izaha kavuşmaktadır. Âdem'in babasız ve annesiz olarak yaratıldığını kabul eden kimsenin, İsa (as)’ın babasız yaratıldığını inkâr etmesi akılla bağdaştırılamaz.

Allah Âdem'in kalıbını topraktan yaratmış, sonra onu beşer olarak inşa etmiştir. Nitekim;" Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik (insan haline getirdik)" (Mü'minûn 23/14) buyurulur.

Veya bu ifade: ‘’Allah (cc), Âdem'i topraktan yaratmayı takdir ettikten sonra halketti’’ demektir.

Rivayete göre, Medine'ye gelen Necran heyeti, Resûlüllah'a

"- Sen, niçin bizim efendimize (Hazret-i İsa'ya) hakaret ediyorsun?" dediler.

Peygamberimiz (sav): "- Ben, ona ne diyorum ki? " Onlar:

"O, şüphesiz bir kuldur; diyorsun." Peygamberimiz :

"Evet, o, Allah'ın kulu ve Resulüdür; onu bakire ve kendini tamamen Allah yoluna vermiş olan Meryem'e ulaştırmıştır." dedi.

Bunun üzerine kızdılar ve:

“Sen hiç babasız insan gördün mü ? Şimdi sen, İsa'nın insanlardan babası olmadığını kabul ettiğine göre, onun babası Allah olmalıdır." dediler.

O zaman Peygamberimiz de:

"Âdem'in ne babası, ne de annesi vardı; ama bundan, onun Allah'ın oğlu olduğu sonucu çıkmaz. İşte İsa'nın durumu da böyledir." buyurdu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalı)

 

ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ


Makabline tertib ve terahi ifade eden  ثُمَّ  harfi ile atfedilen ayetin son cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  كُنْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

فَيَكُونُ  cümlesine dahil olan  فَ  istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَكُونُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Haber muzari fiil gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كُنْ - يَكُونُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onu (bir insandan da değil) topraktan yaratmıştı.] yani onu çamurdan bir beden olarak takdir edip düzenlemişti. [Sonra ona “ol!” demiş.] yani onu bir beşer olarak inşâ etmişti. Bu ifade tıpkı ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَۜ [Sonuçta onu başka bir mahluk olarak meydana getirdik. (Müminun Suresi, 14)] ayeti gibidir. فَيَكُونُ [O da anında olmaya başladı.] ifadesi, geçmişte durumun hikaye edilmesidir. (Keşşâf, Âşûr)

Allah Teâlâ Hazret-i Adem'in yaratılışının keyfiyeti hususunda birçok vecih zikretmiştir:

a) O, bu ayette de belirtildiği gibi topraktan yaratılmıştır.

b) O, sudan yaratılmıştır. Allah Teâlâ, [O, sudan bir beşer yaratıp da, onu soy sop haline getirendir] (Furkan, 54) buyurmuştur.

c) O, çamurdan yaratılmıştır. [Ki O, yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı yaratmaya da çamurdan başlayandır. Sonra O, bunun zürriyetini hakir bir sudan meydana gelen nutfeden yapmıştır] (Secde, 7-8).

d) O, çamurdan elde edilmiş bir özden yaratılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: [Andolsun, biz İnsanı çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu, sarp ve sağlam bir karargâhta bir nutfe yaptık] (Mû'minun, 12-13).

e) O, cıvık bir çamurdan yaratılmıştır. Allah Teâlâ, [Andolsun ki biz onları, cıvık bir çamurdan yarattık] (Saffât, 11) buyurmuştur.

f) O, salsâl'dan, kuru bir çamurdan yaratılmıştır. [Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yarattık] (Hicr, 26) buyurmuştur.

g) İnsan, "acele"den yaratılmıştır. "İnsanlar aceleden yaratılmıştır"(Enbiya, 37).

ı) Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: [Andolsun ki biz insanı, bir meşakkat içinde yarattık] (Beled, 4).

Hükemâ şöyle demiştir: Âdem'in topraktan yaratılması, birçok sebepten dolayıdır:

1- Mütevazı olsun diye.

2- Örtücü ve bağışlayıcı olsun diye...

3- Toprağa çok bağlı olsun diye.. Çünkü Hazret-i Âdem, yeryüzündekilere halife olmak için yaratılmıştır. Nitekim Cenab-ı Hak, [Muhakkak ki, ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım] (Bakara. 30) buyurmuştur.

4- Allah Teâlâ kudretini izhar etmek istedi ve bundan dolayı, cisimlerin en çok ışık saçanı olan ateşten şeytanları yaratarak, onları dalaletin karanlıklarına müptela kıldı; cisimlerin en latifi olan havadan melekleri yaratarak, onlara son derece büyük güç ve kuvvet verdi; cisimlerin en kesifi olan topraktan Âdem (as)'i yarattı, sonra ona muhabbet, marifet, nur ve hidayet verdi; deniz sularının dalgalarından gökleri yaratıp, onu havaya asılı bıraktı.. İşte bütün bunları, bunların yaratılışı, Allahu Teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı olmaksızın Müdebbir ve hiçbir şeye başvurmaksızın da Hâlık olduğuna apaçık bir delil ve burhan olsun diye yaratmıştır.

5- İnsan şehvet, gazap ve ihtiras ateşini söndürsün diye topraktan yaratılmıştır. Çünkü bu tür ateşler, ancak toprak ile söner. İnsanın sudan yaratılışı ise kendisinde, eşyanın şekilleri tecelli edebilecek bir saflık ve arılıkta olsun diyedir.

Sonra Allah Teâlâ, yoğun olan latif olanla karışıp da çamur haline gelsin diye, suyla toprağı birbirine katmıştır. Bu, [Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratıcıyım] (Sad. 7) ayetinin ifade ettiği husustur.

Hak Teâlâ dördüncü mertebede, [Andolsun, biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir sülâleden yarattık] (Mü'minun, 12) buyurmuştur. Buradaki sülâle kelimesi, ism-i mef'ûl manasındadır. Çünkü "sülâle", çamurun cüzlerinin en latif ve iyi kısmından süzülüp, alınmış olandır.

Sonra Cenab-ı Hak, altıncı mertebede, insan için şu üç nevî sıfatı zikretmiştir:

a) O, salsâldandır. Salsâl: Hareket ettirildiği zaman içinden ses veren çömlek gibi, çın çın ses çıkaran kuru şey demektir.

b) Hame'dendir. Hame, bir müddet su içinde kalıp, rengi siyahlaşan şey demektir.

c) Kokusu değişmiş olandır. Nitekim Cenab-ı Allah, [İşte yiyeceğine, içeceğine bak, henüz bozulmamıştır] (Bakara, 259) buyurmuştur.

Hazret-i Âdem'in yaratılışıyla ilgili zikredilmiş olan ayetlerin arasını te'lîf etmek için söylenebilecek olan sözün hepsi budur. (Fahreddin er-Râzî)

 (Fahreddin er-Râzî)


Âl-i İmrân Sûresi 60. Ayet

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ  ...


Hak Rabbindendir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْحَقُّ (Bu,) gerçektir ح ق ق
2 مِنْ -den (gelen)
3 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
4 فَلَا
5 تَكُنْ öyle ise olma ك و ن
6 مِنَ -dan
7 الْمُمْتَرِينَ kuşkulananlar- م ر ي

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ


İsim cümlesidir. اَلْحَقُّ  mübtedadır. مِنْ رَبِّ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Veya  اَلْحَقُّ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri  هو  şeklindedir. مِنْ رَبِّكَ  de ikinci haberdir. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri; إذا كان الأمر كذلك فلا تكن من الممترين (Eğer durum buysa şüphelenenlerden olmayın.) şeklindedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. تَكُنْ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir. مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

الْمُمْتَر۪ينَ۟  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

Bir görüşe göre  اَلْحَقُّ  [Hak] kelimesi mübteda,  مِنْ رَبِّكَ  [Rabbindendir] kelimesi onun haberidir. Yani o senin Rabbindendir. Yani mahlukatın yaratılması Rabbindendir. Yaratıcı İsa değil, O Allah’tır. Burada hitap, bu tevile göre Hz. İsa hakkında şüpheye düşen Hristiyanlaradır. Aynı şekilde  فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ  [Öyleyse şüphe edenlerden olma.]  ayeti de onlara hitaptır. Bir görüşe göre burada hitap Hz. Muhammed’e dir (sav) ve kastedilen şey farklıdır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Takdiri هو olan mübtedanın mahzuf, اَلْحَقُّ ’nun haber olduğu da söylenmiştir. 

Müsnedün ileyh olan  اَلْحَقُّ ’nun haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مِنْ رَبِّكَ  bu mahzuf habere müteallıktır.

رَبِّ  kelimesinin resule ait zamire izafeti, onu şereflendirmek içindir. (Safvetü’t Tefasir) 

Burada Rab unvanının kullanılması ve muhatap zamirine izafe edilmesi, hem Peygamberimizi (as) teşrif; hem de hakkı ve gerçeği dile getiren bu ayetlerin indirilmesinin Peygamber (as) bakımından bir ilâhî terbiye ve lütuf olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)


فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ


Rabıta harfi ile gelen bu cümle takdiri  إذا كان الأمر كذلك (Durum böyle olduysa) olan mukadder şartın cevabıdır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مِنَ ’lerde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada hitap Peygamber Efendimize yönelik olsa da asıl olarak bize söylenmiştir.

مري tartışmak, امترى şüphe etmek demektir. ‘’Böyle kimselerden olma!’’ Bu ifadede Peygamberin (sav) İsa (as) hakkındaki inancını daha da pekiştirmek için bir teşvik ve tahrik vardır. (Safvetü’t Tefasir)

[Gerçek, Senin Rabbinden gelendir.] ifadesi hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir yani “o haktır” anlamındadır. Peygamber (sav) şüpheci olmaktan münezzeh olduğu halde O’nun şüphecilerden olmasının yasaklanmış olması, O’na daha ziyade sebat ve mutmainlik kazandırmak ve başkalarına lütuf olmak üzere teşvik kabilinden söylenmiş bir ifadedir. (Keşşâf)

فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ  [Sakın şüphecilerden olma!] hitabı,

1- Ya Peygamberimiz (sav) içindir. Buna göre (Peygamberimizde şüphe olmadığı halde) bu hitap, ilâhî duygularını tahrik etmek, sebatını kuvvetlendirmek ve bir de şu önemli noktayı bildirmek içindir:

Bu gerçekler hakkında şüpheye düşmenin sakıncası o kadar büyüktür ki kendisinden böyle bir şüphe sadır olması mümkün olmayan zatın dahi, bu şüpheden nehyedilmesi lazımdır. Şu halde gerçekten şüphe edenlerin durumu acaba nasıl olur?

2- Ya da bu hitap, muhatap olmak ehliyetini taşıyan herkes içindir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


Âl-i İmrân Sûresi 61. Ayet

فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ  ...


Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kim
2 حَاجَّكَ seninle tartışmaya kalkarsa ح ج ج
3 فِيهِ oun hakkında
4 مِنْ
5 بَعْدِ sonra ب ع د
6 مَا şeylerden
7 جَاءَكَ sana gelen ج ي ا
8 مِنَ -den
9 الْعِلْمِ ilim- ع ل م
10 فَقُلْ de ki ق و ل
11 تَعَالَوْا gelin ع ل و
12 نَدْعُ çağıralım د ع و
13 أَبْنَاءَنَا oğullarımızı ب ن ي
14 وَأَبْنَاءَكُمْ ve oğullarınızı ب ن ي
15 وَنِسَاءَنَا ve kadınlarımızı ن س و
16 وَنِسَاءَكُمْ ve kadınlarınızı ن س و
17 وَأَنْفُسَنَا ve kendimizi ن ف س
18 وَأَنْفُسَكُمْ ve kendinizi ن ف س
19 ثُمَّ sonra
20 نَبْتَهِلْ gönülden la’netle du’a edelim de ب ه ل
21 فَنَجْعَلْ atalım (kılalım) ج ع ل
22 لَعْنَتَ la’netini ل ع ن
23 اللَّهِ Allah’ın
24 عَلَى üstüne
25 الْكَاذِبِينَ yalancıların ك ذ ب

Sana gelen bu ilimden sonra her kim bu konuda seninle tartışmaya kalkışırsa, de ki: "Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da Allah’ın lâneti yalancıların üzerine olsun diye dua edelim." 

Surenin en başında Serap Hocamızın verdiği ilk bilgiyi hatırlayın, Necranlı hristiyanlardan bir grup peygamber efendimiz s.a.v den Hz. İsa hakkında söylenenleri dinlemek için gelmişlerdi. Hristiyanlar Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia ederken Hz. Peygamber, ilgili âyetleri okuyarak Hz. İsa’nın Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu, Hz. Âdem nasıl ki, annesiz ve babasız olarak yaratılmışsa Hz. İsa’nın da Hz. Meryem’den babasız olarak dünyaya geldiğini söyledi. Necran heyetinin iddialarını sürdürmeleri üzerine Hz. Peygamber Hz. Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve Ali’yi de yanına alıp Âl-i İmrân sûresinin 61. âyetini okuyarak onları “mübâhele”ye davet etti. Necranlılar Hz. Muhammed’in peygamber olma ihtimalini göz önünde bulundurarak mübâheleye cesaret edemediler. Cizye ödemek şartıyla anlaşma yaptılar ve ülkelerine döndüler. Mübaheleyi kabul etmemeleri üzerine, peygamberimizin “Kabul etselerdi yeryüzünde hristiyan kalmazdı” dediği kaydedilmiştir.

Mübâhele, bir tartışma esnasında haksız ve yalancı olanın Allah’ın lanetine uğraması için beddua edilmesi demektir.

Burda dikkatimizi çekmesi gereken bir husus da, heyetin mescidde ağırlanmış olmasıdır. Düşünün Allah Meryem Suresinde (88-91) "Rahman bir çocuk edindi." dediler. Ant olsun ki, siz çok kötü bir iddiada bulundunuz. Neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar gürültü ile devrilecekti. Rahman'a bir çocuk isnat ettiler diye.” şeklinde bahsediyor... Peygamberimiz bu heyeti mescidde ağırlamış ve kendilerine mahsus namaz vakti geldiğinde de mescidde namazlarını kılmalarına müsaade etmiştir ziyaretleri süresince. Böyle bir peygamberin ümmetiyiz biz. Ama zaman zaman bunu unutuyor; bizim gibi düşünmeyen, inanmayanlara hiç tölerans gösteremiyoruz. Halbuki bizim dinimizin farkı barış dini olması değil mi… Allah kuluna kızabilir ama bizim bir kul olarak başka bir kula kızma onu hor görme hakkımız yok. Biz kötü fikirlere, kötü inançlara, günaha, fesada, tuzağa kızabilir, bunlara düşman olabiliriz ancak.

 Nebtehil kelimesinin kökü behl (بهل) olup ibtihal, yapılan duada ısrar etmek demektir. Bu ayetteki ısrarın lanetleme şeklinde açıklanmasının nedeni ısrar edilen duanın lanet için olmasıdır. Bu manada mübahale (karşılıklı lanetleşme) demek olup aynı kökten olan ebhele kelimesi de kişinin kendi iradesi ile başbaşa bırakılması demektir. (Müfredat)

Bu ayet mübahele ayeti olarak bilinmektedir. Bu kelime Kur’ân’da yalnızca bu ayette geçer. (Daha detaylı bilgi için bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/mubahele)

فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ 


فَ  atıf harfidir. مَنْ  şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. حَٓاجَّكَ  şart fiilidir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

حَٓاجَّكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru  حَٓاجَّ  fiiline müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; في أمره  şeklindedir. بَعْدَ  zaman zarfı, مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  حَٓاجَّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

 جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mebnidir. مِنَ الْعِلْمِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiilinin failinin mahzuf haline müteallıktır.


 فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ


فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli, تَعَالَوْا’dir.  تَعَالَوْا  fiili  نَ’un hazfi ile mebni emir fiildir.  Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. 

 نَدْعُ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن’dur. اَبْنَٓاءَ  mef’ûlun bihtir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 اَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ  lafızları atıf harfi وَ’la  اَبْنَٓاءَنَا’ya matuftur. 

  

ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ

ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

نَبْتَهِلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.  فَ  atıf harfidir. نَجْعَلْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.  لَعْنَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى الْكَاذِب۪ينَ  car mecruru  نَجْعَلْ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır. الْكَاذِب۪ينَ  kelimesinin cer alameti  ى’dir. Cemi müzekker salimler ى ile mecrur olurlar.

فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ


فَ  istînâfiyye, مَنْ  şartiyyedir. Ayet müstenefe olarak şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda olan  مَنْ’in haberi olan …حَٓاجَّكَ ف۪يهِ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Tevcih anlamı ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sılası da, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi … فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

… نَدْعُ  cümlesi talep olan تَعَالَوْا ’in cevabıdır. Aynı üsluptaki  نَبْتَهِلْ  cümlesi … نَدْعُ  cümlesine  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. 

فَ  ile atfedilen …نَجْعَلْ لَعْنَتَ  cümlesi de aynı üsluptaki makabline matuftur.

لَعْنَتَ اللّٰهِ  izafeti kısa yoldan izah içindir. Allah lafzının, lanet kelimesine izafesi, durumun ne kadar korkunç olduğunun göstergesidir.

اَبْنَٓاءَنَا - اَبْنَٓاءَكُمْ , نِسَٓاءَنَا - نِسَٓاءَكُمْ , اَنْفُسَنَا - اَنْفُسَكُمْ  kelime grupları arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَعَالَ  emri, جَٓاءَ  fiilinin emir şeklidir. Mazi ve muzarisi yoktur.

[Seninle kim tartışacak olursa] ifadesi “Seninle Hz. İsa hakkında her kim tartışacak olursa” demektir. Bu Katâde’nin görüşüdür. Bir görüşe göre “Allah hakkında tartışma” kastedilmiştir. Bir görüşe göre onlar “İsa, Allah’ın oğludur.” diyorlardı ve bu ikisi hakkında (hem Allah hem Hz. İsa) tartışmışlardı. Bir görüşe göre bu ifade, “neyin doğru olduğu konusunda her kim seninle tartışırsa” demektir. [Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra] ifadesi Kur’an’da Allah Teâlâ’dan açıklama geldikten ve Sen onu anladıktan sonra anlamındadır. فَقُلْ تَعَالَوْا [De ki: Gelin!] Yani haydi gelin. Tekili تَعَالَ’dir. Aslında “yukarı çık” demektir. Çağıran kişi yukarıda, çağrılan kişi aşağıda olur. Ona doğru çıkmasını ister. Sonra bu ifade her nerede olursa olsun çağrılan herkes için kullanılmaya başlanmıştır. نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ [Oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım.] Yani getirelim. نَدْعُ fiilinin meczûm oluşu, emrin cevabında gelmesinden dolayıdır. Diğer kısmın anlamı açıktır. [Biz de siz de toplanalım.] Kendimiz de gelelim. Bir görüşe göre amcamızın çocuklarını ve yakın akrabalarımızı da getirelim. [Sonra gönülden dua edelim.] Kelbî şöyle demiştir: Yani gayretle dua edelim. Mukatil şöyle demiştir: Yani ihlasla dua edelim. Kuteybî şöyle demiştir: Birbirimizle lanetleşelim. [Allah’ın lanetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.] نَبْتَهِلْ kelimesinin tefsiridir. Yani diyelim ki Allah aramızda yalancı olana lanet etsin. جْعَلْ kelimesi burada قول anlamındadır. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr)

Hz. Peygamber mübâhele ayetinin nüzûlünden sonra Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve Ali ile birlikte Necran heyetinin yanına gitti; ilgili ayetleri okuyarak kendilerini mübâheleye davet etti. Necranlılar kısa bir istişareden sonra Hz. Muhammed’in peygamber olma ihtimalini göz önünde bulundurarak mübâheleye cesaret edemediler. Cizye ödemek şartıyla anlaşma yaptılar ve ülkelerine döndüler. (TDV İslam Ansiklopedisi, ‘’ayrıca bkz,’’  MÜBÅHELE)  


Mübâhele için yapılan çağrıda oğullar ve kadınlar, nefislere takdim edilmiştir. Oysa mübahale helak edici maddelerdendir, onda da helak olma ihtimali vardır. Tabiî ahvalde kişi, ailesi için kendini tehlikeye atar ve onları korumak için savaşır; böyle iken bu bedduada onların öne sürülmesi, Peygamberimiz'in, kendi haklılığına olan sonsuz güvenini ve kendi ailesine hiçbir kötülük isabet etmeyeceğine olan kesin inancını zımnen bildirmek içindir. İşte beddua için meydan okumada, Peygamberimiz'in muhataplara takdim edilmesinin sırrı da budur.(Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Aşur)




Günün Mesajı
Hz. İsa'nın dünyaya gelişi Hz Adem'in dünyaya gelişine benzer. Hz Adem annesiz ve babasız olarak yaratılırken Hazreti İsa babasız olarak yaratılmıştır. Her ikisi de insandır ve Allah'ın resulüdür. Hz İsa'nın dünyadan ayrılışı da diğer insanlardan farklı bir şekilde olmuştur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hz. İsa (as)’ın havarileri ve Hz. Muhammed (sav)’in ashabı gibi bir olmaya ihtiyacımız var. İslam davasıyla silkelenip yeniden dirilerek. Bizi ayrıştıran başka dillerle, kendi nefislerimizi susturma zamanımız geldi. 

İslam sancağı altında gölgelenmek isteyeni kovma. Yüzünü aynı kıbleye dönerek Rabbine secde edeni tekfir etme. Senin gibi düşünmeyen gönülleri kırma. Yanlışını gördüğüne ‘bu yola ait değilsin’ deme. Bizi yalnızlaştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürme.

Kalplerimizi İslam nuruyla yıkamak,

Allah’ın emrine uyarak rızasını kazanmak,

Yollarımızı Kur’ân ve sünnet ışığıyla aydınlatmak,

Yetiştirdiğimiz nesillere örnek olmak,

Gururla ‘ben müslümanım’ demek ve ona uygun yaşamak,

Dünya yolundan, ahiret yoluna beraber yürümek,

Zulüm altında kıvranan kardeşlerimizi ümitle beslemek,

Zalimlerle mücadele etmek için,

Ümmet olma zamanımız geldi.

Yer ve gök şahidimiz olsun. Gönlümüz havarilerin duasına ortak olmak ve Rabbimizin huzuruna öyle çıkmak ister.

“Allah’ın yardımcıları biziz; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler müslümanız. Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber’e tâbi olduk; artık bizi şahitlerle beraber yaz.”

Her Allah’a teslim olmuşun gönül yarasıdır. Aslında hepsi ümmet olmak ister. 

Başkalarından beklediğimiz hareketi kendimizde bir an önce başlatmak ve hakiki manada ümmet olduğumuz günlere kavuşmak duasıyla.

Amin. 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji